KHK Zulmü YSK Eliyle Devam Ediyor…
Değerli Basın ve Kamuoyuna,
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL süresinde çıkartılan KHK’lar ile haklarında herhangi bir idari ya da adli soruşturma bulunmamasına rağmen haksız ve hukuksuz bir şekilde görevlerinden ihraç edilen arkadaşlarımız sadece işlerinden olmamış aynı zamanda en temel anayasal hakları da yok sayılmıştır.
İhraç edilen arkadaşlarımızın ilk olarak başka bir işte çalışma ve seyahat hakları (yurtdışı yasağı) engellenmişti. 31 Mart Yerel Seçimleri ile birlikte anayasaya ve yasalara aykırı bir şekilde seçilme hakları da engellenerek mazbataları ellerinden alındı. Bu kapsamda, Adana’da 3 arkadaşımız ile birlikte toplamda 50’de fazla KHK’lı arkadaşımızın belediye başkanlığı ve meclis üyeliği mazbataları hukuksuz bir şekilde iptal edilmiştir. Bu mazbataların iptalinin tek nedeni KHK kapsamında ihraç edilmiş olmalarıdır.
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki KHK’lar sadece OHAL dönemiyle sınırlı tedbir niteliğinde olduğundan, OHAL kalktığı için artık geçerliliğini yitirmiş ve yok hükmündedirler.
Ayrıca, Anayasa’nın 76. Maddesi’nde “On sekiz yaşını dolduran herkes milletvekili seçilebilir. En az ilkokul mezunu olmayanlar, kısıtlılar, askerlikle ilişiği olanlar, kamu hizmetinden yasaklılar, taksirli suçlar hariç toplam bir yıl veya daha fazla hapis ile ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar; zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, Resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma, terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemezler.” Denilmektedir. Yine 2972 Sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyeti Seçimi Hakkında Kanun’un 9. Maddesi ile atıfta bulunulan, 2839 Sayılı Milletvekili Kanunu’nun 11. Maddesinde seçilme koşullarını açıkça belirtilmiştir. Buna göre, KHK’lı arkadaşlarımızın seçilmelerinde herhangi bir yasal engel bulunmamaktadır. Bu yasa hükümleri doğrultusunda arkadaşlarımız il ve ilçe seçim kurullarına adaylık başvurularında bulunmuş ve kurullarca da herhangi bir sakınca görülmediği için adaylıkları kesinleşmiştir.
Ancak seçimleri kazandıktan sonra YSK adeta hukuki bir tuzak kurmuşçasına, anayasa ve yasaları hiçe sayarak seçilen arkadaşlarımızın mazbatalarını keyfi olarak iptal etmiştir.
24 Haziran seçimlerinde aynı yasa hükümleri çerçevesinde seçilmiş ve mazbatalarını almış olan KHK’lı milletvekillerinin halen Mecliste görevlerini sürdürdükleri düşünüldüğünde, YSK’nın 31 Mart yerel seçimleri ile ilgili vermiş olduğu bu kararın ne kadar kasıtlı ve de taraflı olduğu aşikârdır.
2017 yılında yasayla kurulan OHAL komisyonu ve sonrasındaki hukuki süreç de dikkate alındığında, KHK’lı arkadaşlarımızın ihraç kararları da hukuki olarak henüz kesinleşmemiştir.
YSK’nın bu hukuksuz kararını kınıyoruz ve mazbataları gasp edilen 50’den fazla KHK’lının yanı sıra CHP listelerinden seçilen üyelerimiz Çukurova Belediye Meclis Üyesi Münir KORKMAZ ile Ceyhan Belediye Meclis Üyesi Nezir DORAK ve yine kamu çalışanı Seyhan AKSAL’ın mazbatalarının geri verilmesini talep ediyoruz.15.05.2019
KESK Adana Şubeler Platformu adına
Tonguç ÖZKAN
BTS Şube Başkanı - KESK Dönem Sözcüsü
Örgütlenme Çalışmalarımız Devam Ediyor!
Gülbahçesi Kız Anadolu Lisesinde Öğretmen Nurdan Aksu emek ve demokrasi mücadelemizi takdir ettiğini ve bu mücadelenin içinde yer almak istediğini belirterek sendikamıza üye olmuştur.
"Ögretmenlik Meslek Kanunu" üyemiz Prof. Dr. Adnan Gümüş "ÖMK neler getiriyor neler yapmalı" Konulu söyleşi gerçekleştirildi.
Yasa ve yönetmelikler dışında getirilen etik sözleşmesine karşı yazılacak şerh metni...
Etik sözleşmede belirtilen hususlar, yasa ve yönetmeliklerce ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bu yüzden ayrıca bir etik sözleşme imzalamayı doğru bulmuyorum. Bütün haklarım saklı kalmak kaydı ile imzalıyorum.
Yaşasın 1 Mayıs
Bu memleketin gerçek sahipleri, işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler ve diğer tüm ötekileştirilenler, hoş geldiniz
Bugün Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günümüz 1 Mayıs.
Ne yazık ki her 1 Mayıs ta olduğu gibi bu 1 Mayısı da bir bayram havasında kutlayamıyoruz.
Adına ister ‘kriz’ diyelim isterse ‘ekonomik dalgalanma’ sonuç değişmiyor. Ülkemizin adım adım içine itildiği ekonomik, siyasal, toplumsal bunalım gittikçe derinleşiyor. Rekor üstüne rekor kıran işsizlik, hayat pahalılığı soframızdaki ekmeği küçültüp, geleceğe güvenle bakmamızın önüne set çekiyor.
Yıllardır ceplerini doldururken sırtımızdan elde ettikleri nimetleri kimseyle paylaşmayanlar külfeti bize yıkmak istiyor, kriz bahanesiyle işimize, aşımıza, haklarımıza el uzatıyor.
17 yıllık AKP iktidarında enflasyon, pahalılık, işsizlik rekora koşuyor. Daha fazla kar için, işçiler çalışırken yaşamını ve sağlığını yitirmeye devam ediyor. Kadınlar, göçmen işçiler, genç işçiler daha düşük ücretle ve daha güvencesiz çalışmaya mahkûm ediliyor.
Buna rağmen, bu ekonomik krizde de fatura yine emekçilere ve yoksullara kesilmek isteniyor. İktidar ve sermaye sahiplerinin açıkladıkları reform ve ekonomik paketlerle, işçilerin kıdem tazminatı, kamu çalışanlarının iş güvencesi, emekçilerin ücretleri gasp edilmek isteniyor.
Elimizden alınanları tek tek alt alta yazmaya kalksak sayfalar yetmez ancak özetleyecek olursak;
- Kıdem tazminatının kaldırılması
- İşçi sağlığı ve iş güvenliği
- İş cinayetleri
- Çocuk işçiliği
- Kamu emekçilerinin 3600 ek gösterge ve yıpranma hakkı taleplerinin karşılanmaması
- Toplu sözleşme ve grev hakkının engellenmesi
- 8 saatlik işgününe uyulmaması ve fazla mesai ücretlerinin ödenmemesi
- Kamunun özelleştirilmesi ve taşeronlaştırılması
- Esnek-kuralsız-güvencesiz ve performansa dayalı çalışma sistemi
- Açlık sınırının altında bir asgari ücret
- Hizmet yılını ve prim gün sayısını doldurmuş olmalarına rağmen emeklilik hakkı gasp edilen EYT’li emekçiler
- Sosyal güvenlik kurumlarının tasfiye edilerek zorunlu bireysel emeklilik sisteminin dayatılması
- Mühendisler, mimarlar ve Şehir plancılar olarak Yoksulluk ve Güvencesizlik girdabının içine çekiliyoruz.
- Sağlık ve diğer kamu emekçilerine yönelik şiddetin artması
- Varlık fonuna devredilen kamu kuruluşları ve daha nicelerini sayabiliriz.
Emek alanındaki bu vahim tablonun yanı sıra, maalesef ki demokrasi, özgürlük ve adalet konusunda içler acısı durumdayız. 2017 yılındaki Başkanlık referandumu sonucu meydana gelen değişikliklerle birlikte ülke adeta tek adam yönetimine dönüşmüştür. Yasama, yürütme ve yargının tek elde toplandığı, yargının siyasallaştığı ve hatta talimatla hareket ettiği bir dönemden geçiyoruz.
Ekmek kadar su kadar, hava kadar ihtiyaç duyduğumuz haklarımız ve özgürlüklerimiz demokrasinin, adaletin, hukukun son kırıntılarının da rafa kaldırıldığı bu dönemde her geçen gün daha fazla sınırlanıyor.
Demokrasinin, hukukun ve adaletin yok edildiği şu günlerde;
- OHAL uygulamaları fiilen devam etmektedir.
- 140 bine yakın kamu emekçisi sorgusuz-sualsiz haklarında herhangi idari ve adli soruşturma olmaksızın bir gecede çıkartılan KHK’larla işlerinde-ekmeklerinden edilmişlerdir.
- Seçilmiş KHK’lı kamu emekçilerinin anayasal seçilme hakkı ellerinden alınarak, adeta hukuki bir tuzak sonucu mazbataları gasp edilmiş ve hatta siyasi iktidar tarafından seçme hakları bile tartışılır duruma getirilmiştir.
- Çok sayıda gazeteci, milletvekili, siyasi parti eş başkanları, belediye başkanı ve siyasetçi düşüncelerinden ve siyasi faaliyetlerinden dolayı cezaevinde yatmaktadır.
- Cezaevlerinde yaşanan hukuksuzluklar ve insan hakları ihlalleri devam etmektedir
- Sendikalara, emek ve demokrasi örgütlerine yönelik saldırılar, hukuksuz gözaltılar ve tutuklamalar devam etmektedir.
- Sosyal medyada iktidarı eleştirenler tutuklanırken, ülkenin ana muhalefet liderine yumruk atan ve linç girişiminde bulunanlar serbest bırakılmaktadır.
- Çok sayıda avukat hukuksuz bir şekilde tutuklanarak savunma hakları kısıtlanmış ve üzerlerindeki siyasi baskı arttırılmıştır.
Bunların yanı sıra, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin, çocuk istismarının tavan yaptığı bir dönemden geçiyoruz. Kadına ve çocuğa yönelik bu saldırılar siyasi iktidar tarafından önlenemediği gibi faillerine de gerekli cezalar verilmeyerek adeta ödüllendirilmektedir.
Doğa ve hayvan katliamı hat safhadadır. Doğayı yok ederek doğal çevre talan edilmiş ve rant alanına dönüştürülmüştür.
Cinsel yönelimi ve cinsel kimliği nedeniyle birçok yurttaşımız ayımcılığa maruz kalmaktadır.
31 Mart Yerel Seçimlerinden önce siyasi iktidar ve ortağının dillerinden düşürmedikleri ülkenin bekası ile ilgili söylemler ile ne kastettiklerini askında hepimiz biliyoruz. Görüyoruz ki, onların beka dedikleri kendi saltanatları, sarayları ve menfaatleridir.
Biz emekçiler şunu biliyoruz ki bu ülkenin bekası demokrasiden, hukuktan, adaletten ve eşitlikten geçer.
Biz emekçiler şunu biliyoruz ki bu ülkenin bekası birlikten, beraberlikten sevgiden ve dayanışmadan geçer.
Biz emekçiler şunu çok iyi biliyoruz ki bu ülkenin bekası barıştan geçer. Unutmayalım ki savaş böler barış ise birleştirir.
Cezaevlerinde hukuksuz bir şekilde tutuklu bulunanlar inanıyoruz ki özgürlüklerine elbet kavuşur, KHK’lı arkadaşlarımız görevlerine elbet bir gün döner ancak ölen insanlarımızı geri getirmek mümkün değil. Yaşam hakkı en kutsal, en temel insan hakkıdır. Bunun güvencesi ise barıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi bizler yurtta ve dünyada barışı savunuyoruz.
Bu nedenle başta Kürt meselesi olmak üzere bütün toplumsal sorunlarımız demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözülmelidir.
Farklı kültür ve inançlar üzerindeki ayrımcı politikalara son verilerek güvence altına alınmalıdır.
Nasıl ki 31 Mart Yerel Seçimlerinde siyasi iktidar ve ortağının her türlü baskı, yıldırma, ötekileştirme, yalan ve demagojilerine ve hatta devletin tüm imkânlarını kendi çıkarları için kullanmalarına rağmen, onlara gerekli dersi verip bu ülkeye baharı getirdiysek, şimdi bize düşen görev bu beraberliği, umudu, cesareti, mücadeleyi devam ettirmek ve dayanışmayı büyüterek bundan sonraki 1 Mayısların gerçek bayram havasında kutlanmasını sağlamaktır.
Tüm farklılıklarımızı bir tarafa bırakarak oluşturduğumuz bu birliktelik ve dayanışma ruhu ile bu ülkeye demokrasiyi, adaleti, özgürlüğü, sevgiyi ve barışı getireceğiz.
DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu)
KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu)
TMMOB (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği)
ADANA TABİP ODASI
ADANA BAROSU
1 MAYIS TERTİP KOMİTESİ adına
TONGUÇ ÖZKAN
KESK Dönem Sözcüsü - BTS Şube Başkanı
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın olduğu gün İstanbul Küçükçekmece’de 5 yaşındaki bir kız çocuğu cinsel istismara uğradı. Acımız da, öfkemiz de, isyanımız da sonsuz! Ensar Vakfı’nda yaşanan istismarı aklayanlar, Ensar’ı koruyanlar, failleri serbest bırakanlar, istismarcıları aklayan yasa hazırlığı yapanlar, istismarcılara iyi hal indirimi uygulayanlar, toplumsal cinsiyet eşitliğini ‘sapkınlık’ ilan edenler, karma eğitimi kaldıranlar yaşadığımız bu karanlığın sorumlularıdır.
Yalnızca 2019 Mart ayı içerisinde; Osmaniye’ de 11 kişi, 14 yaşındaki kız çocuğuna cinsel istismarda bulundu. İzmir’de 15 yaşındaki F.A. babası M.A. tarafından 2014 ve 2015 yıllarında cinsel istismara uğradı, 2018 yılında polise giden F.A. şikâyette bulundu, mahkeme heyeti M.A.’nın tutuksuz yargılanmasına karar verdi. Erzurum’da 15 yaşındaki N.N. cinsel şiddete uğradı. Fail M.İ.’ye verilen 67 yıl 6 ay hapis cezası, yasa gereği 30 yıla düşürüldü. Kırklareli’nde 11 yaşındaki Z.E. 13 suçtan kaydı bulunan teyzesinin oğlu K.S. tarafından metruk bir evde ölü bulundu. Giresun’da 11 yaşındaki Rabia Naz Vatan evinin önünde ölü bulunmuştu. Tüm kanıtlar incelenmeden Rabia Naz’ın ölümüne intihar denilerek üstü kapatıldı. Olayın araba çarpması sonucu gerçekleşmediğini iddia eden baba Şaban Vatan 2 kez gözaltına alındı. Kadriye Moroğlu Anadolu Lisesi’nde öğrencilerine yönelik cinsel istismar iddiasıyla mahkemesi devam eden öğretmenin soruşturması cezasızlıkla sonuçlandırıldı, öğrencilere ise okuldan uzaklaştırma cezası verildi.
Devletin Görevi Koruyucu ve Önleyici Hizmetleri Kurumsallaştırmaktır
Toplumsal dönüşümün temel sorumlusu olan iktidar, devletin çocukların istismara uğradığı şartları ortadan kaldırma ve koruyucu-önleyici hizmetleri kurumsallaştırma görevine uygun hareket etmek bir yana, istismarı suç ve ceza eksenine sıkıştırmakta, hadım gibi insan haklarına aykırı ve dini referanslı çözümler önermekte, toplumsal öfkeyi gerçek sebeplerden ve sorumlulardan uzaklaştırıp soğurmaya çalışmaktadır.
Anayasa’nın 41/2 maddesi ve Türkiye’nin imzaladığı uluslararası çocuk hakları sözleşmeleri uyarınca, devletin öncelikli görevi, çocukların cinsel istismara maruz kaldığı şartları ortadan kaldırmak, koruyucu ve önleyici hizmetleri kurumsallaştırmaktır.
Çocuğa yönelik cinsel istismar, bireysel bir sapkınlık ya da hastalık değildir; toplumdaki erkek egemen kavrayış ve uygulamaların sebep olduğu ve meşrulaştırdığı bir şiddet suçudur. Kadın ve çocuk düşmanı söylemler ve haklarına saldırılar sona ermelidir. Her yaşta ve her alanda toplumsal cinsiyet eğitimi yaygınlaştırılmalı, eğitim müfredatında zorunlu ders olarak yer almalıdır.
Yasa gereği 18 yaşın altındaki her birey çocuktur. Tüm yasalar buna göre düzenlenmelidir. 16 yaşında hâkim izni ile 17 yaşında veli onayı ile evlenmeye izin veren medeni kanun düzenlemesi kaldırılmalıdır.
Çocuklar için etkili, kolay ulaşılabilir, güvenilir ve hak temelli başvuru mekanizmaları oluşturulmalı, çocuklar güçlendirilmelidir. Çocukların örgün eğitime katılım oranları yükseltilmeli, çocukların özellikle kız çocuklarının eğitim dışında kalmasına sebep olan 4+4+4 gibi uygulamalara son verilmelidir. Bilimsel, laik ve kamusal eğitime aykırı uygulamalar son bulmalıdır. Eğitimi cemaat ve tarikatlara devreden protokoller iptal edilmelidir.
Çocukların en temel hakkı olan barınma hizmeti kamusal hale getirilmeli ve çocukların toplu yaşadığı bu kurumlar uzman kişilerce denetlenmelidir. Cemaat ve tarikat yurtları kapatılmalıdır.
Çocuklara “ayıp-günah” tabuları altında kalmadan beden algısına dair eğitim yaş gruplarına uygun şekilde uzmanlarca verilmelidir. Toplumda da cinselliğin bir tabu olarak algılanmasının önüne geçilmelidir.
Özellikle sağlık çalışanları ve eğitimciler başta olmak üzere kamuda çocuklarla çalışan tüm bireylere cinsel istismarı önleme ve tanıma sorumluluğu üzerine eğitimler verilmelidir. İstismarı gerekli kurumlara bildirme yükümlülüğünün tüm toplumca benimsenmesi sağlanmalıdır.
Devlet, Suçtan Zarar Görenlerin Yanında Olmalıdır!
Devlet, varsa mevcut mağduriyetleri, hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı kalarak sosyal devlet politikaları ile telafi etmelidir. Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi’nin 14. maddesi gereği, devlet, mağdurların kısa ve uzun vadede fiziksel ve psiko-sosyal iyileşmelerine yardımcı olmak üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri almalıdır. Failleri cezasız bırakmak yerine etkin bir soruşturma, kovuşturma yapmalı ve suçtan zarar görenin yanında olmalıdır. Cinsel istismarın hiçbir gerekçe ile cezasız kalmaması sağlanmalı, etkili yargılama yapılmalıdır. İstismar suçunda, gerekli önlemleri almayanlar, istismarı gizleyenler, istismara zemin açanlar, istismarcıyı koruyanlar, çocuğu güçsüzleştirenler de faildir. Tüm faillerle ilgili yaptırımlar gerçekleştirilmeli, adalet sağlanmalıdır.
Çocuklarımıza Yönelen Şiddete Karşı Susmuyor, Mücadeleyi Yükseltiyoruz!
Çocuklara yönelik cinsel istismar haberleri günden güne artarken bir yandan da buna karşı toplumsal mücadelede yükseliyor. Dayanışmayı büyütüyoruz, faillerin gerekli cezaları alması için, gerçek adalet için mücadele ediyoruz. Çocuklara ve ergenlere yönelik her yerden gelen bu aleni şiddete karşı susmuyoruz. Yetkililere “araştırın”, “müdahale edin”, “önlem alın”, “çocukları ve haklarını koruyun!”, “işinizi yapın”, çocukları korumak için “harekete geçin” diye haykırıyoruz.
Sadece istismarcılara karşı değil; istismara neden olan koşullara, istismarı meşrulaştıranlara, istismarcıları koruyanlara karşı da mücadeleyi yükseltiyoruz.
Çocuklarımızın Geleceğini Ensarların Karanlığına Bırakmayacağız!
Çocuklarımızı, tecavüzcüleri, istismarcıları;
aklayan, koruyan, affeden zihniyetinize teslim etmeyeceğiz!
Basına ve Kamuoyuna,
Çocuk istismarı ve ihmal dünyada milyonlarca çocuğu ve aileleri etkileyen önemli bir toplumsal sorundur. Ülkemizde de her gün çocuk istismarı haberleriyle uyanmaktayız.. Bir bayram günü bir çocuk bayramı olduğu gün yaşanan çocuk istismarı bizi derinden sarsan bu acı olay, canımızı bir kez daha yakmıştır.
Küçükçekmece’ye bağlı Kanarya Mahallesi’nde 5 yaşındaki kız çocuğu M.’ye cinsel istismar uygulandığı ortaya çıktı. İnfial yaratan olayın ortaya çıkmasıyla birlikte Kanarya halkı sokaklara döküldü. İstismar zanlısının olay sonrası kaçtığı ve arama çalışmalarının hala sürdüğü öğrenildi. İstismara uğrayan çocuk ise Kanuni Sultan Süleyman Hastanesinde tedavi altına alındıktan sonra dün taburcu edildiği haberlerini almaktayız. Olayın hemen ardından konu ile ilgili yayın yasağı da getirildi. Bu türden gizlilik kararlarının, çocuğun üstün yararına kullanılmasından daha çok kamuoyu tepkisini azaltmak, basının takibini zorlaştırmak, faillerin yargılanıp yargılanmadığını, yargı sürecinin nasıl geçtiğini kamuoyunun bilmesini önlemek, yalnızca faillerin değil devletin sorumluluğu olduğu gerçeğinin üstünü örtmek için kullanıldığını da pek çok örnekten ne yazık ki biliyoruz.
Kadınlar olarak biz, bunun sadece münferit bir vaka olmadığını biliyoruz. Her güne bir taciz, istismar, tecavüz ya da şiddet haberi ile uyanıyoruz. Artık bu haberler canımızı çok acıtmaktadır. Yetkililer ise failleri cezalandırmak yerine bu duruma tepki gösteren kadınları baskılamayı tercih ediyor. Dün Taksim’de konu ile ilgili oturma eylemi yapan kadının gözaltına alınması bunun en yakın örneği. Türkiye’de kadınların yüzde 26’sı 18 yaşından önce evlendiriliyor, yüzde 10’u ilk çocuğunu 18 yaşından önce kucağına alıyor. Son 10 yılda 482 bin 908 kız çocuğu evlendirildi. Türkiye, çocuklara karşı cinsel istismar, taciz ve tecavüz olaylarında dünyada üçüncü sırada yer almaktadır. Yılda ortalama 8 bin çocuk istismara uğramaktadır. Son 10 yılda çocuk istismar davaları ise yüzde 700 artmıştır.
Bugün Tarsus’ta, 12 yaşındaki kız çocuğunu istismar etmekle suçlanan cami imamının yargılandığı davanın duruşması görülecek. Bizler çocuk istismarına, tacize, tecavüze karşı tüm kadınları mağdurlar ile dayanışmaya ve bu olayların peşini bırakmamaya çağırıyoruz. Tarsus’taki davada sanık tutuksuz yargılanmaktadır. Tutuksuz yargılama kararı karşısında ailenin duruşmada tepki göstermesi üzerine, Mahkeme Başkanı aileyle alay eder gibi ‘Beraat kararı bile çıksa suçsuz olduğunu göstermez’ sözlerini sarf edebilmiştir. İşletilmeyen ve istismar suçunu görmezden gelen adalet sisteminden hesap soruyoruz; tüm taleplere ve delillere rağmen sanık neden hala tutuklu yargılanmamaktadır?
Cinsel saldırı ve istismar suçları soruşturma, kovuşturma ve cezalandırma aşamalarında en özensiz yürütülen, çocukların ve kadınların adli süreçlerde ikincil haksızlıklara tekrar tekrar maruz kaldıkları bir suç tipi haline gelmiş durumda. Cinsel suçlar çoğunlukla yargı aşamasına gelmeden ört bas ediliyor. Şikayet edildiğinde polis, savcı, mahkeme şikayetleri ciddiye almıyor, başvuruda bulunan kadına ve çocuğa ön yargılı bir bakış sergileniyor, delil toplanmıyor ya da faili tutuklama tedbiri uygulanmıyor. Adil olmayan yargı sistemi, cezasızlık, iyi hal indirimleri yeni cinsel suçlara teşvik edici bir döngüye sebep oluyor.
Cezasız bırakılan her suç, istismarı meşru kılmakta, suçluları cesaretlendirmektedir. Cinsel istismar failleri derhal yakalanarak tutuklanmalıdır. Gerçek adalet sağlanana ve sanıklar gereken cezayı alana kadar bu davaların da, erkek yargının da, erkek egemen sistemin de peşinde olacağız.25/04/2019
ÇOCUĞUN ÇIKARAMADIĞI SES OL!
İSTİSMARA/TACİZE/TECAVÜZE SON!
ADANA KADIN PLATFORMU
23 Nisan’ı Gerçek Anlamda Bayram Gibi Kutlamak, Çocukların Yaşadığı Sorunlara Kalıcı Çözümler Üretmekle Mümkündür!
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan 1920 yılında açılmasının ardından Mustafa Kemal Atatürk tarafından çocuklara armağan edilen ‘23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın 99. yılı kutlanıyor. Türkiye, yıllardır dünyanın tek çocuk bayramını kutlamakla övünürken, ülkemizde çocukların yaşadığı sorunlar, karşı karşıya kaldığı tehlikeler her geçen gün artıyor.
23 Nisan, dünyada çocuklara armağan edilmiş ilk ve tek bayram olmasına rağmen, çocukların eğitim hakkı başta olmak üzere, sağlıklı gelişme hakkı sürekli olarak ihlal edilmektedir. Çocuklara yönelik şiddet, istismar, cinsel saldırı ve ayrımcı uygulamaların giderek artması, çocuk emeği sömürüsünün sürdürülmesi, Türkiye’de çocuklar açısından gerçek anlamda kutlanacak bir ‘bayram’ ortamının olmadığını göstermektedir.
Türkiye’de çocukların yaşadığı ağır sorunlar, evde, okulda ve sokakta karşı karşıya kaldığı tehdit ve tehlikeler her geçen gün artmaktadır. Türkiye nüfusunun yüzde 30’a yakınını çocuklar oluşturmaktadır. Çocukların fiziksel, zihinsel, eğitsel, sosyal, kültürel ve duygusal gelişimlerine zarar veren politika ve uygulamalar her geçen yıl artarken, yaşam ve eğitim hakları başta olmak üzere, sağlıklı büyüme ve gelişim hakkına aykırı adımlar atılmaktadır.
Türkiye’de yaşayan çocuklar, göstermelik törenlerden çok, erken yaşta büyümek zorunda kalmadan çocukluklarını doyasıya yaşamak, geleceğe umutla ve güvenle bakmak, nitelikli bir eğitim ve sağlıklı bir yaşam istemektedir. Ancak siyasi iktidar, çocuklarımıza daha iyi bir gelecek hazırlamak için adımlar atmak yerine, uyguladığı çocuk düşmanı politikaları nedeniyle her yıl binlerce dini vakıf ve cemaatlere teslim etmekte, çocukları eğitimden kopararak erken yaşta evlenmeye zorlamakta ya da çalışmak zorunda bırakmaktadır.
Türkiye’de özellikle kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesi sorunu sürmektedir. TÜİK’in resmi verilerine göre geçtiğimiz yıl çocuk yaşta evlendirilen kız çocuklarının sayısı 20 bin 779 olmuştur. Çocuk gelinlerin sayısı, çocuk damatların sayısından 20 kat daha fazladır. Okula gidemeyip çalışmak zorunda bırakılan, çocuk yaşta evlendirilen, cezaevlerinde olan, cemaatlere, tarikatlara, dini yapılara mecbur bırakılan, anadilinde eğitim hakkı başta olmak üzere en temel hak ve özgürlükleri yok sayılan çocuklar için kutlanacak bir günden bahsetmek mümkün değildir.
Yıllardır iktidar desteği ile dini eğitim veren, çeşitli dini vakıf ve cemaatlere ait okul, kurslar, yurtlar ve evlerde çocuklara yönelik olarak yaşanan cinsel istismar vakalarının belirgin bir şekilde artmış olması, çocuklara yönelik cinsel istismar ve saldırıların siyasi iktidarın çabalarıyla cezasız bırakılması, çocuklarımızın ve öğrencilerimizin nasıl büyük ve organize bir tehdit ile karşı karşıya olduğunu net bir şekilde göstermektedir.
Türkiye’de çocuk iş gücü sürekli artmakta, eğitim çağındaki çocuklarımız okumak yerine tarlada, sanayi sitelerinde son derece sağlıksız, ilkel koşullarda çalışmaya ve yaşamaya zorlanmaktadır. Çocuk işçiliğinin her geçen yıl artması, mülteci çocuklara yönelik ayrımcı uygulamalar, çocukların en temel yaşam ve eğitim hakkının tehdit altında olmasının hiçbir insani açıklaması yoktur. Türkiye’de yaşayan çocukların bugünü ve geleceği için en büyük tehdit, yaşamlarının henüz başlarında olmalarına rağmen, bu kadar çok acı ve sorunla yaşamak zorunda bırakılmış olmalarıdır.
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne taraf olan Türkiye, sözleşmenin çocuğun yüksek yararı, yaşama ve gelişme hakkı, katılım hakkı, ayrım gözetmeme, güvenli bir ortamda büyüme hakkı şeklinde temel ilkeler üzerinden belirlenen yükümlüklerinin büyük bölümünü yerine getirmediği gibi, çocuklara karşı işlenen suçlara karşı kalıcı çözümler üretmekten uzak durmaktadır. Oysa Çocuk Hakları Sözleşmesi devletlere, çocuk haklarına saygı duymaya davet etmekte, bu hakların korunması ve ihlal edilmemesi için çeşitli yükümlülükler yüklemektedir. Çocuk Hakları Sözleşmesi çocukların istismardan korunmasında öncelikli görevi devletlere vermesine rağmen, özellikle eğitim kurumlarında (okul, yurt, kurs, ev vb.) yaşanan çocuk istismarı vakalarının birinci dereceden sorumlularının siyasi iktidar ve MEB olduğu açıktır.
Bugünkü Türkiye tablosunun çocuklarımıza vaat ettiği geleceğin ne kadar tehlikeli ve karanlık olduğunu görmek için, son yıllarda çocuklarımıza yönelik olarak işlenen suçlara bakmak yeterlidir. Çocuklarımız eğitim biliminin evrensel ilkeleri üzerinden değil, dini kural ve referanslara göre eğitilmeye çalışılmaktadır. Düşünen, eleştiren, sorgulayan değil, düşünmeden, sorgulamadan yaşayan bir nesil yetiştirilmek istenmektedir. Türkiye’de çocuklarımızın karşı karşıya kaldığı vahim tabloyu değiştirmenin tek koşulu gerçek anlamda halkların egemenliğine dayalı, laik, demokratik ve bağımsız bir ülke mücadelesinin başarıya ulaşmasıdır.
Eğitim Sen olarak eşitliğin, özgürlüğün, barışın ve kardeşliğin egemen olduğu, tüm çocukların eğitim hakkından eşit koşullarda ve kendi anadillerinde yararlanabildiği, çocuk ve gençlerimizin gelecek kaygısı duymadan barış içinde kardeşçe yaşayabileceği, tek bir kişinin değil gerçek anlamda halkın egemen olduğu bir ülke için mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğimiz bilinmelidir.
Çocuklarımızın karşı karşıya olduğu tüm tehditlere, onların haklarına yönelik her türlü saldırıya ve yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen, çocuklarımızın ve öğrencilerimizin ‘23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyoruz.
Dahası...
Adana Barosu Başkanı Av. Veli KÜÇÜK’, KESK Eş Başkanı Mehmet BOZGEYİK, DİSK Genel Başkanı Dr. Arzu ÇERKEZOĞLU, TTB Merkez Konsey Üyesi Dr. Sinan Adıyaman ve TMMOB Yön. Kurulu Başkanı Emin KORKMAZ’ın katılımıyla “Emek-Meslek Örgütlerinde Örgütlenmedeki Sorunlar ve Çözüm Önerileri” konulu Foruma katılımınızı bekliyoruz. 20 Nisan Cumartesi Saat:13.00 Yer Seyhan Belediyesi Yaşar Kemal Kültür Merkezi
17 Nisan 1940 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un önderliğinde kurulmasının ardından Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişiminde belirleyici bir rol oynayan Köy Enstitüleri’nin 79. kuruluş yıldönümünü kutluyoruz.
Türkiye nüfusunun yüzde 80’inin köyde yaşadığı, ülke nüfusunun büyük bölümünün okuma yazma bilmediği bir dönemde, ‘Eğitim üretim içindedir’ şiarını ilke edinerek kurulan Köy Enstitüleri, üretime ve kalkınmaya yönelik öğrenimi temel alan önemli ve tarihsel bir deneyim olarak bilinmektedir.
Köy Enstitüleri kırsal yörede toplumsal, ekonomik ve kültürel kalkınmayı sağlamak; bu alanda ilgili gerekli insan gücünü yetiştirmek için kurulan temel eğitim kurumları olmuş, öğretmen yetiştirme sistemine yaptığı somut katkılar, aradan 79 yıl geçmiş olmasına rağmen unutulmamıştır.
Bugünün siyasi iktidarı tarafından hedef haline getirilen ve eğitim biliminin temeli olan karma eğitim sistemine dayanan Köy Enstitülerinde okutulan derslerin yüzde 50’si kültür, yüzde 25’i tarım ve yüzde 25’i de teknik derslerden oluşmuştur. Köy enstitüsünü bitiren bir öğretmen sadece bir ilkokul öğretmeni olmamış, aynı zamanda ziraatçilik, sağlıkçılık, duvarcılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık ve marangozluk konularında uygulamalı olarak öğrendiklerini öğrencilerine aktarmıştır.
Toplumcu bir anlayışla kurulan Köy Enstitüleri aynı zamanda tarım işlikleri ve sağlık ocakları olarak toplumsal işlevler görmüş, çeşitli tohum ve tarım araçlarının ilk denemeleri bu okullarda yapılmıştır. Türkiye’nin toplumsal yapısının oluşumuna çok değerli katkıları olan Köy Enstitülerinin eksikliği, özellikle günümüzde yakından hissedilmektedir.
Günümüzde öğrencilerin iktidar eliyle imam hatiplere, özel liselere ve meslek liselerine yönlendirildiği, büyük bölümü dini içerikli seçmeli dersleri seçmeye zorlandığı, öğretmenlerin performans ve sınav kıskacına alındığı dikkate alındığında, Köy Enstitüleri’nin zengin ders içeriği, benimsediği öğretmen yetiştirme ve eğitim modelinin ne kadar önemli ve değerli olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
Köy Enstitülerinin en önemli özelliklerinden birisi, günümüz Türkiye’sinin bir türlü kurtulamadığı eleştirmeyen, sorgulamayan, ezbere dayalı ve sınav merkezli eğitim sistemine değil, gerçek anlamda öğrenci merkezli, öğrencilerin yaparak ve yaşayarak öğrenme sürecini ilke edinen bir eğitim-öğretim ortamı yaratmayı hedeflemiş olmasıdır. Köy Enstitülerinin kuruluşunun üzerinden 79 yıl gibi uzun sayılabilecek bir süre geçmiş olmasına, dönemin zor koşullarındaki eğitimin niteliği ile günümüz Türkiye’si arasında olumsuz anlamda çok büyük farklar olması düşündürücüdür.
Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu zorlu koşullar ve uluslararası dinamiklerin etkisi sonucunda Köy Enstitüleri soğuk savaş politikalarına kurban edilip kısa süre içinde kapatılmıştır. Köy Enstitülerinin kapatılmasını takip eden süreçte, özellikle 1950’li yıllarda bu önemli eğitim deneyimi önce yatılı öğretmen okullarına, ardından yatılı okullara, sonra da normal lise eğitimine yayılarak zaman içinde işlevsiz hale getirilmiş ve hızla etkisizleştirilmiştir.
Köy Enstitülerinin kapatılması, Türkiye’nin çağdaş, laik ve bilimsel değerlerle buluşması ve aydınlanma sürecinin ciddi anlamda kesintiye uğramasına neden olmuştur. Geçmişte Köy Enstitülerini kapatan ve yarattığı tüm olumlu izleri silmeye çalışanlar, bugün laik bilimsel eğitime savaş açarak, karma eğitim uygulamalarını kaldırmak isteyerek eğitim sistemini dinselleştirmeyi ve ticarileştirmeyi hedeflemekte, eğitim sistemini iktidarın ideolojik hedefleri doğrultusunda biçimlendirmek istemektedir.
Eğitim Sen olarak, ‘Öğretmen Dünyayı Değiştirir’ kampanyamız çerçevesinde Encümen-i Muallimin’den, TÖS’ten, TÖB DER’den EĞİTİM SEN’e uzanan mücadele sürecimizde, mesleğimize ve geleceğimize yönelik müdahalelere karşı bu yıl, Köy Enstitülerinin Kuruluş Yıldönümünde ‘Büyük Öğretmen Buluşmaları’ gerçekleştiriyoruz. Büyük öğretmen buluşmalarının ilk bölümünü 27 Nisan 2019 tarihinde eş zamanlı olarak Osmaniye Düziçi, Kırklareli Kepirtepe, Diyarbakır Dicle ve Aydın Ortaklar’da gerçekleştirilecektir.
79. yılını kutladığımız Köy Enstitüleri’nin ilerici, demokrat ve aydınlanmacı geleneğine sahip çıktığımızı ifade ediyor, Köy Enstitülerinde olduğu gibi, toplumcu eğitim felsefesinin tüm eğitim kurumlarında uygulanması için mücadelemizi sürdüreceğimizin bilinmesini istiyoruz.
KHK’LAR HALKIN ONURUNU VE İRADESİNİ TESLİM ALAMAZ
Değerli basın ve kamuoyuna
31 Mart yerel seçimleri AKP’nin 15 Temmuz darbe girişimini bir gerekçe ve araç olarak kullanarak iktidarını süreklileştirmeye çalıştığının, kendi deyimleriyle “bir lütuf” olarak görüp nimete dönüştürdüğünün son örneği olmuştur.
Seçimlerden ağır yenilgiyle çıkan AKP, Seçimi kaybettiği yerlerde bıkkınlık verircesine defalarca sayım işlemi yaptırmış, buna rağmen istediği sonucu elde edemeyince “Kazanılan seçimi kabul etmeyeceklerini” açıkça ilan etmiştir. Ardı sıra ileri sürülen iddialar, “darbe girişimi” vb. gerekçeler bu itirafta dile getirdikleri seçim sonucunun kabul edilmemesi ve mümkünse seçme/seçilme hakkının gasp edilmesi isteğinin, amacının gerçekleştirilmesi içindir. Seçim sonrası yaşananların ve YSK’nın konuya ilişkin tam da AKP’nin beklentilerine uygun olarak halen karar almamasının da bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
AKP, halklarımızın seçme/seçilme haklarını kullanmalarını hukuki süreç içerisinde en sağlıklı şekilde sağlamakla yükümlü olan YSK’yı “patron” diye tanımlayarak bir kez daha ülkeyi ve vatandaşlarımızı bir piyasadan, müşteriden ibaret gördüğünü göstermiştir. Ancak kaygı verici olan YSK’nın da kendisini “patron” gibi görme eğilimidir. Bu durum tehlikelidir ve “tuzun koktuğu” noktadır.
YSK’nın “aday olmasında sakınca yoktur” diye onay verdiği, AKP’nin KHK’ler eliyle hukuksuzca ihraç ettiği, kamu emekçisi adaylardan belediye başkanı ve belediye meclis üyesi seçilen onlarca kişiye mazbatasının verilmemesi açık bir hak gaspıdır. Vatandaşların seçme-seçilme hakkının elinden alınmasıdır.
Milletvekili seçimlerinde doğru karar alarak KHK’ler ile ihraç edilenlere mazbata verilmesi gerektiğini söyleyen YSK’nın, herhangi bir yasa değişikliği olmamasına rağmen, bugün neden bu hukuksuzluğa imza attığını açıklamak zorundadır. Aynı şekilde bu kararla başkanlığı geçersiz sayılan KHK’lı belediye başkanlarının tümünün yerine ikinci sırada olan AKP’li adaylara mazbata verilmesinin nasıl mümkün kılındığı izah edilmelidir. Aksi halde iktidarın ihtiyaç ve beklentilerine cevap veren bir YSK ile bundan sonra girilecek her seçim şaibe altında olacak, adaylar ve vatandaşlar oylarını, mazbatalarını emanet ettikleri bu kuruma güvenlerini tümden yitirecektir.
YSK bu kararıyla OHAL’in ve OHAL gerekçesiyle hukukun, temel hak ve özgürlüklerin askıya alınışının devam ettiğini göstermiştir. YSK iktidarın siyasal hedef ve dönemsel konseptlerinin parçası ve uygulayıcısı olmuştur.
İktidar ve YSK ülkeyi daha fazla germemelidir. Daha dün “seçimle geldik, darbe ile değil” diye övünen AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı, darbe dönemi uygulamalarından medet ummaktan, tarafsız olması gereken kurumları etkileme girişimlerinden vazgeçmelidir. Ülkemizi ayrıştırmak, ülkenin bir bölümünde farklı bir hukuk uygulamak kimseye bir şey kazandırmaz, aksine bir arada yaşama arzusuna, iradesine büyük zararlar verir.
YSK’nın KHK’ler eliyle ihraç edilmelerini gerekçe göstererek yerel seçimi kazananlara mazbatalarını vermemesi hukuksuzdur. Seçime girme hakkına sahip olan ve seçilen onlarca belediye başkan adayına mazbatasının verilmemesi, “kayyum atarız” tehdidinin bir parçasıdır. Karar siyasaldır. Hukuki itirazların, başvuruların, davaların devam ettiği ihraçlar sürecinin de sabote edilmesidir. Kararı kınıyoruz. YSK’yı iktidardan değil hukuktan yana taraf olmaya çağırıyoruz.
ADANA KHK MAĞDURLARI
Öykü’nün Öyküsü
Öykü Arin Yazıcı 3.5 yaşında ve kan kanserinin çok özel bir türü ile mücadele ediyor.
Öykü Arin’e 2018 yılının Kasım ayında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde Lösemi (Juvenil Miyelomonositik Lösemi – JMML) teşhisi konuldu.
JMML, löseminin nadir görülen saldırgan bir türü. Hastalığın görülme sıklığı milyonda 1-9 arası değişiyor.
Öykü Arin’e en geç 2 ay sonra kök hücre nakli yapılması gerekli.
Aksi halde, önce kanda, sonra organlarda ciddi yıkımlara neden oluyor ve hayati risk ortaya çıkıyor.