egitimsen
Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu içerisinden geçmekte olduğumuz dönemde başta kamu yöneticileri olmak üzere tüm toplumsal kesimlerin azami özen ve dikkatle davranması gerektiğinin altını çizerek, kamuoyu ile paylaşılması gerektiğini düşündüğümüz konuları bilginize sunarız.
- 23 Mart Pazartesi günü MEB tarafından başlatılacak olan uzaktan eğitim uygulaması, örgün eğitimin yerini alması mümkün olmayan, tamamlayıcı eğitim olarak kabul edilmelidir. Ancak, uzaktan eğitim ve EBA kullanımının bizleri kaygılandıran ve MEB tarafından dikkate alınması gerektiğini düşündüğümüz yanları bulunmaktadır. Bunlardan ilki, özellikle EBA uygulamasının öğrenciler arasında eşitsizlik yaratma olasılığıdır. EBA’nın tamamen teknoloji temelli, çevrimiçi bir sosyal eğitim paylaşım platformu olması ve pek çok ailenin ekonomik sorunlar yaşıyor olması, kaygılarımızın haklılığını ortaya koymaktadır.
Kamusal eğitim tüm öğrencilerin bu hizmetten eşit, ücretsiz yararlanması ve yine bu hizmetin tüm öğrenciler için ulaşılabilir olması önkoşulları üzerine inşa edilmiştir. Bu haliyle kimi öğrenciler için bu dönemde olumlu bir olanak olacak olan uzaktan eğitim uygulamaları, pek çok öğrenci açısından da eşitsizlik yaratacaktır. Bu nedenle MEB, olanağı olmayan öğrencilerin EBA’yı kullanacak donanıma sahip olmaları için adım atmalıdır. MEB hem kendi olanakları ile hem de depolarında, stoklarında öğrencilerin kullanabileceği donanımı olan firmalara çağrı yaparak, bu donanımın öğrencilere ücretsiz ulaştırılmasını sağlamalıdır.
EBA’nın 18 milyon öğrenci, 1 milyon öğretmenin kullanımını kaldırabilecek teknik altyapıya sahip olup olmadığı konusu önümüzdeki günlerde en yoğun tartışılacak başlıklardan biri olacaktır. MEB’in henüz zaman varken EBA altyapısında ihtiyaç olan güçlendirmeyi yapması gerekmektedir
Öğretmenlerin EBA kullanımının sürekli okul yönetimleri tarafından denetlenmesi ve bu konuda öğretmenlere baskı yapması, öğretmen arkadaşlarımızı olumsuz etkilemektedir. Öğretmenlerimiz her koşulda öğrencilerimiz ve gereksinimi olan tüm kesimlerin yanında olmuş ve olmayı da sürdürecektir. Bu nedenle, öğretmenlerimizi denetlemek yerine desteklemek yönetimin bu dönemdeki en önemli görevi olmalıdır.
- Yaşanmakta olan salgın tehdidi gündelik yaşamı olumsuz etkilemekte ve buna bağlı olarak da çeşitli sorunlar yaşanmaya devam etmektedir. Ücretli öğretmen arkadaşlarımızın yaşadığı mağduriyeti Eğitim Günlüğü-1 açıklamamızda paylaşmıştık. Mağduriyet yaşayan MEB çalışanlarına şimdi de Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğüne bağlı kurumlarda açılmış olan kurslarda ek ders ücreti karşılığında görevlendirilen usta öğreticiler dahil olmuş durumda. 19 Mart 2020 tarihinde illere gönderilen yazı ile bu durumda olan çalışanlara ek ders ödenmemesi hususu bildirilmiştir. Yaşanan süreçten kimsenin mağdur olmaması için toplumsal dayanışma ve önlem alınması çağrısı yaptığımız bir dönemde, çalışanların bu şekilde mağdur edilmesini kabul etmemiz mümkün değildir. Çağrımız açıktır: MEB ücretli öğretmenler, usta öğreticiler başta olmak üzere eğitim alanında çalışanların okulların kapatılmasından önce aldıkları ücreti alacakları bir düzenlemeyi acilen yapmalıdır.
- YÖK, salgın tehdidine karşı üniversiteleri üç hafta tatil etmiş ancak idari ve akademik personelin çalışmaya devam etmesi kararını almış ve bundan dolayı da yoğun olarak eleştirilmişti. YÖK’ün kararından kaynaklı, şimdi de üniversiteler çalışanlarının aldıkları hastalık raporlarının gerçek olup olmadığını belirlemek için hakem hastaneye sevk etme kararı almayı başladı. İlk örnek Ankara Üniversitesinden geldi ve Rektörlük 19 Mart tarihinde yayınladığı yazı ile 5 gün ve daha fazla olan iş göremezlik raporlarının uygun olup olmadığının belirlenmesi ve çalışanın da muayene için hakem hastaneye sevk edileceğini tüm birimlere duyurdu.
Rektörlüğün bu tutumu, çalışanların zan altında kalması ve hasta olsalar dahi rapor almamaya yönlenmelerine neden olacaktır. Dayanışma ve salgın tehdidine karşı birlikte mücadelenin öne çıkarılması gereken bir dönemde, Ankara Üniversitesi Yönetiminin yapmaya çalıştığı uygulamayı anlamak ve kabul etmek mümkün değildir. Çağrımız bu ve benzeri olumsuz örneklerin artmaması için YÖK’ün sendikalarla bir araya gelerek süreci birlikte sürdürmesidir.
- ÖSYM tarafından 19 Mart 2020 tarihinde yapılan açıklama ile bazı sınavların ertelendiği duyuruldu. Salgın tehdidinin geldiği aşama ve boyut dikkate alındığında, ÖSYM tarafından alınan kararın olumlu ve yerinde olduğunu belirtmek gerekir. MEB tarafından önümüzdeki aylarda yapılacak olan iki sınavla ilgili henüz bir açıklama yapılmadı. MEB’in yayınladığı takvime göre 25 Nisan 2020 tarihinde “Bursluluk” sınavının ; 7 Haziran 2020 tarihinde de “Merkezi Sınavla Öğrenci Alan Ortaöğretim Kurumları Sınavının” yapılması gerekiyor. Milli Eğitim Bakanı 19 Mart 2020 tarihine katıldığı programda sürecin izleneceği ve duruma göre karar verileceğini belirtti. Bu konuda MEB’e çağrımız kararların geniş bir uzlaşı ile ve tek bir öğrencinin dahi mağdur olmayacağı şekilde alınmasıdır. Eğitim Sen öğrencilerimiz için hayati önemi olan bu konuda MEB’e yapmış olduğu çağrıyı yinelemektedir. Sürecin en az eksikle sürdürülebilmesi için ortak akıl gereklidir ve bu nedenle MEB sendikalarla hızla bir araya gelmelidir. Tüm seçenekler birlikte değerlendirilerek, süreç birlikte sürdürülmelidir.
- Avrupa’ya geçmek için sınır bölgelerinde bekleyen çok sayıda göçmen ile ilgili belirsizlik devam etmektedir. Bu sorunun çözümüne dek geçecek olan sürede sınır bölgelerinde bekleyen göçmenlerin barınma, beslenme, temizlik ve sağlık gibi temel gereksinimlerinin karşılaması gerekmektedir. Ayrıca, göçmen ve mülteci ailelerin büyük bir bölümünün okul çağında çocukları bulunmaktadır. Bu sorunun çözümü için acil adım atılması gerektiği de açıktır.
EĞİTİM SEN MERKEZ YÜRÜTME KURULU
YÖK 13 Mart 2020 tarihinde üniversitelere gönderdiği yazıda, içinde bulunduğumuz süreçte ara verilen yükseköğretimi uzaktan öğretim yöntemleri ile sürdürebilmek adına bazı bilgiler istemiş, 18 Mart 2020 tarihine kadar üniversitelerden gelen yanıtlar doğrultusunda bir uzaktan öğretim planlaması oluşturmuştur. Bu planlamaya göre üniversitelerde ara verilen öğretim faaliyetleri 23 Mart 2020 tarihinden itibaren uzaktan öğretim ile devam edecektir.
Üzülerek görmekteyiz ki bu süreç “oldu bitti”ye getirilmektedir. 2 yıl önce başlatılan “Yükseköğretimde Dijital Dönüşüm Projesi” kapsamında yapılanlar ya da 120 üniversitede uzaktan eğitim ve uygulama merkezinin (UZEM) var olması, Türkiye yükseköğretim sistemindeki sayıları 4 milyonu bulan örgün öğretim öğrencisine uzaktan eğitim verilebileceği anlamına gelmemektedir. Aynı şekilde 6 bin öğretim elemanına “dijital çağda yükseköğretimde öğrenme ve öğretme” eğitiminin verilmiş olması da sayıları 170 bini bulan akademisyenin uzaktan öğretim sistemine hazır olduğu anlamına gelmemektedir. Bünyesinde UZEM olan üniversitelerin çoğunda uzaktan eğitim alt yapısı henüz oluşmamıştır, hatta bu üniversitelerin çoğunda UZEM sadece bir tabeladan ibarettir. Sadece bunlar düşünüldüğünde bile 23 Mart 2020 tarihinde başlatılması planlanan uzaktan öğretim sisteminin işlemeyecek olmasını görmek kaçınılmazdır.
Her şeyden önce vurgulanmalıdır ki, “örgün eğitim”, “uzaktan eğitim” ve “açık öğretim” sistemleri birbirinden farklı öğretim yöntemleridir. Birbirlerinden farklı özelliklere ve dinamiklere sahip bu farklı yöntemleri birbirleri yerine ikame etmek doğru değildir.
İçinden geçtiğimiz dönemin kendine has olağanüstülüğü dolayısıyla bu ayrımı göz ardı etsek bile, uygulanmak istenen uzaktan eğitim sistemi işlemeyecek, çoğu yerde ve çoğu bölüm programı için bir fiyasko ile sonuçlanacaktır. Sadece aşağıdaki soruların yanıtlarının olmaması bile bunu görmeye yeterlidir:
– Uygulaması olan dersler için uygulama nasıl yapılacaktır?
– Derslerin değerlendirilmesi nasıl yapılacaktır?
– Üniversitelerimizin alt yapısının yanında uzaktan öğretim alacak olan yaklaşık 4 milyon öğrenci gerekli alt yapıya sahip midir ve uzaktan öğretim araçları ile tanışık mıdır?
– Kendisi devasa bir uzmanlık ve araştırma alanı olan uzaktan öğretim, internet ortamına yüklenen ders notu ya da videolarının öğrenciler tarafından okunması ya da izlenmesi sürecine indirebilir mi?
Ülkemizde uzaktan öğretim ve açık öğretim gibi sistemlerde uzmanlaşmış üniversiteler mevcuttur ve yıllar boyunca sahip oldukları deneyim ve birikimle kimi programlarda uzaktan öğretim ya da açık öğretim hizmeti sunabilmektedir. Ancak kimi programlar için, değil Türkiye’de, dünyada henüz uzaktan öğretim örneği yoktur. İktisadi idari bilimler fakültesinin bir programının uzaktan öğretimle yürütüldüğü şekliyle fen fakültesi fizik bölümü programı nasıl yürütülebilecektir? Aynı şekilde güzel sanatlar fakültesi heykel programı ya da konservatuardaki herhangi bir program nasıl yürütülebilir?
Eğitim ve bilim emekçileri olarak, işte bu ve benzeri sorular YÖK’ün 23 Mart 2020 tarihinde başlayacağını duyurduğu uzaktan öğretim yönteminin uygulanmasını olanaksız kılmaktadır. Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Olağanüstü koşullarda hayatın olağan akışını sürdürmek olağanüstü araçlara sahip olmayı gerektirir ve yazık ki ülke olarak henüz bu araçlara sahip değiliz. Bu nedenle, bu süreçte yükseköğretimin nasıl sürdürülebileceği problemi “Ben yaptım oldu.” mantığı ile değil başta eğitim fakültelerindeki konunun uzmanlarının ve tüm ilgili bileşenlerin görüşü alınarak çözülebilir. YÖK’e bu yanlıştan dönmesini ve süreci sağlıklı bir şekilde işletebilmek için işin öznelerinden görüş alarak yeniden olabilir bir çözüm üretmesi gerektiğini hatırlatıyoruz.
Dünya çok uzun süredir egemenlerin ellerinde ağır bir yıkıma maruz kalıyor. Savaşlar, katliamlar, doğanın talanı, kölelik düzeyine gelen emek sömürüsü, salgınlar artık bu gidişata dur denilmesi gerektiğini, eşitlikçi ve özgürlükçü yeni bir düzenin inşa edilmesinin bir zorunluluk olduğunu bizlere söylüyor.
Bireysel ve fiziksel mesafelerimizin arttığı, fakat daha fazla sosyal dayanışma içerisinde olmamız gereken bir dönemde özgürlüğün, barışın ve kardeşliğin ateşini büyütmemizin ne kadar hayati olduğunu her gün daha fazla deneyimliyoruz.
Farklı dillerde farklı biçimler alan ve zalimlere karşı mazlumların direnişini simgeleyen Newroz/Nevruz ateşi bugün meydanlarda yakılamasa da dünyanın dört yanında mazlumların, emekçilerin, kadınların, gençlerin gösterdiği dayanışmayla sıcaklığını daha fazla hissettiriyor.
Tarihin değirmenleri artık egemenlerin suyuyla dönmeyeceğinin işaretini veriyor. Muktedirlerin diline yer etmiş silahlar, bombalar, emek sömürüsü halkların taleplerinin kıyısından dahi geçmiyor. Egemenlerin iddiaları, yaşadığımız salgın tehdidi karşısında bir bir çöküyor. Akılları kendi iktidarlarını ve kapitalizmin bekasını korumak dışında bir şeye çalışmayanlar karşısında tarihin seyrini değiştirebilecek bir kapı aralanıyor.
Egemenlerin halklar arasına serptiği nefret tohumlarını kurutmanın, halkları ötekileştiren duvarları yıkmanın, yapay sınırları kaldırmanın, eşitsizliklere son vermenin olanakları göz kırpıyor. İşte böylesi bir dönemde barışın, eşitliğin, özgürlüğün sesini çoğaltmak, dayanışma ve umudun verdiği cesareti büyütmekten geçiyor. Zalimlerin ve diktatörlerin zulmüne “hayır” diyerek özgürlüğün ateşini büyütmek, daha fazla kenetlenmekten, daha fazla dayanışma içerisinde olmaktan besleniyor.
Bu inançla, böylesi tarihi bir günde bir kez daha savaşa, emek sömürüsüne, ayrımcılığa, kısaca her türlü zulme “HAYIR” diyoruz. Eğitim ve bilim emekçileri olarak, Türkiye ve Ortadoğu halklarının özgürlük, barış ve kardeşlik bayramını kutluyoruz.
Nevruz kutlu olsun!
Newroz pîroz be!
Շնորհավոր Նովրուզ
Newroz pîroz bo!
عيد النوروز مبارك عليكم
Eş Genel Başkanımız Aysun Gezen, sendikamız EĞİTİM SEN Genel Başkanı Feray Aytekin Aydoğan ve MYK üyesi Özgür Bozdoğan, sendikamız BTS Genel Başkanı Hasan Bektaş, sendikamız TÜM BEL-SEN MYK üyesi Satı Burunucu, Sendikamız SES MYK üyesi Fikret Çalağan, Sendikamız BES MYK üyesi Özlem Yılmaz Yeşer ve İstanbul Şubeler Platformu üyelerinden oluşan KESK heyeti bugün (06.03.2020) mültecilerin yaşadığı insanlık dramını yerinde incelemek ve dayanışmak amacıyla Edirne’ye gittiler.
Heyetimiz tüm çaba, ısrar ve girişimlere rağmen mültecilerin sınırı geçmek üzere yoğun olarak bulundukları Pazarkule sınır kapısına ve boşaltılan Doyran Köyü gibi yerlere bırakılmamıştır.
Heyetimiz, engellemeler yüzünden sınırlı bir bölgeyi inceleyebilmesine rağmen sorunun gerçek boyutunun basına yansıyandan çok daha büyük olduğuna dikkat çekmiştir.
KESK heyetinin incelemelerine ilişkin hazırlayacağı rapor en kısa sürede kamuoyunun bilgisine sunulacaktır. Eş Genel Başkanımız ziyaret bitiminde aşağıdaki basın açıklamasını yapmıştır.
Sınırsız, Sömürüsüz, Sürgünsüz Bir Dünya İstiyoruz!
Öncelikle belirtmek gerekir ki burada yaşananlar basına yansıyanlardan çok daha vahim, çok daha üzücü ve dehşet verici düzeyde. Konu üzerine yazan çizen basın emekçilerinin niçin baskıya maruz kaldığı, niçin gözaltına alındıkları da daha iyi anlaşılmaktadır.
Ortadoğu ve Suriye’de çatışmaları, savaşı kışkırtan, derinleştiren politikası iflas eden siyasal iktidar bugüne kadar izlediği yanlış politikaların bedelini mültecilere yıkmayı hedeflemektedir. Mültecileri siyasi koz olarak kullanan iktidar, krizi mülteciler üzerinden Avrupa’ya yaymak için sınır kapılarını açmış bulunmaktadır. Suriye ile sınırını kapalı tutmaya devam ederken kendi topraklarındaki mültecileri ise Avrupa’nın kapılarına, belirsizliğe, muhtemel bir ölüme doğru iteklemekte bir mahzur görmemektedir.
Edirne sınır kapısına otobüslerle ve iktidarın bilgisi dâhilinde, yönlendirmesi ve kimi görüntülerden de anlaşılacağı üzere zorlamasıyla taşınan yüz binlerce mültecinin, insani ihtiyaçlarını dahi karşılamaktan uzak olduğuna bizler de şahit olduk. Bununla birlikte iktidarın sınırı tek taraflı açması ve bunu bir şantaj unsuru olarak kullanmasına karşın mülteciler bu ağır koşullarda sınırı aşmalarına engel olan Yunanistan kolluk kuvvetlerinin müdahalesi ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Çocuk, yaşlı, kadın demeden yüz binlerce mülteci göz göre göre iktidarın politikasından cesaret alan insan kaçakçılarının kucağına itilerek ölüme terk edilmiştir. Dünyanın gözü önünde, canlı yayınlar aracılığıyla kadınlar, çocuklar, bebekler karşıdan atılan gaz bombalarına, gerçek mermilere, hücum botlarının saldırılarına maruz kalmış, karada ve denizde ölümle burun buruna gelmekte, kimi zaman da ölmektedirler.
Sizlerin de her gün gördüğü üzere on binlerce mülteci iki devletin sınırı arasındaki bölgede yağmurun, çamurun, soğuk hava koşulları altında, herhangi bir gıdaya erişimi olmadan bekliyor. İnsanlar burada bebekleriyle, çocuklarıyla yaşam mücadelesi verirken Avrupa Birliği ve Türkiye insan yaşamı üzerinden kirli pazarlıklar yapmaktadırlar. Her iki taraf özel kuvvetlerini sınıra yığarak adeta on binlerce insana ara bölgeyi toplu mezar yapmaktadırlar. Nitekim daha şimdiden en az iki insan açılan ateşle yaşamını yitirmiş, onlarcası yaralanmıştır.
İnsan yaşamının araçsallaştırılması ve pazarlık konusu yapılması insanlık suçudur, ahlaksızlıktır, onursuzluktur.
Hangi ülkede olursa olsun siyasi partilerin mülteciler üzerinden yabancı düşmanlığı ve ırkçılığı yaymaları, nefret söylemleri geliştirmeleri ve buradan oy devşirmeye çalışmaları da hakeza asgari düzeyde dahi insanlık değerlerinden nasibini almamaktır.
Buradaki insanlar ülkelerin savaş kışkırtıcılığı ve savaş politikaları ya da ekonomik nedenlerden dolayı evlerini, barklarını, topraklarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Yaşananların sorumlusu mülteciler ya da göçmenler değil savaşta ısrar edenler, savaş kışkırtıcılığı yapanlar, silahlı çetelerin hamiliğine soyunanlar ve neo liberal politikaları uygulayanlardır. Daha çok kar, daha çok sermaye, daha fazla sömürü diyenlerdir.
Dolayısıyla göçmenlerin, sığınmacıların ve mültecilerin hayatlarının bir tehdit ya da pazarlık unsuru haline getirilmesine, devletlerin seçim kampanyalarında ya da Türkiye ile AB arasındaki ilişkide bir koz olarak kullanılmalarına derhal son verilmelidir. Ortaya çıkan bu sonuçlardan Avrupa Birliği ülkeleri ve politikaları azade değildir. Adına “ulusal çıkar”, “devlet çıkarı” dedikleri şey insani değerleri ve insanının yaşamını dışlayan kirli politikalardır.
Başta ülkemiz olmak üzere dünyanın neresinde olursa olsun Konfederasyonumuz ırkçılığa, yabancı düşmanlığına ve bunların normalleştirilmesine karşıdır, karşı çıkmaya devam edecektir. Yerlerinden edilmiş on binlerce kişinin hayatı güvenlik politikaları ve şiddet döngüsüne hapsedilemez. “Önce yurttaş sonra insan” yaklaşımını ret ediyoruz. Her insanın temel hak ve özgürlükleri bizlerin öncelikli talebi ve mücadele gerekçesidir.
Buradan bir kez daha sesleniyoruz; Sınırlar öldürüyor, sınırları açın! Savaşı değil barış politikalarını büyütün. Göçmenlere ve mültecilere savaş aşmaktan, onları bir politik koz olarak kullanmaktan vaz geçin.
Irkçılık, milliyetçilik ve nefret söylemi öldürüyor, ayrıştırıyor, her türlü ayrımcı söylemi terk edin.
AB ve Türkiye’deki siyasi iktidarlar “mülteci krizi” adı altında topu birbirine atmaktan vazgeçmeli, temel insan hak ve özgürlükleri çerçevesinde üzerlerine düşen yükümlülüklerin gereğini yapmalıdırlar.
İnsanlar bunca zorluğa, ölümle burun buruna kalmaya daha iyi bir yaşam, çocukları için daha iyi bir gelecek sağlama umuduyla katlanmaktadırlar. İnsanların umuduyla oynamayın. İnsan onuruna yakışır ve barış içinde bir yaşam herkesin en temel hakkıdır.
Bu vesileyle; sınırsız, sömürüsüz, sürgünsüz bir dünya için tüm emekçileri, ezilenleri dayanışmaya, mücadeleye ve mültecilere sahip çıkmaya çağırıyoruz. KESK olarak, bu konuda gerek insani dayanışma boyutuyla ve gerekse de yaşananlara son verilmesi için üzerimize ne düşerse yapacağımıza dair kararlılığımızı belirtiyoruz.
YÜRÜTME KURULU
Dün gece saatlerinde İdlib’den gelen haber yürekleri dağlamıştır. Basına, medyaya yansıyan bilgilere göre İdlib’de yaşanan çatışmada 33 asker hayatını yitirmiş, otuzdan fazla asker yaralanmıştır. Öncelikle hayatını kaybeden askerlerin ailelerine ve Türkiye halklarına başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyoruz. Yeni kayıplar yaşanmamasını temenni ediyoruz.
KESK olarak en başından itibaren tüm dünyada olduğu gibi Ortadoğu’da ve Suriye’de de çözümün emperyalist ülkelerin beslendiği savaş ve çatışma politikalarından, şiddetin tırmandırılmasından değil, barış ortamının tesis edilmesinden geçtiğini, dolayısıyla ülkemizi Ortadoğu bataklığına iten politikalardan kaçınılması gerektiğini vurguluyoruz.
Buna rağmen iki emperyalist blok arasında birini diğerine karşı koz olarak kullanmaya dayalı politikada ısrar ülkemizi daha büyük bir çıkmaza doğru sürüklemiş bulunmaktadır.
Bir kez daha altını çiziyoruz. Savaş ve çatışmaların bedelini yoksul halk çocukları canları ile ödüyor. Emperyalist güçler ve silah tekelleri savaştan, acıdan ve gözyaşından besleniyor.
Suriye’ye karşı ilan edilen ve Rusya ile İran’ı da karşısına alan çatışma ve savaş politikalarının emekçilere, insanlığa ve halklarımıza hiçbir yararı yoktur.
Ortadoğu politikasındaki yanlışların ve fevri kararların faturasının askerlere ve halka yıkılmasından derhal vazgeçilmelidir.
Suriye’den tüm yabancı güçler, emperyalistler bir an önce çekilmelidir. Suriye’nin geleceğine, demokratik bir sürecin işletilmesi ile Suriye’de yaşayan halklar karar vermelidir.
Bu ülkenin emekçilerinin, halkının yarattığı kaynaklar silahlanmaya, savaşa değil işsizlik sorununun, geçim derdinin çözülmesine ve yoksulluğun bitirilmesine harcanmalıdır.
Yürütme Kurulu
Katledilişinin 27. Yılında UĞUR MUMCU’yu Saygıyla Anıyoruz!
24 Ocak 1993’te, karanlık güçler tarafından arabasına yerleştirilen bombanın patlaması sonucu vahşice katledilen gazeteci yazar Uğur Mumcu’nun ölümünün üzerinden 27 yıl geçti.
Türkiye’de ülkesini ve halkını aydınlatmaktan başka bir kaygısı olmayan basın emekçileri, gazeteci, bilim insanı ve aydınlar, tıpkı 15 Temmuz sonrasında olduğu gibi her dönem hedef olarak gösterilmiş, kimi zaman tutuklanarak hapse atılmış, kimi zaman da göz göre göre gelen siyasi cinayetler, suikastlar sonucunda katledilmiştir.
Bir ülkenin gazetecilerini, yazarlarını, akademisyenlerini, aydınları tehdit olarak görmesi, bununla yetinmeyip açık açık hakaret ederek tehdit etmesi, düşüncelerini özgürce ifade edenleri, barıştan yana tutum alanları hukuksuz kararlarla ihraç etmesi, tutuklayıp cezaevine doldurması Türkiye açısından utanç verici bir durumdur.
Türkiye’nin Musa Anter, Uğur Mumcu, Metin Göktepe ve Hrant Dink gibi gazetecilerin öldürüldüğü bir ülke olma utancı kara bir leke olarak ortada dururken, bu utanca dünyada en fazla tutuklu gazetecinin olduğu ülke olma ayıbı eklenmiştir. Türkiye’nin gazeteciler, özgür basın emekçileri ve bilimin ve barışın yanında saf tutan akademisyenler açısından nefes alınamaz hale getirilmiş olması düşündürücüdür.
Dün cinayetlerle susturulmaya çalışılan gazetecilerin, aydınların ve bilim insanlarımızın bugün baskı, tehdit, işten atmalar ile karşı karşıya bırakılması, halkın gerçek ve doğru haberleri alma özgürlüğü üzerindeki yasakçı ve baskıcı zihniyetin yıllar içinde hiç değişmediğini göstermektedir.
Eğitim Sen olarak, karanlık güçlere karşı eşit, özgür, demokratik bir Türkiye için mücadele eden, bu yolda canını veren Uğur Mumcu’yu ve ilkelerinden taviz vermedikleri için öldürülen bütün basın emekçileri, bilim insanları ve aydınlarımızı bir kez daha saygıyla anıyoruz.