Yeni Yükseköğretim Yasası Ne Getiriyor ve Ne Götürüyor?

Yeni Yükseköğretim Yasası Ne Getiriyor ve Ne Götürüyor?

Prof. Dr. İbrahim Ortaş,

Çukurova Üniversitesi, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Yeni TYÖK ve eski YÖK yasası uzunca eleştirilerden sonra Rektörler ve UAK üyelerinin bilgisine sunuldu.

Yeni yasanın üniversite tanımı özerklik ve evrensel yükseköğretim anlayışı ile çelişmektedir. Yasa fırsat eşitliği, demokrasi, rekabet gibi önemsenen söylemler olmakla birlikte üniversitelerin olmazsa olmazı olan özerkliği bay pas ederek üniversite üst yönetimlerinin oluşumunu kontrol etmeyi öngörüyor. Yasa temelde rektörlük seçimi sorununa odaklanmış ve kontrolü doğrudan veya dolaylı olarak hükümet ve TYÖK’e bağlı bir üniversite konseyi tarafından yürütülmesini hedefliyor. Yasa üniversiteleri kendi içinde gelişmişlik düzeylerine göre birkaç konsey modelini öneriyor. Kendi gelirini kendisi oluşturan ilk 10 kadar üniversiteyi bir kategoriye koyarak adeta mütevelli heyeti yöntemi ile rektör atamasını öneriyor. Yeni kurulan ve sınırlı sayıda öğretim üyesine sahip üniversiteleri bir şekilde atama benzeri bir yola rektör atamasını öneriyor. Geriye kalan geniş bir üniversite grubunu da kısmi kontrol ile rektör atamasını öngörüyor. Rektör atanması açıkça siyasileşeceği ve yer yer yerel YÖK yapılarının oluşacağı kaygısı öne çıkmaktadır.

Yasanın bu hali üniversite özerkliğini tamamen ortadan kaldıran, özel ve yabancı üniversitelerin önünü açan, öğretim üyelerini kendi kararlarını verme olanağını elinden alan ve birer çalışan memur durumuna getirmektedir. Önerilen yasadaki rektör seçimi yöntemi mevcut anayasanın 130 ve 131 maddesine aykırı, diğer bazı pratik öneriler ise anayasaya bile gereksinim duymadan mevcut 2547 sayılı yasa kendi içinde alacağı kararlarla çözebilir.

Aşağıda yasanın önerildiği şekli ile ana hatlarını ve görüşlerimi de katarak işledim. Mevcut YÖK yasası son 30 yılda üniversitelerimizi verimsizleştirdi. YÖK yasası ilk oluştuğunda yapılan eleştirilerin tümü haklı çıktı. Ülkemiz bilim dünyasından koptu ancak 2547 sayılı yasaya karşı önerilen yeni yasanın bu halini hak etmediğimizi düşünüyorum. Üniversite kamuoylarında aldığım ilk tepki üniversite kamuoyunun kabul etmeyeceği yönünde. Hatta 2547 kalsın daha iyi diyenleri duydum.

 

Yeni Yasa Sekiz Ana Bölümden Oluşmaktadır:

1. Yükseköğretim Kurumu Statüleri,

2. Yükseköğretim Kurumunun Yönetimindeki Ana Organlar,

3. Yükseköğretim Alanının Koordinasyonu Ve Üst-Yönetimi,

4. Eğitim,

5. Yükseköğretimde Araştırma,

6. Toplumsal Hizmet,

7. Yükseköğretimin Denetimi Ve Kalite Güvencesi,

8. Öğretim Elemanı Atama Ve Yükseltme Süreçleri.

YÖK’ün adı değişiyor
YÖK’ün adı başına Türkiye kelimesi eklenerek Türkiye Yükseköğretim Kurulu olarak değişiyor. TYÖK’ün yapılanması organlarının seçimini de eski YÖK yasasında olduğu gibi yine Cumhurbaşkanı, üniversiteler ve Bakanlar Kurulu yapıyor. Bir alternatif olarak TBMM de düşünülüyor. Bir öneri olarak Üniversitelerarası Kurul ve Rektörler Konseyi de kaldırılarak yerine Rektörler Kurulu getiriliyor.

Dünyada örneği olmayan YÖK’ün artık kaldırılması ve yerine bir koordinasyon merkezi olarak Rektörler Kurulunun kurulması daha yaralı olur görüşündeyim.

Performans Geliyor

Yeni yasa önerisi biraz da rekabeti teşvik etme, yükseköğretim kurumlarının kendi içinde performansı öne çıkaran bir yönetim modeli geliştirmesi öneriliyor. Akademik üretimi merkeze alarak desteklemeyi öneren bir yapı öneriliyor. Akademisyenlerin performansları doğrudan kurumun performansına yansımak ve performansın maaşa yansıtılması öneriliyor. Performans konusu sorunlu ve eğer somut ölçülebilir ölçütler sağlanmasa kişiler arasında gereksiz ayrıcalıklar yaratacak gibi görülüyor. Tabii akademisyenlerin performansları kurumun performansına yansıtılması eğer sağlıklı işletilirse kısmen üniversiteler İYİ AKADEMİSYEN alımı için daha seçici davranmak zorunda kalabilirler, bu da önemli olabilir. Ancak üniversitelerin akademisyen yetiştirme konusundaki ihtiyacını ve sorunu çözemeyecektir. Nitelikli öğretim elemanlarının akademik yapının kilit taşları olduğu ve başarının üniversitenin başarısı olarak değerlendirilmesi ile Türkiye’de belirli sayıda yükseköğretim kurumunun bünyelerinde nitelikli öğretim elemanlarını bulundurarak farklılaşması sağlanabilir. Performans her fakülte için nasıl uygulanacak net değil. Her birim bilimsel ve hizmet çıktıları bir birinden çok farklı olması nedeniyle ölçütler net olmalıdır.

 

Özel ve yabancı üniversitelerin kurulması yolu açılıyor.

Yeni yapıda 4 farklı yükseköğretim kurumu öngörülüyor:

1) Devlet üniversiteleri, 2) Vakıf üniversiteleri, 3) Özel üniversiteler, 4. Yabancı üniversiteler

Özel ve yabancı üniversitenin eğitim sistemine zararları çok daha fazla olabilir.

Yeni yasa ile “Özel hukuk tüzel kişiliğini haiz ve Yükseköğretim Kurulunun teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile kurulan Özel yükseköğretim kurumu. Yabancı Yükseköğretim Kurumları da öngörülmektedir”.

Mevcut yasada devlet ve vakıf üniversiteleri mevcut. Ancak özel paralı üniversite yok. Sanırım özel üniversitelerde tüm finansman, eğitim hizmetini alan öğrenciler tarafından karşılanacak. Yasanın önerdiği özel ve yabancı üniversitelerin Türkiye’de şube açması, fakülte açması çok ciddi sorun yaratabilir. Mevcut hali ile çoğu Vakıf üniversitesi kontenjan doldurma sorunu nedeniyle kapanma noktasına gelmişken, yeni özel üniversite ve kontrolsüz yabancı üniversiteler sorun olabilir. Mevcut halde vakıf üniversitelerinin alt yapısı oluşturulmadan açılması nedeniyle kısa sürede çoğunun ilgi görmediği gözlenmiştir. Vakıf üniversiteleri akademik kadrolarını çoğunlukla devlet üniversitelerinden yüksek maaşla sağlamış ve devlet üniversiteleri bu arada akademik anlamda kan kaybetmiştir.

Bugüne kadar özel ve yabancı üniversite çekingen olarak siyasilerin gündemine gelmiş ancak Anayasa Mahkemesi tarafından ret edilmiş, yabancı üniversiteler ise Milli Güvenliğe aykırı görülmüş. Türkiye’de 1960’lı yıllarda özel akademiler (üniversiteler) açılmış ve ciddi tartışmalar üzerine kapatılmışlardır. Başta Amerika olmak üzere Asya'da önerilen bu özel üniversite anlayışı ticarileşmiş ve zamanla sorun oluşturmuştur. Son yıllarda bölgemizde Katar, Bahreyn, Ürdün ve diğer Arap ülkelerinde açılan bazı üniversitelerin değişik nedenli krizlerle kapandığı ve öğrencilerin mağdur olduğu biliniyor.

Çoğu yerde “Kayıt yap diplomanı al” veya  “Denize nazır binalarda diploman hazır“  anlayışı ve reklamı sorun oluşturabilir.

 

Üniversite Konseyi (Mütevelli Heyeti) Geliyor

Belirlenen şartları taşıyan kurumsallaşmış bazı üniversitelerde Üniversite Konseyi kurulabilecektir. Devlet üniversitelerinde Bakanlar Kurulu kararı ile oluşturulacak Üniversite Konseyinin kuruluşunda, en az 10 yıldan beri faaliyette olması şartı aranacaktır.

Konseyin oluşması şartları tam anlaşılmamakla berber taslak metinde “Devlet üniversitelerinde Bakanlar Kurulu kararı ile kurulacak olan Üniversite Konseyinin kuruluş şartları arasında, şu anki tartışmalar itibariyle, en az 10 yıldan beri faaliyette olması; son 5 yıl içinde yükseköğretim kurumunun bütçesinin, Kurul tarafından belirlenen miktarının kendi öz gelirlerinden elde edilmesi; öğretim elemanlarının son 3 yıllık akademik faaliyet puan ortalamasının, 10 yıldır faaliyetini sürdüren devlet üniversitelerinin öğretim elemanlarının ortalamasından fazla olması; öğretim elemanlarının en az üçte ikisinin katıldığı bir oylamada katılanların salt çoğunluğunun oyu ile kabul edilmesi ya da oylama olmaksızın Yükseköğretim Kurulu tarafından doğrudan Bakanlar Kuruluna teklif edilmesi gibi şartlar bulunmaktadır”.

Çok tartışmalı ve üniversite öğretim üyelerinin iradesinin sınırlandırıldığı ve siyasetin etkisinin baskın olacağı bir yapılanma öneriliyor. Konseyde en çok vergi veren üyenin atanması teklifi daha önce de birkaç kez gündeme gelmişti, ancak kamuoyunda parayı nasıl kazandığı bilinen bir iki ismin tartışma konusu olmaya başlaması ile teklif geri çekilmişti.

Yasa “Üniversite Konseyi, mevcut öneride, 11 kişiden oluşur. 5 üye üniversitenin her biri farklı fakültelerden ve bölüm başkanı ve üstü herhangi bir idari görevi olmayan kendi öğretim üyeleri arasından; 2 üye Bakanlar Kurulu tarafından; 2 üye Yükseköğretim Kurulu tarafından (ilgili üniversitenin profesörleri) arasından seçilir. Bu 9 üyenin seçeceği 1 üye ilgili üniversitenin mezunları arasından; 1 üye üniversitenin bulunduğu ilde en çok vergi verenler arasından ve/veya üniversiteye en çok bağışta bulunanlar arasından seçilir” deniyor. Daha öncede çok konuşuldu, en çok vergi ödeyen kişinin nasıl kazandığı sorusu hep soruldu, sorulacak. Bakanlar Kurulu aracılığıyla doğrudan /dolaylı olarak siyasetin üniversite yönetimine karışmasının yaşananlardan hareketle olumlu karşılanmayacağı ve sorunları daha da büyüteceği kaygısı oluşmaktadır.

 

Konseye Süper Yetkilere Sahip:  Yeni yasada YÖK yerine isim değişikliği ile oluşturulacak Türk Yükseköğretim Kurumu TYÖK üniversite konseyi üzerinde denetleyici olacaktır. Yasa önerisiyle “Üniversite Konseyi, rektör ve dekanları seçer ve atar; Üniversite stratejik planını ve performans programını onaylar; üniversite yatırım programını karara bağlar; Üniversite adına kamulaştırmaya, gayrimenkul satın alınmasına ve üniversitenin mülkiyetindeki gayrimenkuller üzerinde üçüncü kişiler lehine ayni hak tesisine karar verir; öğrenci kontenjanlarını ve öğrenim ücretlerini Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde belirler; sözleşmeli öğretim elemanlarına ve idari personele yapılacak ücret ve diğer ödemeleri belirler; senatonun ve üniversite yönetim kurulunun bazı kararlarını onaylar”.

Üniversite Konseylerinin önemli görevlerinden biri de “öğrenci kontenjanlarını ve öğrenim ücretlerini belirler” deniyor. Bu durumda üniversitelerde öğrencilerden ücret alınacağı belirtilecek.

Üniversitelerin faaliyetleri TYÖ bünyesinde Değerlendirme ve Denetleme Daire Başkanlığı kurulacak. Kurul, yıllık hazırlayacağı rapor ışığında üniversite hakkında yol gösterici, düzeltici, iyileştirici, kısıtlayıcı ve faaliyet iznini kaldırıcı önlemler alabilecek denilmektedir.

Bu hali ile üniversite ÖZEKLİĞİNDEN uzaklaşılacağı görülüyor. Konseyin üniversite yönetimini oluşturması öğretim üyelerinin devre dışı bırakılması ve birer memur konumuna getirecektir.

Yeni adı ile konsey-ancak yapı olarak “mütevelli heyetini” andıran yapılanmanın oluşması ile üniversitelerin yapısı iyice bozulur ve onarılması zor sorunlar yaratır. Ülkemizde maalesef toplumun çoğunluğunun gözünde üniversite bir bilim ve felsefi uğraş yeri değil, tam tersine bir iş güç kapısı olarak görülüyor.

Şimdiden olacaklar belli: Yakın akraba ve dostların üniversiteye alınması, Akademik yapılanmada yetkin bilim insanı yerine nepotist yaklaşılma öğretim üyesi alımı, yönetici belirlemede liyakate uymayan ve iktidarların veya yerel yönetimlerin telkinine maruz kalma, ihale ve yatırımlarda belirli şahıslara ayrıcalık gibi birçok istenmeyen konu üniversitelerin başını ağrıtacaktır.

Akademik personelin yeni yapılanma ile üniversite üzerindeki denetimi kalkacak ve öğretim üyeleri üniversitede birer memur olacaklardır. Şimdiden hiçbir konuda fikir beyan etmeyen akademisyenler yarın daha suskun kalacaktır. Bu durum üniversiteleri birer işletmeye dönüştürecektir.

 

Rektör Atanması

Rektörlerin 5 yıllığına 1 kere atama sistemi önerilmiş. YÖK ve Cumhurbaşkanı’nın Rektör belirleme üzerindeki etkisi devreden çıkıyor. Mevcut mevzuata göre rektörler 4 yıllığına atanır ancak iki defadan fazla atanamazlar deniliyor. Taslağa göre ise rektör 5 yıllığına atanacak, ancak bir kişi aynı üniversitede iki defa üst üste rektörlük yapamayacak. Rektör seçimi Üniversite Konseyi tarafından belirlenecek birkaç değişik modelle yapılacaktır. Taslak tam olmamakla beraber belirli kriterler çerçevesinde konseyin belirleyeceğe üç aday olacak ve bu 3 kişiden biri, üniversite konseyi tarafından seçilecek, konsey başkanı tarafından da atanacak. Ancak koşulların nasıl belirleneceği belirsizliği tartışma yaratacak.

Taslak üçüncü alternatif model öneriyor.  Bunlar arasında ” A) ilk turda beşte üç oy aranan iki turlu seçim; B) aynı seçimde üniversite yönetim kurulu üyeleri, senatörler ve dekanların da seçilmesi; C) belli kesimlerin (Öğretim üyeleri, öğrenciler, idari personel, mezunlar) belli kotalarla ikinci seçmenleri (yüzde 50 öğretim üyesi, yüzde 25 dış paydaş, yüzde 25 iç paydaş- mezunlar, idari personel ve öğrenci) seçmesi gibi modeller tartışılmaktadır. Bu modellerde en çok oy alanın rektör olarak atanması veya en çok oy alan üç kişinin Kurula ya da Cumhurbaşkanına sunulması da tartışılmaktadır”.

Başından birçok üniversitelinin bugüne kadar basına yansıyan talepleri ile yeni yasada önerilen rektör belirleme modeli ile örtüşmüyor. Temelde beklenen üniversite özerkliğine uygun olarak üniversitenin kendi yönetim organlarını kendisinin yerinde belirlenmesi istenmektedir.

Üniversitelerimizin evrensel ölçekte yönetici belirleme yapısı olmadığı için üniversiteler kendi içinde çok ciddi verimsizlik süreçleri yaşamıştır. 1991 yılından sonra adı seçim olan sistem ile rektör atamasında dolaylı olarak siyasetin etkisi üniversiteleri kendi içinde adamına göre, oy veren kişiye göre, liyakate dayalı olmayan yapılanma hepimizin eleştiri konusudur. ÜNİVERSİTELERİN TERCİHİNİN DİKKATE alınmaması gibi bir irade ortaya konulmaktadır. Ancak yine de üniversiteye küçük te olsa söz hakkı veriliyordu. Yeni yasada bu da ortadan kalkıyor.

Senato

“Rektörün başkanlığında, rektör yardımcıları, dekanlar ve her fakülteden fakülte öğretim üyeleri tarafından 3 yıl için seçilecek birer öğretim üyesinden, enstitü müdürleri ve ayrıca meslek yüksekokulları müdürlerinin kendi aralarından seçeceği en fazla 3 müdürden ve öğrenci temsilcisinden oluşur” deniyor. Yeni yasa önerisindeki yenilik “meslek yüksekokulları müdürlerinin kendi aralarından seçeceği en fazla 3 müdür ve öğrenci temsilcisinin” olması.

Üniversitelerin bugün işleyememesinin bir nedeni de senato üyelerinin seçilmişlerden çok atanmış dekan, enstitü müdürü ve meslek yüksekokulu müdürlerinden oluşması ve çoğunlukla kendilerini atayan rektöre karşı aksi görüş oluşturamamalarıdır.

Üniversite senatosu ve yönetim kurullarının hangi yetkilere sahip olacağı öneride net olarak belirtilmemiş.

Fakülte Dekanlık

Dekan belirleme şekli “Üniversite Konseyi olan Devlet Üniversitelerinde Dekan ilan üzerine başvuran profesör unvanına sahip adaylar arasından Konsey tarafından üç yıl süreyle atanır. Üniversite Konseyi, dekanın, başvuran adaylar arasından, fakültede kadrolu olarak görev yapan öğretim üyeleri tarafından seçilmesine de karar verebilir” deniyor.

Beklenen Fakültelerin daha özerk ve bağımsız olması iken önerilen hali ile konseye ve üniversite yönetimine daha bağımlı hale getirilmiştir. Fakülteler üniversitelerin ana damarları olup özgür olması, kendi kendini akademik kurullarla yönetmesi tarihsel bir gelenektir. Yasada fakülteler temel politika belirleme yetkisinden uzak, gerekli yazışmaları sağlayan organlar olarak işlev göreceklerdir.

Enstitüler

Yeni sistemde iki tür enstitü öngörülmektedir: Lisansüstü Enstitüleri ve Araştırma Enstitüleri.

Yetkileri ve sorumlulukları net değil.

 

Yasadaki Yenilikler

-Önemli bir yenilik Türkiye Yükseköğretim Veri Tabanı

“Yükseköğretim kurumlarının bütün düzeylerdeki öğrenci ve mezun kayıtları Kurul tarafından oluşturulacak yükseköğretim öğrenci veri tabanında güncel olarak tutulacak; yükseköğretimle ilgili bütün istatistikleri hazırlayabilecek sürekli bir birim öngörülmektedir”.

Ülkemizde hep bir ihtiyaç olan ve gelişmiş bir ülkede olması gereken bir veri tabanının olması önemli ve sistemin daha iyi anlaşılması için gerekli.

Bu konu YÖK yasasına başvurmadan da sağlanabilir.

 

-Bir yenilik de araştırma birimi (araştırma üniversitesi veya araştırma bölümü) oluşturulmaktadır. Olumlu etki yaratabilir, ancak yönetim modeli daha da önemlidir.

Araştırmacı öğretim elemanı kadrosu öneriliyor.

Ar-Gör ve Yard Doç. Kadroları yerine

Proje araştırmacısı istihdamı

Öğretim üyelerinin yürüttükleri projelerde sadece proje süresi boyunca kendilerine yardımcı olacak lisans mezunu proje araştırmacıları istihdam edilebilir. Proje asistanı projelerin finansman durumuna göre değerlendirilirse teşvik edilmiş olur. Ancak genç araştırıcıların özlük hakları ve sigorta durumda dikkate alınmak zorundadır.

 

Doktora Sonrası Araştırmacı Statüsü

Sözleşmeli Öğretim Üyesi Dönem Başlıyor
Yardımcı doçentlerin, doçent ve profesörlerin belli bir oranda sözleşmeli olması öneriliyor, Akademik unvanların üniversitelerde boş olan kadrolara göre veya norm kadrolara göre verilmesi öneriliyor. Bir öneri olarak kadro olmadan doçent unvanı verilmemesi talep edilmemektedir. Çok ciddi sorun olan yerinde kriterlerin tam oluşturulmadan akademik kadroların verilmesi bu süreçte yeni yasada akademik unvanların ilgili üniversite tarafından verilmesi, akademik personel için tam gün kalıcı kadrolar dışında esnek çalışma modelin de benimsenmiştir.

Yeni yasa önerisinde Ar-Gör Kadro Unvanlarına yer verilmemiştir.

Akademik kadro oluşturmada yenilik yok, ancak aşağıdaki belirli önerilerin tartışılması istenmektedir.

Yardımcı Doçentlik, Doçentlik ve Profesörlük atama ve yükseltmeleri hususunda alternatif öneriler de getirilmekte ve bu süreçte aşağıdaki alternatifler yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Bunlar arasında:

• Yüksek Lisansın bir yayın veya kongre tebliği sonrası kabulü,

• Doktora tezinin alana göre 3 ya da 5 yayına dayanması; jürinin ağırlıklı olarak

başka üniversitelerden olması; tıpta uzmanlık ve doktoranın birbirinden ayrılması,

• Akademik kadrolar için norm kadrolar belirlenmesi, norm kadro olmadan unvan verilmemesi,

• Yardımcı doçentlerin tümünün, doçent ve profesörlerin belli bir oranda sözleşmeli olması,

• Akademik unvanların üniversitelerde boş olan kadrolara göre verilmesi; kadro olmadan doçent unvanı verilmemesi; akademik unvanların ilgili üniversite tarafından verilmesi,

• Akademik unvanlar için asgari atama standartlarının kurul tarafından belirlenmesi, ancak üniversitelerin bu standartların daha üstünde standartlar belirleyebilmesi,

• Akademik personel için tam gün kalıcı kadrolar dışında esnek çalışma modelinin benimsenmesi.”

 

Ücretli Araştırma İzni

“Bir devlet yükseköğretim kurumunda öğretim üyesi kadrosunda kesintisiz fiilen beş yıl çalışan öğretim üyelerine yurtiçinde ve yurtdışında araştırmalar yapmak amacıyla bir yıl süreyle ücretli izin verilebilir”.  Gelişmiş birçok üniversitede var olan bu model iyi yönetilirse yararlı olabilir.

 

Akademik Faaliyet Puanı Ve Faaliyete Bağlı Ek Ödeme Sistemi

Öğretim elemanlarının bir önceki yıl içinde gerçekleştirdikleri akademik faaliyetleri

100 puan üzerinden değerlendirmeyi ve bu puanlar üzerinden belirli bir yüzde ile maaşa yansıması öneriliyor.  Çok dikkatli ve nepotizme kaçmayacak bir yapılanma olursa kısmen öğretim üyelerini istekli olarak çalışmaya teşvik edebilir.

 

Yeni Yasada Eksik Veya Çok İşlenmemiş Konular

Yeni yasada öğrenciler ve onların eğitim ve öğretim hakları çok az işlenmiştir.

Akademik kadro oluşturma sorunu hızla üniversiteleşen Türkiye’nin gelecekteki kaliteli akademik yaşamın sorunlarını çözme konusunda hiçbir öneri getirmiyor.

Akademik ve çalışanların özlük hakları ve çalışma koşulları geçiştirilmiş.

Senato ve Yönetim kurularının görev ve sorumlukları yüzeysel olarak işlenmiş.

 

Özet ve Beklentiler

Yasa üzerinde tartışma yaratacak niteliktedir. Yasada ağırlıklı olarak üniversitelerdeki yönetim organlarından özellikle de üst yönetim modeli üzerinde durulmuş. Akademik özgürlükler, araştırma, bilim ve sanat özgürlüğü çok fazla işlenmemiş. Yasa tabiri caizse eski halinden de daha geri durmada. Üniversiteler özerk değil, hükümetlerin kontrolü altına sokulmaya çalışılmaktadır. 

Üniversite konseyi bilinen diğer adı ile “mütevelli heyeti” ülkemiz üniversiteleri için en son konuşulması gereken bir konu olmalı. Üniversite konseyi üniversiteyi şirket mantığı ve iktidarların denetimi ile yönetecek mekanizmaya sahip olacağı için özerklik anlayışına aykırı ve üniversite dokusuna uymayacak ve daha ciddi komplikasyonlar oluşturacaktır.

Akademisyenlerin özlük hakları ve özgürlükleri neredeyse hiç işlenmemiş. Kurumsal performanstan çok kişisel performans gibi tartışmalı konular getirmiş ki kısmen iyi işlerse yaralı olabilir, ancak bu ve benzeri performans parametrelerinin sağlık sektöründe personel arasında ne tür problem yarattığı biliniyor. Sözleşmeli akademisyenlik, proje veya araştırma asistanı konuları belirli bir oranda uygulanabilir. Ancak üniversitelerin zorunlu ihtiyacı olan nitelikli bilim insanı ancak bir felsefi okul anlayışı ile özerk üniversite ortamında sağlanır. Liyakate bağlı olmadan hiçbir çıtası ve kriteri olmayan birkaç yayınla yapılacak bir akademisyenlik anlayışının ülkemize artık yarar getirmediği ortada.

Üniversitelerin en ciddi sorunu uluslararası ölçekte akademisyen yetiştirememesidir. Yıllık 8000 nitelikli doktoralı araştırıcıya ihtiyacı olan ülkemiz üniversitelerinin bu soruna öncelik vermesi gerekir.

Yasa bilimsel araştırmaların önünün açılması, özgür bilim yapma ve yayma konusunda sınırlı önerilere sahiptir. Üniversitelerin alt yapı ve çalışma koşulları sorunlu. Sorun günden güne büyümektedir. Yeni yasa konuya ciddi çözüm önerileri getirmemektedir.

Akademisyenleri özlük hakları ve nitelikli bilim insanlarının korunması ve teşvik edilmesi ile ilgili çalışma hayatı ile ilgi mekanizma yok. Üniversitelerin verimlilik konusu ileride daha büyük sorun yaratacak niteliktedir. İkinci eğitim, ek ders ve yarı zamanlı üniversitelerin dokusunda olmayan ancak, üniversite hocalarını mahcup eden maaş ve özlük hakları işlenmemiş.

Özel ve yurtdışı kaynaklı yabancı üniversiteler buraya gelen öğrencilere sadece paragözüyle bakacaktır. Zamanla hak etmeden kazanılmış diplomalar her alanda sorun olabilir. Yabancı üniversitelerin kurulduğu ülkelerde nitelikli öğretim üyesinin bulundurmadıkları, eğitimin nitelikli yapılmadığı sıkça biliniyor. Ayrıca ülkemiz öğrencilerinin vakıf üniversitelerini tercih etme oranı şimdiden özel üniversiteye tercihin düşük düzeyde kalacağını gösteriyor.

Türkiye’nin şu andaki Yükseköğretiminde yabancı ve özel üniversite sorunu yok, eğitim ve araştırma kalitesi sorunu bulunmaktadır.

 

Üniversitenin Temel Sorunu Özerkliktir. Özerklik Olmadan Olmaz  

Üniversitelerin temel sorunu özerk ve demokratik olması eğitim ve bilimsel araştırmada daha nitelikli hale gelmesidir.

"Özerklik" yükseköğretim kurumlarının kendi bilimsel, yönetimsel ve bütçeleme işleyişine ilişkin kararlar almada ve eğitim, araştırma, dışa yönelik çalışmalar ve ilgili diğer faaliyetlerde kendi politikalarını oluşturmada devlet ve toplumun diğer bütün güçleri karşısındaki bağımsızlıkları anlamına gelir. Bilim üretmenin temel koşulu ve güvencesi özerkliktir. Otoritelerin etkisi altında özgür bilim yapılmayacağı için özerklik şart. 1965 yılında yayınlanan Dünya Üniversite Birliği tarafından yayınlana Yükseköğretim Kurumlarının Özerkliği ve Akademik Özgürlük Üzerine Lima Bildirgesinde belirtildiği üzere " Akademik özgürlük", akademik topluluk üyelerinin araştırma, inceleme, tartışma, belgeleme, üretme, yaratma, öğretme, anlatma veya yazma yoluyla bireysel ya da birlikte bilgi edinme, geliştirme ve aktarma özgürlüğüne sahiptirler. Üniversiteler tarihi temelde özerkliğe dayanır. Bunca uğraşıdan sonra eğer üniversiteler hele bizim gibi halen güçlü üniversite ilkelerinin oluşmadığı toplumlarda özerkliği elinden alınacak üniversiteler çok ciddi ve belki de telafisi mümkün olmayan bir yola girmiş olacaklardır. Çok dikkatli olunmalıdır.

 

Yeni Yasa Özerklik Beklentilerini Karşılamıyor ve Türkiye’nin 2023 Hedeflerine Ulaşmasından Uzak Görülüyor

Yasa kim/kimler tarafından kaleme alındı ve kimler bu konuda görüş oluşturdu bilmiyoruz ancak Kasım 2012 gibi yasanın son şeklinin verilmesi ve Bakanlar Kuruluna gönderilmesi planlanıyor. Yasada öne çıkan ilk intibalar temelde üniversite konseyleri ve buna bağlı olarak rektör ve dekan atamalarını kontrol etme eksenine oturulmuş bir yasa önerisi. YÖK Yasası ülkemizde kurulduğu günden bugüne 30 küsur yıl geçti ve ciddi eleştiri almakla kalmadı, ülkemiz eğitim yükseköğretimi çalışamaz hale geldi. Türkiye üniversiteleri bilimsel gelişmelerin gerisinde kaldı ve halen ilk 500 sıralamasında kalan bir üniversitemiz yok. Eğitim ve bilimsel araştırmalarımızın kalitesi ortada. Ülkenin birinci derecedeki en ciddi sorunu olan özerk üniversite talebi yasada karşılanmamış. Sınırlı derecede esneklikler içeren yasa taslağı yeni tartışmaları doğuracak gibi görülüyor. Hatta kimi akademisyenden edindiğim ilk izlenime göre 30 yıl eleştirilen YÖK yasasının yerine böyle bir yasa mı gelmeliydi? Üniversitelerimiz bunca eleştirilen yasadan sonra böyle bir yasayı hak ediyor mu? Hatta deniliyor ki mevcut yürüklükteki YÖK böyle kalsın daha mı iyi olur?  Üniversitelerin sorunu yalnızca Rektör belirleme değildir.

Üniversite konseylerinin kurulması mevcut hali ile gerçekçi olmadığı ve üniversitelerin sorunlu yönetim anlayışını daha da ağırlaştıracak ve çalışamaz duruma getirecektir. Bu şekli ile yönetici belirleme şekli sübjektif sonuçlar doğuracağı için yarın bir başka iktidar döneminde başka bir eleştiri konusu olacaktır. Yükseköğretim siyaset üstü ve üniversitelerin liyakatine dayalı her yönü ile özerklik ekseninde kalmalıdır. Yeni yasaya ve reforma öncelikle ihtiyaç var ancak yasanın üniversite ve ilgililerin daha geniş katılımı ile sağlanmalıdır. 

Üniversitelerin yeni baştan bir atölye çalışması ile görüş toplayıp, ülkemize özgü geçmiş deneyimleri ve sorunları da dikkate alarak ciddi bir üniversiteler yasasını şekillendirmeleri kaçınılmazdır. Dünyada örneği olmayan YÖK türü uygulama yerine bir üst çatı kurum olarak rektörler kurulu koordinasyonu sağlamak için oluşturulabilir. Hepsinden önemlisi üniversiteler özerk olmalı ve HESAP vermelidirler. Hesap vermeyen, niteliği olmayan ve başarılı olamayan üniversite kendi sorununu kendisi çözsün.

Türkiye'nin halen kendi içinde batılı anlamda bir yasa çıkaracak birikimi var. Yeter ki isteyelim yeter ki siyaset üniversiteden uzak dursun.

Özerklik olmadan ülkemiz yükseköğretimi arzu edilen yapılanmaya kavuşamaz

 

Prof. Dr. İbrahim Ortaş,

Çukurova Üniversitesi, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Okunma 2096 defa