Dr. Erkan AYDOĞANOĞLU*
Patronlar, emeğin kendisini yeniden üretmesinin bedeli olan her türlü işgücü maliyetini azaltıp, daha fazla kar elde etmek amacıyla hareket ederler. Bunun gerçekleşmesi için, her fırsatta çalışma ilişkilerini dönemin ihtiyaçlarına göre yeniden biçimlendirirler. Bu şekilde yaratılacak olan “esnek”, “kuralsız”, “korunmasız” ve “güvencesiz” çalışma ilişkileri ile karşılaştıkları ya da karşılaşacakları krizlerden en az zararla çıkmayı hedeflerler. Bu nedenle krizlerin faturasını her fırsatta çalışanlara ödetmek isterler.
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren devletler, sosyalizmin doğrudan etkisiyle, en azından teorik olarak halkın eğitim, sağlık, güvenlik gibi en temel ihtiyaçlarının karşılanması için birtakım pratik adımlar attılar. Günümüzde ise, kapitalizmin içinde bulunduğu kriz ve bunun yarattığı siyasal ve ekonomik sorunlar nedeniyle, krizin faturası bir kez daha emekçi sınıfların üzerine yıkılmaya çalışılıyor.
Kamu personel rejiminde yaşanan dönüşüm, ana hedefinde güvencesizleştirme olan ve işgücünü koruyucu herhangi bir düzenlemenin olmadığı yeni bir istihdam biçimi oluşturmayı amaçlıyor. Oluşturulmak istenen yeni personel sistemi ile kamu istihdamının günümüz kapitalizmine uyumlu bir içerikte “yeniden yapılandırılması” ve kamu emekçilerinin büyük bölümünün herhangi bir yasal ya da anayasal güvence olmaksızın daha “esnek” ve tamamen “güvencesiz” istihdam edilmesi hedefleniyor.
Başbakan dahil, AKP Hükümetinin çeşitli kademelerdeki temsilcileri, siyasi iktidarla birlikte değişen bir yönetim yapısı oluşturmak istediğini bir süredir sürekli vurguluyorlar. Hatta bu süreçte hükümetin yapmak istediği değişikliklere bürokrasinin ve idari yargının direnç gösterdiğini iddia ediyorlar. Bu nedenle, 10 yıldır, hemen her alanda yoğun bir siyasal kadrolaşma faaliyeti yürütüyorlar.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununda (DMK) bugüne kadar yapılan ve çoğunlukla başka yasal düzenlemeler ile birlikte hayata geçirilen değişiklikler, kamu personel sisteminde esnekleşme, kuralsızlaştırma ve güvencesiz çalışma uygulamalarını yaygınlaştırmanın somut zeminini oluşturuyor.
13 Şubat 2011 tarihinde TBMM’de kabul edilen 6111 sayılı Torba Yasa ile çok sayıda kanunla birlikte 657 Sayılı DMK’da da önemli değişiklikler yapıldı. Kamu emekçilerinin iş güvencesinin nasıl kaldırılacağının tartışıldığı bugünlerde, 6111 sayılı kanunda yapılan ve tüm kamu emekçilerini yakından ilgilendiren yasal değişiklikleri bir kez daha hatırlamak ya da hatırlatmak gerekiyor. Söz konusu hatırlatma, AKP Hükümeti’nin 2013 hükümet programında da yer alan, kamuda esnek ve performansa dayalı yeni istihdam sistemini nasıl hayata geçireceğini, iş güvencesini nasıl fiilen ortadan kaldıracağını anlamak açısından önem taşıyor.
6111 sayılı Torba Kanun ile değiştirilen ve mevcut 657 Sayılı DMK’da yer alan ve önümüzdeki dönem iş güvencesinin tamamen kaldırılması sürecinde kolaylaştırıcı vazifesi görecek olan en kritik maddeleri hatırlamak, kamu emekçilerinin önümüzdeki günlerde daha somut olarak yaşayacakları gelişmeleri anlamak açısından önem taşıyor;
Kamuda sözleşmelilik dönemi
657 Sayılı DMK Madde 91: “Kadrosu kaldırılan memurlar, en geç altı ay içinde kendi kurumlarında niteliklerine uygun bir kadroya atanırlar. Bu memurlar, kurumlarında atama imkânı bulunmaması hâlinde aynı süre içinde başka bir kurumdaki kadrolara atanmak üzere Devlet Personel Başkanlığına bildirilir. Bunlar, atama işlemi yapılıncaya kadar kurumlarında niteliklerine uygun işlerde çalıştırılır ve yeni bir kadroya atanıncaya kadar eski kadrolarına ait malî haklardan ve sosyal yardımlardan yararlanmaya devam ederler.”
657 Sayılı DMK’nın 4-C maddesi yukarıda belirtilen işlemin bir benzerinin bizzat yapıldığı bir düzenlemedir. Özelleştirilen kamu işletmelerindeki kamu işçileri, 4-C kadrosuna geçene kadar özlük haklarını ve ücretlerini eski kadroları üzerinden tam almış, daha sonra işçilerin 4-C’ye geçirilmesi ile ücret ve özlük haklarında yarıdan fazla kayıp yaşanmıştır. Madde dikkatlice okunduğunda “kadrosu kaldırılan memurlar”ın “yeni bir kadroya atanıncaya kadar eski kadrolarına ait malî haklardan ve sosyal yardımlardan yararlanmaya devam edeceği” belirtilmektedir.
Kamuda esnek çalışma ve performans
657 Sayılı DMK Madde 100 (3. Fıkra): “Memurların yürüttükleri hizmetin özelliklerine göre, bu madde uyarınca tespit edilen çalışma saat ve süreleri ile görev yerlerine bağlı olmaksızın çalışabilmeleri mümkündür. Bu hususa ilişkin usul ve esaslar, Devlet Personel Başkanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca belirlenir.”
Bu ifade, yıllardır kamuda fiili olarak sürdürülen esnek çalışma uygulamalarının yasal hale getirilmesinin en somut kanıtıdır. Bu maddeye dayanarak kamu emekçilerinin “uzaktan çalışma”, evden çalışma” gibi uygulamalarla, “daha az maliyetle” çalıştırılmasının önü açılmıştır. Halen 657 sayılı DMK’da var olan bu maddenin tam anlamıyla uygulanabilmesi için kamu emekçilerinin yasal ve anayasal anlamda iş güvencesinin tamamen kaldırılması beklenmektedir.
İş güvencesinin kaldırılmasının hemen ardından her kurum personelini istediği şekilde ve kendi ihtiyacına göre kurallar koyarak, başka bir ifade ile kuralsız ve güvencesiz bir şekilde çalıştırabilecektir. Örneğin işin yoğunluğunu ya da “performans hedeflerine ulaşmayı” bahane göstererek çalışma sürelerini uzatacak, çalışan kamu personelinin yerini “performans düşüklüğü” gerekçe göstererek istediği gibi değiştirebilecektir.
657 Sayılı DMK Madde 110 (4. Fıkra): “Kamu kurum ve kuruluşları yürütmekte oldukları hizmetlerin özelliklerini göz önünde bulundurarak memurlarının başarı, verimlilik ve gayretlerini ölçmek üzere, Devlet Personel Başkanlığının uygun görüşü alınmak kaydıyla, değerlendirme ölçütleri belirleyebilir.”
Bu madde, 2013 Hükümet programı ve AKP’nin “2023 Vizyonu” gibi metinlerde açıkça belirtilen kamuda esnek ve performansa dayalı çalışmanın yaygınlaştırmasının dayanağı olarak 657 Sayılı Kanuna eklenmiştir. Kamuda performans değerlendirme uygulamalarının, angarya çalışma ve mutlak anlamda iş yükü artışını beraberinde getireceği düşünüldüğünde, bu tür uygulamalara karşı örgütlü direnişleri engellemek için tek engelin, yine asıl hedef olan iş güvencesi olduğu açıktır.
Grev, işten atılma nedeni!
AKP Hükümeti referandum sürecinde grev yasaklarını kaldırdıkları ile övünürken, 657 sayılı DMK’da yaptığı değişikliklerle grev yasaklarının kapsamını genişletmiştir. 657 Sayılı DMK’nın 125. maddesinin E bendinde yer alan “Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller” şu şekilde düzenlenmiştir;
657 Sayılı DMK Madde 125 (E. Bendi): “a) İdeolojik veya siyasi amaçlarla kurumların huzur, sükûn ve çalışma düzenini bozmak, boykot, işgal, kamu hizmetlerinin yürütülmesini engelleme, işi yavaşlatma ve grev gibi eylemlere katılmak veya bu amaçlarla toplu olarak göreve gelmemek, bunları tahrik ve teşvik etmek veya yardımda bulunanlara devlet memuriyetinden çıkarılma cezası verilir.”
Kamu emekçilerinin, Türkiye’nin de altına imza attığı uluslararası anlaşma ve sözleşmeler gereğince grev yapma hakkı olduğu tartışmasız bir gerçektir. Her fırsatta haktan ve özgürlükten bahsedenlerin, emekçilerin en önemli caydırıcı gücü olan grev ve grev benzeri (iş yavaşlatma ve işi durdurma vb) eylemlerini memuriyetten çıkarılma ile cezalandırmak istemesi, yandaş olmayan sendikalara yönelik bir gözdağı olarak değerlendirilebilir.
Kamu emekçilerinin son yıllarda geniş bir katılımla gerçekleştirdiği 25 Kasım uyarı grevi ve geçtiğimiz yıl yapılan 23 Mayıs grevi üzerinden bu madde dayanak gösterilerek, greve katılan kamu emekçilerinin bırakalım “memuriyetten çıkarılmayı”, haklarında soruşturma bile açılmamış olmasını bu maddenin fiilen geçersiz olması olarak değerlendirmek mümkündür.
AKP hükümetinin kendisine yakın, müzakereci sendikaları güçlendirmek, mücadeleci sendikaları etkisiz hale getirmek için en temel sendikal eylemleri bile “memuriyetten çıkarılma” sebebi sayması, kamu emekçilerine yönelik içi boş bir tehdit olmaktan ileri gitmemektedir.
Ödünç memurluk!
657 Sayılı DMK EK Madde 8 (2. Fıkra): “(…) memurlar, kamu yararı ve hizmet gerekleri sebebiyle ihtiyaç duyulması hâlinde kurumlarınca, Devlet Personel Başkanlığının uygun görüşü alınarak diğer kamu kurum ve kuruluşlarında altı aya kadar geçici süreli olarak görevlendirilebilir.”
Bu madde 657 sayılı DMK’da yapılan en dikkat çekici değişikliklerden birisidir. Söz konusu madde, 4857 Sayılı İş Kanunu’nun 7 nci maddesi ile düzenlenen “ödünç işçilik” uygulaması ile büyük benzerlik taşımaktadır. İş Kanununa göre işveren, yazılı rızasını almak üzere bir işçiyi; aynı şirketler topluluğuna bağlı başka bir işyerinde veya yapmakta olduğu işe benzer işlerde çalıştırabilir. Bu durumda mevcut iş sözleşmesi devam etmekle beraber, işçi bu sözleşmeye göre üstlendiği işin görülmesini, geçici iş ilişkisi kurulan işverene karşı yerine getirmekle yükümlüdür. Geçici iş ilişkisi, tıpkı ilgili maddede belirtildiği gibi, altı ayı geçemez ve yazılı olarak yapılır, gerektiğinde en fazla iki defa yenilenebilir. Kamu personel rejimindeki tüm değişikliklerin özel sektördeki çalışma ilişkilerine benzer bir içerikte düzenlenmek istendiği açıkça görülmektedir.
Bu düzenlemenin nelere yol açacağına daha somut bir örnek vermek gerekirse; 2010 yılında Kayseri’nin Sarız ilçesi kaymakamı, cezaevinde kadın gardiyan olmadığı için İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünden kadın öğretmenlerin cezaevinde kadın mahkumların üzerini araması için görevlendirilmesini istemiştir. O zaman bu uygulama yasal değilken, 6111 Sayılı Torba Yasa ile getirilen yukarıdaki düzenleme sonrasında artık kimse “ben öğretmenim, doktorum, büro emekçisiyim benim kazanılmış haklarım var” diyemeyecektir. Bu madde ile “istenmeyen” personelin başka kurum ve illere gönderilmesinin önünü açılmıştır.
6111 Sayılı Torba Kanun ile yapılan değişiklikler, önümüzdeki dönemde iş güvencesinin kaldırılması odaklı girişimlerin ilk adımları olmuştur. Önümüzdeki dönemde kamu personel rejiminde yapılmak istenen diğer değişikliklerle birlikte değerlendirildiğinde, tüm kamu emekçilere, tıpkı işçilerde olduğu gibi kuralsız, geçici, güvencesiz ve köleleştirici çalışma koşullarının dayatılmak istendiği açıktır.
Ne yapılmalı?
Önümüzdeki dönemde kamu emekçilerinin büyük bölümünün “sözleşmeli” ve iş güvencesinden yoksun olarak istihdam edilmeleri, kaçınılmaz olarak iktidarın dünya görüşü doğrultusunda hareket eden, onun verdiği yüzdelik zamlara “şükreden”, iktidar yandaşı “makbul” sendikaya üye olmaya zorlanan, her biri tornadan çıkmış gibi hareket eden “makul memur” tipini gündeme getirecek.
Yeni personel rejiminde sözleşmeli personelin iş yaşamındaki geleceği, siyasi iktidarların atayacakları “parti memuru” yöneticilerin iki dudağı arasında olacak. Kamu kurum ve kuruluşlarında sözleşmeli istihdamın özellikle hastaneler, okullar ve diğer pek çok kamu kurumunda uygulanmaya başlaması geri dönüşü zor sorunları beraberinde getirecek.
Kamuda istihdamın büyük ölçüde “belirli süreli sözleşmeli” çalışanlardan oluşturulmak istenmesi, bilinen anlamıyla devlet memurluğu güvencesinin çok küçük bir kesim için (asker, polis, savcı, hakim vb) geçerli olacağının ispatıdır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu 1965 yılında çıkarılmış ve aradan geçen sürede, ilgili dönemin ihtiyaçlarına göre değiştirilmiştir. Genel olarak bakıldığında 657 Sayılı DMK’nın savunulacak bir yanını bulmak mümkün değildir. Bu nedenle kamu emekçilerinin iş güvencesini savunurken, 657 sayılı DMK’yı savunur konuma düşmesi yapılacak en büyük hata olacaktır. Bu noktada savunulması gereken, devletin yurttaşlarına istihdam sağlama görevi olduğundan hareketle, kamu-özel ayrımı yapmaksızın her yerde istihdamın güvenceli olması ve taşeron çalışmanın/çalıştırmanın yasaklanması olmalıdır.
Önümüzdeki dönemde hayata geçirilmek istenen esneklik ve güvencesizlik temelinde oluşturulacak yeni personel sistemiyle yapılmak istenenleri sadece “memurları” ilgilendiren basit bir “yasa değişikliği” olarak görmemek gerekir. Kamu emekçilerinin son kalesi olarak ifade edebileceğimiz iş güvencesinin gasp edilme sürecini, sadece kamu hizmetleri sunanlar açısından değil, bu hizmetlerden yararlananlar açısından da değerlendirmek ve ortak bir tepki örgütlemek bugün her zamankinden daha önemli hale gelmiş durumdadır.
Bu aşamada yapılması gereken, geçmiş yıllarda olduğu gibi sadece mevcut “memur statüsünün” savunulması değil, her türden kuralsız ve güvencesiz çalışma biçimlerine karşı işçi, memur, sözleşmeli, taşeron, ücretli ayrımı yapmadan topyekun bir mücadelenin örgütlenmesidir. Aksi takdirde kamu emekçileri sadece kendi gemilerini kurtarmaya çalışırken, gemideki bütün yolcularla birlikte boğulma ihtimallerinin daha yüksek olduğu unutulmamalıdır.
--------------------------------------------------------------------------------
* Eğitim Sen Eğitim Uzmanı. Çalışma Ekonomisi Doktoru.