egitimsen
03.03.2022 tarih 31767 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Devlet Yükseköğretim Kurumlarında Öğretim Elemanı Norm Kadrolarının Belirlenmesine ve Kullanılmasına İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”de bazı değişiklikler yapılmıştır.
Sendikamız tarafından, “Devlet Yükseköğretim Kurumlarında Öğretim Elemanı Norm Kadrolarının Belirlenmesine ve Kullanılmasına İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” in 1. ve 2. maddelerinin yürütmelerinin durdurulması, daha sonra iptallerine karar verilmesi istemli dava açılmıştır.
Dava konusu yaptığımız değişiklikler, öncelikle Anayasanın 130. maddesine ve anayasadaki hukuk devleti ilkesine aykırılıklar taşımaktadır. Diğer yandan dava konusu maddeler 2547 sayılı yasadaki akademik birim ve kurulların görevlerini bertaraf edici olması nedeniyle buna ilişkin yasal düzenlemelere aykırı ve bu yönüyle yükseköğretimin amacını gerçekleştirmeye de elverişsizdir.
Antalya Valiliği ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından AHENK (Antalya’da Hedeflenen Eğitime Nitelik Kazandırma Projesi) adında bir proje başlatılmıştır. Bu projenin amacı “Çağın becerileri ve insani değerleriyle donanmış, yaratıcı ve girişimci çalışmalar ile fark yaratarak bilime sevdalı, kültüre meraklı, duyarlı, nitelikli, sağlıklı ve mutlu bireyler yetiştirmektir.” ve proje kapsamı da “Antalya il genelindeki Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilkokul, ortaokul, lise ve dengi tüm okul/kurumları kapsar.” şeklinde ifade edilmiştir. Bu proje kapsamında, okullarda öğretmenlere imza karşılığında Nurettin Topçu’nun içinde ayrımcı, aşağılayıcı ifadeler bulunan “Türkiye’nin Maarif Davası” adlı kitabı ücretsiz olarak dağıtılmaktadır.
Cumhuriyet eğitiminin dini dışladığını iddia eden, dine dayalı eğitimi savunan, tarikatların tanınmasını isteyen, yeni harflerin kabul edilmesine karşı çıkan ve Osmanlıca’nın kullanımından yana olan, üniversite özerkliğine karşı çıkan, Aleviliğe ve Alevilere yönelik ayrımcı ve aşağılayıcı ifadeler kullanan, kız ve erkeklerin ayrı okullarda okutulmasını savunan ve karma eğitime karşı çıkan, eğitim sistemini daha da geriye götürme heveslilerinin savunduğu medrese ve tarikat eğitimine övgüler düzen Nurettin Topçu’nun “Türkiye’nin Maarif Davası” adlı çalışmasının, proje kapsamı içinde yer alması kabul edilebilir bir durum değildir.
Öğretmenlere dağıtımı yapılarak, öğrencilere bu içeriklerin ‘aşılanması’ isteniyorsa burada nasıl bir bilim sevgisi kazandırılacağı ve kültürleri ötekileştiren bir yazarın eseriyle nasıl sağlıklı ve mutlu bireyler yetiştirileceği kocaman bir soru işaretidir. Milli eğitim alanında yürütülen projelerde iktidarın dünya görüşüne yakın isimlerin, içinde ayrımcılık nefret ve aşağılama dolu ifadeler yer alan kitapları üzerinden çalışmalar sürdürülmesi ve dayatmada bulunulması kabul edilemez.
Proje kapsamında konu başlıklarının belirlenmesinden, tartışma materyallerinin seçimine kadar Valilik ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün hangi kriterlerle hareket ettiği, bu kitabın dağıtımıyla eğitimin hangi sorunlarına çözüm üretilmek istendiği belli değildir. Bilimsel çalışmalar yapmak yerine, ayrımcı ve aşağılayıcı fikirlerin eğitimcilere dayatılmasını onaylamak mümkün değildir.
Eğitim sistemi, iktidarın siyasal-ideolojik düşünceleri doğrultusunda değil, laik ve bilimsel eğitim anlayışına göre düzenlemelidir. İktidar, projeler yoluyla eğitim öğretim süreçlerinin bütün aşamalarında kendi siyasal gündemini dayatmaya son vermelidir. İktidar ve her açıdan iktidar çizgisinde siyasallaşmış eğitim yöneticileri laik, bilimsel eğitim anlayışına meydan okumaktan vazgeçmeli, eğitimin çözüm bekleyen sorunlarıyla ilgilenmelidir.
Eğitim Emekçilerine, Üyelerimize Ve Okullarımıza
Uygulanan Baskılara Karşı Mücadelemizden Vazgeçmeyeceğiz!
Değerli Basın ve Kamuoyuna
Okullarımızın ve eğitim emekçilerimizin üzerindeki baskılar artarak devam ediyor. Yüreğir Karşıyaka Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde geçmişte Eğitim Sen Üyesi Eğitim Emekçilerine yapılan mobbing ve soruşturma baskıları bu sefer tüm eğitim emekçilerine saldırıya varacak şekilde devam etmektedir.
Milli Eğitim politikaları karar aşamasından yönetsel sürece kadar iş kolumuzda yetkili sendika olan Eğitim Bir Sen’nin siyasi iktidarın arka bahçesi gibi hareket ettiği bilinmektedir. Okul idarecilerinin atanmasından, ödül ve benzeri birçok uygulamayı belirleyici bir tutum içerisinde olduğu yaşanan pratik içerisinde olduğu bilinmektedir.
Karşıyaka Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi işyeri bazında en çok üyeye sahip olduğumuz okullardan biridir. Eğitim Sen’li arkadaşlarımızın demokratik, laik, bilimsel eğitimi savunan bir görev anlayışıyla hareket etmektedirler. Bu durum yöneticiler ve diğer kesimlere rahatsızlık yarattığını düşünüyoruz.
Karşıyaka Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesinde 2019 yılı Ekim ayında göreve başlayan okul müdürü ile öğretmen ve yardımcıları arasında oluşan iş yeri sorunları karşılıklı iletişim çerçevesinde çözülmeye çalışılmıştır. Sendikamız üyeleri, okuldaki sendikasız ve diğer sendikalara üye olan eğitim emekçileri Okul Müdürü ile aralarındaki problemler büyümüştür.
Eğitim Emekçileri çalışma koşullarında karşılaştığı sorunlar ile ilgili okul müdürü ile yaptığı görüşmelerde olumsuzluklar ile karşılaşmış. Keyfi uygulamalar, önerileri dikkate almama, yasalara dahi muhalefet yapabilecek derecede baskılar ile karşılaşılmıştır. Uzun süre çözümü için iş yerinde mücadele edilse de konu memurun dilekçe hakkını kullanması çerçevesinde Yüreğir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne bildirilmiştir. Dilekçe hakkının kullanımı Yüreğir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından engellenmeye çalışılmış, resmi yollarla dilekçe İlçe Milli Eğitime ulaştırılmıştır.
Okul müdürü de soruşturma başlama sürecinden önce karşı şikayette bulunmuştur. Oysa okul müdürü daha önce hiçbir çalışana resmi bir uyarıda bulunmamıştır. Soruşturmanın selameti açısından görev yeri değiştirilmesi gereken okul müdürü yetki ve çevresini kullanarak görevine devam ettirilmiştir.
Değerli Basın ve Kamuoyuna
Sendikamızın İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile görüşmesi ve uyarılarına rağmen soruşturma sürüncemede kalmış, görevine devam ettirilen müdürün lehine tutumlar sergilenmeye devam edilmiştir. 21 Ocak 2022 tarihinde Müdür Yardımcıları Nuri SORAL ve yine aynı okulda müdür yardımcısı olarak görev yapan Şube Sekreterimiz Süleyman KAVUNCUOĞLU’nun soruşturma nedeni ile yerlerinin değiştirileceği bilgilendirilmiştir. Daha sonra İş Yeri Temsilcimiz Hüseyin ASLAN için Yüreğir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü emrine alınarak cezalandırılma yoluna gidilmiş, kararnamesi gönderilmiştir. Herhangi bir aşamada savunma alınmadan verilen bu yer değişikliği cezaları tamamen hukuksuzdur. Konuyla ilgili İl Milli Eğitim Müdürlüyle görüştüğümüzde şikayete konu olan okul müdürünün müdürlük yetkisinin alınarak başka bir ilçeye öğretmen olarak atamasının yapılacağı söylenmiştir. Bu güne kadar bu açıklamayla ilgili somut bir gelişme olmamıştır. Bu konunda da Eğitim Sen olarak takipçisi olacağız. Şikâyet edilen değil şikayet edenlere ceza yağdırılmıştır. İdare tarafından mağdur edilenler soruşturma sonucunda bir kez daha mağdur edilmiştir. Sorunların merkezinde olan, eğitim emekçilerine baskı kurarak anti demokratik karar ve uygulamaları ile iş yeri barışı ve iş yeri huzurunu bozduğu için soruşturma başlatılan okul müdürü hakkında soruşturma cezasının uygulanması gerekirdi. Böyle bir durum idari üst yönetimin astlara karşı üstleri tutan tavrının da anti demokratik olduğunu düşünüyoruz.
Yer değişikliğinin nedeni ilgi ilgili yapılan görüşmelerde, kamu idaresinin ve iş yeri huzurunun düşünülmesi nedeni ile yer değişikliği kararları verildiği söylenmiştir. Böyle bir açıklama memurun/astların görevlerini gerçekleştirmesi sürecinde karşılaştığı sorunların çözülmemesi durumunda bir üst amirlerine itiraz ve görüş belirtme haklarının kullanılmasına yapılan büyük bir baskıdır. İş yeri barışı ve huzurunu bozan kişi yerine eğitim emekçilerine verilen bu cezaları kabul etmiyoruz. Henüz gerçekleşmemiş ve sürecini tamamlamamış olan ceza uygulamasından derhal vaz geçilmesini talep ediyoruz. İdari ve hukuki olarak her türlü mücadelemiz devam edecektir.
Eğitim Sen Adana Şube Yürütme Kurulu Adına
Hüseyin KAYA
Eğitim Sen’in 27. Kuruluş Yıldönümü Adana’da, Kutlandı. Görev Yapmış Şube Başkanlarına Plaket Verildi
Seçmeli Dersleri Öğrenciler ve Velileri Seçmeli, Okul Yöneticilerinin Seçme ve Yönlendirme Yapmasının Önüne Geçilmelidir!
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), e-okul sistemi üzerinden 2022-2023 eğitim öğretim yılına ait seçmeli derslerin seçim işlemlerinin başladığını açıklamıştır. Yapılan duyuruya göre, seçmeli ders tercihleri 4-21 Ocak 2022 tarihlerinde yapılacaktır.
Geçmişte okul yönetimlerinin, öğretmen yokluğunu gerekçe göstererek, özellikle dini içerikli derslerin seçilmesi için büyük çaba gösterdiği, neredeyse bunu zorunlu tuttuğu uygulamalar basına ve kamuoyuna yansımıştır. Bu nedenle bu dönem seçmeli derslerin belirlenmesi ve öğrencilerin özgür iradesiyle seçim yapabilmeleri konusunda çok daha dikkatli olunması gerektiği açıktır.
Seçmeli ders tercihlerinde temel ölçütün öğrencinin ilgi ve yetenekleri olması gerekirken, her ders seçme döneminde öğretmen durumu ve fiziki olanakların yetersizliği gerekçe gösterilerek, sadece önceden belirlenmiş bazı derslerin seçilmesini istemek çelişkili bir durumdur. Ataması yapılmayan öğretmenlerin ataması yapılarak öğretmen yokluğu gerekçesi rahatlıkla ortadan kaldırılabilir.
Yıllardır sınırlı sayıda seçmeli derse sıkıştırılan seçmeli ders uygulaması, sınav odaklı eğitim sistemi nedeniyle ağırlıklı olarak matematik, İngilizce, spor etkinlikleri, bilim uygulamaları alanlarıyla dini içerikli derslerle sınırlı olmanın ötesine geçmemektedir. Geçmişte yaşandığı gibi bazı derslerin öğrencilerimiz için ‘zorunlu seçmeli’ hale getirilmek istenmesi kabul edilemez.
Seçmeli dersler, öğrencilerin hayata hazırlanması, ilgi ve yeteneklerini ortaya çıkarması açısından önemlidir. Seçmeli derslerin okul programlarının ayrılmaz bir parçası olarak öğrencilerin gelişimlerine destek olması, ayrıca bilişsel (bilgi, beceri), duyuşsal (ilgi, tutum) ve sosyal gelişimlerine katkı sağlaması gerekmektedir. Bütün bu bilimsel gerçekleri göz ardı ederek, iktidarın siyasal-ideolojik hedeflerine göre hareket eden eğitim yöneticileri suç işlemiş olacaktır.
Geçtiğimiz yıllarda bazı okul yöneticileri öğrenci ve velilere bilgilendirme yapmadan, onlar adına ders seçimi yapmış, sonrasında seçilen dersleri velilere imzalatma çabası içine girmiştir. Önümüzdeki dönem benzer uygulamaların olması halinde, velilerimizin Türkiye’nin 81 ilinde bulunan 105 Eğitim Sen şubesine başvurmaları halinde sendikamız gerekli adımları atacaktır. Seçmeli ders seçimi sürecini yakından takip ettiğimiz, atılan her hukuksuz adımın karşısında olacağımız bilinmelidir.
Geçmişte defalarca yapıldığı gibi veli ve öğrenciler adına ders seçen okul yöneticileri suç işlediklerini bilmeli ve ona göre hareket etmelidir. Seçmeli derslerin belirlenmesi sürecinde hangi nedenle olursa olsun mağdur edilen veli ve öğrencilerimizin yanında olacağımızı bir kez daha belirtiyor, eğitim politikalarına ilişkin her konuda olduğu gibi, bu konuda da her türlü siyasal ve ideolojik yönlendirmenin karşısında duracağımızın bilinmesini istiyoruz.
Öğretmenlik Meslek Kanunu Tasarısı Geri Çekilmeli, Taleplerimiz Mutlaka Dikkate Alınmalıdır!
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), bugüne kadar eğitim sisteminde yaşanan her sorunda olduğu gibi, eğitim emekçilerinin ekonomik, sosyal, mesleki ve özlük sorunlarına tamamen piyasacı ve rekabetçi bir mantıkla yaklaşmıştır. Bu yaklaşımın son örneği, muhataplarının bilgisi dışında, kapalı kapılar ardında hazırlanan ve 31 Aralık 2021’de TBMM’ye sunulan Öğretmenlik Meslek Kanunu Tasarısı bugün TBMM Milli Eğitim Kültür Gençlik ve Spor Komisyonu’nda görüşülmeye başlamıştır.
Kanun tasarısı gerek hazırlanış biçimi, gerekse sınırlı içeriği açısından bir meslek kanunu olmaktan çok uzaktır. Öğretmenlik mesleği gibi 18 milyon öğrencinin eğitim hakkını ve bir milyonu aşkın öğretmenin mesleğini, çalışma koşullarını, ekonomik ve özlük haklarını 13 maddelik bir kanun metni ile düzenlemek mümkün değildir.
Kanun tasarısında özel okul ve kurslarda öğretmenlik yapan meslektaşlarımızın ekonomik ve sosyal hakları, ücret ve çalışma koşulları ile ilgili hiçbir düzenleme olmaması önemli bir eksikliktir. Meslek kanunu olan diğer mesleklere (Doktorluk, Mühendislik ve Mimarlık, Avukatlık, Eczacılık) bakıldığında kamu-özel ayrımı yapmadan o mesleği icra eden herkesin ilgili meslek kanunu kapsamında olduğu görülmektedir.
Tasarı, mevcut haliyle bir Meslek Kanunu niteliği taşımadığı gibi, sadece birinci derecedeki öğretmenlere verilecek olan 3600 ek gösterge başta olmak üzere, ekonomik düzenlemelerle ilgili maddelerin 15 Ocak 2023 tarihinden sonra yürürlüğe girecek olması, çalışmanın seçime yönelik olduğunu açıkça göstermektedir.
Adaylık sınavının kaldırılması bir müjde olarak sunulurken, sınavın işlevinin bir değerlendirme komisyonuna devredilmesi, öğretmenlerin adaylığının kaldırılmasında bugünlerde yoğun olarak tartışılan mülakat-torpil uygulaması üzerinden yaygın bir ayrımcılığın yaşanabileceği izlenimini vermektedir.
Siyasi iktidar, öğretmenler arasında halen var olan sözleşmeli, kadrolu, ücretli öğretmen ayrımlarına yenileri eklemekle kalmamakta, eğitim sisteminin rekabetçi ve eleyici yapısını daha da pekiştirecek adımlar atmaktadır. Öğretmenlik zaten bir uzmanlık mesleğidir. Bu temel gerçeği yok sayarak öğretmenleri kariyer basamaklarına göre bölmek, farklı ücret politikaları üzerinden ayrıştırmak öğretmenler arasındaki ilişkilerin ve mesleki dayanışmanın bozulmasına neden olacaktır. Yapay olarak oluşturulan farklı statü ve unvanlar, zaman içinde giderek belirginleşen sınıfsal ayrışmalara, okullarda katı ve hiyerarşik çalışma ilişkilerinin oluşmasına yol açacaktır.
‘Nitelikli Okul/Niteliksiz Okul’ ayrımında olduğu gibi, kariyer basamakları üzerinden ‘Nitelikli Öğretmen/Niteliksiz Öğretmen’ algısı yaratılarak öğretmenlik mesleğinin saygınlığının daha da düşmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu durum ayrıca okullarda çocuğunun sınıfına uzman ya da başöğretmenin girmesini isteyen velilerle okul idaresi ve öğretmenler arasında gerilimler yaratacak, okullarda oluşturulan ‘özel sınıfları’ daha yaygın hale getirecektir.
İktidar, eğitim sistemini ve öğrencileri mecbur bıraktığı sınav merkezli eğitim uygulamasına öğretmenleri de katmak istemektedir. Aynı işi yapan, sınıfında, branşında aynı eğitim içeriğini anlatan, benzer öğretim yöntem ve tekniklerini uygulayan ve öğrencileri benzer süreçlerle değerlendiren öğretmenleri farklı statü ve maaş uygulaması üzerinden bölmeye ve ayrıştırmaya yol açacak böylesi bir düzenlemeyi kabul etmemiz mümkün değildir. Ayrıca kariyer basamaklarını ‘kademe ilerleme cezası almamış olmaya’ bağlamak, eğitim emekçilerini sendikal örgütlenmeden uzak tutmaya, yanlış uygulama ve tutumlara itiraz etmemeye yönelik tehlikeli bir adımdır.
Öğretmenlik Meslek Kanunu gündeme geldiğinde Cumhurbaşkanı’nın ‘kadrolu ve sözleşmeli öğretmenler arasındaki ayrımı kaldırıyoruz’ ifadesine rağmen bu yönde bir düzenleme yapılmamıştır. Mevcut teklifte sözleşmeli kadrolu ayrımı kalkmadığı gibi, sözleşmeli öğretmenlere sadece ‘sağlık ve can güvenliği’ durumunda tayin hakkı tanınmış, yıllardır ciddi bir sorun olarak devam eden eş durumu tayin hakkı verilmemiştir.
HAKLARIMIZI VE TALEPLERİMİZİ İÇERMEYEN ÖĞRETMENLİK MESLEK KANUNU TASARISI DERHAL GERİ ÇEKİLMELİDİR
Siyasi iktidar eğer bir meslek kanunu yapmakta samimi ise yapması gereken tek şey öğretmenlik mesleği açısından uluslararası düzeyde kabul gören en önemli belge olan “Öğretmenlerin Statüsüne İlişkin Tavsiye Kararı”na uygun bir düzenleme yapmalıdır. ILO ve UNESCO ortak belgesi olarak 5 Ekim 1966 yılında kabul edilen ve Türkiye tarafından da onaylanan tavsiye kararı öğretmenlerin toplumsal statüsüne yönelik olarak bugüne kadar atılmış en önemli ve kapsamlı adımdır.
Öğretmenlerin sadece okul içinde değil, toplum içinde de yerine getirdikleri görevin taşıdığı önemi, uluslararası düzeyde belgeleyen, öğretmenlerin tüm sorunlarını ele alan ve durumlarını tüm ayrıntıları ile düzenleyen bir metindir. Bu metin dikkate alınmadan hazırlanan bir Meslek Kanununu kabul etmemiz mümkün değildir.
“Öğretmenlerin Statüsü Tavsiye Kararı”, öğretmenlerin konumlarını güçlendirmeyi, haklarını geliştirmeyi ve korumayı amaçlarken, aynı zamanda uluslararası düzeyde yapılmış bir toplu sözleşme niteliği taşımaktadır. 145 paragraftan oluşan belge, öğretmenlik mesleğinde işe alınma, işe alınmada seçme ve formasyon, mesleğe hazırlık, değişik düzeydeki öğretmenlerin mesleki sorunları, iş güvencesi, öğretmenin hak ve sorumlulukları, disiplin işleri ve mesleksel bağımsızlık gibi konuları kapsamaktadır. Temel ücret, çalışma süreleri ve koşulları, özel izinler, araştırma izinleri, tatil, eğitim-öğretim yardımcı personelleri, sınıf mevcutları, öğretmen değişimi, uzak bölgelerde ve kırsal kesimde çalışan öğretmenler ile ilgili özel düzenlemeler, aile yükümlülükleri olan öğretmenlerle ilgili düzenlemeler, sağlık, sosyal güvenlik ve emeklilik gibi konuların da olduğu temel bir belgedir.
Eğitim Sen, yıllardır sadece öğretmenlerin değil, eğitim kurumlarında çalışan tüm eğitim ve bilim emekçilerinin çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Nitelikli eğitim için öğretmenler kadar emeği olan idari ve teknik personel, yardımcı hizmetliler sınıfı ve 4-B statüsünde çalışan eğitim emekçilerinin hakları ve talepleri de dikkate alınmalıdır. Öğretmenler için düşünülen iyileştirmeler, tüm eğitim ve bilim emekçisi arkadaşlarımızın çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi ile birlikte ele alınmalıdır.
Siyasi iktidar, TBMM’ye sunduğu Öğretmenlik Meslek Kanunu Tasarısı’nı derhal geri çekmelidir. Bir meslek kanunu hazırlanacaksa “Öğretmenlerin Statüsü Tavsiye Kararı” temel alınmalı, sadece öğretmenlerin değil tüm eğitim emekçilerin hakları ve talepleri güvence altına alınmalıdır. Bu doğrultuda çalışmalar yürütmek üzere eğitim alanında örgütlü tüm sendikaları birlikte hareket etmeye çağırıyoruz.
Eğitim Sen Adana Şube Yürütme Kurulu Adına
Hüseyin KAYA
Şube Başkanı
Zam Yağmurunun Sağanağa Dönüştüğü Koşullarda Asgari Ücrette Yapılan Artış Bir İki Ay İçinde Kağıt Üstünde Kalacak Bir Artıştan İbarettir!
2022 yılı asgari ücreti net 4. 250 TL olarak açıklandı. Buna göre gelir vergisi kesintisi kaldırıldığı için eş ve çocuk durumuna bağlı kalmaksızın tüm asgari ücretlilerin cebine girecek tutar 2022 yılı için aylık net 4.250 TL olacak. İktidar ve yandaş medya “tarihi artış” nutukları atmaya başladı.
Oysa asıl tarihi artış hayat pahalılığında, iğneden ipliğe sağanağa dönüşen zam yağmurunda, TL’nin döviz karşısında her gün daha fazla değer yitirmesinde yaşanmaktadır. Dolayısıyla önemli olan asgari ücretin oransal artışı değildir. Önemli olan gün geçtikçe ağırlaşan koşullarda asgari ücretin işçinin ve ailesinin geçimini karşılamaya yetip yetmediğidir.
Madalyonun hayata dönük yüzüne bakıldığında söz konusu artışın mutfakta, çarşıda, pazarda yaşanan gerçek hayat pahalılığının altında kaldığı ve böyle giderse birkaç ay içinde sadece kağıt üstünde kalacak bir tutardan ibaret olduğu net olarak görülmektedir.
Bu gerçeği görmek için asgari ücretliler başta olmak üzere tüm emekçilerin, sadece birkaç dakikalığına hamaset nutuklarına kulaklarını tıkaması ve yüzünü kendi gerçeğine dönmesi yeterlidir.
- Mutfakta, çarşıda pazarda yaşanan gerçek hayat pahalılığı-enflasyon bugün %60’ı aşmıştır.
- İğneden ipliğe zam yağmuru son haftalarda sağanağa dönüşmüştür.
- Yüzde %150’den fazla artan un fiyatlarının yarın, öbür gün ekmek fiyatlarını iki katına çıkarması başta olmak üzere tüm temel tüketim mallarının fiyatlarının fahiş oranda artması dolayısıyla hiper enflasyon tehlikesi kapıya dayanmıştır.
- Açlık sınırı koşar adım 3 bin 500 TL’ye yoksulluk sınırı 11 bin TL’ye gitmektedir.
- TL’nin döviz kuru karşısında adeta pula dönmesi sadece sanayi ürünlerinde, ara mallarda, enerjide, akaryakıtta değil ham madde, tarım ürünlerinde ve gıdada bile dışarıya bağımlı hale getirilen bir ülkenin vatandaşları olarak hepimizin maaşlarını, ücretlerini, eritmeyi çoktan aşmış, buharlaştırmıştır.
- Yılın başında 384 dolara denk gelen asgari ücret bugünkü artışa rağmen ancak 271 dolara denk gelmektedir. ‘Tarihi artış’ olarak abartılan artışa rağmen asgari ücretlinin maaşı yılın başına göre dolar bazında 113 dolar azalmıştır.
- Bugün yapılan artışa rağmen Avrupa ülkeleri içinde ‘asgari ücretin en düşük olduğu ülke’ ünvanı hala Türkiye’ye aittir. Türkiye’deki asgari ücret zamlı haliyle dahi Çin’in 130 dolar altındadır.
En önemlisi tüm bunlara rağmen ülkeyi yönetenlerin asgari ücretliler başta olmak üzere tüm çalışanlara tek vaadi vardır. O da ülkeyi ucuz emek cennetine çevirme üzerine kurulu “yeni” ekonomik model vaadidir. Yani tüm işçilere emekçilere vaat edilen tek şey dünya pazarı ile rekabet adına köleliktir.
Bunun için süreç boyunca siyasal iktidar ve yandaşları bir algı yaratma operasyonu yürütmüştür.
Dolar kurunun 9,5 TL olduğu koşullarda yapılan bir ankete dayanılarak “çalışanların yüzde 37,3’ünün asgari ücretin 3 bin 750-4 bin lira arasında olmasını istediğini” iddia edilmiştir. Sadece son bir ayda TL’nin dolar karşısında %55 değer yitirmesi görmezden gelinerek ”asgari ücrette çalışanların beklentisinin de üzerinde artış yapıldı ” algısı yaratılmak istenmiştir.
Halbuki 1 doların 16 TL’ye dayandığı bugünkü koşullarda “asgari ücretin ne kadar olmasını istiyorsunuz” diye sorulacak olsa çalışanların ezici çoğunluğun vereceği cevap bellidir.
Söz konusu algı operasyonlarının etkisi geçicidir. Kalıcı olan tüm emekçilerin, işçilerin insanca yaşamaya yetecek bir ücret mücadelesidir.
Bunun için;
- Ülkemizin altında imzası bulunan uluslararası sözleşme ve anlaşmaların gereği yerine getirilerek asgari ücret hesabında sadece işçinin kendisi değil, işçi ile birlikte ailesi temel alınmalıdır. Bu kapsamda Asgari ücret tespitine ilişkin 131 Sayılı ILO Sözleşmesi onaylanmalıdır.
- Asgari ücrette yapılan artış gittikçe ağırlaşan koşullarda yetersizdir. Öte yandan Türkiye’nin tüm çalışanlar için bir asgari ücretliler ülkesine dönüşmemesi için kamu emekçilerinin, emeklilerin, işçilerin maaş ve ücretleri de en az asgari ücrete yapılan artış oranında, en az %50 artırılmalıdır. Çoktan kadük hale gelen Toplu İş Sözleşmeleri buna göre yenilenmelidir.
- Yıllardır TÜİK’in çarpık rakamlarına mahkum edilen, milli gelirden pay verilmeyen asgari ücretliler başta olmak üzere tüm emekçilerin, işçilerin yaşadığı kayıplar karşılanmalıdır.
- Asgari ücret ulusal ölçekli bir toplu pazarlıkla belirlenmeli ve uyuşmazlık durumunda grev hakkını da içermelidir.
KESK olarak tekrar altını çiziyoruz, asgari ücrette oransal artış hayat iğneden ipliğe sağanağa dönüşen zam yağmurunun sürdüğü koşullarda sadece birkaç ay belki de daha az süreli suni bir” bayram havası yaratmaktan” ibarettir.
Asgari ücretlisinden emeklisine, işçisinden kamu emekçisine hepimiz için suni değil, gerçek bir bayram havası yaratmanın tek yolu bizlere kölelik dayatanlara karşı emeğin hakları için ortak mücadeleyi yükseltmekten geçmektedir.
Bu vesile ile “GEÇİNEMİYORUZ” diyen herkesi 18 Aralık 2021 Cumartesi günü İzmir ve Diyarbakır’da, 19 Aralık 2021 Pazar günü Ankara ve İstanbul’da yapacağımız mitinglerde yan yana, omuz omuza olmaya, emeğin kürsüsünü hep beraber kurmaya çağırıyoruz.