egitimsen
8 Mart Kadınların Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma günü etkinlik programı
Cansel Buse İntihar Etmedi, Katledildi!
Her gün 5 kadının katledildiği bu ülkede erkek devlet şiddeti bu kez Kayseri'de lise son sınıf öğrencisi 17 yaşındaki kız kardeşimiz Cansel Buse'yi katletti. Bir hafta önce Matematik öğretmeni Bayram Özcan tarafından tecavüze uğrayan Cansel, durumu okul yönetimine bildirmesine rağmen, daha önce de cinsel istismardan sabıkası olan öğretmen hakkında hiçbir yaptırım uygulanmıyor. Kayseri İl Milli Eğitim Müdürü Bilal Yılmaz Çandıroğlu yaptığı açıklamada olayın ‘adli bir vaka’ olduğunu, adliyeye savcılığa intikal ettiğini, okul yönetiminin açığa alındığını ve öğretmenin tutuklandığını söylüyor.
Cinsel istismarı sıradanlaştıran Çandıroğlu’na hatırlatıyoruz. Kadın cinayetleri politiktir. Tecavüzün üzerini örtmekle meşgul okul yönetimi en az tecavüzcü öğretmen kadar suçludur. Soruşturma açılan öğretmene verilecek olan uzaklaştırma cezasının da olayın üstünden zaman geçince göreve iade ile sonuçlanacağını biliyoruz. Tecavüzü meşrulaştıran erkek devlet bunlara sessiz kalan yönetimin arkasında olacaktır. Biz biliyoruz ki nasıl Özgecan Aslan'ın tek katili onu öldürenler değilse, Cansel'in de tek katili ona tecavüz eden değildir. AKP iktidarının her gün gerici, kadın düşmanı söylem ve uygulamaları, erkek şiddeti ve yargısıyla birleşerek her gün yeni bir katliamı körüklüyor. Tacizin, tecavüzün üzerini örten, görmezden gelenler de, tecavüzcülere ve kadın katillerine tahrik indirimi sağlayan yargı sistemi de bu cinayetin sorumlularıdır. Kadına yönelik şiddet için, "Kadına yönelik şiddet yok, algıda seçicilik var" diyen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu'ndan, "Kız çocuklarınıza şehvetle dokunmanız haram değildir" diyen Diyanet İşleri'ne bu cinayetten erkek egemen sistem ve AKP devleti sorumludur.
Biz kadınlar, Cansel'i intihara sürükleyen erkek egemen sisteme karşı ses çıkarıyoruz. Yaşamımıza göz diken bu nefret iktidarına karşı sessiz kalmıyor, isyan ediyoruz. Bizler pembe taksilerinizi, pembe okullarınızı, pembe hayatlarınızı kabul etmiyor, kendi yaşam hakkımızı eşit şartlarda öldürülmeden, tecavüze maruz kalmadan yaşamak için mücadele ediyoruz. Kaçta sokağa çıkacağımızdan, kaç çocuk doğuracağımıza yaşamımıza göz diken bu karanlığı yırtacağımızı yineliyoruz.
Eğitim Sen olarak her gün evinde sokakta işyerinde ya da okulunda katledilen tacize tecavüze uğrayan Cansel Buse ve onlarca kadının sorumlusu olan kadın düşmanı cinsiyetçi zihniyetin ortadan kalkması için her alanda mücadele etmeye ve sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz.24.02.2016
Eğitim Sen Adana Kadın Meclisi Adına
Şükran YEŞİL
Şube Kadın Sekreteri
Örgütlenme Çalışmalarımız Devam Ediyor!
Cafer Recai Gizer İlkokulundan Menduh MALGİR ve Akdeniz Anaokulunda Ayda UZUN emek ve demokrasi mücadelemizi takdir ettikleri ve bu mücadelenin içinde yer almak istediklerini belirterek sendikamıza üye olmuşlardır.
Örgütlenme Çalışmalarımız Devam Ediyor!
Cafer Recai Gizer İlkokulundan Menduh MALGİR ve Akdeniz Anaokulunda Ayda UZUN emek ve demokrasi mücadelemizi takdir ettikleri ve bu mücadelenin içinde yer almak istediklerini belirterek sendikamıza üye olmuşlardır.
Okul Öncesi Eğitim broşürü için tıklayınız.
Broşürün kapağı için tıklayınız.
Öğretmenlere Sınav Görevi Verilmesi İçin ÖSYM’ye Başvurduk
Yalnız ilk, orta ve lise öğretmenlerine değil tüm öğretmenlere sınav görevi verilmesi için ÖSYM’ye başvurduk.
ÖLÇME, SEÇME VE YERLEŞTİRME MERKEZİ BAŞKANLIĞI’NA
Bir süredir aralarında üyelerimizden Milli Eğitim Müdürlükleri, Mesleki Eğitim Merkezleri ile Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında (anaokulu) görev yapanlar, Başkanlığınızca yapılacak sınavlarda görev almak istedikleri halde başvurularının uygun görülmediğini dile getirmektedir.
Bazı internet sitelerinde yer alan bilgilere göre de, yapılacak sınavlarda görev almak istediği halde görev verilmeyen bir öğretmen başvurusuna Başkanlığınızca; “ÖSYM Başkanlığının görev, yetki ve sorumluluklarının belirlendiği 6114 sayılı Kanun hükümleri doğrultusunda sınav görevlileri ÖSYM Başkanlığı yetki ve takdirinde belirlendiği, ÖSYM Başkanlığının, sınavlarda görev alan görevlileri belirleme yetki ve takdirine sahip olduğu, ÖSYM sistemlerinde yapılan güncelleme işlemleri sonrasında Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk, orta ve lise dengi okulların veya üniversitelerin dışında bir kurumda çalışıp Görevli İşlemleri Sistemine kayıt yaptıran Milli Eğitim Müdürlükleri, Özel Eğitim Kurumları, Mesleki Eğitim Merkezleri, anaokulu vb. kurum çalışanlarının Görevli İşlemleri Sistemine kayıtlarının ÖSYM Başkanlığınca uygun görülmediği, belirtilen kurumlardaki görevlilerin kayıtlarının pasif hale getirildiği” biçiminde bir yanıt verildiği belirtilmektedir.
Tamamı pedagojik formasyon ile ölçme ve değerlendirme eğitimi almış öğretmenlerin bir kısmının Başkanlığınızca yapılan sınavlarda görevlendirilirken bir kısmının görevlendirilmemesi öğretmenler arasında huzursuzluğa yol açmaktadır. Kaldı ki görev verilmeyenler, görev verilenlerle aynı üniversitenin aynı bölümleri veya öğretmen yetiştiren farklı bölümlerinden mezun olmuştur. Daha önce defalarca bu sınavlarda görev almış ve hiçbir kusuru saptanmamış öğretmenlere, haklı ve hukuka uygun hiçbir neden yokken idari bir kararla bir daha görev verilmemesi, bu öğretmenlerimiz açısından ekonomik sorunlara da yol açacaktır. Başkanlığınızın, bilerek ve isteyerek öğretmenler arasında huzursuzluğa yol açmadığını, dolayısıyla sorunun çözümü için somut adımlar atacağını umuyoruz.
Ayrıca belirtmek isteriz ki, öğretmenlerin bir kısmına görev verilmemesi mevzuata da aykırıdır. Şöyle ki:
6114 sayılı Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Yasanın ‘Sınav merkezleri, görevliler, sonuçlara itiraz’ başlıklı 8 inci maddesi uyarınca; sınav hizmetleri; merkez teşkilatı, doğrudan merkeze bağlı temsilcilikler ile sınav koordinatörlükleri vasıtasıyla yerine getirilecek, sınav koordinatörlüklerinin çalışma usul ve esasları, bu birimlerde görev yapmak üzere personel görevlendirilmesi, görevlendirilecek personelde aranacak nitelikler ve bu personelin görevleri, birimlerin teknik altyapılarının oluşturulması, cari ve diğer giderlerinin ödenmesi ile yurt dışında yapılan sınavlara ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenecek, Devlet veya vakıf yükseköğretim kurumları, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Devlet veya özel ilk ve orta öğretim kurumları ile kamu kurum ve kuruluşlarının sınav evrakını saklamaya, başvuru merkezi veya sınav koordinatörlüğü hizmetlerini yürütmeye ve sınav yapmaya uygun mekânları, gerektiğinde Başkanlığın sınav hizmetlerinde temizlik, ısıtma ve aydınlatma giderleri de dâhil olmak üzere ücretsiz olarak kullanılabilecek, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan personel, ihtiyaç duyulması hâlinde Başkanlığın sınav hizmetlerinde görevlendirilebilecektir.
6114 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinin üzerinden 5 tam yıl geçtiği halde, sınav hizmetlerini yürütecek birimlerde görev yapmak üzere personel görevlendirilmesi, görevlendirilecek personelde aranacak nitelikler ve bu personelin görevlerine ilişkin bir yönetmelik hazırlanmamış ve yürürlüğe konmamıştır. Başkanlığınızca bir yönetmelik hazırlanmadığı gibi, Yasanın Resmi Gazetede yayımlanmasından 17 gün sonra, 20 Mart 2011 günü, SINAV GÖREVLİLERİNİ BELİRLEME, ATAMA VE ÜCRET ÖDEME İLKELERİ yayımlanmıştır. 19.12.2005 gün ve 2005/9986 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konan Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik kapsamında olmayan bu düzenlemenin (İLKELER) hala yürürlükte olduğu anlaşılmaktadır.
Başkanlığınızca 6114 sayılı Yasanın emredici hükmü uyarınca bir yönetmelik hazırlanarak yürürlüğe konmadığı gibi, açıkça hukuka aykırı olarak Yönetmeliğin yerine geçecek biçimde uygulanan bu düzenleme (İLKELER) yürürlüğe konmuş, bu düzenlemede de bir değişiklik yapılmadığı halde, Milli Eğitim Müdürlükleri, Özel Eğitim Kurumları, Mesleki Eğitim Merkezleri, anaokulu vb. kurum çalışanlarına sınav görevi verilmemiştir. 6114 sayılı Yasa uyarınca sınav hizmetlerinde görev alacak personeli belirleme yetkisi elbette Başkanlığınızdadır. Ancak Yasa bu yetkinin nasıl kullanılacağının bir yönetmelikle belirlenmesi gerektiğini kurala bağlamıştır. Aksi bir bakış ‘Yasal Yönetim’ ilkesine aykırılık oluşturacaktır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında öğretmenlerin bir kısmına sınav görevi verilmemesi uygulamasından vazgeçileceği ve sonucu hakkında sendikamızı bilgilendireceğinizi umar,
Gereğini bilgilerinize sunarım.
Sakine Esen Yılmaz
Genel Sekreter
Danışman Öğretmenler Sendikal-Siyasal Referanslarla Belirlendi
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Ankara’da yapılan “Danışman Öğretmen Eğitimi Semineri”nde yaptığı konuşmada, yeni ataması yapılan 30 bin öğretmenin yetiştirme sürecinde 35 bin danışman öğretmenin görev alacağını açıklamıştır.
Yeni atanan öğretmenlerin 6 aylık dönemde yetiştirilmeleri amacıyla en az 10 yıl hizmeti olan öğretmenler arasından ulusal ve uluslararası projelerde koordinatör, danışman veya katılımcı öğretmen olarak görev almış, sosyal kültürel faaliyetlere katılım sağlayan, iletişim becerisi ve temsil yeteneği güçlü, mesleği ile ilgili kriterlerden bir veya birkaçına sahip öğretmenlerin danışman öğretmen olabileceği belirtiliyor olsa da, danışman öğretmen olabilmek için aynı zamanda iktidara yakın ve hükümet sendikasına üye olmak kriterinin belirleyici olduğu anlaşılmaktadır.
Bakan Avcı, danışman öğretmenlik için toplamda 98 bin öğretmenin başvurduğunu, oluşturulan havuzdan 35 bin öğretmenin danışman öğretmen olarak belirlendiğini açıklamıştır. Bu yıl ilk kez uygulanan “danışman öğretmen” uygulaması daha hayata geçmeden danışman öğretmenlerin belirlenmesi sürecinde yaşanan sorunlar, danışman öğretmenler belirlenirken pek çok ilde duyuru yapılmaması, okul müdürlerinin öğretmenlerin danışman öğretmen olma yönündeki taleplerini reddetmesi, eğitim yöneticilerinin belirlenmesinde olduğu gibi, danışman öğretmenlik konusunda da sendikal aidiyetlerin dikkate alındığı iddialarını güçlendirmiştir. Bazı illerde danışman öğretmenlik için isim listelerinin hazırlandığı ve bakanlığa bildirildiği gibi bizler için hiç de şaşırtıcı olmayan iddiaların gündeme gelmesi dikkat çekicidir. Danışman öğretmenlerin belirlenmesi sürecinde yaşananlar, MEB’in böylesine önemli bir uygulamayı bile eline yüzüne bulaştırdığını göstermektedir.
Eğitim yöneticilerini sendikal-siyasal referanslara göre belirleyenlerin, benzer bir uygulamayı danışman öğretmenler için hayata geçirmesi sözün bittiği yerdir. Bu şekilde binlerce donanımlı, ulusal ve uluslararası alanda çalışma yapmış öğretmen danışman öğretmen olamamıştır.
Yeni atanan öğretmenlere danışmanlık yapacak öğretmenlerin büyük bölümünün yandaş sendika üyeleri arasından seçilmesi, hem öğretmen adayları açısından hem de eğitim sistemi açısından endişe verici bir durumdur. İktidarın siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda sendikacılık yapan, laik bilimsel eğitim anlayışına açıkça meydan okuyan bir sendikanın üyeleri arasından seçilen danışman öğretmenlerin yeni atanan öğretmenlere nasıl ve ne yönde danışmanlık yapacağı bellidir.
Danışman öğretmenlikte hiçbir şekilde sendikal ya da siyasal referanslara göre belirleme yapılmamalı, aranan kriterleri taşıyan öğretmenler objektif bir değerlendirmeye tabi tutularak belirlenmelidir. MEB, açıklanan danışman öğretmenleri hangi kriterlere göre seçtiğini kafalarda hiçbir soru işareti bırakmayacak şekilde açıklamalıdır.
Değerli Basın Emekçileri
10 Ekim Ankara “emek, barış, demokrasi” mitinginde yetirdiğimiz yoldaşlarımızın ölümünün dördüncü ayında, yani 10 Şubat 2016 tarihinde DİSK, KESK, TMMOB ve Adana Tabip odası olarak; gar önünde yapılan anma etkinliğinden KESK Dönem Sözcüsü Ahmet KARAGÖZ’ün okuduğu basın metninin içeriğinden dolayı; Ahmet KARAGÖZ “TCK’nın 301. Maddesi. Türk Milletinin, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin Kurum ve Organlarını Aşağıladığınız” ve “TCK’nın 299. Maddesi Cumhurbaşkanına Hakaret” iddiasıyla Emniyet Güvenlik Şube Müdürlüğüne çağrılarak ifadesi alınmıştır.
Siyasi İktidar; 10 Ekim Ankara katliamı üzerinde 133 gün geçmesine rağmen failleri bulunmamış veya bulunmak istenmemiştir. Ama katliam sonrası yapılan basın açıklamalarına ve anma etkinliklerinin tamamına adli ve idari soruşturmalar açılarak birçok KESK üye ve yöneticisi sürgün edilmiş ve görevden alınmıştır. 10 Ekim Ankara katliamının gerçek katillerini yakalayıp yargıya teslim etmeyen AKP’den, İstanbul Sultan Ahmet katliamının ve 2. Ankara katliamının aydınlatılmasını beklemek saflık ve siyasi körlükten başka bir şey değildir.
Yoldaşlarımızın bedenleri topraktan direm direm çürürken, katiler elini kolunu sallayarak aramızdan gezerken, hemen her gün yeni katliamlar yaşanırken; elbette acımızda, öfkemizde dinmeyecektir. Bizler kimseye hakaret etmiyor, sadece vicdanlarına sesleniyoruz. Haklarımızdan, özgürlüklerimizden vaz geçmeyeceğimizi haykırıyoruz. Asla korkmayacağız, geri çekilmeceğiz. Çünkü halkız, haklıyız, kazanacağız.
İnadına barış diyoruz. Çünkü kardeşlerimiz, yoldaşlarımız, çocuklarımız, annelerimiz, kadınlarımız, askerimiz, polisimiz katlediliyor. Yaşam alanlarımız talan ediliyor. Birlikte yaşanacak bir dünya yaratmak yerine; gözyaşlarının sel olup aktığı, ihanetin kol gezdiği, topraklarımızın çocuklarımıza mezar olduğu; bir süreci yaşamaktan bıktık, usandık. Parçalanmış bedenler, yarım kalmış umutlar, yetim bırakılmış çocuklar, buzdolabından dondurulan bedenler, sahillere vurmuş ölü çocuklar acaba tanrı yazgısı mıdır? Değilse soruyoruz. Bu ne vicdan! Bu ne ahlak!
Emek, barış, demokrasi dedik; katledildik.
Yaşam alanları ve yeşil dedik; gazlandık, coplandık,
Hak ve özgürlükleri dedik; infaz edildik.
Halkın doğru haber almasını sağlayalım dedik; tutuklandık.
Aleviyiz dedik; yakıldık.
Güvenceli iş dedik; taşeronlaştırıldık.
İnsanca yaşam dedik; yoksullaştırıldık.
Kardeşlik dedik; düşmanlaştırıldık.
İnsanız dedik; itibarsızlaştırıldık.
Diyarbakır katliamı ile başlayıp, Suruç, Ankara, Cizre, Nusaybin, Sur, Sultan Ahmet ve yine, yeni bir Ankara katliamı ile toplamda yüzlerce insanımızın ölümüne, binlerce insanımızın yaralanmasına ve sakat kalmasına nasıl seyirci kalabiliriz ki. Ormanlarımızın talanına, Kültür sanat varlıklarının tahrip edilmesine nasıl göz yumabiliriz ki. Evlerimizde kiracı, topraklarımızda yabancı, ülkemizde ikinci sınıf vatandaşlığını neden kabullenelim. Sağlığın özelleştirilmesine, eğitimin ticarileştirilmesine ve dinselleştirilmesine nasıl duyarsız kalabiliriz ki.
Değerli Basın Emekçileri;
KESK, DİSK, TMMOB ve Adana Tabip Odası emek örgütü olarak toplumsal muhalefetin en önemli dinamikleridir. Bu nedenle üye ve yöneticilerimize yönelik baskıların, sesimizi kesmeye yönelik olduğunu biliyoruz. Ama nafile; AKP devletin tüm zor aygıtlarını bize karşı kullanarak ancak fiziki üstünlük sağlayabilir. Kocaman yüreklerimizle, en gür sesimizle korkmadığımızı bir kez daha haykırıyoruz, çünkü bizler barışı ve bir arada yaşamayı savunuyoruz.
Bizleri baskı altına almaya çalışan, haklı mücadelemizden döndürmeyi amaçlayan her türlü hukuk dışı ve fiili uygulamaların karşısında geçmişte olduğu gibi, bugün de sesiz kalmayacağız. Adana'da yaşanan soruşturmaların, baskı ve yıldırma amaçlı olduğu ve tıpkı öncekiler gibi asıl amacın gözdağı vermek olduğu açıktır. Baskılara, tehditlere ve zorbalığa asla boyun eğmeyeceğimiz bilinmelidir. Bizleri böylesi yöntemlerle korkutacağını ve sindireceğini sananlar, daha önce olduğu gibi yine hayal kırıklığına uğrayacaklarını bilmelidir!23.02.2016
KESK - DİSK - TMMOB - ADANA TABİP ODASI
Kurumlar Adına
Ahmet KARAGÖZ
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı