ÇOK OLDUK KADINLARLA, YAŞAMAK İÇİN DÜNYAYI DOYA DOYA… 
 

 7 Mayıs 2011 cumartesi eski öğretmenevinde gerçekleştirdiğimiz alternatif kadın şenliğimiz dolu dolu ve coşkuyla geçti.

Kapitalizmin tüketim hırsının en popüler günlerinden biri olan anneler gününde kadınlara sosyal adaletsizliklerle, güvencesiz yaşamın olduğu , “annelik “kutsallaştırılması adı altında, şiddetle  ölümle, cinsiyetçi işbölümüyle baskılandığı bir dünyanın sunulduğunu  ifade  eden   şube kadın sekreteri Esra ARSLAN ın  açılış konuşmasıyla başlayan etkinlik, sendikal kimliğiyle kadını işleyen sinevizyon gösterimiyle devam etti.

 

Ardından sergilenen kısa oyunla tiyatro ekibindeki arkadaşlarımızın  az zamanda  güzel bir iş çıkardığına şahit olduk. Sendikamızdaki resim öğretmeni kadınlarımızın hazırlamış olduğu resim ve fotoğraf  sergisi  de büyük beğeni topladı. Şenliğimiz kadın komisyonu üyemizin okuduğu şiir   ve canlı müzik eşliğinde çekilen halaylarla son buldu.

17 Nisan Köy Enstitüleri Etkinliği gerçekleştirilmiştir. Etkinliğe Şube Eğitim Sekreterimiz Halil KARA Panelist olarak katılım sağlamıştır.

 
 
 

Engel Olmak Elimizde

ÇOCUKLARIMIZI CİNSEL İSTİSMARDAN KORUYALIM

 Cinsel istismar,”Çocuğa kendisinden yaşça ya da gelişimsel olarak daha olgun biri tarafından cinsel doyum amaçlı gerçekleştirilen her türlü eylemi içerir.” şeklinde tanımlanır.

 

Çocuğun cinsel istismarı evrensel bir halk sağlığı sorunudur. Ancak yaşanan istismarların çoğunun kayıtlara geçmemesi aslında sorunun boyutlarının tam olarak bilinememesine neden olmaktadır. Resmi kayıtlara geçen vaka sayısı ise buz dağının sadece görünen kısmıdır.

Çocukları cinsel olarak istismar eden kişilerin, genellikle çocuğun tanıdığı ve güven duyduğu kişiler olduğu son olaylarda fazlasıyla ortaya çıkmıştır.

Bu durum, istismarcının çocuğa yaklaşmasını kolaylaştırmakta ve çocuğun yaşadığı istismarı açıklamasında engelleyici bir durum oluşturmaktadır.

Çocuk kendisine inanılmayacağı, istismarcıyı korumak, istismarcının tehdidi ve söylerse artık onun tarafından sevilmeyeceği gibi düşüncelerle istismarı açıklamaktan kaçınabilmektedir. Bu nedenle ailelerin ve çocuklarla çalışan meslek gruplarının istismarı fark etmede bilinçli ve duyarlı yaklaşımları, cinsel istismarın önlenmesi ve yaşanan olayların açığa çıkartılarak çocuğun korunması ve iyileştirilmesi bakımından önemlidir.

Son yıllarda cinsel istismar olayları artmıştır. İl yöneticileri, okul müdürleri, kurum yöneticileri ve aileler çeşitli gerekçelerle bu sorunun üzerini örtmektedir. Bu da cinsel istismarda bulunan kişileri cesaretlendirmekte, istismar olaylarını arttırmaktadır. Cinsel istismar çocuğun ruh sağlığını ve geleceğini olumsuz etkilemektedir. Çocuklarımızın geleceği için bu olayları üstü örtülmemeli, suçlular cezalandırılmalı ve rehabilite edilmelidir.

Cinsel istismar yaşamış çocuklarda hem yaş dönemine uygun olmayan ve yaşının gerisinde davranışlar hem de saldırgan davranışlar görülebilir. Akran gurubu ilişkilerinde güçlükler yaşanabilir. Cinsel dışa vurum davranışlarında artış gözlenebilir. Örneğin çocuk kendi yaşına uygun olmayan cinsel içerikli kelimeler kullanabilir veya davranışlar sergileyebilir. Çocuk kendine ve başkasına cinsel amaçlı dokunuşlarda bulunabilir. Çocuk kendisine dokunulmasından, karşı cinsten kişilerle yalnız kalmaktan korkabilir.

Okul öncesi çocuklarda, huzursuzluk, huysuzluk, sık ağlama, uyku problemleri, iştah problemleri, korkular, altına kaçırma, bebeksileşme, anneye yapışma görülebilir.

İlköğretim çağındaki çocuklarda ise; yine korkular, uyku bozuklukları, iştah sorunları, keyifsiz bir ifade ile içe kapanma, gece işemeleri, kaka kaçırma, sessizleşme, arkadaş ilişkilerinden uzaklaşma, dalgınlık, okul başarısından düşme, o zamana kadar var olan kişilik özelliklerinden farklı kişilik özelliği gösterme, dalgınlıklar olayın tekrar tekrar aklına gelmesi ile birlikte oluşan dikkat dağınıklığı, odaklanmada zorluk görülebilir.

ÇOCUKLARI CİNSEL İSTİSMARDAN KORUMAK İÇİN NELER YAPILABİLİR?

Çocuklara bedenlerinin kendilerine ait ve özel olduğu, kimsenin zorla ve istemediği şekilde dokunamayacağı öğretilmelidir. Yakınlık istemediğinde çocukların “hayır” deme hakkına sahip olduğu öğretilmelidir. Çocuğa iyi ve kötü davranışların ne olduğu öğretilmelidir. Çocuklar, ana babalar ve öğretmenler arasındaki iletişim kanallarının sürekli açık olması sağlanmalıdır. Bu iletişim kanallarını açık tutmada sınıf öğretmenleri ve rehber öğretmenler önemli rol oynayabilir.

Çocuk herhangi bir istismar durumuyla karşılaştığında onu dinlemek ve duygularını anladığımızı hissettirmek önemlidir. Çocuğun özgürce konuşmasına izin verecek bir ilişki kurmak ve ortam sağlamak gerekir. Çocuğa ona inandığımız duygusunu vermek önemlidir. Çocuğun anlattıklarını abartılı tepkiler vermeden dinlemek gerekir. Çocuğun varsa suçluluk duygularını anlatmasına izin vermek gerekir. Bunun onun hatası olmadığını vurgulamak önemlidir. Çocuğa bu konuyu paylaştığı için duyulan memnuniyet dile getirilmeli ve konuşmasının doğru bir davranış olduğu vurgulanmalıdır. Çocuk Koruma Kanunu gereğince öğretmenlerin çocukların istismar edildiğine tanıklığı durumunda yargı yolunun açılması gerekmektedir. Öğretmenlerimizin bu konudaki yasal sorumluluklarına ilişkin farkındalıkların arttırılması önemlidir. Üniversite hastanelerinde bulunan Çocuk Koruma Birimleri/Merkezleri ve Çocuk İhmalini ve İstismarını Önleme Derneği vb. gibi kurumlar ile eğitim kurumları arasında birlikte çalışma anlayışı geliştirmek, hem cinsel istismara maruz kalmış çocuğa uygun yardımı sunma açısından yararlı olacaktır. Bunların yanı sıra eğitim kurumlarında çocuklarla toplumsal cinsiyet konusu tartışılmalı ve bu konuda farkındalık yaratmaya çocukluktan itibaren başlanmalıdır. Çocuklara yönelik cinsel istismar konusunda duyarlılık sergilenirken esas amacın çocuğun yararı ve korunması olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle çocuğun aynı zamanda ailenin ikincil örselenme yaşamamasına özen gösterilmelidir. Saygılarımızla. 9.06.2010

Güven BOĞA

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

Maliye Bakanlığı, kamu personelinin sağlık hizmetlerinin Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) devriyle ilgili esasları belirledi.

Resmi Gazete'nin 5. Mükerrer Sayısında Yayımlanan Tebliğe göre, kamu personeli ve bakmakla yükümlü oldukları aile fertleri, 15 Ocak 2010 tarihinden itibaren 5510 sayılı Kanun hükümlerine göre genel sağlık sigortalı sayılacak.

Genel sağlık sigortasına devredilecek kamu personelinin ve bakmakla yükümlü bulundukları aile fertlerinin sağlık hizmetlerine ilişkin işlemlerde, 14 Ocak dahil devir tarihine kadarki uygulamalar, Tedavi Tebliği hükümlerine göre yürütülecek. Tedavi giderleri de kamu personelinin kurumu tarafından ödenecek.

15 Ocak'tan itibaren ise SGK mevzuatı devreye girecek ve tedavi giderlerini bu kurum karşılayacak.

Kamu idareleri, Maliye Bakanlığı ile SGK tarafından yapılacak düzenlemeler çerçevesinde devir sürecini tamamlayacak. Bu süreçte oluşacak tereddütler de, söz konusu kurumlarca ortaklaşa giderilecek.

SEVK İŞLEMLERİ

Tebliğ uyarınca, kamu personeli ve bakmakla yükümlü bulundukları aile fertleri, devir tarihinden itibaren, kurum tabiplikleri dahil birinci, ikinci ve üçüncü basamak sağlık kurum ve kuruluşlarına, sevkli olarak veya doğrudan, TC kimlik numarası ve kimlik tespiti için gerekli bir belge (nüfus veya evlenme cüzdanı, sürücü belgesi, pasaport) ile birlikte, sağlık karnesi olmadan müracaat edebilecek. Kamu personeli için ayrıca hasta sevk kağıdı da düzenlenmeyecek.

Sağlık hizmetlerinin faturalandırılması işlemlerini de belirleyen Tebliğ çerçevesinde, 15 Ocak'tan itibaren sağlık işlemlerine ilişkin tedavi faturaları SGK tarafından ödenecek. Devir tarihinden önce başlayıp, devir tarihinde veya takip eden günlerde devam eden tedaviler için sağlık kuruluşları tarafından dönem sonlandırması yapılacak.

İlaç bedellerinin ödenmesinde de, ilaçların reçete edildiği tarih esas alınacak. Devir öncesi döneme ilişkin faturalar, kamu personelinin kurumu, 15 Ocak'tan sonra ise SGK tarafından ödenecek.

Kamu personeli ve bakmakla yükümlü oldukları aile fertleri, devir tarihinden itibaren reçete edilen ilaçlarını, SGK ile anlaşması bulunan herhangi bir eczaneden alabilecek.

HARCIRAH İŞLEMLERİ

Kamu personeli ve aile fertlerinin sağlık hizmetlerinin devir tarihinden itibaren SGK tarafından karşılanacak olması nedeniyle, bu kişiler hakkında Harcırah Kanunu ve Tedavi Tebliğinin gündelik, yol masrafı ve refakatçi giderlerine ilişkin hükümleri uygulanmayacak.

Bu tür gündelikler, 15 Ocak'tan itibaren SGK tarafından ödenecek. Aynı şekilde, tedavi amacıyla memuriyet mahalli dışına sevk edilenlerin refakatçileri için de 15 Ocak'tan itibaren kamu personelinin kurumunca yol masrafı ve gündelik ödemesi yapılmayacak.

Katılım payı ve yurt dışında tedavide de, SGK uygulaması başlayacak.

Bu arada kamu personelinin ölümü halinde, cenazenin başka yere nakil işlemi dahil cenaze giderleri, personelin kurumunca ödenmeye devam edilecek.

Son günlerde AKP Hükümetinin, memurların çalışma esaslarını yeniden düzenleyecek bir yasa taslağı üzerinde çalıştığı haberleri gazete ve televizyonlara yansımıştır.

Her ne kadar yeni bir gelişme gibi sunulsa da, her yıl bu tür haberlerin gündeme getirildiği hatırlanacaktır. AKP hükümeti 2003 yılında 4857 Sayılı İş Yasası ile işçiler için esnek çalışma uygulamalarını yasal hale getirdikten sonra şimdi de kamu emekçileri için esnek çalışmayı yasalaştırmak çabası içine girmiştir. AKP hükümeti yıllardır kamu istihdamını esnekleştirmek için fiili olarak ciddi adımlar atmıştır. Başta eğitim ve sağlık alanları olmak üzere kamu istihdamının önemli bir bölümünde sözleşmeli, ücretli vb adlar altında güvencesiz çalıştırma uygulamalarının ciddi boyutlara ulaştığı bilinmektedir. Özellikle eğitimde ve sağlıkta yaşanan ticarileştirme ve özelleştirme uygulamalarına paralel olarak esnek ve güvencesiz çalışma uygulamaları yaygınlaşmıştır.

Hükümetin bir taraftan kamu istihdamını esnekleştirmeye çalışırken, diğer taraftan medyaya “memur ek iş yapabilecek” gibi konuyu başka yöne çekmeye çalışan haberleri servis etmesi dikkat çekicidir. Bugüne kadar çoğunlukla işçileri ilgilendirdiği sanılan “esnek çalışma ilişkileri”, artık sadece maddi mal üreten atölyeler ya da fabrikalarda çalışan işçileri değil, hizmet üreten işyerlerinde çalışan kamu emekçilerini, özel-kamu ayrımı yapmaksızın tüm istihdam alanlarını kuşatmış durumdadır. Anlaşılan o ki, kamuda belli bir süredir fiilen gerçekleştirilen esnek çalışma uygulamalarının (taşeronlaştırma, sözleşmeli-ücretli istihdam vb) artık yasal bir düzenleme olarak kalıcılaştırılması için önümüzdeki dönemde daha somut adımlar atılacaktır. Anlaşılan odur ki AKP hükümeti, içinden geçmekte olduğumuz kriz sürecini kamu personel sisteminde esnek çalışmayı yasal bir zemine oturtmak bir fırsat olarak görmekte ve kamuoyunu yanıltıcı bilgilerle halkın kafasını karıştırmak istemektedir.

Ancak bizler kamu istihdamında, hem kamu emekçileri hem de bu hizmetlerden faydalanan halkımız için nasıl değişiklikler yapılmak istendiğini çok iyi biliyoruz. Uyguladığı ekonomik politikalarla işçiyi, köylüyü, kamu emekçisini açlık ve yoksulluğa mahkûm eden bir hükümetin, halkın ve kamu emekçilerinin yararına bir düzenleme yapması mümkün değildir.

Bu nedenle tüm halkımızı 25 Kasım’da yapacağımız greve destek vermeye, haklarımızı korumak için birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.

12 Eylül Darbecilerinin YÖK’ünden, AKP’nin YÖK’üne
Üniversiteler Lehine Değişen Hiçbir Şey Yok!
Özgür Bilim, Özerk Demokratik Bir Üniversite İçin YÖK’e Hayır!
 
Yüksek Öğrenim Kurulu (YÖK), 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından üniversiteler üzerinde bir baskı aracı olarak kurulmuştur. 12 Eylül zihniyeti gençliğin üzerinde YÖK düzeni ile etkin kılınmıştır. 12 Eylül ile birlikte, toplum Türk-İslam sentezi doğrultusunda ırkçı-gerici düşüncelerin etkisi altına alınırken, üniversitelerimiz de bu etkiye paralel olarak ırkçılığın ve gericiliğin hegemonyası altına girmiştir. YÖK, bu zihniyetin kurucusu, temsilcisi ve güvencesi olarak 28 yıldır görevini sürdürmektedir. 

  

 

YÖK düzenin baskı aygıtı işlevi ile birlikte, üniversitelerin yeni liberal politikalar doğrultusunda yeniden yapılandırılmasında da etkin rol almıştır. YÖK’ün kuruluşu ile birlikte özel üniversiteler kurulmuş, kamu üniversiteleri ise gerek üniversite öncesi dershane harcamaları, gerekse harç, barınma ve beslenme masrafları ile neredeyse tümüyle paralı hale getirilmiştir.

Sermaye ile kurulan direkt ilişki ile piyasanın önemli bir aktörü haline getirilen üniversitelerde bilimsel üretim süreci de ticari bir etkinlik alanı haline gelmiş, bilimsel çalışmalarda toplumun ve insanlığın yararı yerine şirketlerin talepleri belirleyici olmuştur. Bilginin metalaşması ve değersizleşmesini yaratan bu süreç sonunda, üniversiteler piyasaya giderek artan bir hızla entegre olmuş, kamusal kaynaklarla finanse edilen bilimsel faaliyetin yerini, şirketlerin sponsorluğunda yapılan kar amaçlı projeler, sertifika programları, paralı lisansüstü programlar almıştır.

Üniversitelerin sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda eğitim yapan, sermayeye eleman  yetiştiren ve sermaye için bilgi ve teknoloji üreten merkezlere dönüşmüş olması bilim ve bilimsel üretimin geleceği açısından düşündürücüdür. Yaşanan değişim üniversitenin toplum için bilim üretme niteliğine tamamen aykırıdır.

Üniversitedeki ticarileşme süreci, istihdam biçimlerini de etkilemiş, üniversite bünyesindeki birçok hizmet taşerona devredilmiş, başta araştırma görevlileri olmak üzere akademik personelin iş güvencesi de ortadan kaldırılmıştır. İş güvencesinin ortadan kaldırılmasıyla akademik özgürlükler ipotek altına alınmakta, muhalif ve eleştirel bilim insanlarının egemen ideolojiye, YÖK sisteminin otoriter hiyerarşisine ve üniversitelerin gerici ve piyasacı dönüşümüne karşı ses çıkarmaları engellenmeye çalışılmaktadır.

Bu tablo karşısında biz üniversite bileşenleri ve emekçiler; üniversitelerin bilimsel bilgiyi üreten, ürettiği bilgiyi toplumla paylaşan kurumlar olmasının, kamusal bir anlayışla yeniden tanımlanmasının, sermayeden ve siyasal iktidardan özerk kurumlar olmasının, üniversitenin bütün bileşenlerinin karar süreçlerine katıldığı, söz, yetki ve karar sahibi olduğu bir demokrasi anlayışının geliştirilmesi ile mümkün olacağı düşüncesini bir kez daha yüksek sesle vurguluyoruz ve 28 yıl sonra ARTIK YETER! diyoruz;

Taleplerimiz:

ü  Üniversiteler siyasal iktidarların etki alanında olmaktan çıkarılmalıdır. Üniversiteler demokratik bir yapıya kavuşturulmalı, kararlar üniversite bileşenleri tarafından verilmeli, üniversite bileşenleri, söz, yetki ve karar sahibi kılınmalıdır.

ü  Bilimin özgürleşmesi, kamusal, özerk ve demokratik bir üniversite anlayışı ancak bu koşullarda yaşatılabilir. YÖK ve siyasal iktidarın temsil ettiği anlayışlar üniversitelerimizden ellerini tamamen çekmeli, özgür bilim ve sanat, demokratik-katılımcı yönetim ve özerk-bilimsel üniversite anlayışının hayata geçirilmesi için gerekli adımlar atılmalıdır.

ü  Üniversite özerkliğinin hayata geçirilmesi için gerekli tüm düzenlemeler yapılmalıdır. YÖK, yerini üniversitelerin doğrudan temsil edildiği demokratik bir üst kurula bırakmalıdır.

 ü  Hiç kimse yükseköğrenim hakkından mahrum bırakılmamalı, üniversitelerde paralı eğitim uygulamasının her türüne son verilmeli, öğrencilerin eğitim sürecindeki bütün ihtiyaçları devlet tarafından ücretsiz olarak karşılanmalıdır.

ü  Üniversiteler üzerindeki gerici-faşist yapılanmaya son verilmelidir.

ü  Bugün hak arama mücadelesi yürüten öğrencileri sindirme aracı olarak uygulanan soruşturma terörüne son verilmelidir.

ü  Üniversite, piyasanın ihtiyacı olan bilgi ve elemanı üretmek yerine, evrensel kültürün ve eleştirel aklın verildiği bir kurum olmalıdır.

ü  Bireyci, rekabetçi bilgi üretimi yerine kolektif bilimsel üretim; bilginin özel mülkiyeti yerine de kamusal mülkiyeti esas olmalıdır.

ü  Üniversite toplum katında saygınlığını artırmak ve toplumla bağlarını güçlendirmek için ülke ve toplumun sorunlarına duyarlı ve onlara yönelik çözümler üretme çabasında olmalıdır.

ü  Üniversitenin kendi kaynaklarını yaratması adı altında yürütülen özelleştirme uygulamalarına son verilmelidir. Yükseköğretimde özelleştirme yerine kamu finansmanı esas alınmalı, genel bütçeden ayrılan pay artırılmalıdır.

ü  Yeni özel/vakıf üniversitelerinin açılmasına izin verilmemeli ve var olanlar kamulaştırılmalıdır.

ü  Üniversite bünyesinde ticarî amaçla faaliyet gösteren dernekler, vakıflar ve merkezler kapatılmalıdır.

Eğitim Sen olarak diyoruz ki; özgür, eşit ve demokratik bir Türkiye, özerk-demokratik ve kamusal bir üniversite için mücadele etmeye devam edeceğiz. Saygılarımızla.05.11.2009 

Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu adına

Güven BOĞA

Şube Başkanı

AKP’nin balonları patlıyor, masalları bir bir açığa çıkıyor. Gündeme geldiği günden itibaren sonunun bugün yaşananlar olacağını ısrarla, inatla söylememize rağmen AKP, çeşitli yargı kararlarının da etrafından dolanarak SSGSS yasasını yürürlüğe soktu. Bir yılı geride bırakırken, AKP’nin vaatlerinden geriye eser kalmadı. 

“Sağlık güvencesi olmayan hiçbir vatandaş kalmayacak” dendi. Halen milyonlarca vatandaşımız sağlık güvencesinden yoksundur. “Prim ödeyebilenden prim alınacak, ödeyemeyenin primini devlet ödeyecek” dendi. Kriz nedeniyle işsiz kalan yüz binlerce emekçi ve ailesi sağlık güvencesini de kaybetti. “Tüm sağlık harcamaları kapsamda olacak, sigortalılara mevcut olanların dışında yük getirilmeyecek” dendi. Muayene ücretleri yaklaşık % 700 oranında artırıldı. Hastaneye yatan, ameliyat olan hastalara katılım payı zorunluluğu getirildi. İlaçta devletin ödediği pay düşürülüp hastaların ödediği pay yükseltildi. “18 yaşın altındaki çocuklar sağlık yardımlarından koşulsuz olarak yararlanacak” dendi. Anne ya da babası GSS primi ödemeyen 18 yaş altı çocuklar için yeni kısıtlamalar getirildi. “Hastane kuyrukları bitecek, herkes istediği hastaneye gidecek” dendi. Kuyruklar devam ediyor, sevk uygulaması yeniden başladı, özel hastanelere gidenler büyük paralar ödedi. Bunlar yetmiyormuş, çok büyük sağlık hizmeti verilmiş, herkese sağlık güvencesi sağlanmış ve bunlar ekonomiye büyük yük getirmiş gibi şimdi de yeni bir propaganda başlatıldı. Dikiş tutmayan bütçedeki açık sağlık harcamalarına bağlanıyor. “Yeni önlemler” adı altında ceplerimize göz dikiyorlar. Çok uluslu şirketlere, tıbbi cihaz-teknoloji üreticilerine, özel hastane patronlarına yeni gelir kaynakları yaratmaya çalışıyorlar. 

“Sağlıkta Dönüşüm Programı” dedikleri tam da ortaya çıkan bu tablodur. Ama bununla sınırlı değildir. Taşeron işçisinden radyasyon altında çalışan röntgen teknisyenine-doktoruna, eczacısından ebesine bütün sağlık emekçilerinin çok zor koşullar altında çalışmasıdır “Sağlıkta Dönüşüm Programı”! Sağlık güvencesi olmadığı için sahte karne ile doktora gitmek zorunda kalan hamile kadınlarımızdır “Sağlıkta Dönüşüm Programı”! Parası olmayanlara dolmuşu önerirken kendileri taksiden, helikopterden inmeyenlerin projesidir bu proje… Çıkarmada ısrarlı oldukları Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı “Sağlıkta Dönüşüm Projesi”nin bir ayağı olup sağlık hizmetleri kamu hizmetleri statüsünden tümüyle çıkarılmaktadır. Geldiğimiz noktada primini ödemeden, katkı payı ödemeden, muayene ücreti ödemeden, ilaçta üzerinize düşeni ödemeden muayene olmanız mümkün değildir. Ücretsiz, nitelikli ve ulaşılabilir temel bir insan hakkı olan sağlık şirketlerin talan alanına dönmüş durumda. Hastaneler ticarethane, sağlık emekçileri modern köle, hastalar müşteri olarak görülmekte.  Buradan soruyoruz; eğer sağlığı, eğitimi paralı hale getiriyorsanız, her aşamasında yeni paralar alıyorsanız size neden vergi verelim? Dolaylı ve dolaysız vergilerle Avrupa’da en çok vergi veren vatandaşlar olarak nitelikli, ulaşılabilir ve ücretsiz sağlık hizmeti istemek en doğal hakkımız değil midir? 

AKP’nin neo liberal politikaları sağlığımızı tehdit ediyor. İnsanlarımızın ihtiyaçları ve insan onuruna yaraşır bir yaşam düzeyi için değil, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve sermayenin sınırsız kar hırsını tatmin için çıkarılan SSGSS yasasının yürürlükten kaldırılması gerekmektedir. Bütün sağlık harcamaları genel bütçeden karşılanmalıdır. Çünkü bizler vergilerimizi verirken en başta sağlık ve eğitim gibi temel ihtiyaçlarımıza kaynak sağlansın diye veriyoruz. Katılım payı, muayene ücreti gibi ek ödemeler derhal durdurulmalıdır. Sağlık hizmetlerinde “taksiye binenler, dolmuşa binenler, yaya yürüyenler” gibi eşitsizlikler ortadan kaldırılmalıdır. Sağlık emekçileri güvenli çalışma ortamına kavuşturulmalıdır. Sağlıkta taşeronlaşmaya son verilmelidir.  Bizler, gerçekleri ortaya koymaya ve SSGSS yasasının içyüzünü teşhir etmeye devam edeceğiz. Sesimize kulak tıkayan ve politikalarında inat eden Hükümet bu tutumundan vazgeçinceye kadar mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz. 25 Kasım’da kamu emekçilerinin yapacağı grev de bu mücadelenin bir parçasıdır.

Emekçileri, işsizleri, yoksulları, toplumun tüm duyarlı kesimlerini 25 Kasım eylemine çağırıyoruz. 

Mehmet GÖK

KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü

 

DISK KESK TMMOB TTB 

 

TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞLERİNE MÜDAHALE DEMOKRASİ MÜCADELESİNE MÜDAHALEDİR 

Baskılar, Adli ve İdari Soruşturmalar Son Bulmalıdır! 

Kamu emekçilerine yönelik baskılar, soruşturma ve sürgünler durmaksızın devam ediyor. Adana artık Türkiye’nin hak ihlallerinin yaşandığı ve anti demokratik uygulamaların sık sık yaşandığı bir il haline gelmiş durumdadır. İlimizde Türk-İş, DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve Eczacılar Odasının öncülüğünde 1 Mayıs 2009 tarihinde yaklaşık on bin emekçinin katıldığı sorunsuz ve olaysız, coşkulu bir miting düzenledi.  1 Mayıs Mitingi, konuşma, müzik ve halaylarla sorun yaşanmadan son bulmuş Tertip komitesi Başkanı Güven BOĞA hakkında 6 Asliye Ceza mahkemesinde açılan ve bugün ilk duruşması gerçekleşen dava ise 1 Mayıs’a gölge düşürmüştür. İkinci duruşma ise 2 Şubat 2010 tarihinde görülecektir.  1 Mayıs Mitingine Hazırlık ve Taksimin emekçilere açılması amacıyla, 25 Nisan 2009 tarihinde 5 Ocak Meydanından İnönü Parkına bir yürüyüş yapılmış burada basın açıklaması okunmuş ve ardından AKP İl Binasına Taksimin Açılması Talepli Siyah Çelenk bırakılmıştı.  

Yapılan bu eylem emniyet birimlerince sözde suç kabul edilmiş ve önceki açılan davalardan farklı olarak tek başına Tertip Komitesi ve Eğitim Sen Adana Şube Başkanı hakkında adli dava açılmış, 20 Temmuz 2009 tarihinde de idari soruşturma açılarak adli davaya idari soruşturma da eklenmiştir.  25.04.2009 tarihinde ilimizde 1 Mayıs Çağrısı ve Taksim’in 1 Mayıs alanı olarak açılmasını içeren yürüyüş ve basın açıklamasının tüm yasal sorumlulukları Adana 1 Mayıs Tertip Komitesinindir. 25.04.2009 tarihinde Adana’da gerçekleştirilmesi istenen yürüyüş ve basın açıklaması DİSK, KESK, TTB ve TMMOB Genel Merkezlerinin aldığı karar doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Ama ülke genelinde birçok ilde gerçekleştirilen bu yürüyüşle ilgili olarak bir tek Adana’da dava ve soruşturma açılmış olması düşündürücüdür.  

25 Nisan 2009 tarihinde 1 Mayıs ile ilgili olarak yapılan yürüyüş ve basın açıklaması hakkında, 2911 sayılı “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri” kanununa muhalefet edildiği iddiası ile dava açılması ve ardından İl Milli Eğitimin, Adana Valiliğinin talimatı doğrultusunda idari soruşturma açılması keyfiyetten başka bir durumu ifade etmemektedir. Değerli basın, anayasa ve kanunlar yapılan eylemin bir suç teşkil etmediğini belirtmesine rağmen, en temel insan hakkı olan toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenlemenin bugünün Türkiye’sinde özellikle Adana’da yargılama konuları arasında birinci sıraya geldiğini görmekteyiz.  “Demokratikleşme” iddiasında bulunan AKP iktidarı ülkede demokrasi mücadelesi içinde yer alan unsurları tasfiye etmekte kararlı görünüyor.  Ama bizler emek ve meslek örgütleri olarak 1 Mayıs öncesi ve 1 Mayıs günü gerçekleştirilen tüm etkinlikleri sahipleniyoruz.  Demokrasi mücadelemiz kimi zaman hukuk kullanılarak, kimi zaman da fiili olarak engellenmeye çalışılmıştır. Yıllardır yürüttüğümüz kararlı mücadelemizden rahatsız olanlar, bizleri ve mücadelemizi, ne amaçla yapıldığı açıkça belli olan, bu tür yöntemlerle sindiremeyeceklerdir. Saygılarımızla. 20.10.2009 

 1 Mayıs Tertip Komitesi adına

KESK Dönem Sözcüsü

Mehmet ANTMEN

Milli Eğitim Bakanlığı, 2009–2010 eğitim öğretim yılı ve sonrası için belirlemiş olduğu “Orta Öğretim Kurumları Haftalık Ders Çizelgesi”nde Beden Eğitimi, Resim ve Müzik derslerini tüm liselerde “Seçmeli zorunlu ders” yaparak ders saatlerini azaltmıştı. Yapılan düzenlemeye göre 9. sınıflarda 2 saat, 10., 11., ve 12. sınıflarda bir saatlik beden eğitimi, müzik ve resim derslerine yer verilmişti. Yeni çizelgeye göre 9. sınıfta öğrenciler resim, müzik ve beden eğitimi derslerinden sadece birisini “zorunlu” olarak seçip haftada 2 saat okuyacaktı, öğrenci seçtiği bu dersi üst sınıflarda da haftada birer saat görecekti.

 

Bu üç branş da ayrı bir ders olduğundan tek bir dersmiş gibi değerlendirilmesi hukuka da uygun değildi. Eğitim Sen Haftalık Ders Dağıtım Çizelgelerinin Talim ve Terbiye Kurulu kararı ile Değiştirilmesi ve bu derslerden yalnızca birinin seçilip dört yıl boyu okutulacak olmasından doğan MAĞDURİYETLERİ İÇİN Danıştay’da  Yürütmenin Durdurulması istemli İptal DAVASI AÇMIŞTI.

Günlerce Eğitim sendikalarına üye olsun olmasın binlerce öğretmen bu konuda tepkilerini ortaya koydu, son olarak da 17 Ekim 2009 günü Ankara’ da tepkilerini ortaya koydu. Bu tepkiler doğal olarak bakanlığın bu kararını yeniden gözden geçirmesine neden oldu ve değişiklik yeniden öğrenci ve öğretmenlerin lehine düzenlendi.

 

Tepkilere neden olan düzenleme; Öğrencilerin ilgi ve istekleri ile okulun imkânları doğrultusunda Resim/Müzik/Beden Eğitimi derslerinden birisi seçilir, aynı ders 4 yıl süresince okutulur.

 

Tepkilerden sonra yapılan yeni düzenleme; Öğrenciler, ilgi ve istekleri ile okulun imkânları doğrultusunda Resim/Müzik/Beden Eğitimi derslerinden birisini seçer. Sınıf/sınıflarda Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Kurumları Sınıf Geçme ve Sınav Yönetmeliği’nin 10.maddesine göre gruplar oluşturulur. Öğrenciler alt sınıfta seçtikleri bir dersi üst sınıflarda değiştirebilirler. Ayrıca, öğrenciler ilgi ve istekleri doğrultusunda bu ders/dersleri seçmeli ders olarak da alabilirler.

  

Beden Eğitimi, Müzik ve Resim branşları müfredatından uygulanışına, öğrencilere kazandırdıklarından, derse giren öğretmenlerin mezun oldukları bölümlere kadar önemli farklılıklar göstermektedir.

 

Beden eğitimi yetenek, resim ve müzik ise sanatsal derslerdir. Bu branşların ders saatlerini azaltmak öğrenciler ve eğitim sistemi açısından pek çok olumsuzluk ortaya çıkaracaktı.

 

Okullarda şiddet ve çeteleşme olaylarının hız kesmediği bir dönemde öğrencileri spor, resim, müzik gibi etkinliklerden uzaklaştıracak uygulamaların nasıl sonuçlar ortaya çıkaracağını tahmin etmek zor değildi.

 

Örgütlü mücadele sonucu yanlıştan dönüldü ve yeni alınan karar tüm öğrenciler ve eğitimciler tarafından sevinçle karşıladı. Saygılarımızla. 18.10.2009

 

Eğitim Sen Adana şube Yönetim Kurulu adına

Güven BOĞA

Şube Başkanı

Dünyanın birçok yerinde yaşanmakta olan çatışmalar, savaşlar ve şiddet insanlığın geleceğini tehdit etmekte ve insanın en temel evrensel hakkı olan "yaşama hakkı"nı elinden almaktadır. 1946 dan bugüne yaşanan bölgesel ve iç savaşlarda 25 milyona yakın insan ölmüş, 40 milyon’un üzerinde insan yaşadıkları topraklardan zorla çıkarılmış ve savaşların yarattığı ağır yoksulluk koşularına terk edilmiş durumda. Ve halen Dünyanın birçok bölgesinde çatışmalar devam ediyor.

                Eğitim Sen olarak savaşları toplumların yaşamından sonsuza kadar çıkarmayı; ülkemizde çatışmasız ve barış için de yaşanan bir ortamın oluşturulmasına katkıda bulunmayı; hangi nedenlere dayanırsa dayansın, şiddetin en örgütlü ve amansız biçimi olan savaşın kutsanmasına karşı durarak, toplum da var olan barış kültürünü açığa çıkarmayı; önüne vazgeçilmez bir görev olarak koymuştur.

                Üzerinde yaşadığımız coğrafya da halklar arasında güven ve kardeşlik duygularının güçlenmesine hizmet etmeyen her tutum, telafisi imkansız yaralar açacak ülke içinde de toplumsal gerilimi tırmandıracaktır.

Çatışmalar Son Bulsun, Analar Ağlamasın, Çocuklar Öksüz Kalmasın

                Türkiye, çalkantılı bir sürecin içinden geçmekte çatışmalar sonucunda her gün gençlerimiz hayatlarını kaybetmekte, kaybolan canlar toplumumuza büyük acılar vermektedir. 7 Aralık 2009 tarihinde gerçekleşen son çatışmalarda 7 askerin hayatını kaybetmesi, 3 askerin ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılması ve son haftalarda ölümlerle  son bulan gösteriler sonucu, toplumumuzda gözü yaşlı analar, eşler ve çocuklar bırakılmaktadır. Bu kan, bu gözyaşı, toplumsal hafızada silinmeksizin biriken bu acılar artık yerini çözüme ve barışa bırakmalıdır. Gün, kardeşlik ve demokratik çözüm günüdür.

                Unutulmamalıdır ki toplumumuz barışa büyük özlem duymakta, acılara ve akan kana son verilmesi için gerekli adımların atılmasını beklemektedir. İntikam çığlıklarının, savaşların ve bombaların sorunları çözmek yerine daha da derinleştirdiği ve çözümsüzlüğü dayattığı ortadayken, infial ve linç kampanyalarına izin vermemek en büyük sorumluluktur. Toplumda artan öfke ve linç psikolojisinin, İzmir v.b illerde ortaya çıkan onlarca olayların halklar arasında düşmanlığa neden olacak düzeye getirilmemesi ve önlenmesi en büyük öncelikler arasında yer almalıdır.

                Bu çerçevede, alınacak her türlü kararda aklıselim galip gelmeli, halkları birbirine düşmanlık çizgisine çekecek kışkırtmalardan kaçınılmalıdır. Bu ortamda, sorunları demokrasi ve barış kültürü çerçevesinde halkı bütünleştirerek çözme yolunda irade koymak emperyalist oyunu bozacak, oyunun uzantılarını da çaresiz bırakacaktır.

                Türkiye'de demokrasiden, barıştan, eşit koşullarda bir arada yaşamaktan ve adaletten yana tüm demokrasi güçlerine düşen görev toplumun sağduyulu olmasını sağlamaya, provokasyonları önlemeye, barışa ve demokrasiye sahip çıkmaya davet ediyoruz.

                Gerçek ve kalıcı bir barışın şiddetten değil hak ve özgürlüklerin herkes tarafından eşit kullanımından geçtiğine inanan herkesi sağduyulu, serinkanlı ve sorumlu davranmaya davet ediyor, yaşamını yitirenlerin ailelerine başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyoruz.

                Saygılarımızla. 08.12.2009

Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu adına Şube Başkanı

Güven BOĞA