MEB Açıkça Suç İşliyor! Sendikal Hakların Kullanımı Engellenemez!

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Rehberlik ve Denetim Başkanlığı, KESK, DİSK, TMMOB tarafından 29 Aralık tarihinde alınan iş bırakma eylemi ile ilgili olarak, valiliklere “Eğitim Hakkını Engelleyici Eylemler” konulu skandal bir talimat göndermiştir. Söz konusu talimatta, zorlama bir yorumla, yapılan eyleminin “yasa dışı, siyasi ve ideolojik amaçlı” olduğu, “sendikal hakların kullanımı sınırlarını aştığı”, “eğitim hakkını engellediği” iddia edilmiştir. Talimat, tüm okul müdürlüklerine ulaşmış olup, eyleme katılan Eğitim Sen üyelerinin ismi ve bilgileri bildirilmeye başlanmıştır.

MEB, günlerce sokağa çıkma yasağı ilan edilen ilçelerdeki öğretmenleri, can güvenliklerini sağlayamadığı için “hizmet içi eğitim” adı altında bir SMS mesajı ile okullarından uzaklaştırmış ve eğitim kurumlarının bizzat devlet eliyle boşaltılmasını sağlamıştır. Aylardır yüz bini aşkın öğrencinin binlerce öğretmenin eğitim-öğretim hakkını fiilen gasp eden MEB’in, halkın yaşam hakkı ve öğrencilerin eğitim hakkı için yapılan “hizmet üretiminden gelen gücü kullanma” eylemine “öğrencilerin eğitim hakkını engellemek suçu” işlendiği gerekçesiyle soruşturma açma talimatı vermesi büyük bir çelişkidir.

Binlerce öğretmeni okullarından ve öğrencilerinden zorla koparan, öğrencilerin eğitim hakkını elinden alan MEB, sendikal eylemden dolayı hiçbir eğitim emekçisine ceza verilemeyeceğini bile bile, sırf sendikal eyleme katılanlara gözdağı vermek, eğitim ve bilim emekçilerini açtığı soruşturmalarla kaygılandırmak ve sindirmek istemektedir.

Danıştay 12. Dairesi’nin 20 Aralık 2004 tarihli kararında “Sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğine vurgu yapılarak, öğretmenlerin bağlı bulunduğu sendikanın aldığı karar uyarınca bir gün göreve gelmemesi eyleminin sendikal faaliyet kapsamında olduğu” açıkça belirtilmektedir. MEB Rehberlik ve Denetim Başkanlığı, hangi konuların “sendikal eylem” kapsamında olduğunu Danıştay 12. Dairesi’nden daha iyi bilmektedir. Bu nedenle, MEB’in iş bırakma eylemine katılan eğitim ve bilim emekçilerine “gözdağı vermek” amacıyla valilikler üzerinden okul yönetimlerine talimat vererek soruşturma açması açıkça “sendikal faaliyetleri engelleme” suçudur. Anayasa ve insan hakları sözleşmeleri ile güvence altına alınan sendikal faaliyet hakkı Türk Ceza Kanunu ile de korumaya alınmış, TCK 118. maddesinde sendikal faaliyetin engellenmesi yasaklanmıştır.

MEB Hukuk Müşavirliği 27.02.2012 tarihinde, Muş’ta benzer bir iş bırakma eylemine katılanlara verilen cezalar ile ilgili Muş Valiliği’ne yazdığı resmi yazıda “sendikal faaliyet kapsamındaki eylemlere ceza verilemeyeceği”ni açık açık, tüm gerekçeleri ile belirtmiştir. MEB Rehberlik ve Denetim Başkanlığı’nın bu yazının içeriğinden haberdar olmaması mümkün değildir. Bu açıdan bakıldığında yapılan işlemlerin tamamının hukuk dışı olduğu açıktır.

KESK tarafından alınan kararlar gereği değişik tarihlerde gerçekleştirilen uyarı grevleri ve iş bırakma kararlarına uyarak işe gitmeyen sendika üyelerine verilen disiplin cezalarının tamamının iptal edildiği unutulmamalıdır. En son 4+4+4 düzenlemesi ile ilgili olarak 28-29 Mart 2012 tarihinde gerçekleştirilen iki günlük iş bırakma eylemine katılan üyelerimiz hakkında verilen disiplin cezalarının yüksek yargı tarafından iptal edildiğini hatırlatmak yerinde olacaktır.

Sendikamızın daha önce yaptığı pek çok eylem, etkinlik ve iş bırakma kararları, Danıştay ve İdare Mahkemeleri tarafından da yasal ve meşru kabul edilmiştir. Danıştay kararları; “sendikaların yetkili kurullarınca alınan üretimden gelen güçlerini kullanma çağırısına uyarak, sendikal faaliyet kapsamında göreve gelmeme fiilinin mazeret olarak kabulünün gerektiği” yönündedir. Danıştay bu etkinlikler nedeniyle “göreve gelmemenin disiplin cezası ile cezalandırılması”nı hukuka uygun bulmamıştır.

Kamu görevlilerinin, sendikalarının aldığı kararlar doğrultusunda toplu eylem hakkına sahip oldukları; uluslararası sözleşmelerde, insan hakları sözleşmelerinde, Anayasa ve mahkeme kararlarında hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde tanınmıştır. Bu konuda çok sayıda AİHM, Danıştay ve idari yargı kararı bulunmaktadır. Eğitim ve bilim emekçilerinin iç hukuk ve uluslararası hukukta güvence altına alınan demokratik haklarını kullanması asla suç olarak değerlendirilemez.

MEB’in, nasıl sonuçlanacağını bile bile, almış olduğu “siyasal talimat” ile sırf kamuoyunun kafasını karıştırmak ve eğitim emekçilerini hedef göstermek amacıyla başlattığı soruşturmalar derhal geri çekilmelidir. MEB’in hukuka ve yargı kararlarına “incir çekirdeği” kadar saygısı varsa, hiçbir eğitim ve bilim emekçisi hakkında sendikasının aldığı karara uyduğu gerekçesiyle soruşturma açamaz. Sendikal haklarımıza saygı duyulmasını istiyoruz.

Son Düzenlenme Perşembe, 21 Ocak 2016 11:47

Milli Eğitim Bakanlığı İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü 06.01.2016 tarih ve 160504 Sayılı Yazısı ile kanunun ruhuna uygun olacak şekilde süt izni kullanmak isteyen öğretmenler ve eğitim kurumu idarecileri işbirliği yaparak hiç bir tarafın mağdur edilmeden süt izninin kullanılmasının sağlanması hususunda görüş bildirmiştir.

Milli Eğitim Bakanlığına bağlı eğitim kurumlarında görev yapan kadın öğretmenlerden doğum yapanların, süt iznini nasıl kullanacakları hususunda tereddütlerin giderilerek uygulamada birliğin sağlanması bakımından aşağıdaki açıklamanın yapılmasına gerek görülmüştür.

Bilindiği üzere, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 104 üncü maddesinin (D) fıkrasında; "Kadın memura, çocuğunu emzirmesi için doğum sonrası analık izni süresinin bitim tarihinden itibaren ilk altı ayda günde üç saat, ikinci altı ayda günde birbuçuk saat süt izni verilir. Süt izninin hangi saatler arasında ve günde kaç kez kullanılacağı hususunda, kadın memurun tercihi esastır." hükmü yer almaktadır.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 36 ncı maddesinin IV üncü fıkrası Eğitim ve Öğretim Hizmetleri Sınıfı başlığında; "bu sınıf bu kanun kapsamına giren kurumlarda eğitim ve öğretim vazifesiyle görevlendirilen öğretmenleri kapsar." denilmektedir. Buna göre öğretmenler, eğitim-öğretim hizmetlerini haftalık ders programları bütünlüğü içerisinde yerine getirmek durumundadır ve bu yönüyle çalışma saatleri diğer devlet memurlarına göre meslek olarak farklılık arz etmektedir.

Bu bağlamda;

1-İkili öğretim yapılan eğitim kurumlarında görev yapan sınıf öğretmenlerinin haftalık ders programlarının; hangi dönemde görev yapmak istedikleri göz önünde bulundurularak düzenlenmesi; tekli öğretim yapılan eğitim kurumlarında görev yapan sınıf öğretmenlerinin haftalık ders programlarının ise öğretmen ile okul idaresi işbirliği içinde dersleri aksatmayacak şekilde düzenlenmesi,

2-Diğer alanlarda görev yapan öğretmenlerin ders programlarının süt izni istekleri de göz önünde bulundurularak dersleri aksatmayacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir.

Bu çerçevede, MEB İnsan Kaynakları Gen.Müd.nün 27/12/2004 tarihli ve 93570 sayılı yazısı yürürlükten kaldırılmıştır.

Bu nedenle, Kanunun ruhuna uygun olacak şekilde süt izni kullanmak isteyen öğretmenler ve eğitim kurumu idarecileri işbirliği yaparak hiçbir tarafın mağdur edilmeden süt izninin kullanılmasının sağlanması hususunda gerekli hassasiyetin gösterilecektir.

 

Kaynak: memurlar.net

Son Düzenlenme Pazartesi, 11 Ocak 2016 11:36

M.Ö. 1000’li yıllarda yaşamış olan Çinli ozan/filozof Kuan Tzu diyor ki;

“Bir yıl sonrasıysa düşündüğün, tohum ek;

Ağaç dik, on yıl sonrasıysa tasarladığın;
Ama düşünüyorsan yüz yıl ötesini, halkı eğit o zaman;
Bir kez tohum ekersen, bir kez ürün alırsın;
Bir kez ağaç dikersen, on kez ürün alırsın;
Yüz kez olur bu ürün, eğitirsen milleti;
Birine bir balık verirsen, doyar bir defalık;
Balık tutmayı öğret, doysun ömür boyunca.”
 

Özet

Tarım eğitiminin yıldönümünü kutladığımız bu günlerde öğrencilerimizin final sınavları yapıldı/yapılıyor. Verdiğim dersler itibarı ile öğrencilerin final sınavlarında sorulan sorulara verdikleri cevaplar “bu kadar da olmaz” dedirtecek düzeyde. Son sınavlardan da yola çıkarak öğrencilerin temel kavramları bilmedikleri, duygusal ve mantıksal çıkarım yapmadıkları, analitik düşünme, sorgulama ve kritik okuma alışkanlığına sahip olmadığı, tarih bilincinin çok zayıf ve var olanından gerçeklikle alakasının olmadığı, not tutma ve ders çalışma alışkanlığının gelişmediği görülüyor. Mezun olma noktasına gelen öğrencilerin bu bilgi ile mezun olması durumunda ciddi hatlar ve hatta insan sağlığına zarar vermesi kuşkusu bende oluştu. Basit bir dört işlem, oran orantı kuramayan, tarım ve toprak kavramını açıklayamayan bir mühendisi toplumun önüne koyabilir miyiz diye düşünmek zorundayız.

Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ

Edindiğim izlenim sorun temelde bu öğrenciler iyi eğitilmeden üniversiteye geliyorlar ve biz üniversiteler de açıkçası kişinin ufkunu ve dünyasını açacak düzeyde katkıda bulunacak ortam hazırlayamamaktayız. Uzun yıllar edindiğim izlenimler ve tutuğum notlardan çıkardığım gün geçtikçe tarım eğitimi alan öğrencilerin bilimsel olarak üniversiteyi okuyacak düzeyde akademik bilgi ile üniversiteye gelmedikleri yönünde. 200 puan civarında puan ile fakülteye kayıt yaptıran öğrencilerin doğal olarak temel bilimler ve sosyal bilimler akademik bilgi ile donatılmadan geldiklerini biliyoruz. Temel bilimler bilinmeden, ekoloji ve tarım bilimi anlaşılmıyor. Tarih bilimi okunmadığı için insanlığın tarihinin tarım tarihi olduğu anlaşılmıyor. Kendi çalışma alanının geçmişi bilinmeyince ne yaptığı anlaşılmıyor. İstihdam sorunu had safhada olunca öğrencide iyice kopuyor ve dört yılını bir şekilde tamlayıp diploma almayı almaktan başka hedefi olmuyor. Bu kadar insanın kötü olmayacağı bilinci ile konun ciddi olduğu ve mutlaka bir bütünlük içinde ele alınması gerekiyor.

İlgi duyan arkadaşlarımız için sorunu ve öğrencilerin verdiği bazı cevaplar ve buradan çıkardığım bazı temel eksiklik noktalarını ve geleceğe ilişkin neler yapılması gerektiğini aşağıda genişçe işledim.

Çok acilen Milli Eğitim bakanlığı mevcut eğitim sistemini rekorumdan geçirmesi gerekir. Tarım eğitimi nasıl öğretilmeli konulu acil bir konferans düzenlenmeli ve somut karalar alınalı ve uygulamaya konulmalı. Ziraat eğitimi alacak öğrenciler ÖSYM tarafından yapılan sınavlarda belirli bir puan altına alan öğrenciler lisansa kayıt yaptırmamalıdırlar. 180 puan sınırı düşük bir sınır olup lisans eğitimi için yetersiz kalmaktadır. Başta kamu kuramları olmak üzere liyakate dayalı burs ve istihdam sağlanmalıdır.

Çok acilen ziraat eğitimi almak isteyen öğrenciler için kamu veya üniversite vakıfları üzerinden burs imkânları sağlanmalı. Başarılı öğrencileri meslek hayatına taşımak ve geleceğin yetişmiş meslek ve bilim insanı yetiştirilmesi açısından da önemlidir. Son iki yıldır YÖK ve ÖSYM’nin Tıp ve Hukuk Fakültelerine uyguladığı belirli bir puanın veya yüzdelik dilimin altındaki öğrencilerin Tıp ve Hukuk Akademisine başlatılamayacağı kararının Ziraat Fakültelerine de uygulaması gerekmektedir. Aksi takdirde bu mezunlar ile geleceğin modern tarımını yapamayız.

Üniversitelerin öğrencilerin orta eğitiminden kaynaklanan akademik sorunlarını ve yaşanan aksaklıkları rapor edip Milli Eğitim Bakanlığı’na bildirmeleri gerekir. Sorunun bir kısmı öğrenci ve ailelerden kaynaklansa da bir ciddi sistem sorunu yaşadığımız ortada. Ortaöğretimden yetersiz gelen öğrenci ile üniversite eğitimi artık yapılamıyor. Ülkemizde neredeyse son 50 yıldır özelliklede siyasetin her fırsatta eğitim dokusu ile oynamasından kaynaklanan bir akademik nitelik sorunu yaşanıyor. Bu yapısal sorunun bir bütünlük içinde ele alınması artık kaçınılmaz.

 

İlgi duyanlar için  geniş bir açıklama aşağıda bilginize sunulmuştur.

 

TARIM EĞİTİMİ CAN ÇEKİŞİYOR

Bugün ziraat eğitiminin en ciddi sorunu nitelik sorunu olduğu konusunda hemen hemen çoğumuz mutabakat içindeyiz. 1995 yılından bu yana verdiğim derslerde üniversite bakış açısıyla yoruma dayalı, karşılaştığı sorunu analiz etme ve çözme, grafik okuma ve analitik düşünme üzerine sorular sorarım. Uzun zamandır öğrencilerin sorulara verdiği cevapları analiz ederek genel bir kanaat oluşturmaya çalışıyorum. Ancak son yıllarda öğrencilerin sorulara verdiği cevaplarda durumun gittikçe kötüleştiğini görüyorum. Birçok üniversiteden edindiğim izlenime göre öğretim üyesi meslektaşlarımız çok sayıda benzer serzenişleri dile getiriyorlar.

En son yaşadığım bu sınav döneminde sınav sonuçlarının bende bıraktığı etki ziraat eğitiminin can çekiştiği yönünde. Ziraat Fakültesinde uzun dönemdir verdiğim “Tarım Tarihi ve Deontoloji”, “Kök Bölgesi Ekosistemi”, “Toprak Bilimi ve Bitki Besleme“ dersleri çerçevesinde (ders notu içeriğine ve müfredata bağlı kalarak) öğrencilere sorduğum aşağıdaki sorulara aldığım cevaplar ve öğrencilerin sınav kâğıtlarından çıkardığım genel durum şöyledir.

Tarım Tarihi ve Deontoloji dersi sınavında sorulan bazı sorular:

“1. Toprak Bilimi açısından ziraat mühendisi, mesleğini icra ederken hangi meslek ilkelerine uymalıdır? Toprak etiği sizce neyi ifade ediyor?

2. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte Türkiye tarımının yapısal sorunları nelerdi?

3. Cumhuriyetin ilk yıllarında tarım alanında yapılan başlıca yenilikler ve kazanımlar nelerdir? Örnekleriyle açıklayınız.

4.Osmanlı döneminde toprak mülkiyetinin hukuki durumu neydi? Açıklayınız

5. Günümüz bilgi ve iletişim çağının tarıma bilimine olan katkılarını geçmişle karşılaştırarak açıklayınız?

6. Mevcut Türkiye tarımsal yükseköğretimi konusunda ne tür aksaklıklar görüyorsunuz ve geleceğe ilişkin önerilerinizi nelerdir, yazınız.

 

Yukarıdaki sorulara verilen bazı cevaplardan bazı öğrencilerin sanki dersi hiç dinlemediklerinin veya anlatılanları anlamadıklarının, hatta ders notunun kapağını bile açmadıklarının kanaatine vardım. Verilen cevaplar genel bir söylemin ötesinde analitik ve sentezleyici öğeleri çoğu zaman içermiyor: Bazıları şu şekildedir:

“Osmanlı döneminde devlet askerleri beslemek için tarım yapıyordu.”

“Cumhuriyet ile birlikte Türkiye’de kölelik sistemi kalktı.”

“Cumhuriyet ile toprak reformu yapıldı, köylüler toprak sahibi oldu.”

“Cumhuriyetle birlikte toprak devletin mülkiyetine geçti.”

“Köy Enstitüleri kuruldu, köylüler modern tarım tekniklerini öğrendiler.”

“Osmanlı döneminde tarım yapılacak fazla alan yoktu, Cumhuriyet ile birlikte tarım alanları artırıldı.”

“Osmanlı döneminde kimyasal gübre kullanımı yasaktı, Cumhuriyet ile birlikte gübre kullanımı serbest bırakıldı.”

“Cumhuriyet ile birlikte Türkiye’de traktör fabrikası kuruldu ve tohum ıslah çalışması başladı.”

“Osmanlıda ekim nöbetine önem veriliyordu, cumhuriyet bu durumu ortadan kaldırdı.”

“Osmanlı döneminde devlet yanlış bitkilere destek veriyordu.”

“Meslek ahlakı demek, güzel ahlaklı olmak demektir.”

“Deontoloji çiftçiye hizmet etmek demektir.”

“Ziraat mühendisi, güzel ahlaklı olmak zorundadır.”

 

Günümüz tarım eğitimi konusunda öğrencilerin görüşü

Öğrencilerin zorunlu olarak açıkta kalmamak için tercihen Ziraat Fakültesine geldiklerini, çoğu bölümler ve dersler hakkında bilgi sahibi olmadan tercih yaptığını belirtiyor. Mesleğe ve geleceğe yönelik ciddi bir isteksizlik hakim. Çoğunlukla eğitim sisteminden ve ders işleyiş yönteminden rahatsızlar. Derslerin ezbere işlendiğini belirtiyorlar. Dört yılın yetersiz olduğunu, dersleri anlamadıklarını belirtiyorlar. Stajı angarya olarak görüyorlar.  

Daha çok uygulama yapılmasını istiyorlar. Alanlarında yeterli araştırma yapma olanağına sahip olmadıklarını belirtiyorlar (Diğer yandan Kök Bölgesi Ekosistemi dersinde her öğrenciye dönem ödevi olarak verdiğim bir bitki yetiştirme denemesi çerçevesinde yetiştirdikleri bitkilerini halen hasat etmeyen öğrencilerin olması da ayrı bir paradoks).

  

Bizlere De Eleştiri Var

Öğretim elemanlarına yönelik

Hocalar kürsü arkasında projeksiyona ve slaytlara odaklanmaktan öğrencilere bakamamaktadırlar,

Hocalar derslere hazırlıksız geliyor,

Hocalar öğrencilerin ders içindeki tutumuna bakarak ilgisiz ve heyecansız ders anlatıyor,

Hocalar öğrencilere söz hakkı vermiyor,

Dersleri derste tartışamıyoruz vb. eleştirilerini yöneltiyorlar.

 

Eğitim Sistemimiz Düşündürtmüyor

Sorulara verilen cevaplarda anladığımız öğrenci okuduğunu anlamıyor ve öğrencinin akademik düzeyi çok düşük.

Öğrenci şekil ve grafik okumasını bilmiyor. Örneğin PISA’da bu sorun başarısızlığın nedenleri arasında gösteriliyor.

Toprak Bilimi ve Bitki Besleme dersinde sorduğum sorulara gelen bazı cevaplar aynı şekilde öğrencilerin konuyu kavramadıkları/kavrayamadıkları yönünde. Toprak strüktürünün tanımlanmasını istediğimde öğrenci bir şeyler yazıyor ancak eline iki toprak verdiğinizde strüktürünü belirlemeyi bilmiyor.

Öğrencinin önüne değişik şekil ve boyutlarda gelişmiş strüktürlerin çizildiği bir soru koyduğunuzda öğrenci hangisinin hangi strüktür olduğunu belirtemiyor. Tersinde “strüktür tiplerini belirle” dediğinizde bir iki isim sayabiliyor. Ölçüm birimlerini ve değerlerin büyüklüklerini ayırt edemediği gibi ne anlama geldiğini bilmiyorlar. Hesaplamalarda birim kullanılmamaktadır. Aletlerde ölçülen bir sonucun ham veri olduğu dikkate alınmadan sonuç birimsiz ve ifadesiz olarak belirtiliyor. Çok basit bir oran orantı denklemi kuramadıkları, basit bir yüzde dönüşümünün ve orantı hesaplarının yapılamadığı görülüyor. 20 cm derinliğinde bir dekar arazide belirli bir hacim ağırlığı üzerinde ne kadar kg toprak olduğu çoğunlukla hesaplanamamaktadır. Basit temel kavramların ve kelimelerin karşılıklarının bilinmediği görülüyor. Toprağın ve tarımın tanımı yapılmadığı gibi, toprağın somut bir yapı olduğu ve tarımın ise toprak üzerinde yapılan bir faaliyet olduğu ayırdında olmayan öğrenciler az değildir. Kimyasal gübrelerin tarımda kulanım tarihi, Türkiye’de gübrelemenin hangi yıllarda uygulanmaya alındığı konusunda bir fikri olmadığı gibi söylediğinin ne anlama geldiği konusunda da bir bilince sahip mi onu da bilemiyorum. Çok basit olarak araziye uygulanacak gübrenin hesabını yapamayan bir kişinin nasıl mühendis olabileceği ve buna onay verilip verilmemesi konusu bizleri iyice kaygılandırıyor.

 

Uzun bir zaman içerisinde edindiğim izlenimler;

  1. Öğrenciler öğrenmekten çok ezberlemeyi tercih ediyor.
  2. Analitik düşünme yeteneği tam olarak gelişmemiş.
  3. Duygusal sorgulama sorunu var.
  4. Yorum yapamıyor ve iki konu arasında ilişki kurulamıyor.
  5. Mantıksal ilişki kurma sorunu yaşıyorlar (bir dekar alanda 25 kg toprak olmayacağını algılayamıyor) .
  6. Soyut düşünme gelişmemiş.
  7. Matamatik bilgisi son derece sınırlı (ortalma ve standar sapma alma, standart sapmanın ne anlama geilindiği bilinmiyor) Tarih bilinci gelişmemiş (Ülkemizin yakın geçmişi hakkında dahi hiçbir tarih bilgiye sahip değiller. Söyledikleri ise tarih bilinci ile alakasız).
  8. Kavram bilgisi yok denecek kadar az (toprak ve tarım kavramları ve/ya yapısal sorunun ne olduğunu bilmiyor).

 

Öğrencilerin çoğunlukla istisnasız devamsızlık hakkını (4-5 hafta derse gelmeme) tam kullanma konusunda hiçbir şüphe yok. Derse çoğunlukla, kalemsiz, deftersiz gelinmesi çok yaygın. Çoğunlukla not tutulmuyor. İlk derste not tutmanın, tarih atmanın ve derse en azından kalem ve küçük bir not defteri ile gelmenin önemini özellikle vurgularım. Hatta defter almayacak durumda olan öğrencilere defter verebileceğimi de ilk derslerimde belirtirim.

Genelde dersi sınıfta dinleyen öğrenci derste alabildiği kadarı ile yetiniyor. Kaynak okuma ve araştırma neredeyse yok. Ders notumun fazla olduğu ve sınava hazırlanmak için 15-20 sayfalık özet istendiğini duyunca kulaklarıma inanamadım.

 

Öğrencinin Hiçbir İdeası ve Gerçekleştirmek İstediği Bir Hedefi Yok

Bende oluşan kanı son yıllarda öğrenci kalitesinin iyice dibe vurduğu yönünde. Öğrencilerin liseden geldikleri gibi üniversitede genel eğilimlerinin değişmediği, herhangi bir idealarının olmadığı, temel bir dünya görüşüne sahip olmadıkları ve bir şeyin uğruna mücadele etmedikleri görülüyor. Üniversitenin öğrencilere gerçek anlamda kendilerini geliştirmek için bilimsel ve sanatsal etkinlikler yanında okuma, tartışma kendini gerçekleştirme ortamı yaratmadığı anlaşılıyor. Öğrencilerin bu sıralarda kendi yol haritalarını çizemedikleri görülüyor. Yalnızca derse girip çıkan, sınavdan sınava notlara bakan bir yapının olduğu anlaşılıyor. Üniversitelerin bu konuya eğilmesi ve üniversite ortamının yaratılması konusunun tartışılması gerekir.

 

Ne Yapılmalı?

Öncelikle bizlerin (Yöneticilerin, Tarım, Bilim Sanayi ve Teknoloji ve Milli Eğitim Bakanlıkları, YÖK, Üniversiteler, Ziraat Fakülteleri, Ziraat Mühendisleri Odası, bilim insanları olarak bizler) ne istediğimizi bilmemiz gerekir diye düşünüyorum. Ülke olarak belirlenmiş bir bilim eğitim politikamız ve gerçekleştirmek istediğimiz bir politikamız var mı? Neyi gerçekleştirmek istediğimizi iyi bilmek zorundayız.

 

Türkiye Tarım Eğitimi ile ilgili üniversitelerin, ZMO’nun ve ilgili kuruluşların somut bir önerisi var mı? Şu ana kadar somut bir öneri geliştirilmedi. Her 10 Ocak Tarım Eğitimi yıldönümü etkinlikleri düzenlenir ve protokol konuşmaları ile geçmiş yad edilir.

 

“Tarım biliminde temel sorun nedir?”

“Soruna ilişkin çözüm önerimiz var mı?”

“Önerdiğimiz bir modelimiz var mı?”

“Dünyadaki gelişmeleri izliyor muyuz? Dünyadan faklı olarak kendimize özgü bir modelimiz var mı?” gibi hiçbir soru ve tartışmaya 1981 yılından beri hiç rastlamadım. Helen’de konu ile yüzleşmekten çekiniyor ve sorunun yukarıdan çözülmesi bekleniyor gibi bir anlayış var.

 

Nasıl bir eğitim çıktısı istiyoruz?

Tarım eğitiminde çeşitlilik mi? Yoksa tek düze yetişmiş bir mezun mu?

Her şeyi bilen bir mezun mu? Yoksa belirli bir alanda sınırlı bilgisi olan mı?

Becerisi gelişmiş, öğretilenleri öğrenmiş, bilgiden bilgi üretebilen nitelikte yetişmiş insan gücüne sahip olmak mı?

 

Ziraat Fakültelerinin sayısı artırılmamalı, tersine sayı küçültülebilir ve daha kaliteli, nitelikli bir tarım eğitimi yapılabilir.

Tarım eğitiminde eğitimin niteliği artırılmalıdır.

Uygulamaya daha çok yer verilmelidir.

Yaparak öğrenme modeline geçilmelidir.

Alanın yapısı gereği sorun çözmeye yönelik eğitim sistemine geçilmelidir.  

Ziraat Fakültelerinin ciddi verimlilik sorunu vardır. Ziraat Fakültelerinin bilimsel ve eğitsel verimlilikleri araştırmalıdır. Ne üretiyoruz? Sorusunu kendimize sormamız gerkiyor  Kendi eksikliğini bilen bir sistem oluşturulmalıdır.

Tarım eğitimi ve tarımsal araştırma, geniş bir disiplinler arası alanı ilgilendirdiği için akademik personelin temel bilimler yanında EKOLOJİ bilgisine sahip olması gerekir.

Tarım eğitimimiz yaratıcı değil. Çünkü ekoloji bilgisini tam bilmiyoruz. Ekolojinin ilkeleri doğrudan felsefe ve güzel sanatlar ile ilişkilidir.

 

Güzel Sanatların Önemli

Tarım insanın ilk uğraş alanıdır ve birçok teknik tarım üzerinde gelişmiştir. Dünyada güzel sanatlar gelişmiş toplumlarda yaratıcılık da gelişmiştir. Ülkemizde tarım ile güzel sanatlar arasında ilişki kurulmalıdır. Teknik resim, perspektif, renk ve felsefe mantık gibi dersler tarım biliminde ilk yıllarda öğretilmelidir. Doğa ile doğrudan ilgili-ilintili olan tarım eğitiminde başarı çoğunlukla soyut düşünme, tasvir ve yaratıcılık ile zenginleşecektir.

Tarım eğitimi aynı zamanda sanat-spor ve felsefe ile bütünleştirilmelidir. İnsanlığın ilk yarattığı el işçiliği tarımsal ihtiyaçlara cevap verecek şekildeydi.

 

Ziraat Eğitimi Anabilim Dalı Kurulmalı

Ziraat eğitimi gibi hayatın geniş bir alanındaki birçok konuya yönelik eğitim verilmekte. Çağımızda iletişim tekniklerinin de tarımda kullanılması ile üretim teknikleri gelişmiş bulunmaktadır. Güncel yaşamda nasıl bir eğitimin gerçekleşmesi tartışılmalı ve bunun pedagojik-sosyal boyutları ile analiz edilip duruma göre sistemin dinamikleşmesi sağlanmalıdır.

 

Ölçme Değerlendirme Sistemimiz Yok ve Neyi Nasıl Değerlendireceğimizi Bilmiyoruz

İyi öğrenci yetiştirdiğimizi nasıl biliyoruz? Bu konuda herhangi bir ölçme değerlendirme sistemimiz var mı?

Mezun olan ziraat mühendisi mesleğinde bilmesi gereken bilginin ne kadarını biliyor? Mutlak bilmesi gereken bilgiyi nasıl ölçeceğiz?

Neyi bildikleri neyi bilmediklerini ölçecek bir sistemimiz yok. Bu konuda elimizde somut veri de yok.

Tarım eğitimini seçen öğrencilerimizin tercih nedenlerinin bilinmesi gerek. Öğrencilerin sosyo-ekonomik yapıları ve ailelerinin tarımla ilişkisinin bilinmesi eğitime yön vermede önemlilik stratejisi çizebilir.

Türkiye tarım eğitimi için bir hedef ortaya konulmalı ve başarı değişik aralıklarla ölçme değerlendirme teknikleri yanında paydaşlar tarafından değerlendirilmelidir.

 

Öğrencilerin Akademik Ve Genel Kültür Düzeyi Sorunlu

İlk derste tanışma ile birlikte genelde öğrencilerin durumunu ve genel kültür düzeyini ölçmek için kitap ve gazete okuma durumu, yabancı dil bilgisi, kültürel etkinlikleri izleme düzeyi hakkında bilgi toplamaya çalışırım. Nerdeyse çoğunlukla kız öğrencilerin dışında düzenli gazete ve kitap okuyan nerdeyse yok gibi. Kültürel etkinlikler sinemaya ve belirli müzik konserleri ile sınırlı. Yabancı dil bilen nerdeyse yok. Arada bir İngilizce “ne yapıyorsun sorusuna” bile “no ingliş” deniliyor.

Zaman içinde öğrencilerin çoğunluğunda aldığım bazı cevapları beni fazlası ile endişelendiriyor. Kayıtlarımda ilk defa 2000 yılında tarım eğitimi konusunda düşüncelerimi yazmışım ve düzenli olarak her yıl konu hakkında görüşlerimi, beklentilerimi yazıyor ve etkinliklerde konuşmacı olarak belirtiyorum. Durum o kadar vahim ki “bu kadarda olmaz” türünde bir durumla karşı karşıyayız.

 

Üniversite başarısı ile Yükseköğretime Geçiş Sınavı başarısı arasında ciddi paralellik var

Yukarıda öğrencilerimizin sınavlarda sorulan sorulara verdiği cevapların yetersizliğini uzun zamandır biliyoruz ve öğrencilerin sınav başarısı ile Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) arasında ciddi bir paralellik bulunmaktadır. Ortaş 2008, 2011, 2014, Gümüş, 2014-15, Eşme 2015 tarafından yayınlanan ortaöğretim başarı raporlarından yıldan yıla Fen Bilimleri ve Matematik başarısının çok düştüğü rapor edilmişti.

Eşme (2015, http://www.aljazeera.com.tr/gorus/turkiyede-universite-giris-sinavlari-ve-egitimde-nitelik-sorunu) 2013-2015 yılları arasında Liselere Giriş Sınavı sonuçlarına dayalı olarak sorulan sorulara verilen cevaplardan anlaşıldığı kadarı ile matematikten çözülen soru ortalaması her geçen yıl azalarak 5’e kadar gerilediği, Fen Bilimlerinin ortalaması ise 3.5 gibi olduğu görülüyor. Bu sonuçlar ile öğrencilerimizin üniversite başarısı paralellik içermektedir.

Normalde bu öğrencilerin üniversite okuyacak kadar temel akademik bilgiye haiz olmadıkları açık. LYS sınav sonuçlarına göre ortaöğretim süresince öğrencilerin büyük bölümünün Matematik ve Fen Bilimlerindeki temel kavram ve ilkelerle düşünme becerilerinin geliştirilemediği açıkça ortaya konmaktadır. Üniversitenin de buna ilave olarak yapacak bir planlamanın ve mekanizmasının olmadığı da biliniyor. Kaldı ki üniversitenin amacı kişiye kritik düşünme, felsefi bakış açısı kazandırmak ve bu çerçevede mesleğin temel felsefesini kazanmak ve çözüm yolları üretmeyi kazandırmaktır. Ancak ilkesel olarak Milli Eğitim’in öğrencileri orta öğretim süresince üniversiteyi okuyacak kadar temel bilgi ile donatmış olması gerekir. Ancak bugün görüyoruz ki liseden yetersiz gelen öğrenciler üniversitede okumakta zorlanmaktadırlar.

Durumun acilen üniversiteler tarafından Milli Eğitim Bakanlığı nezdinde girişimde bulunulması ve gerekli önlemlerin alınması kaçınılmaz durumda oluğu belirtilmelidir.

 

İstihdam Planlanmasının Yapılması Tarımsal Öğretimin Başarısı İçin Önemli

Tarım eğitimi ve istihdamda planlama sorunu yaşanıyor. Türkiye’nin tarımsal üretimi ve pazarlanması da ekolojik ve ekonomik ilkelere göre planlanmalı ve buna bağlı istihdam durumuna göre gerekli iş gücü yetiştirilmelidir.

İstediğiniz kadar iyi eğitin eğer eğittiğimiz insana iş yoksa bunca masrafın bir karşılığı olmayacaktır. Kişi geleceğini ve iş kapısını göremiyorsa nitelikli öğrenme sürecine de giremez. Ülkenin tarım politikası ve hedeflerine uygun olarak yeni istihdam alanları ve iş kapıları mutlaka aranmalı. Kamuda liyakate dayalı bir istihdam politikası içinde aralıklarla sınavla başarılı mühendisler işe alınması mesleğe olan yönelimi artırabilir.  

 

Sonuç ve ACİL ÇAĞRI

Bir bütün olarak öğrencilerin akademik başarısının düşük olmasından tek başına öğrenciler suçlanamaz ve sorumlu tutulamaz. Belli ki ciddi bir sistem ve eğitimin yönetilmesi sorunu var. Bu akademik başarı ile bu öğrenciler ülkemize yararlı mezunlar olmayacağı açık. ÇOK ACİLEN "Tarım Eğitimi Nasıl Yapılmalı"  konulu ve somut sonuç alıcı paydaşların gerekirse dünyanın başarılı ülke modellerini ve uzmanlarını da çağırarak KONFERANSLAR yapılmalı. Ancak sorunun ilk ve ortaöğretimden belirli bir eğitim sistemi ve alışkanlığı ile geldiği açık olduğu için önce Milli Eğitim Bakanlığının ÇOK acilen eğitim sistemini köklü reformlarla yeni baştan çağın gereklerine dönüştürmesi gerekir. En azından sorulan soruların yarısını yapan öğrencilerin üniversiteye kayıt yaptırması şartının getirilmesi önerilmelidir.

Eğitimin temel amacı olan insanı hayata hazırlama, farkına varıla bilirliği kazandırma, yaşamda karşılaştığı sorunları çözmek için düşünme, sorgulama, analiz etme gibi temel yaklaşımlardan uzak, yalnızca sınava dayalı, ezbere yönelmiş bir test sisteminin kişilik geliştirmediği, kültürel bilgi düzeyini geliştirmediği, mantıksal ve duygusal sorgulamadan yoksun geniş bir insan topluluğunun gelecek için ciddi kaygı oluşturduğu ortadadır.

Çok acilen ziraat eğitimi almak isteyen öğrenciler için kamu veya üniversite vakıfları üzerinden burs imkânları sağlanmalı. Başarılı öğrencileri meslek hayatına taşımak ve geleceğin yetişmiş meslek ve bilim insanı yetiştirilmesi açısından da önemlidir. Son iki yıldır YÖK ve ÖSYM’nin Tıp ve Hukuk Fakültelerine uyguladığı belirli bir puanın veya yüzdelik dilimin altındaki öğrencilerin Tıp ve Hukuk Akademisine başlatılamayacağı kararının Ziraat Fakültelerine ve tüm lisans düzeylerine uygulaması gerekmektedir. Aksi takdirde bu mezunlar ile geleceğin modern tarım ve bilimi yapamayız.

Elbette engel çıkarmak çözüm değil, baraj koymak çözüm değil. Nitel anlamda tüm ortaöğretim mezunlarının matematik, fen, sosyal bilim sorularının en azından yarısını yapar duruma getirilmesi, bu durumda olmayan tüm okulların yakınen takip edilip desteklenmesi gerekir.

Üniversitelerde birinci sınıfların iki üç türde ortak programa tabi tutulması ve baraj sınıfı yapılması, başarısız olanların Meslek Yüksekokullarına yönlendirilmesi de kalitenin yükseltilmesi açsınındın önemli bulunmaktadır.

 

Üniversitelerin sorunları ve yaşanan aksaklıkları rapor edip Milli Eğitim Bakanlığı’na bildirmeleri gerekir. Edindiğim bilgiye göre bu sorun büyük üniversitelerimizde ve çok yüksek puanla öğrenci alan birimlerde bile yaşanıyor. Bu bağlamda sorun bir bütünlük içinde ele alınması gerekiyor.

 

Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ, Çukurova üniversitesi öğretim üyesi,

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.https://www.facebook.com/iortas, Tweeter; İbrahim ORTAŞ ‏@iortas

 

Son Düzenlenme Pazartesi, 11 Ocak 2016 10:14

İNADINA BARIŞI HAYKIRACAĞIZ

Ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde adı konulmamış fiili bir savaş vardır. Savaş; kan, ölüm, gözyaşı demektir. Ülkenin bir bölgesi cayır cayır yanarken, oluk oluk kan akarken, çocuklar, kadınlar, gençler, yaşlılar katledilirken ve yine yoksul emekçi halkın; polis, asker evlatları şehit olurken seyirci kalmak vatana ihanetin ta kendisidir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerin bir bölümünde 30 gündür sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. 30 gündür çocuklar okula gidemiyor. 30 gündür çocuklar sokağa çıkamıyor. 30 gündür sıcak bir yemek yiyemedikleri gibi, 30 gündür binaların bodrum katlarında yaşamaya mecbur bırakılıyor. Egemenlere ve Siyasal İktidara sormak isteriz; çocuklarınız bu durumda olsa tepkiniz ne olurdu?

 

10 Ekim Barış Şehitlerimizi Unutmayacağız! Unutturmayacağız!

Değerli Basın Emekçileri,

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük katliamı üzerinden tam üç ay geçti.  Bu üç ay da bizim için “en uzun süre” olarak tarihteki yerini aldı.. Her saniyesini, her dakikasını, her gününü yasımızla, isyanımızla, öfkemizle ve yaşamını yitiren yoldaşlarımızı anarak geçirdik. Yoldaşlarımızın miraslarına, emek, demokrasi ve barış mücadelelerine layık olmak için birbirimize sarıldık. Dayanışma bir nebze olsun acılarımızı hafifletti, kararlılığımızı biledi,  geleceğe dair umudumuzu büyüttü.

 

Değerli Basın Emekçileri,

Bizler 10 Ekim Emek, Barış ve Demokrasi mitingiyle ülkemizin içine sürüklendiği çatışmalı ortama dur demek istedik. Ülkemizdeki savaş iklimini ve ortamını dağıtmak, kendi var oluş ortamımızı korumak, emeğin haklarıyla barış ve demokrasi arasındaki dolaysız irtibatı kurmak istedik. Çatışmalardan en çok etkilenen, bedel ödeyenler olarak iktidarın ve Cumhurbaşkanının gerilimi artırıcı, kutuplaşmayı derinleştirici ve çatışmaları yaygınlaştıran politikalarına karşı halklarımızın ve emekçilerin özlemi ve talebi olan barış sesini yükseltmek, beyaz güvercinlerimizi ve balonlarımızı gökyüzüne uçurmak istedik.

 

Kendi hayallerini gerçekleştirmek için savaştan, kutuplaşmadan, gerginlikten, halklar arası düşmanlık tohumları ekmekten her kim, hangi güç odakları beslenmek istiyorsa, 10 Ekim 2015 Cumartesi günü, saat 10.04’te barış irademize bomba koyanlar onlardır…

Saldırıda 101 arkadaşımızı, kardeşimizi, canımızı, dostumuzu, sevdiklerimizi yitirdik. Terör saldırısında yaralanan ve bütün tedavileri yasal olarak devlet tarafından karşılanması gereken bu arkadaşlarımızdan halen tetkik tedavi ücretleri isteniyor. İlgili makamlara yazdığımız uyarı yazıları görmezden geliniyor; telefonlarımız açılmıyor. Başbakan'a çağrıda bulunuyoruz. Bu ayıbı derhal düzeltin. Koruyamadıklarınızı daha fazla mağdur etmeyin.

 

Değerli Basın Emekçileri,

AKP iktidarı izlediği ırkçı/ayrımcı/tekçi/mezhepçi bir siyaset ekseniyle başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da da sorunların derinleşmesine, halklar arasında çatışmalı ortamların sürekli kendisini üretmesine neden olmuştur. IŞİD, El Nusra, El Kaide, Şam Cephesi ve daha birçok çeteci, paramiliter güçlere direk/dolaylı destek ve yardım nedeniyle ülkeler kan gölüne çevrildi.

 

Değerli Basın Emekçileri,

10 Ekim Katliamı emek, demokrasi ve barış mücadelemizde artık bir dönüm noktasıdır. Geleceğimizi belirleyecek bir nitelik taşımaktadır. Katliamın gerçek faillerinin açığa çıkarılıp cezalandırılmaması durumunda yeni katliamlar, yeni saldırılar kaçınılmaz olacaktır.

 

Halkı beyaz Toroslarla korkutmak isteyenlerin, faili meçhulleri açığa çıkarmak için en ufak çaba harcamak bir yana açılan davaları da kapatanların, polise sınırsız yetki verenlerin, günlerce sokağa çıkma yasakları ilan edenlerin, buralarda çocuk, kadın onlarca sivilin yaşamını yitirmesine neden olanların, ülkemizi IŞİD’in ve çetelerin arka bahçesi haline getirenlerin bu katliamı açığa çıkartmayacağı açıktır.


 

 

Katliamdan hemen sonra iktidar ve Saray’ın ısrarla bir algı operasyonu yürütmeleri, daha arkadaşlarımızın cansız bedenlerini toprağa gömmeden soruşturmanın seyrini değiştirmeye ve etkilemeye yönelik açıklama ve politikalarının nedeni 1 Kasım’da daha da iyi anlaşılmıştır. İktidar sözcüleri “her kim ki bu saldırıdan nemalanmak istiyorsa arkasında da onlar vardır” diyorlardı. Söyledikleri tek doğru söz bu olsa gerek. Kısa süre sonra “Ankara saldırısından sonra oylarımız arttı” dediler ve oluşturdukları büyük korku dalgası üzerinden 1 Kasım’da tek başlarına iktidar oldular. Kimin nemalandığı da böylece ortaya çıktı.

 

Değerli Basın Emekçileri,

10 Ekim katliamında hedef, emektir, barıştır, demokrasi talebidir. Bizler, savaşın tam ortasında emek, barış, demokrasi dediğimiz için bize bir bedel ödetildi.

Fail mi arıyoruz? Fail bellidir. Bu ülkede barış sesinin daha gür, daha yankılanan bir biçimde çıkmasından KİM/KİMLER rahatsız oluyorsa failler onlardır. Kimler hak arama mücadelesinden korkuyorsa, kimler sokakları emekçilere kapatmak istiyorsa failler onlardır.

Açıkça ifade ediyoruz, Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç saldırılarının aydınlatılmaması, dosyalara gizlilik kararı koyarak karartılması 10 Ekim katliamına davetiye çıkartmıştır.

Dolayısıyla bir taraftan 10 Ekim katliamına ilişkin tarihi nitelikte bir hukuki ve siyasi mücadele yürütecek bir yandan da diğer saldırılara ilişkin davaların takipçisi olacağız. Yaşamını yitiren ve yaralanan arkadaşlarımız adına ve kurumsal olarak suç duyurularında bulunduk. Gerçekler açığa çıkarılıp katiller hesap verinceye kadar bu davanın peşini bırakmayacağız. Yüzün üzerinde yoldaşımızı yitirdiğimiz bu davanın yüzyılın davası olması için ne gerekiyorsa, nasıl bir mücadele yürütmek gerekiyorsa bundan kaçınmayacağımızın da bilinmesini isteriz.

 

Değerli Basın Emekçileri,

10 Ekim Katliamı sonrasında Ankara Gar Meydanı ve çevresinin mevcut mekânsal biçimi ile; sıradan bir mekan, trafik kavşağı şeklinde kullanılmaması gerekmektedir. 101 yurttaşımızın hayatını kaybettiği, yüzlercesinin yaralandığı, binlercesinin bu acıya tanık olduğu ve milyonlarcasının derinden etkilendiği bu alçak saldırı sonrasında Ankara, Gar meydanı ve çevresi Türkiye halkları için bundan böyle farklı bir anlam ifade edecektir.

Bu “anlam”ın katliamın yaşandığı mekânda karşılık bulması ve meydanın “anıt mekan” haline getirilerek yeniden düzenlenmesi bizim sorumluluğumuzdadır.

 

Bu meydanın adı bundan böyle “emek barış demokrasi meydanı”dır.

Katliamın gerçekleştiği Gar Meydanı ve çevresinin, ulusal ve uluslararası kamuoyunun dikkatini çekebilecek, toplumun farklı kesimleri tarafından benimsenebilecek geniş katılımlı uluslararası bir yarışma aracılığıyla yeniden düzenlenmesi için her türlü girişimde bulunacağımızı da bugün duyuruyoruz.

Emek barış demokrasi meydanının 10 Ekim Ankara katliamında yitirdiklerimizi anacağımız, günümüz siyasi ortamını ve toplumsal mücadele pratiklerini hatırlayacağımız bir anıt mekân olarak düzenlenmesi, en azından hem kaybettiğimiz canlarımızın umutlarını geleceğe taşımamızı sağlayacak hem de yaşadığımız bu toplumsal travmayı aşmamızda bize yardımcı olacaktır.

 

Değerli Basın Emekçileri,

Biliyoruz ki, yolumuz uzun, işimiz çok. Ancak bizi büyütecek olan da bedenlerini siper eden yoldaşlarımızın bıraktığı yerden devam etmek, birlikte ve ortak mücadeleyi geliştirmek, faşizmden hesap sormaktır. Bizleri kanla, bombalarla susturmak, korkutmak, uslandırmak ve terbiye etmek isteyenlerden hesap soruncaya, bu katliamın arkasındaki bütün karanlık ilişkiler açığa çıkarılıncaya kadar bir an olsun durmayacağımızı buradan bir kez daha haykırıyoruz. Barış Karanfili yoldaşlarımıza vereceğimiz söz halklarımızın özlemini çektiği barışı sağlamak ve iktidar uğruna her şeyi yapabilecek kadar gözü kararanları, katliamı gerçekleştirenleri açığa çıkarıp hesap sormak olacaktır…10.01.2016

 

Yılmayacağız, sinmeyeceğiz, geri çekilmeyeceğiz.

10 Ekim’de olduğu gibi bugün de “Savaşa İnat, Barış Hemen Şimdi!” diyoruz.

Emek, Barış ve Demokrasi için mücadeleye devam!

 

KESK - DİSK - TMMOB - ADANA TABİP ODASI

 

Kurumlar Adına

Tonguç ÖZKAN

 

BTS Adana Şube Başkanı

DANIŞMAN ÖĞRETMEN OLMAK İÇİN BAŞVURU YAPALIM

Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmen Atama Ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinin 16 /1 maddesinde Aday Öğretmenlerin Değerlendirilmesi hakkında “Değerlendiriciler; il millî eğitim müdürünce görevlendirilecek maarif müfettişi, aday öğretmenin görev yaptığı eğitim kurumu müdürü ve eğitim kurumu müdürünün görevlendirdiği danışman öğretmenden oluşur”şeklinde Danışman öğretmenlerin nasıl belirleneceği düzenlenmiştir. Bununla beraber Okul Müdürünün Danışman Öğretmeni hangi ölçülere göre belirleyeceğine dair net hükümler bulunmamaktadır. Bu durum Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğü Şubat ayında ilk ataması yapılacak öğretmenlerin adaylık süreçlerinde danışman öğretmen görevlendirilmesine yönelik il milli eğitim müdürlüklerine 30.12.2015 gün ve 13492368 sayılı bir yazı düzenlenmiştir.

Bu yazıda adaylık dahil en az 10 yıl hizmet süresine sahip öğretmenler arasından ulusal veya uluslar arası projelerde koordinatör, danışman veya katılımcı öğretmen olarak görev almış olan, sosyal ve kültürel faaliyetlere(tiyatro gösterisi, şiir dinletisi, okul gazetesi, okul dergisi, okul gezileri, spor müsabakaları vb. etkinlikler) katılım sağlayan, iletişim beceresi ve temsil yeteneği güçlü ve mesleğinde temayüz etmiş öğretmenlerin bilgilerinin yazının ekinde yer alan forma işlenerek 8 Ocak 2016 tarihine kadar bildirilmesi istenmektedir. Dolayısıyla burada kimi keyfi uygulamalar gelişebileceği endişesini taşımaktayız. 10 yılını dolduran ve isteyen öğretmenler Danışman olarak görevlendirilmeli bu konuda keyfi veya yanlı bir uygulama yapılmasının önüne geçilmelidir. Son dönemlerde aday öğretmenlerin sözlü sınav vb. uygulamalarla baskı altına alınması ve yandaş sendikalara üye olmaları aksi takdirde adaylıklarının kaldırılmayacağı biçimindeki sendikamıza ulaşan başvurular da dikkate alındığında Danışman öğretmenlerin yalnızca belli bir çevreden , sendikaya mensup kişilerden belirlenmesi ihtimaline karşı Eğitim Sen üyelerinden 10 yılını dolduran öğretmenlerin Danışman olarak talepte bulunması önemlidir.

Buradaki dilekçeyi doldurarak başvuru yapabilirsiniz.İndirmek İçin tıklayınız.

Son Düzenlenme Cuma, 08 Ocak 2016 13:49

Rehberlik ve denetim Başkanlığından sendikal faaliyetlerle ilgili  gönderilen ve okullarda öğretmenlere tebliğ edilen bu yazı şerhli imzalanacaktir. Ayrıca Genel merkez tarafından da suç duyurusunda bulunulacaktır. 

 

Şerh metni şöyledir:

Sendikamı  ve sendikal faaliyetlerimi dolaylı olarak haksızca suçlayan yazı içeriğini kabul etmiyorum . Her türlü yasal hakkım saklıdır.

 

 

 

Son Düzenlenme Cuma, 08 Ocak 2016 09:52

Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, bir televizyon programında yaptığı açıklamalarda en temel insan haklarına, sendikal hak ve özgürlüklere ne kadar yabancı olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Bakan Avcı, “Okulda grev olmaz. Okul grev yapılacak iş yeri tanımına girmez. Dolayısı ile bu sendikal bir hak değil, sendikal bir eylem değil. Bunlarla ilgili soruşturmalarımız var. Bundan sonra olacaklar için de tedbirlerimiz var.” diyerek eğitim emekçilerine açıkça tehdit etmiştir.

Bakan Avcı’ya önerimiz, yeterince bilgi sahibi olmadığı konularda önce bakanlık birimlerine danışması, sonra açıklama yapmasıdır. MEB Hukuk Müşavirliği 27.02.2012 tarihinde, Muş’ta benzer bir iş bırakma eylemine katılanlara verilen cezalar ile ilgili Muş Valiliği’ne yazdığı resmi yazıda “sendikal faaliyet kapsamındaki eylemlere ceza verilemeyeceği”ni açık açık, tüm gerekçeleri ile belirtmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı gibi büyük bir kurumun başındaki bir ismin bu yazıdan haberdar olmaması mümkün değildir.

Kamu görevlilerinin, sendikalarının aldığı kararlar doğrultusunda toplu eylem hakkına sahip oldukları; uluslararası sözleşmelerde, insan hakları sözleşmelerinde, Anayasa ve mahkeme kararlarında hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde tanınmıştır. Bu konuda çok sayıda AİHM, Danıştay ve idari yargı kararı bulunmaktadır. Eğitim ve bilim emekçilerinin iç hukuk ve uluslararası hukukta güvence altına alınan demokratik haklarını kullanması asla suç olarak değerlendirilemez.

Anayasanın ‘Milletlerarası antlaşmaları uygun bulma’ başlıklı 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır” emredici hükmünü içermektedir. Bu düzenleme ile ILO Sözleşmesi’nin kanun hükmünde olduğu tartışmasızdır.

Yine Danıştay 12. Dairesi’nin 20 Aralık 2004 tarihli kararında “Sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğine vurgu yapılarak, öğretmenlerin bağlı bulunduğu sendikanın aldığı karar uyarınca bir gün göreve gelmemesi eyleminin sendikal faaliyet kapsamında olduğu” açıkça belirtilmektedir. Bakan Avcı’nın hangi konuların “sendikal eylem” kapsamında olduğunu Danıştay 12. Dairesi’nden daha iyi bildiğini kendisi dâhil hiç kimse iddia edemeyeceğine göre, iş bırakma eylemine katılan eğitim ve bilim emekçilerini tehdit etmesi ve okullara talimat vererek soruşturma açması açıkça “sendikal faaliyetleri engelleme” suçu anlamına gelmektedir. Anayasa ve insan hakları sözleşmeleri ile güvence altına alınan sendikal faaliyet hakkı Türk Ceza Kanunu ile de korumaya alınmış, TCK’nın 118. maddesinde sendikal faaliyetin engellenmesi yasaklanmıştır.

7–8 Aralık 2000 tarihinde, Fransa’da, Türkiye’nin de katıldığı Nice Zirvesi’nde karalaştırılan Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın ‘Toplu pazarlık yapma ve eylem hakkı’ başlıklı 28. maddesine göre; çalışanlar ve işverenler veya bunların ilgili kuruluşları, topluluk mevzuatı ve ulusal yasalar ve uygulamalara göre uygun düzeylerde toplu sözleşmeler müzakere etme ve imzalama ve menfaat ihtilafı olması halinde grev eylemi dâhil olmak üzere kendi çıkarlarını korumak için ortak (toplu) eylem yapma hakkına sahiptir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesi kapsamında, sendikal eylem ve etkinlikler nedeniyle verilen cezaları, sözleşmeye aykırı bulmuştur. KESK’e bağlı sendika üyelerinin başvurularında AİHM; AİHS’nin 11. maddesinin sendikanın yapacağı toplu eylemler yoluyla, sendika üyelerinin mesleki çıkarlarını savunma özgürlüğünü güvence altına aldığını, sendika üyeleri tarafından gerçekleştirilecek olan bu eylemlere taraf devletlerin izin vermesi gerektiğini, 11. maddede grev yapma hakkı açık bir şekilde ifade edilmemişse de bu hakkın tanınmasının, en önemli sendikal haklardan biri olduğunu, genel bir grev yasağının Sözleşmenin 11. maddesinin ihlali anlamı taşıdığını, sendika üyelerinin grev ve eylemlere katıldıkları için disiplin cezası ile cezalandırılmalarının sendikal hakları kullanmaya yönelik caydırıcı bir niteliğe sahip olduğunu, yasaklama ve engellemelerin demokratik bir toplumda gerekli olmadığını tespit etmiştir. (Karaçay – Türkiye,  Satılmış ve Diğerleri – Türkiye,  Urcan ve Diğerleri – Türkiye, KESK üyesi Enerji Yapı Yol Sen – Türkiye)

Sendikamızın daha önce yaptığı pek çok eylem, etkinlik ve iş bırakma Danıştay ve İdare Mahkemeleri tarafından da yasal ve meşru kabul edilmiştir. Danıştay kararları; sendikaların yetkili kurullarınca alınan üretimden gelen güçlerini kullanma çağırısına uyarak, sendikal faaliyet kapsamında göreve gelmeme fiilinin mazeret olarak kabulünün gerektiği yönündedir. Danıştay bu etkinlikler nedeniyle göreve gelmemenin disiplin cezası ile cezalandırılmasını hukuka uygun bulamamıştır. (Danıştay 1. Daire E.2001/3307, K.2001/4415, Danıştay 12. Dairesinin E.2004/4643, K.2005/313, Danıştay 12. Dairesinin E.2005/5767, K.2008/225,) DANIŞTAY İŞ BIRAKMALARI SENDİKAL İZİN, MAZERET İZNİ olarak değerlendirmiştir.

KESK tarafından alınan kararlar gereği değişik tarihlerde gerçekleştirilen uyarı grevleri ve iş bırakma kararlarına uyarak işe gitmeyen sendika üyelerine verilen disiplin cezalarının tamamı iptal edilmiştir.  En son 28-29 Mart 2012 tarihinde gerçekleştirilen iki günlük iş bırakma eylemine katılanlar hakkında verilen disiplin cezalarını hatırlatmak yerinde olacaktır.

Üyesi bulunduğu sendikanın aldığı karara uyarak yapılan iş bırakma eyleminin temel hak ve özgürlükler kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, yasalar, genelgeler, yargı kararları ile güvence altına alındığı açıktır. Bu nedenle sendikasının kararına uyan sendika üyelerine ceza verilemez.

İNADINA BARIŞI HAYKIRACAĞIZ

29 Aralık 2015 tarihinde KESK, DİSK, TMMOB ve Adana Tabip Odası olarak; “savaşa karşı barışı – ölüme karşı yaşamı savunuyoruz” ve 27 Aralık 2015 tarihinde Emek Partisinin “Savaşa Karşı Barışı Savunuyoruz” konulu basın açıklamalarından kaynaklı Cumhurbaşkanına hakaret gerekçesi ile Eğitim Sen Adana Şube Özlük ve Hukuk Sekreterimiz Mehmet AKARSUBAŞI Adana Emniyet Müdürlüğüne çağrılarak ifadesi alınmıştır.

Bugün yine; Toplumsal Özgürlük Parti Girişimi üyesi Dilara AKGÖZ, İHD cezaevi komisyon üyesi Necat Okay ve Ç.Ü. Psikoloji bölümü öğrencisi Çağla Cemali Cumhurbaşkanına hakaret gerekçesiyle Adana Emniyet Müdürlüğüne çağrılarak ifadeleri alınmıştır.

 

Ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde adı konulmamış fiili bir savaş vardır. Savaş; kan, ölüm, gözyaşı demektir. Eğitim Sen olarak; savaşa karşı barışı – ölüme karşı yaşamı savunuyoruz. Savunmaya da devam edeceğiz. “savaşa hayır, barış hemen şimdi” şiarı ile savaşın sonuçları üzerinde yaptığımız tüm basın açıklamalarına adli soruşturmaların açılması sindirmeye yönelik olduğunu biliyoruz. Bu nedenle diyoruz ki yanlış kapı çalıyorsunuz. Korkak arıyor iseniz; mesainizi başka yerlerde yapın. İç hukukun ve Uluslararası sözleşmelerde kaynaklı haklarımızı kullanıyoruz. Düşündüğünü ifade etme suç değil Anayasal bir haktır.

Bugün sabah 07.00’da Diyarbakır Yenişehir’de başlayan çatışma sesleri sonrasında çocuklarını daha güvenli bir yere götürmek için hazırlık yapan Eğitim Sen Diyarbakır 2 Nolu şube üyesi Mevlüde Ketani, 8. kattaki evinin penceresinden seken kurşunun başına isabet etmesi sonucu ağır yaralanmıştır.

Pencereden seken kurşun çocuklarının gözü önünde Mevlüde öğretmenimizin ensesinden girmiş ve bir gözünü kaybetmesine neden olmuştur. Sendikamıza ulaşan bilgilere göre çocuklarının gözleri önünde vurulan ve sabah saatlerinde ameliyata alınan Mevlüde Ketani’nin hayati tehlikesi sürmektedir.

Ülkenin bir bölgesi cayır cayır yanarken, oluk oluk kan akarken, çocuklar, kadınlar, gençler, yaşlılar katledilirken ve yine yoksul emekçi halkın; polis, asker evlatları şehit olurken seyirci kalmak vatana ihanetin ta kendisidir.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerin bir bölümünde 30 gündür sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. 30 gündür çocuklar okula gidemiyor. 30 gündür çocuklar sokağa çıkamıyor. 30 gündür sıcak bir yemek yiyemedikleri gibi, 30 gündür binaların bodrum katlarında yaşamaya mecbur bırakılıyor. Egemenlere ve Siyasal İktidara sormak isteriz; çocuklarınız bu durumda olsa tepkiniz ne olurdu?

Eğitim Sen, emek mücadelesi ve demokrasi mücadelesinin bir bütün olduğunu ve birbirinden ayrı değerlendirilemeyeceğini savunmaktadır. Hayatın en temel gerçeklerine göz kapamak yaşanan sorunları çözmeyeceği gibi, daha da derinleştirecektir. Bu konuya dikkat çeken özlük ve hukuk sekreterimize 10 Ekim Ankara katliamından buyana açılan 7. Davadır, önümüzdeki süreçte daha kaç tane açılacak soruyoruz,  özlük ve hukuk sekreterimiz Mehmet AKARSUBAŞI, Dilara AKGÖZ, Necat OKAY ve Çağla Cemali arkadaşlarımız yalnız değildir.

Bizleri baskı altına almaya çalışan, haklı mücadelemizden döndürmeyi amaçlayan her türlü hukuk dışı ve fiili uygulamaların karşısında geçmişte olduğu gibi, bugün de sesiz kalmayacağız. Adana'da yaşanan soruşturmaların, baskı ve yıldırma amaçlı olduğu ve tıpkı öncekiler gibi asıl amacın gözdağı vermek olduğu açıktır. Baskılara, tehditlere ve zorbalığa asla boyun eğmeyeceğimiz bilinmelidir. Bizleri böylesi yöntemlerle korkutacağını ve sindireceğini sananlar, daha önce olduğu gibi yine hayal kırıklığına uğrayacaklarını bilmelidir!mehmet akarsubaşı06.01.2015

Ahmet KARAGÖZ

 

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

07-08 Ocak Siyah Kurdele Takarak Gidiyoruz.

Eğitim Sen Üyesi Mevlüde Ketani Evinde Başından Vurularak Ağır Yaralandı!

Bugün sabah 07.00’da Diyarbakır Yenişehir’de başlayan çatışma sesleri sonrasında çocuklarını daha güvenli bir yere götürmek için hazırlık yapan Eğitim Sen Diyarbakır 2 Nolu şube üyesi Mevlüde Ketani, 8. kattaki evinin penceresinden seken kurşunun başına isabet etmesi sonucu ağır yaralanmıştır.

Pencereden seken kurşun çocuklarının gözü önünde Mevlüde öğretmenimizin ensesinden girmiş ve bir gözünü kaybetmesine neden olmuştur. Sendikamıza ulaşan bilgilere göre çocuklarının gözleri önünde vurulan ve sabah saatlerinde ameliyata alınan Mevlüde Ketani’nin hayati tehlikesi sürmektedir.

Türkiye’yi kendi siyasal çıkarları için iç savaşa sürüklemekte ısrar edenler, bir taraftan ülkenin bir bölümünde sıkıyönetim dönemlerini bile aratan uygulamalara imza atarken, diğer taraftan kadın, çocuk, genç, yaşlı, sağlıkçı, eğitimci ayırt etmeden saldırmayı ve katletmeyi sürdürmekte ısrar etmesi düşündürücüdür.

Eğitim ve bilim emekçileri mücadele tarihi boyunca savaşın değil barışın, her zaman barış içinde bir arada yaşamın savunucusu olmuştur. Hiçbir düşünce, hiçbir iktidar insanların yaşam hakkından daha önemli değildir.

Günlerdir yaşanan sokağa çıkma yasakları nedeniyle günlük yaşam ve eğitim öğretim tamamen durmuştur. Bütün bunlara ek olarak sivilleri hedef alan saldırılar, yaşanan can kayıplarına karşı, halkın yaşam hakkını, öğrencilerimizin eğitim hakkını savunmak için 7-8 Ocak tarihlerinde işyerlerimize siyah kurdele takarak gideceğiz.

  Yıllardır acılar çeken, gözyaşları sel olup akan bu topraklarda, bütün ülkeyi yangın yerine çevirmeye çalışanlara karşı, inatla yaşamı ve yaşatmayı savunarak, amasız fakatsız bir şekilde “İnadına barış” demeyi sürdüreceğimiz bilinmelidir.

Adana Büyükşehir Belediyesi Ulaştırma Koordinasyon Müdürlüğünün aldığı karar ile ulaşım ücretlerine akıllı kartı olmayan sivilleri 2,25, öğrencileri ise 1,75 TL’den taşıyacak.


En fazla işsizin, öğrencinin, mültecinin ve yoksulun yaşadığı metropol ilimizde toplu taşıma ücretlerinin öğrenciler için %20 Sivil halk için %13 artırılması; “Kaşıkla verilen kepçeyle alınır.” mesajıdır.
Yoksul emekçi halkın yığınla yaşadığı ilimizde kent içi ulaşım, toplum taşıma araçlarıyla yapılmaktadır. Vatandaşların ucuz ve güvenli ulaşım hakkını sağlamak yerel yönetimlerin aslı görevlerinden biridir. 
Yaklaşık olarak 70 bin üniversite öğrencisinin öğrenim gördüğü bir metropol kentte, toplu taşıma ücretlerine %20 oranında zam yapılması; ne insanı, ne vicdanı, nede ahlakidir. 


Asgari ücretin 1.300 TL yapılacağı söylentileri ve kamu çalışanlarına 2016 yılı için ücretlerinde %6+5’lik artışların yapılacağı öngörülürken bir çırpıda toplu taşıma ücretlerinin %20 oranında artırılmasını asla kabul etmeyeceğiz.
Bu zamlar geri çekilmediği takdirde, önce Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin SÖZLÜ’yü daha sonrada Büyükşehir Belediye Meclis Üyelerini öğrenci ve yoksul halk düşmanı ilan edeceğimizin bilinmesini isteriz.


Aynı belediyenin 09 Eylül 2014 geçerli olmak üzere toplu taşıma ücretlerini %35 oranında artırmıştı, başta Eğitim Sen olmak üzere birçok emek ve meslek örgütlerinin gösterdiği tepkiler sonrası zamların geri çekilmesi bizler tarafından olumlu bir davranış olarak değerlendirilmiştir. 
Emekçiyiz, Yoksuluz ama soyulduğumuzun da farkındayız. Yerel yönetimlerin görevi para kazanmak değil, halkın yaşamını kolaylaştıracak yeni projeler geliştirmek olmalıdır.


Hesap ortada İki araçla işyerine giden biri günde 9 TL ulaşım ücreti ödemek zorunda kalacaktır. Ocak 2016’dan itibaren asgari ücretin 1.300 TL olduğunu kabul edersek aldığı ücretin 1/4’ni kendi ulaşım giderine ayırması, asgari ücretle çalışanları açlığa mahkum etmekten başka bir şey değildir.


Sayın Sözlü’ye hatırlatmak isteriz, bu zamların geri çekilmemesi durumunda Demokratik tepkilerimiz aratarak devam edecektir. Bu konun sonuna kadar takipçisi olacağımızın bilinmesini isteriz. 05.01.2016


Ahmet KARAGÖZ
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı