Eğitim-Sen Adana

Eğitim-Sen Adana

In sodales tellus ac erat malesuada ac viverra lectus tempor.

Web site URL: http://www.joomlart.com/

Yeni Yükseköğretim Yasası Ne Getiriyor ve Ne Götürüyor?

Prof. Dr. İbrahim Ortaş,

Çukurova Üniversitesi, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Yeni TYÖK ve eski YÖK yasası uzunca eleştirilerden sonra Rektörler ve UAK üyelerinin bilgisine sunuldu.

Yeni yasanın üniversite tanımı özerklik ve evrensel yükseköğretim anlayışı ile çelişmektedir. Yasa fırsat eşitliği, demokrasi, rekabet gibi önemsenen söylemler olmakla birlikte üniversitelerin olmazsa olmazı olan özerkliği bay pas ederek üniversite üst yönetimlerinin oluşumunu kontrol etmeyi öngörüyor. Yasa temelde rektörlük seçimi sorununa odaklanmış ve kontrolü doğrudan veya dolaylı olarak hükümet ve TYÖK’e bağlı bir üniversite konseyi tarafından yürütülmesini hedefliyor. Yasa üniversiteleri kendi içinde gelişmişlik düzeylerine göre birkaç konsey modelini öneriyor. Kendi gelirini kendisi oluşturan ilk 10 kadar üniversiteyi bir kategoriye koyarak adeta mütevelli heyeti yöntemi ile rektör atamasını öneriyor. Yeni kurulan ve sınırlı sayıda öğretim üyesine sahip üniversiteleri bir şekilde atama benzeri bir yola rektör atamasını öneriyor. Geriye kalan geniş bir üniversite grubunu da kısmi kontrol ile rektör atamasını öngörüyor. Rektör atanması açıkça siyasileşeceği ve yer yer yerel YÖK yapılarının oluşacağı kaygısı öne çıkmaktadır.

Yasanın bu hali üniversite özerkliğini tamamen ortadan kaldıran, özel ve yabancı üniversitelerin önünü açan, öğretim üyelerini kendi kararlarını verme olanağını elinden alan ve birer çalışan memur durumuna getirmektedir. Önerilen yasadaki rektör seçimi yöntemi mevcut anayasanın 130 ve 131 maddesine aykırı, diğer bazı pratik öneriler ise anayasaya bile gereksinim duymadan mevcut 2547 sayılı yasa kendi içinde alacağı kararlarla çözebilir.

Aşağıda yasanın önerildiği şekli ile ana hatlarını ve görüşlerimi de katarak işledim. Mevcut YÖK yasası son 30 yılda üniversitelerimizi verimsizleştirdi. YÖK yasası ilk oluştuğunda yapılan eleştirilerin tümü haklı çıktı. Ülkemiz bilim dünyasından koptu ancak 2547 sayılı yasaya karşı önerilen yeni yasanın bu halini hak etmediğimizi düşünüyorum. Üniversite kamuoylarında aldığım ilk tepki üniversite kamuoyunun kabul etmeyeceği yönünde. Hatta 2547 kalsın daha iyi diyenleri duydum.

 

Yeni Yasa Sekiz Ana Bölümden Oluşmaktadır:

1. Yükseköğretim Kurumu Statüleri,

2. Yükseköğretim Kurumunun Yönetimindeki Ana Organlar,

3. Yükseköğretim Alanının Koordinasyonu Ve Üst-Yönetimi,

4. Eğitim,

5. Yükseköğretimde Araştırma,

6. Toplumsal Hizmet,

7. Yükseköğretimin Denetimi Ve Kalite Güvencesi,

8. Öğretim Elemanı Atama Ve Yükseltme Süreçleri.

YÖK’ün adı değişiyor
YÖK’ün adı başına Türkiye kelimesi eklenerek Türkiye Yükseköğretim Kurulu olarak değişiyor. TYÖK’ün yapılanması organlarının seçimini de eski YÖK yasasında olduğu gibi yine Cumhurbaşkanı, üniversiteler ve Bakanlar Kurulu yapıyor. Bir alternatif olarak TBMM de düşünülüyor. Bir öneri olarak Üniversitelerarası Kurul ve Rektörler Konseyi de kaldırılarak yerine Rektörler Kurulu getiriliyor.

Dünyada örneği olmayan YÖK’ün artık kaldırılması ve yerine bir koordinasyon merkezi olarak Rektörler Kurulunun kurulması daha yaralı olur görüşündeyim.

Performans Geliyor

Yeni yasa önerisi biraz da rekabeti teşvik etme, yükseköğretim kurumlarının kendi içinde performansı öne çıkaran bir yönetim modeli geliştirmesi öneriliyor. Akademik üretimi merkeze alarak desteklemeyi öneren bir yapı öneriliyor. Akademisyenlerin performansları doğrudan kurumun performansına yansımak ve performansın maaşa yansıtılması öneriliyor. Performans konusu sorunlu ve eğer somut ölçülebilir ölçütler sağlanmasa kişiler arasında gereksiz ayrıcalıklar yaratacak gibi görülüyor. Tabii akademisyenlerin performansları kurumun performansına yansıtılması eğer sağlıklı işletilirse kısmen üniversiteler İYİ AKADEMİSYEN alımı için daha seçici davranmak zorunda kalabilirler, bu da önemli olabilir. Ancak üniversitelerin akademisyen yetiştirme konusundaki ihtiyacını ve sorunu çözemeyecektir. Nitelikli öğretim elemanlarının akademik yapının kilit taşları olduğu ve başarının üniversitenin başarısı olarak değerlendirilmesi ile Türkiye’de belirli sayıda yükseköğretim kurumunun bünyelerinde nitelikli öğretim elemanlarını bulundurarak farklılaşması sağlanabilir. Performans her fakülte için nasıl uygulanacak net değil. Her birim bilimsel ve hizmet çıktıları bir birinden çok farklı olması nedeniyle ölçütler net olmalıdır.

 

Özel ve yabancı üniversitelerin kurulması yolu açılıyor.

Yeni yapıda 4 farklı yükseköğretim kurumu öngörülüyor:

1) Devlet üniversiteleri, 2) Vakıf üniversiteleri, 3) Özel üniversiteler, 4. Yabancı üniversiteler

Özel ve yabancı üniversitenin eğitim sistemine zararları çok daha fazla olabilir.

Yeni yasa ile “Özel hukuk tüzel kişiliğini haiz ve Yükseköğretim Kurulunun teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile kurulan Özel yükseköğretim kurumu. Yabancı Yükseköğretim Kurumları da öngörülmektedir”.

Mevcut yasada devlet ve vakıf üniversiteleri mevcut. Ancak özel paralı üniversite yok. Sanırım özel üniversitelerde tüm finansman, eğitim hizmetini alan öğrenciler tarafından karşılanacak. Yasanın önerdiği özel ve yabancı üniversitelerin Türkiye’de şube açması, fakülte açması çok ciddi sorun yaratabilir. Mevcut hali ile çoğu Vakıf üniversitesi kontenjan doldurma sorunu nedeniyle kapanma noktasına gelmişken, yeni özel üniversite ve kontrolsüz yabancı üniversiteler sorun olabilir. Mevcut halde vakıf üniversitelerinin alt yapısı oluşturulmadan açılması nedeniyle kısa sürede çoğunun ilgi görmediği gözlenmiştir. Vakıf üniversiteleri akademik kadrolarını çoğunlukla devlet üniversitelerinden yüksek maaşla sağlamış ve devlet üniversiteleri bu arada akademik anlamda kan kaybetmiştir.

Bugüne kadar özel ve yabancı üniversite çekingen olarak siyasilerin gündemine gelmiş ancak Anayasa Mahkemesi tarafından ret edilmiş, yabancı üniversiteler ise Milli Güvenliğe aykırı görülmüş. Türkiye’de 1960’lı yıllarda özel akademiler (üniversiteler) açılmış ve ciddi tartışmalar üzerine kapatılmışlardır. Başta Amerika olmak üzere Asya'da önerilen bu özel üniversite anlayışı ticarileşmiş ve zamanla sorun oluşturmuştur. Son yıllarda bölgemizde Katar, Bahreyn, Ürdün ve diğer Arap ülkelerinde açılan bazı üniversitelerin değişik nedenli krizlerle kapandığı ve öğrencilerin mağdur olduğu biliniyor.

Çoğu yerde “Kayıt yap diplomanı al” veya  “Denize nazır binalarda diploman hazır“  anlayışı ve reklamı sorun oluşturabilir.

 

Üniversite Konseyi (Mütevelli Heyeti) Geliyor

Belirlenen şartları taşıyan kurumsallaşmış bazı üniversitelerde Üniversite Konseyi kurulabilecektir. Devlet üniversitelerinde Bakanlar Kurulu kararı ile oluşturulacak Üniversite Konseyinin kuruluşunda, en az 10 yıldan beri faaliyette olması şartı aranacaktır.

Konseyin oluşması şartları tam anlaşılmamakla berber taslak metinde “Devlet üniversitelerinde Bakanlar Kurulu kararı ile kurulacak olan Üniversite Konseyinin kuruluş şartları arasında, şu anki tartışmalar itibariyle, en az 10 yıldan beri faaliyette olması; son 5 yıl içinde yükseköğretim kurumunun bütçesinin, Kurul tarafından belirlenen miktarının kendi öz gelirlerinden elde edilmesi; öğretim elemanlarının son 3 yıllık akademik faaliyet puan ortalamasının, 10 yıldır faaliyetini sürdüren devlet üniversitelerinin öğretim elemanlarının ortalamasından fazla olması; öğretim elemanlarının en az üçte ikisinin katıldığı bir oylamada katılanların salt çoğunluğunun oyu ile kabul edilmesi ya da oylama olmaksızın Yükseköğretim Kurulu tarafından doğrudan Bakanlar Kuruluna teklif edilmesi gibi şartlar bulunmaktadır”.

Çok tartışmalı ve üniversite öğretim üyelerinin iradesinin sınırlandırıldığı ve siyasetin etkisinin baskın olacağı bir yapılanma öneriliyor. Konseyde en çok vergi veren üyenin atanması teklifi daha önce de birkaç kez gündeme gelmişti, ancak kamuoyunda parayı nasıl kazandığı bilinen bir iki ismin tartışma konusu olmaya başlaması ile teklif geri çekilmişti.

Yasa “Üniversite Konseyi, mevcut öneride, 11 kişiden oluşur. 5 üye üniversitenin her biri farklı fakültelerden ve bölüm başkanı ve üstü herhangi bir idari görevi olmayan kendi öğretim üyeleri arasından; 2 üye Bakanlar Kurulu tarafından; 2 üye Yükseköğretim Kurulu tarafından (ilgili üniversitenin profesörleri) arasından seçilir. Bu 9 üyenin seçeceği 1 üye ilgili üniversitenin mezunları arasından; 1 üye üniversitenin bulunduğu ilde en çok vergi verenler arasından ve/veya üniversiteye en çok bağışta bulunanlar arasından seçilir” deniyor. Daha öncede çok konuşuldu, en çok vergi ödeyen kişinin nasıl kazandığı sorusu hep soruldu, sorulacak. Bakanlar Kurulu aracılığıyla doğrudan /dolaylı olarak siyasetin üniversite yönetimine karışmasının yaşananlardan hareketle olumlu karşılanmayacağı ve sorunları daha da büyüteceği kaygısı oluşmaktadır.

 

Konseye Süper Yetkilere Sahip:  Yeni yasada YÖK yerine isim değişikliği ile oluşturulacak Türk Yükseköğretim Kurumu TYÖK üniversite konseyi üzerinde denetleyici olacaktır. Yasa önerisiyle “Üniversite Konseyi, rektör ve dekanları seçer ve atar; Üniversite stratejik planını ve performans programını onaylar; üniversite yatırım programını karara bağlar; Üniversite adına kamulaştırmaya, gayrimenkul satın alınmasına ve üniversitenin mülkiyetindeki gayrimenkuller üzerinde üçüncü kişiler lehine ayni hak tesisine karar verir; öğrenci kontenjanlarını ve öğrenim ücretlerini Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde belirler; sözleşmeli öğretim elemanlarına ve idari personele yapılacak ücret ve diğer ödemeleri belirler; senatonun ve üniversite yönetim kurulunun bazı kararlarını onaylar”.

Üniversite Konseylerinin önemli görevlerinden biri de “öğrenci kontenjanlarını ve öğrenim ücretlerini belirler” deniyor. Bu durumda üniversitelerde öğrencilerden ücret alınacağı belirtilecek.

Üniversitelerin faaliyetleri TYÖ bünyesinde Değerlendirme ve Denetleme Daire Başkanlığı kurulacak. Kurul, yıllık hazırlayacağı rapor ışığında üniversite hakkında yol gösterici, düzeltici, iyileştirici, kısıtlayıcı ve faaliyet iznini kaldırıcı önlemler alabilecek denilmektedir.

Bu hali ile üniversite ÖZEKLİĞİNDEN uzaklaşılacağı görülüyor. Konseyin üniversite yönetimini oluşturması öğretim üyelerinin devre dışı bırakılması ve birer memur konumuna getirecektir.

Yeni adı ile konsey-ancak yapı olarak “mütevelli heyetini” andıran yapılanmanın oluşması ile üniversitelerin yapısı iyice bozulur ve onarılması zor sorunlar yaratır. Ülkemizde maalesef toplumun çoğunluğunun gözünde üniversite bir bilim ve felsefi uğraş yeri değil, tam tersine bir iş güç kapısı olarak görülüyor.

Şimdiden olacaklar belli: Yakın akraba ve dostların üniversiteye alınması, Akademik yapılanmada yetkin bilim insanı yerine nepotist yaklaşılma öğretim üyesi alımı, yönetici belirlemede liyakate uymayan ve iktidarların veya yerel yönetimlerin telkinine maruz kalma, ihale ve yatırımlarda belirli şahıslara ayrıcalık gibi birçok istenmeyen konu üniversitelerin başını ağrıtacaktır.

Akademik personelin yeni yapılanma ile üniversite üzerindeki denetimi kalkacak ve öğretim üyeleri üniversitede birer memur olacaklardır. Şimdiden hiçbir konuda fikir beyan etmeyen akademisyenler yarın daha suskun kalacaktır. Bu durum üniversiteleri birer işletmeye dönüştürecektir.

 

Rektör Atanması

Rektörlerin 5 yıllığına 1 kere atama sistemi önerilmiş. YÖK ve Cumhurbaşkanı’nın Rektör belirleme üzerindeki etkisi devreden çıkıyor. Mevcut mevzuata göre rektörler 4 yıllığına atanır ancak iki defadan fazla atanamazlar deniliyor. Taslağa göre ise rektör 5 yıllığına atanacak, ancak bir kişi aynı üniversitede iki defa üst üste rektörlük yapamayacak. Rektör seçimi Üniversite Konseyi tarafından belirlenecek birkaç değişik modelle yapılacaktır. Taslak tam olmamakla beraber belirli kriterler çerçevesinde konseyin belirleyeceğe üç aday olacak ve bu 3 kişiden biri, üniversite konseyi tarafından seçilecek, konsey başkanı tarafından da atanacak. Ancak koşulların nasıl belirleneceği belirsizliği tartışma yaratacak.

Taslak üçüncü alternatif model öneriyor.  Bunlar arasında ” A) ilk turda beşte üç oy aranan iki turlu seçim; B) aynı seçimde üniversite yönetim kurulu üyeleri, senatörler ve dekanların da seçilmesi; C) belli kesimlerin (Öğretim üyeleri, öğrenciler, idari personel, mezunlar) belli kotalarla ikinci seçmenleri (yüzde 50 öğretim üyesi, yüzde 25 dış paydaş, yüzde 25 iç paydaş- mezunlar, idari personel ve öğrenci) seçmesi gibi modeller tartışılmaktadır. Bu modellerde en çok oy alanın rektör olarak atanması veya en çok oy alan üç kişinin Kurula ya da Cumhurbaşkanına sunulması da tartışılmaktadır”.

Başından birçok üniversitelinin bugüne kadar basına yansıyan talepleri ile yeni yasada önerilen rektör belirleme modeli ile örtüşmüyor. Temelde beklenen üniversite özerkliğine uygun olarak üniversitenin kendi yönetim organlarını kendisinin yerinde belirlenmesi istenmektedir.

Üniversitelerimizin evrensel ölçekte yönetici belirleme yapısı olmadığı için üniversiteler kendi içinde çok ciddi verimsizlik süreçleri yaşamıştır. 1991 yılından sonra adı seçim olan sistem ile rektör atamasında dolaylı olarak siyasetin etkisi üniversiteleri kendi içinde adamına göre, oy veren kişiye göre, liyakate dayalı olmayan yapılanma hepimizin eleştiri konusudur. ÜNİVERSİTELERİN TERCİHİNİN DİKKATE alınmaması gibi bir irade ortaya konulmaktadır. Ancak yine de üniversiteye küçük te olsa söz hakkı veriliyordu. Yeni yasada bu da ortadan kalkıyor.

Senato

“Rektörün başkanlığında, rektör yardımcıları, dekanlar ve her fakülteden fakülte öğretim üyeleri tarafından 3 yıl için seçilecek birer öğretim üyesinden, enstitü müdürleri ve ayrıca meslek yüksekokulları müdürlerinin kendi aralarından seçeceği en fazla 3 müdürden ve öğrenci temsilcisinden oluşur” deniyor. Yeni yasa önerisindeki yenilik “meslek yüksekokulları müdürlerinin kendi aralarından seçeceği en fazla 3 müdür ve öğrenci temsilcisinin” olması.

Üniversitelerin bugün işleyememesinin bir nedeni de senato üyelerinin seçilmişlerden çok atanmış dekan, enstitü müdürü ve meslek yüksekokulu müdürlerinden oluşması ve çoğunlukla kendilerini atayan rektöre karşı aksi görüş oluşturamamalarıdır.

Üniversite senatosu ve yönetim kurullarının hangi yetkilere sahip olacağı öneride net olarak belirtilmemiş.

Fakülte Dekanlık

Dekan belirleme şekli “Üniversite Konseyi olan Devlet Üniversitelerinde Dekan ilan üzerine başvuran profesör unvanına sahip adaylar arasından Konsey tarafından üç yıl süreyle atanır. Üniversite Konseyi, dekanın, başvuran adaylar arasından, fakültede kadrolu olarak görev yapan öğretim üyeleri tarafından seçilmesine de karar verebilir” deniyor.

Beklenen Fakültelerin daha özerk ve bağımsız olması iken önerilen hali ile konseye ve üniversite yönetimine daha bağımlı hale getirilmiştir. Fakülteler üniversitelerin ana damarları olup özgür olması, kendi kendini akademik kurullarla yönetmesi tarihsel bir gelenektir. Yasada fakülteler temel politika belirleme yetkisinden uzak, gerekli yazışmaları sağlayan organlar olarak işlev göreceklerdir.

Enstitüler

Yeni sistemde iki tür enstitü öngörülmektedir: Lisansüstü Enstitüleri ve Araştırma Enstitüleri.

Yetkileri ve sorumlulukları net değil.

 

Yasadaki Yenilikler

-Önemli bir yenilik Türkiye Yükseköğretim Veri Tabanı

“Yükseköğretim kurumlarının bütün düzeylerdeki öğrenci ve mezun kayıtları Kurul tarafından oluşturulacak yükseköğretim öğrenci veri tabanında güncel olarak tutulacak; yükseköğretimle ilgili bütün istatistikleri hazırlayabilecek sürekli bir birim öngörülmektedir”.

Ülkemizde hep bir ihtiyaç olan ve gelişmiş bir ülkede olması gereken bir veri tabanının olması önemli ve sistemin daha iyi anlaşılması için gerekli.

Bu konu YÖK yasasına başvurmadan da sağlanabilir.

 

-Bir yenilik de araştırma birimi (araştırma üniversitesi veya araştırma bölümü) oluşturulmaktadır. Olumlu etki yaratabilir, ancak yönetim modeli daha da önemlidir.

Araştırmacı öğretim elemanı kadrosu öneriliyor.

Ar-Gör ve Yard Doç. Kadroları yerine

Proje araştırmacısı istihdamı

Öğretim üyelerinin yürüttükleri projelerde sadece proje süresi boyunca kendilerine yardımcı olacak lisans mezunu proje araştırmacıları istihdam edilebilir. Proje asistanı projelerin finansman durumuna göre değerlendirilirse teşvik edilmiş olur. Ancak genç araştırıcıların özlük hakları ve sigorta durumda dikkate alınmak zorundadır.

 

Doktora Sonrası Araştırmacı Statüsü

Sözleşmeli Öğretim Üyesi Dönem Başlıyor
Yardımcı doçentlerin, doçent ve profesörlerin belli bir oranda sözleşmeli olması öneriliyor, Akademik unvanların üniversitelerde boş olan kadrolara göre veya norm kadrolara göre verilmesi öneriliyor. Bir öneri olarak kadro olmadan doçent unvanı verilmemesi talep edilmemektedir. Çok ciddi sorun olan yerinde kriterlerin tam oluşturulmadan akademik kadroların verilmesi bu süreçte yeni yasada akademik unvanların ilgili üniversite tarafından verilmesi, akademik personel için tam gün kalıcı kadrolar dışında esnek çalışma modelin de benimsenmiştir.

Yeni yasa önerisinde Ar-Gör Kadro Unvanlarına yer verilmemiştir.

Akademik kadro oluşturmada yenilik yok, ancak aşağıdaki belirli önerilerin tartışılması istenmektedir.

Yardımcı Doçentlik, Doçentlik ve Profesörlük atama ve yükseltmeleri hususunda alternatif öneriler de getirilmekte ve bu süreçte aşağıdaki alternatifler yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Bunlar arasında:

• Yüksek Lisansın bir yayın veya kongre tebliği sonrası kabulü,

• Doktora tezinin alana göre 3 ya da 5 yayına dayanması; jürinin ağırlıklı olarak

başka üniversitelerden olması; tıpta uzmanlık ve doktoranın birbirinden ayrılması,

• Akademik kadrolar için norm kadrolar belirlenmesi, norm kadro olmadan unvan verilmemesi,

• Yardımcı doçentlerin tümünün, doçent ve profesörlerin belli bir oranda sözleşmeli olması,

• Akademik unvanların üniversitelerde boş olan kadrolara göre verilmesi; kadro olmadan doçent unvanı verilmemesi; akademik unvanların ilgili üniversite tarafından verilmesi,

• Akademik unvanlar için asgari atama standartlarının kurul tarafından belirlenmesi, ancak üniversitelerin bu standartların daha üstünde standartlar belirleyebilmesi,

• Akademik personel için tam gün kalıcı kadrolar dışında esnek çalışma modelinin benimsenmesi.”

 

Ücretli Araştırma İzni

“Bir devlet yükseköğretim kurumunda öğretim üyesi kadrosunda kesintisiz fiilen beş yıl çalışan öğretim üyelerine yurtiçinde ve yurtdışında araştırmalar yapmak amacıyla bir yıl süreyle ücretli izin verilebilir”.  Gelişmiş birçok üniversitede var olan bu model iyi yönetilirse yararlı olabilir.

 

Akademik Faaliyet Puanı Ve Faaliyete Bağlı Ek Ödeme Sistemi

Öğretim elemanlarının bir önceki yıl içinde gerçekleştirdikleri akademik faaliyetleri

100 puan üzerinden değerlendirmeyi ve bu puanlar üzerinden belirli bir yüzde ile maaşa yansıması öneriliyor.  Çok dikkatli ve nepotizme kaçmayacak bir yapılanma olursa kısmen öğretim üyelerini istekli olarak çalışmaya teşvik edebilir.

 

Yeni Yasada Eksik Veya Çok İşlenmemiş Konular

Yeni yasada öğrenciler ve onların eğitim ve öğretim hakları çok az işlenmiştir.

Akademik kadro oluşturma sorunu hızla üniversiteleşen Türkiye’nin gelecekteki kaliteli akademik yaşamın sorunlarını çözme konusunda hiçbir öneri getirmiyor.

Akademik ve çalışanların özlük hakları ve çalışma koşulları geçiştirilmiş.

Senato ve Yönetim kurularının görev ve sorumlukları yüzeysel olarak işlenmiş.

 

Özet ve Beklentiler

Yasa üzerinde tartışma yaratacak niteliktedir. Yasada ağırlıklı olarak üniversitelerdeki yönetim organlarından özellikle de üst yönetim modeli üzerinde durulmuş. Akademik özgürlükler, araştırma, bilim ve sanat özgürlüğü çok fazla işlenmemiş. Yasa tabiri caizse eski halinden de daha geri durmada. Üniversiteler özerk değil, hükümetlerin kontrolü altına sokulmaya çalışılmaktadır. 

Üniversite konseyi bilinen diğer adı ile “mütevelli heyeti” ülkemiz üniversiteleri için en son konuşulması gereken bir konu olmalı. Üniversite konseyi üniversiteyi şirket mantığı ve iktidarların denetimi ile yönetecek mekanizmaya sahip olacağı için özerklik anlayışına aykırı ve üniversite dokusuna uymayacak ve daha ciddi komplikasyonlar oluşturacaktır.

Akademisyenlerin özlük hakları ve özgürlükleri neredeyse hiç işlenmemiş. Kurumsal performanstan çok kişisel performans gibi tartışmalı konular getirmiş ki kısmen iyi işlerse yaralı olabilir, ancak bu ve benzeri performans parametrelerinin sağlık sektöründe personel arasında ne tür problem yarattığı biliniyor. Sözleşmeli akademisyenlik, proje veya araştırma asistanı konuları belirli bir oranda uygulanabilir. Ancak üniversitelerin zorunlu ihtiyacı olan nitelikli bilim insanı ancak bir felsefi okul anlayışı ile özerk üniversite ortamında sağlanır. Liyakate bağlı olmadan hiçbir çıtası ve kriteri olmayan birkaç yayınla yapılacak bir akademisyenlik anlayışının ülkemize artık yarar getirmediği ortada.

Üniversitelerin en ciddi sorunu uluslararası ölçekte akademisyen yetiştirememesidir. Yıllık 8000 nitelikli doktoralı araştırıcıya ihtiyacı olan ülkemiz üniversitelerinin bu soruna öncelik vermesi gerekir.

Yasa bilimsel araştırmaların önünün açılması, özgür bilim yapma ve yayma konusunda sınırlı önerilere sahiptir. Üniversitelerin alt yapı ve çalışma koşulları sorunlu. Sorun günden güne büyümektedir. Yeni yasa konuya ciddi çözüm önerileri getirmemektedir.

Akademisyenleri özlük hakları ve nitelikli bilim insanlarının korunması ve teşvik edilmesi ile ilgili çalışma hayatı ile ilgi mekanizma yok. Üniversitelerin verimlilik konusu ileride daha büyük sorun yaratacak niteliktedir. İkinci eğitim, ek ders ve yarı zamanlı üniversitelerin dokusunda olmayan ancak, üniversite hocalarını mahcup eden maaş ve özlük hakları işlenmemiş.

Özel ve yurtdışı kaynaklı yabancı üniversiteler buraya gelen öğrencilere sadece paragözüyle bakacaktır. Zamanla hak etmeden kazanılmış diplomalar her alanda sorun olabilir. Yabancı üniversitelerin kurulduğu ülkelerde nitelikli öğretim üyesinin bulundurmadıkları, eğitimin nitelikli yapılmadığı sıkça biliniyor. Ayrıca ülkemiz öğrencilerinin vakıf üniversitelerini tercih etme oranı şimdiden özel üniversiteye tercihin düşük düzeyde kalacağını gösteriyor.

Türkiye’nin şu andaki Yükseköğretiminde yabancı ve özel üniversite sorunu yok, eğitim ve araştırma kalitesi sorunu bulunmaktadır.

 

Üniversitenin Temel Sorunu Özerkliktir. Özerklik Olmadan Olmaz  

Üniversitelerin temel sorunu özerk ve demokratik olması eğitim ve bilimsel araştırmada daha nitelikli hale gelmesidir.

"Özerklik" yükseköğretim kurumlarının kendi bilimsel, yönetimsel ve bütçeleme işleyişine ilişkin kararlar almada ve eğitim, araştırma, dışa yönelik çalışmalar ve ilgili diğer faaliyetlerde kendi politikalarını oluşturmada devlet ve toplumun diğer bütün güçleri karşısındaki bağımsızlıkları anlamına gelir. Bilim üretmenin temel koşulu ve güvencesi özerkliktir. Otoritelerin etkisi altında özgür bilim yapılmayacağı için özerklik şart. 1965 yılında yayınlanan Dünya Üniversite Birliği tarafından yayınlana Yükseköğretim Kurumlarının Özerkliği ve Akademik Özgürlük Üzerine Lima Bildirgesinde belirtildiği üzere " Akademik özgürlük", akademik topluluk üyelerinin araştırma, inceleme, tartışma, belgeleme, üretme, yaratma, öğretme, anlatma veya yazma yoluyla bireysel ya da birlikte bilgi edinme, geliştirme ve aktarma özgürlüğüne sahiptirler. Üniversiteler tarihi temelde özerkliğe dayanır. Bunca uğraşıdan sonra eğer üniversiteler hele bizim gibi halen güçlü üniversite ilkelerinin oluşmadığı toplumlarda özerkliği elinden alınacak üniversiteler çok ciddi ve belki de telafisi mümkün olmayan bir yola girmiş olacaklardır. Çok dikkatli olunmalıdır.

 

Yeni Yasa Özerklik Beklentilerini Karşılamıyor ve Türkiye’nin 2023 Hedeflerine Ulaşmasından Uzak Görülüyor

Yasa kim/kimler tarafından kaleme alındı ve kimler bu konuda görüş oluşturdu bilmiyoruz ancak Kasım 2012 gibi yasanın son şeklinin verilmesi ve Bakanlar Kuruluna gönderilmesi planlanıyor. Yasada öne çıkan ilk intibalar temelde üniversite konseyleri ve buna bağlı olarak rektör ve dekan atamalarını kontrol etme eksenine oturulmuş bir yasa önerisi. YÖK Yasası ülkemizde kurulduğu günden bugüne 30 küsur yıl geçti ve ciddi eleştiri almakla kalmadı, ülkemiz eğitim yükseköğretimi çalışamaz hale geldi. Türkiye üniversiteleri bilimsel gelişmelerin gerisinde kaldı ve halen ilk 500 sıralamasında kalan bir üniversitemiz yok. Eğitim ve bilimsel araştırmalarımızın kalitesi ortada. Ülkenin birinci derecedeki en ciddi sorunu olan özerk üniversite talebi yasada karşılanmamış. Sınırlı derecede esneklikler içeren yasa taslağı yeni tartışmaları doğuracak gibi görülüyor. Hatta kimi akademisyenden edindiğim ilk izlenime göre 30 yıl eleştirilen YÖK yasasının yerine böyle bir yasa mı gelmeliydi? Üniversitelerimiz bunca eleştirilen yasadan sonra böyle bir yasayı hak ediyor mu? Hatta deniliyor ki mevcut yürüklükteki YÖK böyle kalsın daha mı iyi olur?  Üniversitelerin sorunu yalnızca Rektör belirleme değildir.

Üniversite konseylerinin kurulması mevcut hali ile gerçekçi olmadığı ve üniversitelerin sorunlu yönetim anlayışını daha da ağırlaştıracak ve çalışamaz duruma getirecektir. Bu şekli ile yönetici belirleme şekli sübjektif sonuçlar doğuracağı için yarın bir başka iktidar döneminde başka bir eleştiri konusu olacaktır. Yükseköğretim siyaset üstü ve üniversitelerin liyakatine dayalı her yönü ile özerklik ekseninde kalmalıdır. Yeni yasaya ve reforma öncelikle ihtiyaç var ancak yasanın üniversite ve ilgililerin daha geniş katılımı ile sağlanmalıdır. 

Üniversitelerin yeni baştan bir atölye çalışması ile görüş toplayıp, ülkemize özgü geçmiş deneyimleri ve sorunları da dikkate alarak ciddi bir üniversiteler yasasını şekillendirmeleri kaçınılmazdır. Dünyada örneği olmayan YÖK türü uygulama yerine bir üst çatı kurum olarak rektörler kurulu koordinasyonu sağlamak için oluşturulabilir. Hepsinden önemlisi üniversiteler özerk olmalı ve HESAP vermelidirler. Hesap vermeyen, niteliği olmayan ve başarılı olamayan üniversite kendi sorununu kendisi çözsün.

Türkiye'nin halen kendi içinde batılı anlamda bir yasa çıkaracak birikimi var. Yeter ki isteyelim yeter ki siyaset üniversiteden uzak dursun.

Özerklik olmadan ülkemiz yükseköğretimi arzu edilen yapılanmaya kavuşamaz

 

Prof. Dr. İbrahim Ortaş,

Çukurova Üniversitesi, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

ÜKSEKÖĞRETİMDE ARZ TALEBİ GEÇTİ, ARTIK OKUYACAK ÖĞRENCİ ARANIYOR:

KİMYA VE MATEMATİK DAHİL LİSANS PROGRAMLARINDA BÜYÜK BOŞLUKLAR VAR

2012 ÖSYS yerleştirmeleri açıklanmış bulunuyor. Program kontenjanlarına ve yerleştirmelere bakılırsa, ilk dikkati çeken nokta artık boş kalan önlisans ve lisans programlarındaki boşluklar oluşturuyor.

Bu boşluklar; yükseköğretim politikalarının iyi planlanmadığı gerçeğini açıkça ortaya koyduğu gibi insanların uzun erimli temel bilimlerden giderek kısa erimli maddi getirisi yüksek programlara yöneldiğini göstermesi açısından da düşündürücü bulunuyor.

 Ayrıca gerekli ön bilgilere ve donanım sahip olmadan herkesin yükseköğretime kabul edilmesi eğitim öğretimin kalitesini daha da düşürecektir.

 

KONTENJANLAR VE BOŞ KALANLAR

 746 Bin Örgün, 191 Bin Açıköğretim, Toplam 938 Bin Kontenjan

 2012 yılı için 937.676 kontenjan bulunuyor. Bu kontenjanlar

 

  • Devlet örgün ve açıköğretim 821.826, vakıf, KKTC ve diğer 115.850,
  • Örgün 746.226, açıköğretim 191.450,
  • Örgün önlisans 316.181, örgün lisans 405.744 ve özel yetenekle öğrenci alan örgün 24.301 şeklinde dağılıyor.

 

 

2012-ÖSYS Kontenjanları (Açıköğretim dahil)

 

Devlet Örgün 

Devlet

Açıköğr.

Devlet Toplam

Vakıf

KKTC  

Diğer / Yurt Dışı  

Toplam Vakıf+ KKTC+ Diğer

Toplam Örgün

Genel Toplam

Önlisans (Tablo3A+3B)

284.263

50.000

334.263

30.144

1.674

100

31.918

316.181

366.181

Lisans (Tablo-4)

328.263

141.450

469.686

60.975

14.811

1.722

77.508

405.744

547.194

Özel Yetenek (Tablo5)

17.877

0

17.877

4.187

2.141

96

6.424

24.301

24.301

Genel Toplam

630.376

191.450

821.826

95.306

18.626

1.918

115.850

746.226

937.676

 

746 Bin Örgün Program Kontenjanından 80 Bini Boş: Lisans Programlarında Daha Fazla Boşluk Var

 Örgün olarak 721.925 kontenjanın yaklaşık 32 bini önlisans, 48 bini de lisans olmak üzere 80.228 kontenjan boş kalmış bulunuyor.

 Burada dikkat çekici noktalardan birini de önlisansa göre lisans programlarında daha fazla boşluk kalması oluşturuyor.

 

Örgün Yükseköğretim Programlarının Kontenjanları ve Yerleşen Aday Sayıları (2012 İlk Yerleştirme, AÖF hariç)

 

Önlisans (AÖF hariç)

Lisans (AÖF hariç)

Toplam (AÖF hariç)

 

Kontenjan

Yerleşen

Boş

Boş %

Kontenjan

Yerleşen

Boş

Boş %

Kontenjan

Yerleşen

Boş

Boş %

Devlet Üniversiteleri

284263

259427

24836

8,74

328236

301751

26485

8,07

612499

561178

51321

8,38

Vakıf Üniversiteleri

30144

24422

5722

18,98

60975

49396

11579

18,99

91119

73818

17301

18,99

KKTC Üniversiteleri

1674

474

1200

71,68

14811

5324

9487

64,05

16485

5798

10687

64,83

Diğer Ülkelerdeki Üniversiteler

100

32

68

68,00

1722

871

851

49,42

1822

903

919

50,44

Toplam

316181

284355

31826

10,07

405744

357342

48402

11,93

721925

641697

80228

11,11

* Ayrıca 141.450 AÖF lisans ve 50.000 de AÖ önlisans kontenjanı bulunmaktadır.

 

Temel Fen Bilimleri ile Jeoloji, Maden ve Su Ürünleri Çökmüş Durumda

 LİSANS düzeyinde devlet üniversitelerinin yaklaşık % 8’i, vakıf üniversitelerinin yaklaşık % 19’u ve K.Kıbrısüniversitelerinin % 64’ü olmak üzere toplam lisans kontenjanlarının % 11,93’ü boş kalıyor.

 Lisans programlara göre ayrıntılarına bakılırsa

a) Devlet üniversitelerinin

  • Fizik (hemen tüm normal ve ikinci öğretim),
  • Kimya (ikinci öğretim),
  • Biyoloji (ikinci öğretim),
  • Matematik  (ikinci öğretim),
  • Maden Mühendisliği (hemen tüm normal ve ikinci öğretim),
  • Jeoloji Mühendisliği (hemen tüm normal ve ikinci öğretim),
  • Ziraat “Tarımsal Yapılar ve Sulama” ve “Tarım Makineleri” programları ile
  • Su Ürünleri (hemen tüm kontenjanı);

b) Vakıf ve K.Kıbrıs üniversitelerinin

  • Bursuz (ücretli) programlarının hemen tamamı,
  • SUNNY gibi (yurtdışı üniversitelerle ortak paralı programlar),

boş kalıyor.

 

Örneğin Çukurova Üniversitesi birinci öğretimde

Fen-Edebiyat Fakültesi her biri 82’şer kontenjanı olan

  • Fiziğe 2,
  • Kimyaya 15,
  • Biyolojiye 43,

MM Fakültesi 82’şer kontenjanı olan

  • Jeolojiye 53,
  • Madene 41,

Ziraat Fakültesinin 47’şer kontenjanı olan

  • Zootekniye 34,
  • Tarımsal Yapılar ve Sulamaya 25,
  • Tarımsal Makinelere 7 ve
  • Su Ürünleri Fakültesinin toplam 47 kontenjanına sadece 2 başvuru bulunuyor.

 Matematik ve İstatistik bölümleri de dahil tüm bu programların ikinci öğretimlerine hemen hiç başvuru bulunmuyor.

  Meslek Yüksekokullarında Pazarlama, Muhasebe, İşletme, Bilgisayar, Turizm, Tekstil ve Tarım Türü Programlar Çok Fazla Olup Bir Kısmı Boş Kalıyor

 ÖNLİSANS düzeyinde ise devlet üniversitelerinin yaklaşık % 9’u, vakıf üniversitelerinin yaklaşık % 19’u ve K.Kıbrıs üniversitelerinin % 72’si olmak üzere toplam önlisans kontenjanlarının % 10,07’si boş kalıyor.

 Önlisans programlara göre ayrıntılarına bakılırsa

  • Su Ürünleri, Tohumculuk, Seracılık, Sütçülük, Tavukçuluk, Et Ürünleri, Mantarcılık, Organik Tarım, Tıbbi Bitkiler, Peyzaj, Süs Bitkileri, Gıda vb.,
  • Pazarlama, Muhasebe, İşletme, Turizm-Seyahat,
  • Seramik, Maden, Sondaj, Gaz Tesisatı, Kimya, Tekstil, El Sanatları, Bilgisayar Programcılığı, İnşaat, Mobilya,
  • Otomotiv, Elektrik, Elektronik türü programların bir kısmının ikinci öğretimleri,
  • UOÖLP-Hackney Community College (İngiltere) gibi yurtdışı üniversitelerle ortak paralı programlar ile
  • Vakıf ve K.Kıbrıs’taki burssuz ücrete tabi programlar

boş kalıyor.

 

Sağlıkla İlgili Programlara İlgi Yüksek, Ziraat Fakülteleri De Toparlanıyor

 Önlisans ve lisans düzeyinde sağlıkla (medikal alanlarla) ilgili programlara genel bir talep bulunuyor.  Sosyal hizmetler gibi alanlar da istendik programları oluşturuyor. Ziraat Fakülteleri de birkaç programı hariç geçmiş yıllara göre genel bir toparlanma eğilimi gösteriyor.

 ÖRGÜN LİSANS PROGRAMLARINA YERLEŞMEDE İMAM HATİP LİSELERİ SON SIRALARDA YER ALIYOR

 Örgün 4 ve daha fazla yıllık lisans programlarında ilk sırayı % 75 başarı ile Sosyal Bilimler Liseleri alıyor. Bu okulları Fen Liseleri ile Öğretmen Liseleri takip ediyor.

 İmam Hatip Liseleri örgün lisans programlarına % 12’lik yerleştirme ile Askeri Liseler (% 38), Polis Kolejleri (% 20), Otelcilik ve Turizm Liseleri (% 15) ve Teknik Liselerin (% 14) ardında yer alıyor.

 

Okul Türlerine Göre Başvuran ve Yerleşen Aday Sayıları

  

  

  

ÖSYS'ye Başvuran

Yerleşen

Önlisans

AÖF

Lisans

Toplam

Lisans Yer. %

Toplam Yer. %

Sınavsız

YGS İle

SOSYAL BİLİMLER LİSESİ

838

0

0

9

631

640

75,30

76,37

ÖZEL FEN LİSESİ

3930

0

27

92

2529

2648

64,35

67,38

FEN LİSESİ 

9461

0

33

141

5648

5822

59,70

61,54

ÖĞRETMEN LİSELERİ 

29029

0

364

1079

16098

17541

55,45

60,43

Y.DİL EĞİTİM YAPAN ÖZ.L.

33468

0

1113

1297

18343

20753

54,81

62,01

ANADOLU LİSESİ 

180793

0

3489

5896

97431

106816

53,89

59,08

ASKERİ LİSE 

986

0

23

57

372

452

37,73

45,84

ÖZEL LİSE 

9847

0

689

738

3041

4468

30,88

45,37

POLİS KOLEJİ 

152

0

2

24

30

56

19,74

36,84

LİSE  

899965

0

94892

106405

165747

367044

18,42

40,78

OTELCİLİK VE TURİZM MESLEK

12200

3304

366

1115

1872

6657

15,34

54,57

TEKNİK LİSELER 

65705

17175

2927

3889

8939

32930

13,60

50,12

İMAM HATİP LİSELERİ

96145

0

5397

27284

11581

44262

12,05

46,04

LİSE(Y.DİL AĞIRLIKLI) 

20153

0

1257

4502

2399

8158

11,90

40,48

AKŞAM LİSESİ 

138

0

7

26

1

34

0,72

24,64

ÖZEL AKŞAM LİSESİ

6165

0

815

858

406

2079

6,59

33,72

SPOR LİSESİ 

1169

0

63

63

25

151

2,14

12,92

GÜZEL SANATLAR LİSELERİ

4379

0

177

172

94

443

2,15

10,12

TİCARET MESLEK LİSELERİ

114196

38186

2730

15949

5229

62094

4,58

54,37

ENDÜSTRİ MESLEK LİSELERİ

192596

56349

5702

15765

3570

81386

1,85

42,26

KIZ MESLEK LİSELERİ

145106

23948

9279

23726

8990

65943

6,20

45,44

SAĞLIK MESLEK LİSELERİ

43616

9315

386

11721

1981

23403

4,54

53,66

SEKRETERLİK MESLEK LİSELERİ

50

4

1

16

3

24

6,00

48,00

ASTSUBAY HAZIRLAMA OKULLARI

684

18

20

204

39

281

5,70

41,08

DİĞER MESLEK LİSELERİ

24612

5358

938

2750

2336

11382

9,49

46,25

DİĞER  

96

0

1

7

7

15

7,29

15,63

Genel Toplam 

1895479

153657

130698

223785

357342

865482

18,85

45,66

 

Adnan Gümüş, Prof. Dr., Sosyolog,

Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi

Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it., 0505-544 43 03

FİŞ+LE+ME

4+4+4’E KARŞI ÇIKAN ÖĞRETMENLERİNE DESTEK OLAN İLKÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİ FİŞLENİYOR

Son dönemlerde antidemokratik uygulamaların yaşandığı şehir olarak gündemden düşmeyen Adana’da bir skandal daha yaşandı.

Pozantı Cezaevinde çocuklara yönelik cinsel taciz ve tecavüz olayları gündemdeki yerini koruyorken, iki gün önce Eğitim Sen Adana Şubesinin çağrısı ile 4+4+4 düzenlemesine karşı yapılan ve KESK MYK üyelerinin de bulunduğu eyleme katılan Akkapı Şehit Kemal Yüzgeç İlköğretim Okulu öğrencileri polis tarafından fişlendi. Eyleme katılan onlarca öğrencinin fotoğraflarını çeken sivil polisler, dün sabah okula giderek çekilen fotoğraflar üzerinden öğrencilerin bilgilerini ve T.C. kimlik numaralarını istediler. Yaşananlara tepki gösteren Eğitim Sen Adana Şube Yöneticisi Orhan Alıcı ise, öğrencilerin fişlenmesinin kabul edilemeyeceğini ifade etti.

TAHAMMÜLSÜZLÜK ORTAOKULA KADAR İNDİ

Emek, demokrasi güçlerince yapılan her eylem sonrası gözaltıların yaşandığı, para ve hapis cezalarının verildiği Adana’da, eğitim alanındaki bir düzenleme ile alakalı yapılan açıklamaya ortaokul öğrencilerinin katılmasına dahi tahammül edilemiyor. Pozantı cezaevinde TMK mağduru çocukların maruz kaldığı cinsel şiddet ve Devlet Parasız Yatılılık ve Bursluluk sınavlarına hükümlü ve tutuklu çocukların girmesinin engellendiğinin ortaya çıkması tartışılıyorken, polisin ortaokul çocuklarını fişlemesi iktidarın baskıcı politikalarını tekrar gözler önüne serdi.

BU EYLEM ÖĞRENCİLERİN HAKKI

Konuyla alakalı görüşünü aldığımız Eğitim Sen Şube Yöneticisi Orhan Alıcı “Eğitim Sen’in böyle bir çağrısı vardı ancak tek bir okula çağrı yapmadık, eyleme gelen öğrenciler tamamen demokratik tepkilerini göstermişlerdir” sözlerini kullandı. 4+4+4 düzenlemesinin çocukları ilgilendiğini belirten Alıcı, düzenlemenin muhatabı olan çocukların böyle bir eyleme katılmasının en doğal hakları olduğunun altını çizdi. Demokratik ülkelerde, demokratik talepler için öğrencilerin tepki verebileceğine vurgu yapan Alıcı, çocukların böyle bir düzenleme karşı çıkmalarının hakları olduğunu söyledi.

POLİS DEVLETİ UYGULAMASI

Çocukların, yapılan düzenlemenin mağduru olduğunu anlatan Alıcı şunları söyledi: “Bu düzenlemeler yapılıyorken, çocukların fikri alınmıyor. Çocukların bu durumda, böyle bir düzenlemeye karşı çıkması çok normal. Bu yaşananlar tamamen polis devleti uygulamasıdır. Başka bir izahı bulunmuyor.” Polislerin, çocuklara yönelik fişleme çalışmalarına da tepki gösteren Alıcı, yaşananların yanlış olduğunu belirtti. Adana’da her türlü demokratik ve yasal eyleme, talebe karşı polis şiddeti ve baskısı ile cevap verildiğini söyleyen Alıcı, öğrencilere dönük fişlemenin kabul edilemeyeceğinin altını çizdi. Çocuklara yönelik baskıların, tutuklamaların arttığını hatırlatan Alıcı, yaşananların polis devleti olmanın açık ifadesi olduğunu aktardı. Adana’nın bir süredir çocuk hakkı ihlalleri ile gündemden düşmediğine dikkat çeken Alıcı, çocuklara yönelik yaşananların sistemin planlaması sonucu olduğunu söyledi. (Adana/EVRENSEL) Faruk Ayyıldız

 


 

MÜFETTİŞLER ARAŞTIRACAK

Konuyla ilgili İl Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilisi ise şikayetin teftiş kurulu başkanlığına gideceğini ve görevlendirilen müfettişlerce araştırılacağını ifade etti. Alo 147 şikâyet hattına bildirilen şikayetlerin kaydedildiğini araştırıldıktan en geç üç gün sonra şikayet sahibine bilgi verileceğini söyledi.

Kar yağışı ile birlikte yollarda araçların kalması, uçak seferlerinin ertelenmesi veya geçici olarak iptal edilmesi bir anda sanki daha önce hiç böyle bir şey yaşanmamış. 30 Ocak tarihli bir gazetemiz “yüz yılın en soğuk kışı” adlı bir başlık atması ile gazetelerin de meteoroloji eğitimi alan kişilere danışması gerektiği görülüyor. Daha öncede aldığım notlarda 80’lı yıllar da olsa gerek bir gazetenin başlığı “İstanbul’da kar yağdı 4 milyonluk şehir maf oldu”. O zaman kentin nüfusu 4 milyon ve kar yağışı sonrası hayat durma noktasına gelmişti. O zaman o gazetenin ne denildiğini anlayamamıştım nerdeyse 30 yıl sonra nüfusu 15 milyon olan şehir gerçekten yağan kar ve soğuk sonrası maf olmuş. Tabii o dönemde bir ulusal TV kanalının o zaman Rusya üzerinden gelen Sibirya soğukları ile yağan karı “Türk düşmanı kar” başlığını kullanmıştı.

 

İstanbul’daki kar yağışı sürecinde birçok gazetede gerek başlıklar ve gerekse birikimli sandığımız yazarlarımızın yorumları ise içler acısı. Basın kar yağışını ve soğuk olgusunu öyle bir anlatıyor ki insanlar neden niçin den çok yaşanan zorlukları ve yollarda kalan insanların serzenişlerini gündeme taşıyarak süreci karatmaktadırlar.

  

Medyanın Ekoloji Konusuna Önem Vermelidir

 

Medyanın bu konudaki tutumu beklide kendiliğinde gelişiyor ancak daha bilinçli olarak olup biteni abartmamak kaydı ile toplumu eğiterek sürecin normal bir doğa olayı olduğunu belirtmeleri gerekir. Son günlerde yağan kar yağışı belirli illerde termometrelerin -36 0C dereceyi göstermesi ile başlayan kaygılar klimatoloji, ekoloji bilimi ve tarihi bilgisi konusunda ne kadar yetersiz olduğumuzu gösteriyor. Yıllardır yazılarını okuduğumuz bu yazarların toplumu eğitmek, ufkunu açarak olup bitenin bilincine vardırmak yerine genel görünüm ile geçiştirmelerini görünce gerçekten ekoloji konusunda ne denli yetersiz olduğumuz görülüyor.

  

İklim ve Atmosfer Bilimine Önem Vermeliyiz

 

Ülkemizde iklim konusunda yaşanan gelişmeler konusunda son yıllarda bazı TV kanallarında uzman meteorologlar bulunuyor ancak yine de en doyurucu açıklama Prof. Dr. Miktad Kadıoğlu ve Prof. Dr. Murat Türkeş tarafından yapılmaktadır. Bilimsel olarak İTÜ ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi konu hakkında temel araştırma yapan öncü bilim kuruluşlarımızdır. Diğer üniversitelerin de atmosfer bilimi ve iklim değişimleri konularına ilgi göstermeleri ülkemiz bilimi açısından yaralı olacaktır.  

  

İklim Konusunda Tarih Bilincimiz Yetersiz

 Genelde tarihi bilinci konusunda hafızamızın bütüncül bakma konusunda da eksik olduğu görülüyor. Tarih bilincimiz de olmadığı için geçmişte İstanbul boğazının donduğunu, belirli dönemlerde aşırı yağışlar sonucu birçok ırmağın taştığını, yanar dağların püskürmesi sonucu uzun süre güneş ışınlarının yer yüzeyine ulaşamaması nedeniyle bitkisel üretimim gerçekleşmediği çok bilinmiyor. Tarihteki birçok sosyo-ekonomik nedeninin ilkim ile doğrudan ilişkili olduğunun bilinmesi önemlidir. Özellikle iklim değişimleri sonrası tarımda yaşanan düşük tarımsal verimin önemli etkilerinin olduğu çok az bilinmektedir. 

İklim Değişimleri Kaçınılmaz

 Doğanın bu konudaki gizemini (sırlarını) kısmen biliyoruz ancak konu hakkında daha çok bilgiye gereksinim olduğu muhakkaktır. Günümüzde iklim değişimleri ve bunun küresel etkileri konusu günümüz bilim dünyasının en sıcak araştırma alanlarıdır. İklim değişimleri konusunda doğrudan çalışan iklim bilimcileri matematiksel modeller ile geçmiş bilgileri kullanarak olası senaryoları ortaya çıkartmaktadırlar.Sanayi devrimine kadar atmosferde 280 ppm olan CO2 miktarı bugün 386 ppm düzeyine çıkmıştır. Beklenen iklim değişimlerinin yaşanacağı, ülkemizin güney ve doğusunda yağışların azalacağı, bunun sonucunda da yeni sosyo-ekonomik olguların yaşanacağının bilinmesi gerekir.

Tekrar kar ve fırtınalara dönecek olursak olayın bir sebep sonuç ilişkisi olduğu görülecektir. Olayın birkaç boyutu var:

  1. Olay tamamen doğal bir sürecin sonucu oluşmaktadır. İstanbul’da bugün kar yağmıyor. Geçmişte daha şiddetli kışlar yaşanmıştır. Bu bölgenin doğasına uygun olarak yarın da kar yağar ve belirli dönemlerde bundan daha şiddetlisi de yaşanabilir. İstanbul’un klimatolojik verilerine bakılması durumunda, mutlaka geçmişte bundan daha sert kışların olduğu görülecektir. Kaynağını ve tarihini hatırlayamadım ancak rivayet o dur ki bir zamanlar İstanbul boğazının buz tutuğu ve insanların karşıdan karşıya yürüyerek geçtiği yönündedir.  

Büyüdüğüm köydeki yaşlı dedeler, yerleşik hayata geçmeden çadırlarda yaşadıklarını ve kışın boyunca kar yağdığını ve günlerce çadırlarda aç-susuz zaman zaman uykusuz günler geçirdiklerini belirtmişlerdi. O dönemlerde yüzlerce hayvanın telef olduğunu anlatımlarından hatırlıyorum. Çocukluğumda kaldığımız tek katlı topraklı evde 1967-68’lı yıllarda yağan karın evin boyunu aştığını ve iki gün hayvanları dışarı çıkartamadığımızı hayvanlara kar suyunu içirttiğimizi hatırlıyorum. Bütün bunların anlamı geçmişte bu tür zorlu kışların yaşandığını ve ileride de daha şiddetli doğa olayları ile karşılaşabiliriz. Çünkü doğanın kendine özgü işleyiş mekanizması vardır. Doğa ile bilek güreşine girmek bugünkü bilgi birikimiz ile mümkün değildir.

 2. Olayın bir diğer sorunu kentlerin yönetimi ile ilgilidir. Mega kentleri yöneten yöneticilerin ve ekibinin olaylar hakkında öngörülü ve bilgili olmasıdır. Bir şehrin alt yapısı yanında planlanmasının net olması gerekir. Bu karın bizden önce Avrupa’nın bir ülkesinde daha etkili yağdığı ancak bizdeki gibi bir anda şehrin teslim olmadığı görülüyor. Japonya’da yansıyan görüntüler araçların boylarının birkaç katı kalınlığındaki kar yığınları arasında yolların açık tutulduğu görüntüleniyor. Gelişmiş ülkelerde her durumda alternatif yaklaşımları var. Çok önceden öngörülü olarak sokak ve caddeleri geniş tutulmuş. Trafiğin nasıl tahliye edileceği biliniyor. Bizdeki gibi, (bir kaç yıl önce İstanbul Tem otoyolunda) bir Tır’ın yoldan çıkması ile yaşanan trafik kazası ile 24 saat boyunca yolun kapanması sonucu binlerce insan arabalarını bırakıp canını kurtarması olayı yaşanmamaktadır. Peki, bunun sebebi kim? Tır şoförü, arabasını trafikte donmamak için bir yerlere sığınan vatandaş mı yoksa trafikten belki de hiç anlamayan ancak benim adamım diye göreve getirtilen sorumlu kişiler mi? Yoksa bu görevlendirmeyi yapan belediye başkanımı? Yoksa bir bütün olarak sistemimiz mi? Belki de hepsinin/hepimizin sorumluluğu vardır.

Yakın geçmişte dünyanın küresel iklim değişiminin ileride ısınma ile sonuçlanacağı sık sık gündem geliyor. Küresel ısınma beklenirken bir anda şiddetli kar ve soğuk kafalarda kuşku yaratı. Bugünlerde basına yansıyan haber ve görüntülerde bütün Avrupa’da son 40-50 yıldır görülmemiş çok şiddetli bir kış yaşanıyor. Avrupa’da yaklaşık 500 kişi soğuklardan hayatını kaybetti. Ancak Avrupa’nın alt yapısı ve çabuk organize olmaları nedeniyle bizim kadar sorun yaşanmamaktadır. Ne yazık ki soğuklardan ölenlerin çoğunluğu evsizlerden oluşmaktadır.

  

3. Olaylara bütünsel bakmak gerekir. Küresel iklim değişimi sürecinin gerek doğal sürece uygun olsun ve gerek insan eli ile yaratılsın iklimde değişimler yaşanacak ve dünyanın değişik bölgelerinde farklı yansımalar görülecektir. Doğal olarak olay bir bütün olarak ele alındığı zaman tamamen sistemin doğru işenmemesini sağlamayan yapının sorgulanması gerekir. Toplumsal suç ortaklığı içinde olup bitenlerden kendisini sorumlu tutmayan sıradan insandan yetkiliye kadar hepimizin bundan payı bulunmaktadır.

  

Bilmemiz gereken gelecekte de daha şiddetli kar yağışları yağacak, iklim değişimlerinin etkileri ülkemizde farklı yansımalar gösterecektir. Gelecekte iklim değişimlerine bağlı olarak geniş bir coğrafyada su sorunu yaşanacak, bazı bölgelerde mevsimlerde önemli derecede erken başlamalar görülecektir. Ancak en önemlisi bu bilgi ve bilince uygun olarak başta iklim değişimlerinde yaşanacak sorunlara hazırlıklı olmalıyız. Eğer bilinçle bugünden önlem alınmasa ileride yaşacak daha aşırı kay yağışları, seller ve diğer doğal fırtınalar neden olacak çok daha sorun yaşar dururuz.

 

Sonuç olarak kışın her alanda çok serte yaşandığı bugünlerde küresel iklim değişimlerinin yaratacağı etkileri de düşünerek eğitimizde bu konuları da işlememiz gerekir. İlk ve orta öğretimde iklim bilimi, doğa ve tarım konusunun da müfredata alınması gelecekteki nesillerinin bilinçli yaşamasına katkıda bulunacaktır. Ülkemizin bulunduğu coğrafyada ileride iklim değişimlerine bağlı olarak belirli bölgelerin daha az yağış alması sonucu yer yer kuraklar ve buna bağlı olarak ekolojik değişimlerin yaşanacağı beklenmektedir. İklimde yaşanacak değişimler doğrudan tarımın etkileyebileceğini öngörerek iklim-tarım ilişkileri konusunda daha fazla bilimsel araştırma yapılmalıdır. Tarım-toprak yönetiminin karbon dinamiği üzerindeki etkileri ileri düzeyde araştırılmalıdır. Ülkenin bu konularda temel araştırmalar yapacak bir birimlerin oluşturulması kaçınılmaz görülüyor.

 

Prof. Dr. İbrahim Ortaş,

Çukurova Üniversitesi, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

17 Bin Atama Kangrenleşen Yaraya Merhem Olamaz!

Eğitim Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız'ın "17 Bin Atama Kangrenleşen Yaraya Merhem Olamaz!" başlıklı açıklama metnidir.

20.01.2012

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında 17 bin öğretmen ataması için protokol imzalandığı yönünde basında bazı haberler yer almıştır.

Hemen belirtmek isteriz ki “öğretmenlere müjde” şeklinde sunulan söz konusu protokol, ataması yapılmayan yaklaşık 400 bin öğretmen gerçeği düşünüldüğünde çok küçük bir kısım için müjdeli olacaktır. Üstelik MEB’in lütfederek 17 bin atama yapılacağı haberini müjdelerle vermesi, ne yazık ki sayısı her geçen gün artan intihar eden öğretmenler gerçeğinin içimizi yakmasını da engellemiyor.

Ataması yapılmayan, işsiz öğretmenlerimize “gidin kendinize başka iş bulun” diyen Bakan Dinçer’in, 17 bin öğretmen atamasını lütuf gibi sunmasını anlamak zor değildir. Çünkü 17 bin şanslının dışında kalan yüz binlerce öğretmenimiz, gencimiz işsizliğe ve güvencesizliğe bilinçli politikalarla mahkum edilmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla Milli Eğitim Bakanı Dinçer’in müjdesi yüzbinlerce öğretmenimiz için kara bir haberdir. Aylardır seslerini duyurmaya çalışan ataması yapılmayan, işsiz öğretmenlerimize müjde olarak sunulan 17 bin atama en açık anlamıyla “umut tacirliğidir”. Ne yazık ki bu oyuna gelen kimi sendikalar da bu komik rakamlarla ataması yapılmayan yüzbinlerin yüreğine su serpebileceğini sanan hükümetin elini güçlendirmekte, ihtiyaç rakamın yanından bile geçmeyen bu rakam için her nasılsa teşekkür edebilmektedir.

Resmi rakamlara göre ifade edilen yaklaşık 150 bin öğretmen açığı özellikle giderilmek istenmemektedir. Çünkü AKP, az sayıdaki atamaları müjdeyle sunabilmek için büyük bir işsiz, ataması yapılmayan öğretmen kitlesini korumak zorundadır. Eğitim emekçilerinin çalışma koşullarına saldırabilmek için modern kölelik halini almış ücretli öğretmenlik uygulamasını korumak zorundadır.

Gerekli atamayı yapmak için bütçe kısıtlarını öne süren hükümete soruyoruz: Gelecek nesillerin nitelikli bir eğitim almasından daha öncelikli ne harcamanız olabilir? Eğitim Sen olarak yineliyoruz: Eğitimde güvenceli ve yeterli sayıda öğretmenin atanması nitelikli eğitimin olmazsa olmaz koşuludur. İktidarınızla kangrenleşen bu soruna kalıcı bir çözüm getirmek yerine göstermelik atamalar yaparak gözümüzü boyayamazsınız. Tüm ataması yapılmayan öğretmenler için güvenceli atama istiyoruz!

SON GELİŞMELER VE TUTUMUMUZ 

Halil Kara

Eğitim Sen Adana Şube Eğitim Sekreteri

  • Ömer Dinçer’in Milli Eğitim Bakanı olması, kamunun yeniden yapılandırılmasında eğitim alanına dönük bir operasyondur. Aslında TKY, Norm Kadro uygulaması, Eğitim Bölgeleri, Yeni Müfredat, sözleşmeli-ücretli öğretmenlik uygulamaları, okulların hizmet satın almaları(ücretli-sözleşmeli hizmetli çalıştırılması), Okul Aile Birlikleri Yönetmeliği, İKS, TEFBİS uygulamaları, 652 Sayılı KHK (Milli Eğitim Bakanlığı Teşkilat Yasası) adım adım eğitimin özelleştirilmesine yönelik kaldırım taşlarıdır.

    Son günlerde bakanlığın kendine yakın bazı internet sitelerine sızdırdıkları haberler ve bazı demeçler ortalıkta gezmektedir. ‘Üç ay tatil yaptığımız’, ‘ek ders ücretinin kaldırılacağı’, ‘tam gün çalışma’, ‘hafta sonu çalışma’, ‘öğretmene rotasyon’, gibi söylemlerin bazıları hükümetin gerçekleştirmeyi planladığı hak gaspları olacağı gibi bazıları ‘kulak aşinalığı yaratma’. ‘Ölümü gösterip sıtmaya razı etme’ taktiğidir. ‘Namazdan namaza mesai’ kafalarının arkasında ki gerici-dinci düşünceyi ele vermekle birlikte asıl olan ulusal ve uluslar arası sermayenin çıkarları doğrultusunda daha fazla kar, daha fazla sömürü tutumudur.

    Sermayenin ve onun hükümetinin bu tutumları onların sınıf tutumlarıdır. Burada sorulması gereken bizim tutumumuzun ne olduğu ve ne olacağıdır. Bu kadar uluslar arası bağlantılı, geniş kapsamlı saldırı dalgasına taban ve üyelerden kopuk birkaç basın açıklaması, bir iki protesto gösterisi ile karşı konulamayacağı ortadadır. Öncelikle sendikayı bir ‘muhalefet örgütü’ durumundan çıkarıp hak ve özgürlükleri koruyan ve geliştiren bir ‘mücadele – sınıf örgütü’ durumuna getirmeliyiz.
    Birleşik hareketi KESK-DİSK- TTB-TMMOB’yi bir araya getirerek sağladığımız yanılsamasından kurtulmalıyız. (Diğer yanları bir yana TTB ve TMMOB üyelerinin birçoğu zaten KESK üyesidir.)

    Yukarıda lokal olarak eğitim alanındaki saldırılar bile alanımızdaki diğer sendikalarla birleşmeyi daha da olanaklı hale getirmiştir. Yeter ki niyetimiz olsun.

    Başta kadrolar olmak üzere hızla içinde bulunulan ruh halinden çıkılmalıdır. Yenilmişlik psikolojisi, tembellik, konformizm ve sendikalizm batağı terk edilmelidir. İşyerleri ‘mesken’tutulmalı, örgütü yeniden emekçilerin gözü-kulağı, yaptığı ve söyledikleri dikkate alınan prestijli bir örgüt haline getirmeliyiz.

    Üst yöneticilerin ‘üst perdeden’ siyaseti terk edip üyeleri ve emekçilerle siyaset yapmaya başlamaları önemli bir adım olacaktır.

    Halil Kara 

Eğitim Sen Adana Şube Eğitim Sekreteri

BARINAK lazım, çadır lazım, prefabrik ev lazım.

Ne ev kalmış ne ocak; yemek lazım, su lazım, ekmek lazım.
Isınmak lazım, battaniye lazım, palto lazım, bere lazım.
Çocuklara oyuncak lazım, hastaya ilaç lazım.
TIR’ların yola koyulması lazım, uçakların ek sefer yapması lazım.
Arama/kurtarma ekibi lazım, doktor/psikolog lazım.
Bu saydıklarım lazım, daha fazlası da lazım.
Bir de...
Acımız taze, şimdilik bekleyelim.
Ama sonra...
Başka bir acil ihtiyaç listesi lazım.
Deprem herkesi eşit sallarken, bu felaketi bile nasıl “Türk/Kürt” diye okumaya başladık acil akıl/fikir yardımı lazım.
Allah hasta ruhlarına şifa versin, kimilerine, “Oh olsun” diyebilenlere acil vicdan yardımı lazım.
Bu binaları kimlerin yapamadığını, yapamayanları kimlerin denetlemediğini, bu izinleri kimlerin verdiğini sormamız lazım.
Depremden depreme konuşup unuttuklarımızı hep hatırlamak ve hesap sormak için acil hafıza yardımı lazım.
Deprem için toplanan vergilerin kuruş kuruş hesabını soracak acil cesaret yardımı lazım.
Geliştikçe gelişen, büyüdükçe büyüyen ekonominin insanları 2011’de niye çamurdan sıvanmış evlerde yaşıyor ve ölüyor sorgulamak lazım.
Ölülerimizi gömüp, yaralarımızı sarıp, gözyaşlarımızı sildikten sonra.
Bir tokat da kendimize atıp, birbirimizi ve sorumluları omuzlarından tutup 7.2 şiddetinde sarsıp sorular sormamız, cevaplar bulmamız lazım.
Acil akıl, acil fikir, acil cesaret lazım.
Van... Kalbimiz kırık.
Acil şifa lazım.

Kanat AKKAYA

Hürriyet