Değerli Basın ve Kamuoyuna

Eğitimde baskı ve yıldırma uygulamaları her geçen gün artmakta, okulların stratejik planları, RİDEF, TEFBİS, İKS, ADEY, Alan taraması gibi angarya çalıştırma uygulamaları belirgin bir şekilde yaygınlaşmaktadır. Okullarda tamamen bir dayatma şeklinde ortaya çıkan angarya çalıştırma uygulamaları nedeniyle eğitim emekçilerinin iş yüklerinin artması ve çalışma koşullarının ağırlaştırılması kabul edilemez bir durumdur.

Bu talepler doğrultusunda Eğitim Sen; angarya çalıştırma uygulamalarına son verilmesi ve çalışma koşullarımızın iyileştirilmesi için tüm ülkede başlattığı eylem etkinlikler kapsamında 14-21 Nisan tarihlerinde Milli Eğitim Bakanlığına iletilmek üzere işyerlerinde imza kampanyası başlatmıştı.

 

İmza Kampanyasındaki Taleplerimiz;

  • Milli Eğitim Bakanlığı, eğitim yöneticiliğini işletmeci bir mantıkla yeniden düzenleyerek geçtiğimiz yıllarda yapılan sınavlarla gelen eğitim yöneticilerinin görevlerine son vererek, yerlerine açıkça torpil anlamına gelen sözlü sınav üzerinden belirlenmesi ve yine siyasi birer aktör olan valiler tarafından atanacak siyasi kadroların göreve getirilmesi için yasal düzenlemeler yapmıştır. Eğitim Sen yıllardır eğitimde yaşanan siyasi kadrolaşma girişimlerine dikkat çekerek eğitim yöneticilerinin okullarda ya da işyerlerinde gerçekleştirilecek demokratik seçimlerle belirlenmesini ve yönetici atamalarında liyakat ve yeterlilik kriterlerinin temel alınmasını savunmaktadır. Sendika olarak talebimiz her okulun kendi yöneticisini kendisinin seçmesi, okullarda 5-8 Mayıs tarihleri arasında sandıklar kurularak ve demokratik bir ortamda seçimler yapılarak eğitim yöneticilerinin siyasal atamalarla değil, okul bileşenlerinin ortak iradesi ile belirlenmesidir.
  • Milli Eğitim Bakanlığı’nın hizmet içi eğitim uygulamaları yıllardır mesai saatleri dışında uygulanmakta ve söz konusu eğitim çalışmaları yapılan görevlerle ilgili olmasına rağmen, söz konusu eğitim çalışmaları için katılımcılara herhangi bir ücret ödenmemektedir. Çalışmanın bir parçası olarak değerlendirilmesi gereken hizmet içi eğitim uygulamaları seminer ve yaz dönemlerinde ücret ödenerek ve gönüllülük ilkesi temelinde hayata geçirilmelidir.
  • Eğitim sistemi içinde emekleri genellikle görmezden gelinen, hatta genellikle yok sayılan yardımcı hizmetlilerin eğitim hizmetlerinin sağlıklı yürütülmesi noktasındaki katkıları genellikle göz ardı edilmektedir. Okullarda diğer çalışanlarla aynı ortamda bulunan ancak eşit haklara sahip olmayan yardımcı hizmetliler, kendilerine yüklenen her türlü angaryayı, tartışmasız yerine getirmekle yükümlü gibi görülmekte, görev tanımları olmadığı için çalışması gereken sürenin üzerinde çalıştırılmakta ve her türlü angarya işi yapmaya zorlanmaktadır. Yardımcı hizmetlilerin görev tanımı net olmalı ve Genel İdari Hizmetler (GİH) sınıfına dahil edilmeleri için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
  • Okullarda yıllardır büyük bir sorun olarak çözüm bekleyen nöbet sorunu en kısa sürede çözülmek zorundadır. Okullarda öğretmenler, hiçbir yasal zorunluluğu olmadığı halde haftada bir günden fazla nöbet tutmaya zorlanmaktadır. Nöbetçi öğretmenler sadece nöbet tutmakla kalmamakta, o gün okulda boş geçen ders varsa o derse girmeye zorlanmaktadır. Öğretmenlere 1 günden fazla nöbet görevi verilmemeli, tutulan nöbet süresi ile orantılı olarak mesai ücreti ödenmelidir.
  • Dershanelerin özel okula dönüştürülmesi ile amaçlanan kamusal kaynakların kamusal eğitim yerine özel okullara aktarılmasıdır. Halktan toplanan vergilerin, kamu okulları için harcanmayıp, çeşitli yöntemlerle özel okullara aktarılmak istenmesi kabul edilemez ve karşısında durulması gereken bir durumdur. Kamusal kaynaklar yine kamusal bir hak olan eğitim için, özel çıkarlar değil, halkın yararı gözetilerek değerlendirilmeli ve sadece eğitimde değil, bütün alanlarda kamu harcamalarının payı arttırılmalıdır.
  • Hükümet tarafından yapılan son düzenlemeler ile aday öğretmenler bir yıl fiilen çalıştıktan sonra performans değerlendirmesinde başarılı olmak ve disiplin cezası almamak koşuluyla asaleten atanmak için yazılı veya sözlü sınava girmek zorunda bırakılmıştır. Aday öğretmenlikten asıl kadroya atanmada yazılı ya da sözlü sınav şartı kaldırılmalı, adaylıktan asil kadroya geçiş koşulu sınav odaklı değil, uygulama ve süreç odaklı olmalıdır.

 

Bu taleplerimizin karşılanması için işyerlerinden topladığımız imzaları Milli Eğitim Bakanlığına gönderiyoruz.21.04.2013

 

Şube Yürütme Kurulu Adına

Ahmet KARAGÖZ

Şube Başkanı

Örgütlenelim, Mücadeleyi Yükseltelim!

14-21 Nisan tarihleri arasında işyerlerinde ekteki imza kampanyası yürütülecek,

Toplanan İmzaların en geç 19 Nisan’a kadar şubeye ulaştırmanız önemlidir.

Eğitimde Angaryalara Son

14-21 Nisan tarihleri arasında işyerlerinde ekteki imza kampanyası yürütülecek,

Toplanan İmzaların en geç 22 Nisan’a kadar şubeye ulaştırmanız önemlidir.

 

Eğitimde Angarya Çalışma Uygulamalarına Son Verilmeli, Çalışma Koşullarımız Düzeltilmelidir.

Eğitimde baskı ve yıldırma uygulamaları her geçen gün artmakta, okulların stratejik planları, proje vb adlar altında angarya çalıştırma uygulamaları belirgin bir şekilde yaygınlaşmaktadır. Okullarda tamamen bir dayatma şeklinde ortaya çıkan angarya çalıştırma uygulamaları nedeniyle eğitim emekçilerinin iş yüklerinin artması ve çalışma koşullarının ağırlaştırılması kabul edilemez bir durumdur.

Bu talepler doğrultusunda sendikamız angarya çalıştırma uygulamalarına son verilmesi ve çalışma koşullarımızın iyileştirilmesi için başlattığı eylem etkinlikler kapsamında ekteki imza kampanyasının tüm eğitim emekçilerine imzalatılması önemlidir.

¨       Milli Eğitim Bakanlığı, eğitim yöneticiliğini işletmeci bir mantıkla yeniden düzenleyerek geçtiğimiz yıllarda yapılan sınavlarla gelen eğitim yöneticilerinin görevlerine son vererek, yerlerine açıkça torpil anlamına gelen sözlü sınav üzerinden belirlenmesi ve yine siyasi birer aktör olan valiler tarafından atanacak siyasi kadroların göreve getirilmesi için yasal düzenlemeler yapmıştır. Eğitim Sen yıllardır eğitimde yaşanan siyasi kadrolaşma girişimlerine dikkat çekerek eğitim yöneticilerinin okullarda ya da işyerlerinde gerçekleştirilecek demokratik seçimlerle belirlenmesini ve yönetici atamalarında liyakat ve yeterlilik kriterlerinin temel alınmasını savunmaktadır. Sendika olarak talebimiz her okulun kendi yöneticisini kendisinin seçmesi, okullarda sandıklar kurularak ve demokratik bir ortamda seçimler yapılarak eğitim yöneticilerinin siyasal atamalarla değil, okul bileşenlerinin ortak iradesi ile belirlenmesidir.

¨       Milli Eğitim Bakanlığı’nın hizmet içi eğitim uygulamaları yıllardır mesai saatleri dışında uygulanmakta ve söz konusu eğitim çalışmaları yapılan görevlerle ilgili olmasına rağmen, söz konusu eğitim çalışmaları için katılımcılara herhangi bir ücret ödenmemektedir. Çalışmanın bir parçası olarak değerlendirilmesi gereken hizmet içi eğitim uygulamaları seminer ve yaz dönemlerinde ücret ödenerek ve gönüllülük ilkesi temelinde hayata geçirilmelidir.

¨       Eğitim sistemi içinde emekleri genellikle görmezden gelinen, hatta genellikle yok sayılan yardımcı hizmetlilerin eğitim hizmetlerinin sağlıklı yürütülmesi noktasındaki katkıları genellikle göz ardı edilmektedir. Okullarda diğer çalışanlarla aynı ortamda bulunan ancak eşit haklara sahip olmayan yardımcı hizmetliler, kendilerine yüklenen her türlü angaryayı, tartışmasız yerine getirmekle yükümlü gibi görülmekte, görev tanımları olmadığı için çalışması gereken sürenin üzerinde çalıştırılmakta ve her türlü angarya işi yapmaya zorlanmaktadır. Yardımcı hizmetlilerin görev tanımı net olmalı ve Genel İdari Hizmetler (GİH) sınıfına dahil edilmeleri için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

¨       Okullarda yıllardır büyük bir sorun olarak çözüm bekleyen nöbet sorunu en kısa sürede çözülmek zorundadır. Okullarda öğretmenler, hiçbir yasal zorunluluğu olmadığı halde haftada bir günden fazla nöbet tutmaya zorlanmaktadır. Nöbetçi öğretmenler sadece nöbet tutmakla kalmamakta, o gün okulda boş geçen ders varsa o derse girmeye zorlanmaktadır. Öğretmenlere 1 günden fazla nöbet görevi verilmemeli, tutulan nöbet süresi ile orantılı olarak mesai ücreti ödenmelidir.

¨       Dershanelerin özel okula dönüştürülmesi ile amaçlanan kamusal kaynakların kamusal eğitim yerine özel okullara aktarılmasıdır. Halktan toplanan vergilerin, kamu okulları için harcanmayıp, çeşitli yöntemlerle özel okullara aktarılmak istenmesi kabul edilemez ve karşısında durulması gereken bir durumdur.Kamusal kaynaklar yine kamusal bir hak olan eğitim için, özel çıkarlar değil, halkın yararı gözetilerek değerlendirilmeli ve sadece eğitimde değil, bütün alanlarda kamu harcamalarının payı arttırılmalıdır.

¨       Hükümet tarafından yapılan son düzenlemeler ile aday öğretmenler bir yıl fiilen çalıştıktan sonra performans değerlendirmesinde başarılı olmak ve disiplin cezası almamak koşuluyla asaleten atanmak için yazılı veya sözlü sınava girmek zorunda bırakılmıştır. Aday öğretmenlikten asıl kadroya atanmada yazılı ya da sözlü sınav şartı kaldırılmalı, adaylıktan asil kadroya geçiş koşulu sınav odaklı değil, uygulama ve süreç odaklı olmalıdır.

 

14-21 Nisan tarihleri arasında işyerlerinde ekteki imza kampanyası yürütülecek, Toplanan İmzaların en geç 22 Nisan’a kadar şubeye ulaştırmanız önemlidir.

Demokrasi özü itibari ile bir hesap sorma ve hesap verme kültürüdür. Ne yazık ki Türkiye siyasetinde hesap sorma ve hesap verme alışkanlığı yeterince yerleşmemiştir. Özellikle siyasetin finansmanı konusunda şeffaflıktan kaçınmanın son derece ağır bedelleri ortaya çıkmaktadır. Siyasetin toplumsal faydaları gözetmekten çok kolay kişisel çıkar elde etme aracına dönüştüğü algısı oldukça yaygın bir genel kabule dönüşmüştür.

Bu nedenle siyasetin hak ettiği toplumsal güveni kazanabilmesi için 30 Mart seçimleri tarihi bir fırsat sunmaktadır. Siyasi partilerin seçim kampanyalarını nasıl finans ettikleri yönünde kamuoyunu ikna edici bir açıklama yapmaları, toplumda ciddi bir beklentiye dönüşmüştür.

Yerel yönetimlerde karar süreçlerinin demokratikleşmesi ve bütçe şeffaflığının sağlanması, seçim kampanyası ile başlar. Yerel seçimlerde yarışan partileri seçim kampanyalarının maliyetini nasıl karşıladıklarını açıklamaya, yurttaşlarımızı da oy kullanırken duyarlı olmaya davet ediyoruz.

Aynı şekilde göreve talip olan Belediye Başkanlarını mal varlıklarını açıklamaya çağırıyoruz.

Siyasetteki kirlenme, yozlaşma ve güven bunalımının aşılabilmesi için hesap veren bir siyaset ve hesap soran bir toplum çağrısı yapıyoruz.

Sivil toplum, odalar, meslek örgütleri, medya ve doğrudan yurttaşların denetimine açık bir kent yönetimi için herkesi duyarlı olmaya çağırıyoruz. 24.03.2014

 

Tekin MÜJDE

SES Adana Şb. Başkanı

KESK Dönem Sözcüsü

 

KESK -  DİSK   -  TMMOB -  ADANA TABİP ODASI  - DEV SAĞLIK İŞ

Pirsultan Abdal

Alevi Kültür Dernekleri

Vartolular Derneği - ANADOLUDER

Adana semt pazarcılar esnaf odası

Adana tatlıcı pastacılar esnaf odası

Adan kahveciler kıraathaneciler esnaf odası

Adana inşaatçılar ustaları esnaf odası

Adana galericiler esnaf odası

Adana yağlı boyacılar esnaf odası

Adana lokantacılar esnaf odası

Adana minibüsçüler esnaf odası

Adana bakkallar bayiler esnaf odası

Adana eski elbiseciler esnaf odası

Adana kabzımallar esnaf odası

Adana fırıncılar odası

Adana kasaplar esnaf odası

Son Düzenlenme Perşembe, 10 Temmuz 2014 15:39

Baharın gelişini müjdeleyen Mart ayı, yakın tarihimizde yaşanan insanlık dışı katliamlar nedeniyle toplumsal belleğimizde "acılar, katliamlar ayı" olarak bilinmektedir. Beyazıt, Halepçe, Gazi ve Sivas katliamlarının acıları, üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen, yüreklerimizde ve hafızalarımızdaki tazeliğini korumaktadır.

16 Mart 1978`de İstanbul Üniversitesi öğrencisi yedi genç güvenlik güçlerinin gözleri önünde, katledilmiştir. Günler öncesinde katliam hazırlığı yapıldığı yönündeki istihbarata rağmen hiçbir önlem alınmamış, katliama açıkça göz yumulmuştur. 36 yıl önce gençlerini pusu kurarak katledenler, o tarihten sonra da cinayetlerini kimi zaman gizli cinayetlerle, kimi zaman da resmi görevlileri aracılığıyla öldürmeyi sürdürmektedir. Beyazıt katliamı faillerini yakalamak için peşlerinden giden polislere "dur" emri veren zihniyet ile Gezi direnişi sürecinde 20`li yaşlarda gençlerimizi, son olarak 15 yaşındaki Berkin Elvan`ı öldürme emrini veren zihniyet özünde aynıdır.

12 Mart 1995 tarihinde Alevilerin gittikleri kahvehanelerinin ve cemevinin hedef alındığı silahlı saldırılarda bir Alevi vatandaş hayatını kaybetmiştir. Saldırıları protesto etmek için toplanan halkın üzerine ateş açılması sonucunda yaşanan olaylarda 22 kişi katledilmiştir. Katliamın gerçek faillerinin, arkasında yer alan güçlerin değil; birkaç tetikçinin yargılandığı davada hukuk, devlet kurşunu karşısında bir kez daha suskunluğa gömülmüş, daha önceki katliamlarda olduğu gibi, katiller ve arkasındaki güçler açığa çıkarılmamıştır.

16 Mart 1988 tarihinde gerçekleşen Halepçe katliamı ise başlı başına bir insanlık dramıdır.  Kürtleri, Asurîleri ve Halepçe`de yaşayan diğer milletlerden halkları hedef alan katliamda, dönemin Saddam Hüseyin rejimi tüm dünyanın gözleri önünde, 5000‘den fazla çocuk, kadın ve erkeği kimyasal silahlarla acımasızca katletmiştir. Newroz kutlamalarına hazırlık yapıldığı sırada gerçekleştirilen insanlık dışı katliamın tek sorumlusu elbette ki dönemin diktatörü Saddam Hüseyin değildir. Bölgeye ilişkin hesapları olan batılı güçler ve İslam ülkelerinin yönetimleri de yaşanan bu vahşeti seyrederek en az dönemin Irak rejimi kadar büyük bir suç işlemişlerdir. Bugün benzer katliamlar Suriye`de, Türkiye`nin açıktan destek verdiği el Kaide çeteleri ve uzantıları tarafından işlenmektedir.

Beyazıt, Gazi ve Halepçe gibi katliamlar karşısında kör, sağır, dilsiz kalanlar bugün de tarihin karanlık sayfalarına yenilerini eklemeye, katliamcılara, tetikçilere kol kanat germeye, yaşananların hafızalardan silinmesi için ellerinden geleni yapmaya devam etmektedir. Türkiye`de Gezi direnişinden bu yana iktidarın halk düşmanı ve saldırgan tutumu ve Başbakan`ın nefret dolu söylemleri üzerinden yeni çatışmalar yaratılmaya çalışılmakta; faşist saldırılar ve linç kültürü yeniden hortlatılmak istenmektedir.

Ezilenlerin, emekçilerin dünyasında yaşamın ve insanlığın hedef alındığı katliamları ve ardındaki kirli ilişkileri aradan ne kadar zaman geçerse geçsin unutturmamak esastır. Tüm insanlığın barış içerisinde yaşayacağı bir dünya mücadelesi veren halkların ve emekçilerin örgütlü gücü yeni katliamlar yaşanmasını engelleyebilecek tek güçtür. Geçmişten günümüze failleri belli olan bütün katliamların ve cinayetlerin sorumluları ortaya çıkarılmalı, işledikleri suçlardan dolayı halka hesap vermelidir.

Şube Yürütme Kurulu

Gezi Direnişi'nin Sembol İsimlerinden Berkin Elvan’ı Sonsuzluğa Uğurluyoruz!

Katillerinin Peşini Asla Bırakmayacağız!

Gezi direnişi sırasında Başbakan’ın “desten yazmakla” övdüğü polislerin attığı gaz bombası ile yaralanan Berkin Elvan, 269 gün süren yaşam mücadelesini kaybetti. Berkin Elvan’ı, faşizme karşı milyonların ayağa kalktığı, Gezi Direnişinde kaybettiğimiz Abdullah Cömert’in, Mehmet Ayvalıtaş’ın, Ali İsmail Korkmaz’ın, Ethem Sarısülük’ün, Medeni Yıldırım’ın ve Ahmet Atakan’ın yanına uğurluyoruz.

Tedavisi boyunca Türkiye halklarının üzerine titrediği, insani duygularını yitirmemiş herkesin, her ailenin umutla iyi haberlerini beklediği Berkin Elvan’ın ölüm haberi tüm ülkeyi derin bir üzüntüye boğmuş, ölümü ülke çapında büyük bir öfkeye yol açmıştır. Türkiye’nin dört bir yanında gerçekleştirilen kitlesel protestolar, boykotlar ve eylemler ile vicdan sahibi olan bütün halklar Berkin’e sahip çıkmış, katillerinin ve arkasındaki güçlerin peşini bırakmayacaklarını ilan etmişlerdir.

Yıllardır başta toplumun örgütlü kesimleri olmak üzere, halkın en temel taleplerine kulaklarını tıkayan AKP hükümeti ve Başbakan, Gezi direnişi ile birlikte yıllardır sesi kısılan, yok sayılan toplum kesimlerinin sesine kulak vermek yerine onlara her fırsatta hakaret etmiş, her fırsatta milyonları açıkça tehdit etmekten çekinmemiş, güvenlik güçlerine yetki vererek gencimizin güvenlik güçleri tarafından katledilmesine neden olmuştur.

Gezi sürecinden itibaren Başbakan, giderek sertleşen üslubu üzerinden toplumu her fırsatta germeye, kamplaştırmaya ve birbirine düşman etmeye çalışmıştır.  Yıllardır ısrarla sürdürülen halkları birbirine karşı “kin ve düşmanlık duyguları üzerinden” tahrik ederek bölme girişimleri, son günlerde ülkenin dört bir yanında faşist saldırıları, parti binalarının taşlanmasını ve linç girişimlerini beraberinde getirmiştir.

Gezi direnişi sürecinde gençlerimiz henüz 20’li yaşlarda toprağa düşerken, henüz 15 yaşında olan Berkin Elvan, 15 Haziran 2013 tarihinde Başbakan’ın “kahraman” polisinin attığı bir gaz bombası ile yaralanmıştır. Berkin tam 269 gün, umutla ve inatla yoğun bakımda yaşam mücadelesi vermiş, ancak gencecik bedeni bu mücadeleyi daha fazla sürdürememiştir.

Berkin Elvan’ın katili, sadece ona hedef alarak gaz bombası atan polisler değil, Gezi direnişi sırasında “talimatı ben verdim”, “kahraman polisimiz destan yazdı” sözleriyle zulme direnen halklara karşı bütün nefretini kusan, ağzını her açtığında nefret suçu işleyen, halk düşmanlarına, faşist çetelere ve tetikçilere destek veren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dır. Berkin Elvan, tıpkı Gezi direnişi sürecinde polis saldırısı ile hayatını kaybedenler gibi, tamamen siyasi iktidarın sorumlusu olduğu devlet terörünün son kurbanı olmuştur.

Eğitim Sen olarak, 15 yaşındaki oğullarını ekmek almaya gönderirken atılan gaz bombası ile yaralanıp 269 gün sonra cansız bedenini teslim alan Elvan ailesinin acısını paylaşıyoruz. Berkin kardeşimizin katilleri başta olmak üzere, talimat verdiğini kabul eden Başbakan dâhil, bütün sorumlular halka hesap verene kadar bu işin peşini bırakmayacağımıza söz veriyoruz.

Şube Yür

Bundan 157 yıl önce “günde 8 saat çalışma, eşit işe eşit ücret ve insanca yaşam koşulları” talepleriyle başlayan kadınların direnişi, 8 Mart Kadınların Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü’ ne yaklaştığımız bu günlerde de geçerliliğini koruyor. Çünkü kadına yönelik şiddetin arttığı, kadın emeğinin her geçen gün daha da değersizleştiği ve bir o kadar da sömürüldüğü, kadın bedeni üzerinde ki muhafazakar gerici politikalarla yaratılmak istenen yaşam biçiminin dayatıldığı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derinleştiği, homofobik söylem ve nefret cinayetlerinin durmak bilmediği bu süreçte kadınların ve Lgbti’ lerin  dayanaşarak mücadele etmesi her geçen gün daha da önem kazanıyor.

Dünyada ve ülkemizde kadına dönük şiddet dünden bugüne artarak devem ediyor.Biliyoruz ki bu sorunun temeli yine dünden bugüne farklı görünümleri ile güçlenen erkek egemenliğine dayanıyor.Her gün erkek egemen sistemin temsilcileri tarafından bedenimize, kimliğimize yönelik sözlü,fiziksel ve politik saldırılara uyanıyoruz.Kimsenin bedenimiz üzerinden politika yapmasına izin vermiyoruz, vermeyeceğiz..

Bizler cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığına karşı duruyoruz. Lezbiyen be biseksüel  kadınları düzeltme adı altında yapılan taciz ve tecavüzün araştırılmasını istiyoruz.Trans kadınlar cinsel kimlikleri yüzünden hayatlarını her alanında şiddete maruz kalıyor.Yaşadıkları toplumsal baskı ve dışlanmanın yanı sıra devletin her kurumu tarafından yok sayılarak onlara siyasi şiddet uygulanıyor.Cumhurbaşkanının talimatıyla Kızılay ‘da bir AVM ye girmesi engellenen üç trans kadının, Mersin ‘ de üç kişinin sopalı ve döner bıçaklı saldırısına uğrayan Deniz ‘in hesabını hep birlikte soruyoruz.

Erkek egemen, gerici, cinsiyetçi AKP’nin 11 yıldır sürdürdüğü kadın düşmanı politikalarının etkisiyle kadına yönelik şiddet yüzde bin 400 artmıştır. Her gün en az 5 kadın en yakınlarında ki erkekler tarafından öldürülüyorken Başbakan 5 çocuk istiyor. Katledilen kadınların tek faili kocaları, babaları, ağabeyleri değil onları koruyan ,”Haksız

tahrik indirimi ile adeta ödüllendiren” yargı sistemidir, kadın düşmanı politikalarıdır.

 

Bin yıllardır ev içerisinde emeğimiz görünmez kılınıyor. Bizleri evin kölesi yapan ev işlerini sınırsız, bitimsiz, bıktırıcı bir şekilde her gün yeniden yapmak zorunda kalıyoruz. Hiçbir karşılığı olmayan bu işlere ek olarak, hasta, yaşlı ve çocuk bakımı da biz kadınların omzuna yükleniyor. Bizler görünmeyen ev içi emeğimize yasal bir tanımlama getirilmesini, bakım hizmetlerinin dışarıda devlet tarafından sunulmasını istiyoruz. Aileye bağlı olmaksızın tüm kadınların emeklilik hakkı ve sosyal güvenceye kavuşturulmasını istiyoruz.

Biz kadınlar, kamu hizmetlerinin özelleştirildiği, esnek, kuralsız, güvencesiz, performansa dayalı çalışmanın yaygınlaştığı, iş yükümüzün her geçen gün arttığı  bir ortamdan, düşük ücretle çalışmaya zorlanmakta ve işsizliğe mahkum edilmek istenmekteyiz.

 

AKP ‘nin  bir yanı ile piyasacı-neoliberal , diğer yanı muhafazakar politikaları kadınları toplumsal yaşamdan dışlanmaya yönelik meclis gündemine getirdiği  Kadın İstihdam Paketi  ile esneklik adı altında evde ki iş yükünü aksatmayacak şekilde güvencesiz işlere yönlendirmek istemekte aynı zamanda kadın emeğini sermayeye  ucuz, güvencesiz iş gücü olarak sunmak istemektedir. Emeğimize yönelen bu saldırılara karşı güvenceli çalışma hakkımız için mücadelemizi büyütüyoruz.

Coğrafyamızda, kürt halkına karşı her alanda bir savaş yürütülüyor. Bu savaşta en ağır şekilde etkilenen kürt kadınları yıllardır öldürülme, taciz, tecavüz, tutuklanma, göç ve ya boyun eğme seçenekleriyle karşı karşıya kalmışlardır. Bizler kürt kadınlarına dönük bu saldırıları kınıyoruz.

Bu gün bir barış sürecinden söz ediliyor. Savaşlarda en ağır bedelleri ödeyen kadınlar,  barış için en fazla sözü söyleyebilmelidir. Halkların eşit ve özgür birlikteliği için kürt kadınları bu sürecin aktif bileşenleri olarak görülmelidir.

 

Biz kadınlar yıllardır, hep beraber, dayanışmayla erkek şiddetine meydan okuduk, haklarımızı beraber sokaklara çıkarak aldık. AKP’nin kadınların kürtaj hakkını yasaklama girişimi kadınların sokaktaki öfkesine takıldı. Binlerce kadın benim bedenim, benim yaşamım, benim kararım diyerek meydanlara aktı ve AKP iktidarına geri adım attırdı. Yaşam ve karar hakkımız ne devletin ne erkeğindir.

Cinayetlere karşı, savaşa karşı hep birlik olduk. Kadınların sesini yükselttik. Erkek şiddeti yüzünden kaybettiğimiz kız kardeşlerimiz için mücadeleye devem ediyoruz. Biz kadınlar köle, hizmetçi, namus, aile ya da kuluçka makinesi değiliz.

 

Biz kadınlar ve LGBTİ ler  tüm dünyayla aynı anda 8 Mart‘ta alanlarda olacağız.

 

“  Kapitalizme, milliyetçiliğe, militarizme ve savaşa “ karşı sloganlarımız haykırmak,

 

“ Kadınlar barışın tarafı, müzakerenin muhatabı  “ demek,

 

“Patriarkaya ı,  heteroseksizme ,homofobiye “ karşı  çıkmak,

 

“Bedenimiz, emeğimiz, kimliğimiz bizimdir”  demek için sokakları dolduracağız.

 

YAŞASIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEMİZ

JİN JİYAN AZADİ

SUSMA HAYKIR LGBTİ’LER  VARDIR

 

YAŞASIN 8 MART

 

ADANA KADIN PLATFORMU

Son Düzenlenme Perşembe, 10 Temmuz 2014 15:34

02 Mart 2014 Pazar günü Adana Öğretmenevinde gerçekleştirilen şubemiz 9. Olağan Genel Kurul sonuçları aşağıda listelenmiştir.

Seçim sonucu alınan oylara göre sıralanmıştır. yürütme Kuruluna 7, Denetleme Kuruluna 3, Disiplin Kuruluna 3 ve Üst Kurulana 12 üyemiz seçilmiştir.


YÜRÜTME KURULU 
Adı Soyadı Aldığı Oy
1 AHMET KARAGÖZ 271
2 ŞÜKRAN YEŞİL 251
3 ESMA KARA 247
4 NEVZAT GÜZEL 245
5 EMİNE SONCU TUNÇ 239
6 ZEYNEL KETE 239
7 GÜVEN BOĞA 237
8 MEHMET AKARSUBAŞI 229
9 ERDAL KARABULUT 228
10 ERGÜN ATLIĞ 227
11 AHMET KUTLUĞ ERÇİL 222
12 İNAL AKOĞLU 214
13 KAMİLE TÜLİN ÇELİK 212
14 AHMET KÖK 202
15 SERKAN BENLİ 30

Denetleme Kurulu
Adı Soyadı Aldığı Oy
1 CANAN KÖSEOĞLU 243
2 SÜLEYMAN KAVUNCUOĞLU 236
3 İLHAN BICAKÇI 232
4 MEHMET ALİ ÖZKAL 230
5 SEVGİ SERTAŞAR 217
6 MURAT ÖZCAN 193

Disiplin Kurulu
Adı Soyadı Aldığı Oy
1 OYA KATIRCI 255
2 HÜLYA YILMAZ 254
3 SİBEL İNCİ BACALAN 237
4 MUZAFFER KARA 232
5 SELBİ KÜTÜKOĞLU 210
6 RECEP TEKİN 209

Üst Delegelikleri
Adı Soyadı Aldığı Oy
1 KAMURAN KARACA 255
2 ESRA ARSLAN KÖSELE 253
3 SEÇİL SÖNMEZ 253
4 HALİL KARA 248
5 HIDIR KARAKOÇ 247
6 MÜNİR KORKMAZ 243
7 FATMA AÇIKGÖZ 240
8 ABDULLAH YALÇIN 236
9 TURHAN ATMIŞ 235
10 MELEK DENİZ HAMAMCI 230
11 ADNAN PAŞA 230
12 MEHMET COŞKUN 230
13 YALÇIN ALÇİÇEK 229
14 ORHAN ALICI 227
15 ÖMER ŞİMŞEK 226
16 BİROL SATAR 224
17 ULAŞ YOLDAŞ BAZO 221
18 HÜSEYİN GÜRSOY 219
19 İRFAN DOĞAN 212
20 BÜLENT ECEVİT ÖZHAN 208
21 MEHMET GENÇ 206
22 MEHMET RÜŞTÜ ŞATIR 204
23 AYDIN TAN 204
24 İBRAHİM BENGÜL 201
25 ÖZKAN POLAT 38