egitimsen

egitimsen

Değerli Basın ve Kamuoyuna
24 Kasım Öğretmenler Günü, 12 Eylül darbecileri tarafından, öğretmenlere yönelik hak kayıplarının; itibarsızlaşmanın; öğretmen örgütlerini kapatmanın, baskının vb. üstünü örtmek için kullandıkları sahte bir güne dönüştürülmüştür. Benzer olarak bugünde, hükümet ve siyasiler 24 Kasım’ı öğretmenlik mesleğinin önemi ve kutsallığı, öğretmenlerin fedakârlıkları vb. hamasi söylemler ile öğretmenleri sorunlarından ve sorunlarına yönelik tartışmalardan uzaklaştırmanın bir aracı olarak kullanmaktadır. 
Sendikamızın bir süredir performans değerlendirmesine, öğretmen strateji belgesine, MEB bütçesine vb. karşı yürüttüğü faaliyetleri kapsamında bugün Cinsiyetçi müfredatın gündemleştirilmesine yönelik Müfredatta Şiddet Var konulu basın açıklamamıza hoşgeldiniz.

Görüntünün olası içeriği: 7 kişi, gülümseyen insanlar, yazı
Müfredatta Şiddet Var
Değerli Basın ve Kamuoyuna
Bir ülkenin eğitim politikaları, o ülkede bireylerin hangi değerler üzerinden biçimlendirilmesi isteniyorsa, o şekilde oluşturulur. Ülkemiz tarihinde eğitim politikaları her dönem laik, bilimsel, demokratik ve anadilinde eğitim anlayışından uzak yapılanmıştır. AKP iktidarı da uyguladığı politikalarla eğitimi herkesin erişebileceği, hoşgörülü, sorgulayan, eleştiren bireylerin yetişmesini sağlayan mekanizma olmaktan daha fazla uzaklaştırmıştır. Bugün eğitim sistemimiz piyasacı, milliyetçi, militarist ve giderek dinsel bir içerik kazanan muhafazakâr egemen ideolojinin denetimi altındadır. Siyasi iktidar, iktidar gücüyle eğitim sistemini kendi ideolojik-siyasal hedeflerine uygun olarak biçimlendiriyor.
Müfredat hazırlanırken evrensel bilimsel ilke ve değerlerin kazandırılması amaçlanmalıdır. 
Geleneksel kadınlık rollerini İslami kurallar ile meşrulaştırmaya çalışan MEB, eğitimin en önemli unsuru olan ders kitapları ile erkeği kutsayıp kadını yok sayan politikalarla kadına yönelik şiddeti meşrulaştırıyor. ‘Yeni’ müfredat ataerkil aile yapısının ve erkek egemen toplumun ailedeki varlığını tam anlamıyla koruyup yüceltiyor. ’Yeni’ müfredatta erkek egemenliğine dayalı aile yapısını ve patriyarkayı koruyup yücelten pek çok ifade yer almıştır. Zaten mevcut iktidarın kadın haklarına yaklaşımı göz önünde bulundurulduğunda, eğitim alanında eşitlikçi yaklaşım beklenmesi gerçekçi görünmemektedir.
Toplumsal muhalefetin OHAL ve KHK’lerle susturulduğu, öğretmenlerin iş güvencesiyle tehdit edildiği bu süreçte cinsiyetçi, anti laik müfredat işlenmeye başlandı. Demokratik itiraz hakkı yok sayıldı. İşyerlerinde antidemokratik uygulamalar yaygınlaştırıldı.

Türkiye'de eğitim alanında son dönemde yapılan değişikliklerin, yakın gelecekte yaratacağı sonuçlarla birlikte, ciddi bir şekilde değerlendirmek, içinde barındırdığı tehlikeler hakkında toplumu uyarmak ve bütün bu gelişmelere karşı mücadele etmek Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası olarak bizim en önemli görevimizdir.
Çünkü biz; 
• Temel bir hak olan eğitimin, özelleştirilerek, eğitime erişecek yeterli gelire sahip olmayanların çocuklarının yoksulluğa mahkûm edileceğini ve bu gelişmenin en büyük mağdurunun kız çocukları olacağını biliyoruz. 
• Eğitim programları, ders kitapları ve oyun materyalleri cinsiyetçilikten ve homofobik içeriğinden arındırılmazsa cinsiyet eşitliğini sağlayamayacağımızı biliyoruz.

• Ders kitaplarında, tarihte, edebiyatta, sanatta, sporda, bilimde, siyasette öne çıkan kadınlar görünür kılınmazsa, kadına bakış açısının değişmeyeceğini biliyoruz.

• Ders kitapları ve eğitim materyallerinin üretim sürecine sendikaların, eğitimcilerin, kadın örgütlerinin, toplumsal hareketlerin görüşleri alınmazsa oluşturulacak müfredatın eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik olmayacağını biliyoruz.

• Anadilinde eğitime, insan hakları ve demokrasi kapsamında yaklaşılmazsa, farklılıklarımızı koruyamayacağımızı, toplumsal barışı sağlayamayacağımızı biliyoruz.

• Tarikat ve cemaatlerle ortak yürütülen faaliyetler, imzalanan protokollerle çocuklarımızın geleceğinin karartılmak istendiğinizi biliyoruz.

Bilinmelidir ki; Eğitim Sen olarak toplumun bütün bireylerinin, temel insan hakları ve özgürlükleri doğrultusunda, herkesin kendi anadilinde, cins ayrımcı olmayan, eşit demokratik, laik, bilimsel, parasız ve kamusal nitelikli eğitim görmesi için mücadele etmeye devam edeceğiz. Sorgulayan, itaat etmeyen, haksızlığın karşısında duran, cinsiyet eşitliğini savunan bireyler yetiştireceğiz.23.11.2017

Seçil SÖNMEZ
Şube Başkanı

YAŞASIN DEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELEMİZ!
İtaat etmeyeceğiz!
İtiraz edeceğiz!

24 KASIM’IN TEK SAHİCİ YANI,
ÖĞRENCİLERİMİZİN GÖZLERİMİZİN İÇİNE SEVİNÇLE BAKABİLMESİDİR!

Her yıl olduğu gibi bu 24 Kasım’da da hükümet, MEB, bürokratlar tüm sahtelikleriyle öğretmenlere övgüler dizecek. Tıpkı, 12 Eylül cuntacılarının “5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü” yerine, 24 Kasım’ı “Öğretmenler Günü” olarak ilan ederken yaptıkları gibi…
Evet, eğitimin çivisini çıkaranların tüm riyakarlıkları her 24 Kasım’da yanımızda duruyor. Ancak, öğrencilerimizden ve velilerimizden duyduğumuz her güzel sözün üstümüzde bıraktığı samimi ve sahici duygu, tüm olumsuzluklara rağmen bizleri bu mesleğe daha güçlü bağlıyor. Peki, ama biz öğretmenlerin söyleyecek hiçbir sözü yok mudur? Elbette var!

KENDİMİZİ GÜVENDE HİSSETMEK İSTİYORUZ!

Sanki 15 Temmuz Darbe girişimini öğretmenler, akademisyenler planlayarak yürütmüş gibi, haksız ve hukuksuz olarak ihraç edilen 113 bin 440 kamu görevlisinden 40 bin 260’ı, yani %36’sı MEB ve yükseköğretim kurumlarından oldu. 
Hükümet çıkardığı bir KHK maddesiyle, yıllardır arzuladığı ama bir türlü yaşama geçiremediği sözleşmeli öğretmenlik uygulamasını da yaşama geçirdi. Darbeden buyana atanan 38 bin sözleşmeli öğretmene, “hükümet memuru” gibi hareket etmezlerse işten atılma yolu açıldı. 
Ayrıca hiçbir güvencesi olmadan çalışmak zorunda bırakılan; işten atılması müdürün iki dudağı arasına sıkışmış olan yaklaşık 100 bine yakın ücretli öğretmene görev verildi.
Kısacası OHAL ve KHK’ler tüm öğretmenlerin üzerine karabasan gibi çöktü. Öğretmenler, “Acaba yarın başıma ne gelecek?” sorusuna mahkum edildi, işten atılma kaygısıyla çalışmaya ve yaşamaya mecbur bırakıldı.

SORUYORUZ; Bu güvensizlik ve belirsizlik ikliminde, mesleğimizi hakkıyla yerine getirmemiz ne kadar mümkündür?

KENDİMİZİ DEĞERLİ HİSSETMEK İSTİYORUZ!

Yıllardır hükümetin ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın toplumda kabul görmeyen, eleştirilen politikalarının sorumlusu öğretmenlermiş gibi gösteriliyor. “Öğretmenler çalışmıyor”, “Öğretmenler çok tatil yapıyor”, “Öğretmenler dersleri iyi anlatmıyor” denilerek sadece mesleğimize değil, kişilik haklarımıza da saldırılıyor. Bunun sonucunda kimi zaman şiddete varan eylemlere, kimi zaman ise yeni angaryalara maruz kalıyoruz.
Gecemizi gündüzümüze kattığımız; hastalık, yorgunluk, tükenmişlik bilmeden bin bir fedakarlıkla derslerimize gittiğimiz; kimi zaman okullarımızı, sınıflarımızı dahi kendimiz boyadığımız bilinmiyormuş gibi, “performans denetimine” maruz bırakılıyoruz. Siyasi hesaplarla atanan müdürlerin verdiği notlarla sürgün edilmemizin, işten çıkarılmamızın yolları döşeniyor. İşimizi basit bir işe indirgeyen, meslektaşlarımızla dayanışma yerine rekabet halinde olmamız istenen bir çalışma biçimine zorlanıyoruz.
UNESCO’nun 2016 yılı için yayınladığı Küresel Eğitim İzleme Raporu verileri ise gerçeği gözler önüne seriyor. Türkiye'de de öğretmenlere duyulan güvenin eğitim sistemine duyulan güvenin üzerinde olduğu, öğretmenlere duyulan güven 10 üzerinden yaklaşık 6,5 iken, eğitim sistemine duyulan güvenin yaklaşık 4,5 oranında kaldığı görülüyor.

SORUYORUZ; Öğretmeni değersizleştiren, mesleğine küstüren bir eğitim politikası ve uygulamalarla eğitimi daha nitelikli hale getirmek mümkün müdür?

İNSANCA YAŞAMA VE ÇALIŞMA KOŞULLARI İSTİYORUZ!

Herkes gibi bizler de gerek çalışma gerekse yaşama koşulları açısından her geçen yıl, bir önceki yılı mumla arıyoruz. Çalışma ve yaşam koşullarımız sürekli kötüleşiyor. Temel ekonomik, demokratik sorunlarımıza kalıcı çözümler üretilmediği gibi, yeni sorunlarla karşı karşıya bırakılıyoruz.
2008 yılında bir öğretmen, maaşıyla 920 ABD doları alabiliyorken, Kasım 2017 itibariyle 743 ABD doları ancak alabiliyor. Son on yılda bir öğretmenin maaşındaki kayıp dolar bazında 177 ABD doları olarak karşımıza çıkıyor. Benzer bir kıyaslamayı çeyrek altın üzerinden yaptığımızda 2008 yılında 1196 TL ücret alan bir öğretmen, maaşıyla 16 çeyrek altın alabiliyorken; Kasım 2017 itibariyle 2 bin 892 TL alan bir öğretmen ancak 11 çeyrek altın alabiliyor. Sadece çeyrek altın üzerinden hesaplandığında bile iktidarın öğretmenlere 5 çeyrek altın (1.350 TL) borçlu olduğu görülüyor. 
Öğretmenlerin yüzde 80’i borçlu yaşamak zorunda bırakılırken, en az üçte ikisi geçinebilmek için ek iş yapmak zorunda bırakılıyor. Ücretlerimiz enflasyon ve dolar karşısında hızla eriyor. Son bir yıl içinde TL’nin yüzde 20 değer kaybetmesi, tüm toplum kesimleri gibi, bizleri de etkiliyor. İktidar, kaşıkla verdiği maaş zamlarının daha fazlasını kepçeyle geri alıyor. Eğitim-öğretim sürecinin emektarları olan yardımcı hizmetliler ve memurların durumu ise çok daha vahim durumda.

SORUYORUZ: Güç bela geçinebilen, ek iş yapmak zorunda kalan, sürekli ödenecek borçları düşünen bir öğretmen öğrencilerine ne kadar faydalı olabilir?

ATAMASI YAPILMAYAN ÖĞRETMENLERİN ÖĞRENCİLERİNE KAVUŞMASINI İSTİYORUZ!

Milli Eğitim Bakanlığı’nın resmi verilerine göre ataması yapılmayan öğretmen sayısı, Türkiye’deki 37 ilin nüfusundan daha büyük bir sayıya 438 bine ulaşmıştır. Son 10 yılda açılan üniversitelerle birlikte her yıl yaklaşık 70 bin öğretmen de üniversitelerden mezun olmaktadır. Ancak MEB tarafından yayınlanan resmi rakamlara göre öğretmen açığı 81 bindir. Ataması yapılmadığı için bugüne kadar 45 öğretmen intihara sürüklenmiştir.
Ne yazık ki yaşamına son vererek aramızdan ayrılan öğretmenimiz İsa Erdoğan’ın geride bıraktığı not, her birimizin bu sözler üzerine uzun uzun düşünmesini zorunlu kılıyor: “Uzun zamandır mutsuzum. Mutlu nasıl olunur, onu bile bilmiyorum aslında. Hayatımın geri kalanını devam ettirmek için umudumu, ışığımı kaybettim. Bu paradoksu kıramadım. Başka bir sebep aramanıza gerek yok.”

SORUYORUZ: İşsiz öğretmenleri “Eminönü’nde yem bekleyen güvercinlere” benzetip, ısrarla yeni Eğitim Fakülteleri açanlar değilse, kimdir bu yiten canların sorumlusu?

İKTİDARIN DEĞİL, HALKIN ÖĞRETMENİ OLMAK İSTİYORUZ!

Bizler, öğretmenlerin “hükümet memuru” yapılmasını, idarecilerin siyasi çıkar hesaplarıyla atanmasını değil; öğretmenlerin daha nitelikli bir eğitim hizmeti sunabilmesi için gerekli koşulların yaratılmasını istiyoruz. Bunun yolunun öncelikle herkese güvenceli çalışma yaşamı sunulmasından, baskıların, tehditlerin ve şantajların son bulmasından geçtiğini de çok iyi biliyoruz. Öğretmenin siyasi iktidarlara değil; halka karşı sorumluluk hissetmesi gerektiğini, nitelikli eğitimin ancak nitelikli öğretmenle mümkün olduğuna inanıyoruz. 
Her 24 Kasımda tekrarlanan göstermelik kutlamalar, hamasi nutuklar değil, sorunlarımıza kalıcı çözümler üretilmesini, öğretmeniyle, öğrencisi ve velisiyle herkesin memnun olacağı bir eğitim sisteminin oluşturulmasını istiyoruz.

EĞİTİM SEN OLARAK TALEPLERİMİZ;

• Başta insanca yaşayacak ücret talebimiz olmak üzere, eğitim emekçilerinin bugüne kadar yaşadığı ekonomik mağduriyetler giderilmeli, son 15 yıl içinde satın alım gücümüzdeki azalmayı telafi eden adaletli bir ücret artışı sağlanmalıdır. 
• 2014 yılı enflasyon farkları bir seferde ödenmeli, ek ödemelerin tamamı temel ücrete ve emekliliğe yansıtılmalı, vergi dilimi uygulaması sabitlenerek ücretlerde yaşanan erimenin önüne geçilmelidir. Ek ders ücretleri günün şartlarına uygun bir şekilde yeniden düzenlenmeli ve en az iki kat arttırılmalıdır. 
• Eğitim-öğretim yılı başında öğretmenlere yapılan eğitim-öğretime hazırlık ödeneği, her dönem başında olmak üzere yılda iki kez olmalı ve bütün eğitim ve bilim emekçilerinin yararlanması sağlanmalıdır. 
• Sözleşmeli/ücretli öğretmenlik gibi her türlü güvencesiz istihdam uygulamalarına esnek, kuralsız ve angarya çalışmaya son verilmelidir. 
• Hizmetli ve memurlara özel hizmet tazminatı ödenmelidir.
• Kamu emekçilerinin grevli toplusözleşme hakkı önündeki engeller kaldırılmalı, gerçek bir toplusözleşme düzenin yaratılması sağlanmalıdır. 
• Öğretmenler günü olarak 12 Eylül ürünü olan 24 Kasım değil, Dünya Öğretmenler Günü olan 5 Ekim tarihi esas alınmalı, öğretmenlere hak ettiği değer verilmelidir.

Şube Yürütme Kurulu Adına
Seçil SÖNMEZ
Şube Başkanı

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü nedeniyle İlimizde düzenlenecek Eylem ve Etkinlikler
HAYATIMIZDAN VE HAKLARIMIZDAN VAZGEÇMİYORUZ! DÜŞLERİMİZİN PEŞİNDEYİZ
Görüntünün olası içeriği: yazı

Görüntünün olası içeriği: yazı

Eğitim Sen Üyesi Rehber Öğretmenler Nöbet Tutmayacak…

Meslek ilkelerine aykırı, angarya çalışmayı dayatan Rehberlik Yönetmeliğine karşı Eğitim Sen üyesi rehber öğretmenler nöbet tutmayacak…

Merkez Yürütme Kurulumuzun 17/11/2017 tarih ve 79 sayılı kararı ektedir. Sendikamız üyesi rehber öğretmenler ekteki karar doğrultusunda 20/11/2017 Pazartesi tarihinden itibaren Rehber Öğretmenlerin mesleki ilke ve özelliklerine aykırı yönetmeliğin düzeltilmesi talebiyle nöbet tutmayacaklardır.

Kararı Görmek İçin Tıklayınız

Savunma

……………………………………………………………………Lisesi/Okulu Müdürlüğüne
………………..
10 Kasım 2017 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren “ Milli Eğitim Bakanlığı Rehberlik Hizmetleri Yönetmeliği’nin ,Rehber Öğretmenlerin Görevleri” başlıklı 34. Maddesinin ff. bendi, Sınavlarda görev alabilir; belleticilik ve nöbet görevi yapar, şeklinde düzenlenmiştir. Psikolojik danışmanlık ve Rehberlik mesleğinin özelliklerine, ilkelerine ve öğrencilere vermekte olduğum hizmetin gerekliliklerine aykırı olarak düzenlenen bu maddenin uygulanması sonucunda eğitim ortamında olumsuz sonuçların oluşması kaçınılmaz olacaktır. Ayrıca üyesi olduğum sendikam EĞİTİM SEN (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası) tarafından 17 Kasım 2017 tarihinde alınan 79 Nolu karar (Ek. 1), üye rehber öğretmenlerin anılan nedenlerden dolayı nöbet tutmaması yönündedir. Bu nedenle:
1.Tarafıma nöbet görevi verilmemesi,
2.Tarafıma nöbet görevi verilir ise , dilekçeyi verdiğim tarihten itibaren sendikam Eğitim Sen’in almış olduğu karar gereğince nöbet görevini yerine getirmeyeceğimden gerekli önlemlerin müdürlüğünüzce alınması hususlarını gereği için bilgilerinize arz ederim.

Tarih
Adı, Soyadı
İmza
Ek.1. EĞİTİM SEN Merkez Yürütme Kurulunun 17.11.2017 tarih ,79 Nolu kararı

 

Atatürk’e Yapılan Çirkin Saldırıyı Kınıyoruz!

Basına ve Kamuoyuna

Adana’mızın önde gelen liselerinden Bahtiyar Vahabzade Sosyal Bilimler Lisesi Müdürü Mehmet Sırrı Huylu okulda yapılan 10 Kasım Atatürk’ü anma etkinliklerinde Selda BAĞCAN’ın söylediği “Nerde Nerdesin Dost” türküsünü çaldırıp bir kutlama havasında davranışlar sergilemiş hatta ileri giderek kutlama esnasında göbek attığı sosyal medya hesaplarında paylaşılmış ve toplum da infial yaratmıştır.

Kurtuluş Savaşında, Emperyalist güçlere karşı toplumu bir araya getirerek ve büyük bir zafer kazanılmasını sağlayan Türkiye Cumhuriyeti ülkesinin kurucu lideri Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ölüm yıldönümünde sergilenen bu şarlatanlığı şiddetle kınıyoruz.

Okul müdürünün Kurucu liderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK ile ilgili anma etkinliğinde sergilediği bu davranışıyla ilgili Adana Valiliğini, İl Milli Eğitim Müdürlüğünü, İl Teftiş Kurulu Başkanını, Baro Başkanlığını ve Cumhuriyet Savcılarını bu müdür ile ilgili gerekli yasal işlemlerin yerine getirmesini talep ediyor ve bu işin takipçisi olacağımızı da kamuoyuna duyuruyoruz.13.11.2017

 

Şube Yürütme Kurulu Adına

Seçil SÖNMEZ

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

Mustafa Kemal Atatürk’ü Ölümünün 79. Yılında Saygıyla Anıyoruz!

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün üzerinden 79 yıl geçti. Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de hayata gözlerini yumduğu günden bu yana dünya üzerinde yaşanan gerginlik, çatışma ve savaşlar durmaksızın devam ediyor.

 

Atatürk’ün ölümünden bu yana dünyanın dört bir yanında yaşanan savaşlar, çatışmalar ve katliamlar, O’nun yıllar önce söylediği “Yurtta barış, dünyada barış” sözünün anlamının, ne kadar doğru ve güncel bir ifade olduğunu açıkça gösteriyor.

 

Kurtuluş Savaşı’nda yan yana, omuz omuza mücadele eden, emperyalistlerin Türkiye’den kovulması için canını veren farklı inanç ve kimliklerden Türkiye halkları, egemen güçlerin çıkarları doğrultusunda, yıllardır birbirine düşman haline getirilmeye çalışılıyor.

 

Eğitimde ve bilimde ırkçı-gerici girişim ve uygulamaların etkisini arttırdığı, okullarımızdan başlayarak toplumsal yaşamın bütün alanlarının baskıcı ve otoriter uygulamalarla pek çok yönden kuşatma altına alındığı günümüz koşullarında, hayatı boyunca aydınlanmadan ve bilimden yana tutumuyla bilinen Mustafa Kemal Atatürk’ü ölümünün 79. yılında saygıyla anıyoruz.

 

Şube Yürütme Kurulu

Çocuklarımızın Geleceklerinden Ellerinizi Çekin!

Çocuklarımızın Geleceklerinden Ellerinizi Çekin!

Yerel basın mensuplarıyla "Eğitim Sistemi Alarm Veriyor, Bedelini Eğitim Emekçileri ve Öğrencilerimiz Ödüyor!" konulu basın toplantısı gerçekleştirdik,

Eğitim Sistemi Alarm Veriyor, Bedelini Eğitim Emekçileri ve Öğrencilerimiz Ödüyor!

Hükümetin eğitim politikalarındaki tercihleri ve tüm itirazlara rağmen dayatmaları eğitim emekçilerinin ve öğrencilerin haklarını ve tercihlerini yok saymaktadır. Siyasi iktidarın kabul edilemez eğitim politikaları ve uygulamaları toplumun geleceğini tehdit eder boyutlara gelmiştir.

Görüntünün olası içeriği: 5 kişi, oturan insanlar

AKP, eğitim alanına dair yaptığı her düzenleme ile inşa etmeye çalıştığı yeni rejimin temellerini güçlendirmekte, kendi iktidarına sadakatin ve itaatin tesis edilmesi için elinden geleni yapmaktadır. Bu tablo içerisinde eğitim emekçileri ve öğrencilerin payına düşen, hükümetin yarattığı sorunlar yumağının içerisinde haklarına, emeklerine ve geleceklerine sahip çıkmaya çalışmak olmaktadır. Öyle ki bir yılda “darbecilerle mücadele adı altında” yürütülen ihraç politikasıyla sadece eğitim hizmeti alanında 41 bin 5 kişi (MEB+Yükseköğretim) haksız ve hukuksuz biçimde ihraç edilmiş, çeşitli aralıklarla binlerce öğretmen açığa alınmıştır.

OHAL Kapsamında çıkarılan 28 KHK ile toplam 113 bin 440 kamu görevlisi hukuksuz bir şekilde ihraç edilmiştir. Kamudan ihraç edilen 113 bin 440 kamu görevlisinin 41 bin 5’i (%36) eğitim kurumlarından, 72.435’i (%64) ise diğer kamu kurumlarındandır. Kamudan ihraç edilen eğitimci sayısının, darbeye karışmak iddiasıyla ihraç edilen asker (8 bin) ve polis (23 bin) sayısının toplamından bile fazla olması, asıl darbenin eğitime ve eğitim emekçilerine yapıldığını açıkça göstermektedir.

OHAL KHK’leri ile kamudan ihraç edilen eğitimcilerin sadece 1565’i (%3,81) Eğitim Sen üyesidir. Sendikamız üyesi 1224 öğretmen, 328 akademisyen ve 13 yükseköğretim idari personeli olmak üzere toplam 1565 üyemiz ihraç edilmiştir. Hükümet tüm eğitim emekçilerinin yaşamlarını belirsizliğe ve güvencesizliğe mahkum eden birçok adımı OHAL bahanesiyle yaşama geçirmiş olsa da sendikamız, tüm örgütlü gücüyle ihraç edilen üyelerimizin maddi ve manevi olarak yanında olmuş ve olmaya da devam edecektir.

KHK’ler ile ihraç edilen 39.440 kişi (%96,19) ya başka sendikaların üyeleridir ya da sendikasızdır. Hangi sendika üyesi olursa olsun, tamamen idari ve siyasi tasarruflarla yapılan, savunma hakkı tanınmadan gerçekleştirilen ihraçların tamamı hukuksuzdur. Eğitim Sen olarak hükümete çağrımız, OHAL’in derhal kaldırılması, KHK’ler veya Disiplin Kurulları ile haksız ve hukuksuz olarak ihraç edilen tüm kamu emekçilerinin görevlerine iade edilmesidir.

‘ÖĞRETMEN STRATEJİ BELGESİ’ VE PERFORMANS DEĞERLENDİRME UYGULAMALARI İŞ GÜVENCEMİZE YÖNELİK AÇIK BİR TEHDİTTİR!

OHAL kapsamında çıkarılan KHK’ler ile sözleşmeli öğretmenliğin getirilmesi, 652 sayılı KHK’de yapılan değişiklikler, performans denetimi ve angarya, ihbarcılık kültürü ile “makbul” görülmeyen herkesin cezalandırılması gibi uygulamalar, eğitim emekçilerinin yarına güvenle bakmasını engellemekte ve görevlerine değil “Acaba başıma bir iş gelir mi?” sorusuna odaklanmayı zorunlu kılmaktadır.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2017-2023 dönemi için hazırladığı “Öğretmen Strateji Belgesi” de bu gidişatı perçinleyecek şekilde hazırlanmıştır. Özellikle belirtmek gerekir ki, MEB’in temel stratejisi esnek ve güvencesiz istihdamın yerleştirilmesine yöneliktir. Örneğin 2018 yılı sonuna kadar tüm öğretmenler için performans denetiminin getirilmesi, öğretmenlerin her dört yılda bir sınava tabi tutulması, sürgün anlamına gelecek yeni bir rotasyon uygulamasının getirilmesi ve öğretmenlik mesleğinin yeniden kariyer basamakları adı altında hiyerarşik bir yapıya büründürülmesinin hedeflendiği görülmektedir.

Dikkat edilirse bu hedeflerin her biri, 2023 yılına kadar değil, 2018 yılı sonuna kadar tamamlanmak istenmektedir. Şüphesiz ki MEB, 2019 Başkanlık seçimlerini ve dolayısıyla AKP’nin siyasi çıkar hesaplarını gözeterek bu planlamayı yapmaktadır. Açıkça MEB tarafından gözetilen eğitim emekçileri ve öğrencilerin hakları, dolayısıyla nitelikli eğitim yaratma hedefi değil siyasi çıkar hesapları olmaktadır.

Görüntünün olası içeriği: 4 kişi, oturan insanlar, yemek yiyen insanlar, masa, yiyecek ve iç mekan

EĞİTİM BÜTÇESİ ZORUNLU HARCAMALARA GİTMEKTE, EĞİTİM YATIRIMLARINA AYRILAN PAY AZALMAKTADIR!

Söz konusu siyasi çıkar hesaplarını daha yakından görmek için MEB bütçesinin nasıl planlandığına bakmak oldukça önemlidir. 2017 yılında 85 milyar 49 milyon TL olan MEB bütçesi, 2018 yılı için 92 milyar 529 milyon TL olarak belirlenmiştir. Bütçe rakamları içinde en kapsamlı ve en yaygın kamu hizmetleri içinde yer alan eğitime ayrılan pay, hükümetin eğitim hedeflerini gerçekleştirmek bir tarafa, mevcut ihtiyaçları bile karşılayabilecek seviyede değildir. MEB bütçesinin toplamda yüzde 80’i, personel giderleri (%69) ve sosyal güvenlik devlet primi giderlerine (%11) gitmektedir. 2018 MEB bütçesi içinde mal ve hizmet alım giderlerinin payı % 9,5; cari transferler %3, diğer giderler ise %7,5’dur. 2018 yılında da halkın vergileri eğitime değil, önemli ölçüde savunma ve güvenlik harcamalarına, savaş politikalarına aktarılmaktadır. 2018 yılında MEB bütçesi sadece %8,8 artarken, Milli Savunma Bakanlığı bütçesinde %41 gibi olağanüstü bir artış olması, toplamda savunma ve güvenlik harcamalarının 92 milyar TL ile son 15 yılın en yüksek rakamına ulaşması ve oranına (%12) ulaşması normal değildir.

Her bütçe döneminde eğitime en çok payı ayırmakla övünen siyasi iktidar, son yıllarda “okulöncesi eğitimin zorunlu olacağı” ve 2019 yılına kadar tüm okullarda “Tam gün eğitime geçileceğini” iddia etmiştir. Bütün bu iddiaların gerçekleşebilmesi için 2018 MEB bütçesinde önceki yıllara kıyasla ciddi bir artış yapılması gerektiği açıktır. Ancak bu artış olmadığı gibi MEB bütçesindeki eğitim yatırımlarına ayrılan pay azalmaktadır.

MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay 2002 yılında yüzde 17,18 iken, eğitim hizmetlerinin sunumu açısından çok önemli olan bu rakam 2009’da yüzde 4,57’ye kadar gerilemiştir. 4+4+4 sonrasında zorunlu olarak kısmen de olsa artışa geçen eğitim yatırımlarına ayrılan bütçe oranı, 2014 sonrasında yeniden azalmaya başlamıştır. 2018 yılı itibariyle Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay sadece ve sadece yüzde 8,36’dır.

MEB bütçesinin rakamsal büyüklüğünün temel nedeni, hükümetin eğitime verdiği önemden değil, büyük ölçüde personel harcamalarından kaynaklanmaktadır. Bu durumun farkında olan MEB, eğitim emekçilerini esnek, kuralsız ve güvencesiz çalıştırmak için gece gündüz çalışmakta, sözleşmeli öğretmenlik uygulamasını temel alıp eğitimde güvencesizliği yaygınlaştırmaktadır. Şu anda MEB bünyesinde 40 bin 198 sözleşmeli personel ve 13 bin 500 4/c’li personel istihdam edilmesi, eğitimde güvencesiz istihdamın giderek artacağı izlenimi vermektedir.

MEB kamu kaynaklarını özel okullara aktarmak yerine devlet okullarına ihtiyacı kadar kaynak ayırmalıdır. MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay mutlak anlamda arttırılmalı, eğitimi ticarileştirmeyi hedefleyen özel sektör, dini vakıf ve cemaatlerle yapılan ya da yapılacak olan her türlü ortak proje ve protokoller iptal edilmelidir. Öğretmenler sadece kadrolu istihdam edilmeli, eğitimde her türlü güvencesiz istihdam uygulamalarına derhal son verilmelidir.

Görüntünün olası içeriği: 4 kişi, oturan insanlar

MÜFREDAT VE SINAV SİSTEMLERİ DEĞİŞTİ! DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY AKP’NİN TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ!

Bütçe planlamasından, eğitim emekçilerinin esnek ve güvencesiz istihdamına dair yürütülen uygulamalara; 4+4+4 sisteminden, özel okul sayısındaki muazzam artışa kadar AKP her adımıyla eğitim hizmetini içinden çıkılmaz bir sorunlar yumağına çevirmiştir.

Yapboz tahtasına çevrilen eğitimde, değişmeyen tek şey AKP’nin yürüttüğü toplum mühendisliğidir. Bu nedenledir ki eğitim politikalarının belirlenmesinde hiçbir etkili demokratik katılım mekanizması işletilmemekte, tüm politikalar bir dayatmayla hayata geçirilmektedir.

Hatırlanacak olursa MEB, müfredat değişikliği için 185 bin kurum ve kişiden görüş alındığını belirtmiş, ancak bu görüşlerin akıbetine dair en küçük bir bilgi örüş alıyor gibi yaparak bu görüşlerin kaybolup gittiği bir karanlık yaratmaktadır. AKP ve MEB uyguladığı bu “karadelik” yöntemiyle, toplumun farklı kesimlerinden eleştiri ve görüş alıyor gibi yaparak bu görüşlerin kaybolup gittiği bir karanlık yaratmaktadır. Hazırlanan öğretim programları bilimsel değildir, tekçidir, cinsiyetçidir ve sermaye yanlısıdır. Eğitim Sen olarak MEB’e çağrımız, yeni müfredatın uygulanmasının derhal durdurulması, bilimsel yöntemlerle yeni bir müfredat oluşturulmasıdır.

Müfredat değişikliklerine paralel olarak sınav sistemlerinde ‘yukarıdan talimatla’ yapılan değişikliklere bakıldığında, AKP’nin ve MEB’in daha nitelikli bir eğitim sistemi yaratmak gibi bir derdinin olmadığı görülmektedir. Nitekim müfredat değişiklikleri, müfredatı öğrencilere aktaracak olan öğretmenlerin üzerindeki siyasi basınç ve sınav sistemlerindeki değişiklik birlikte değerlendirildiğinde tablo daha net karşımıza çıkmaktadır.

Hükümetin temel hedefi dinselleştirilmiş ve ticarileştirilmiş bir eğitim, öğrencilerin yaratıcılığını ve yeteneklerini geliştirmek yerine AKP’nin toplum mühendisliğine itaat eden bir öğretmen ve son olarak öğrencilerin yaşamdaki değil sınavlardaki başarısına odaklanan, eğitimin içeriğini sorgulamak yerine sınav sistemlerini merkeze koyan bir toplum yaratmaktır.

Nitekim TEOG ve üniversite sınavı tartışmalarının seyri de bu durumu tüm şeffaflığıyla sunmaktadır. Her iki sınav sistemindeki değişikliğin tartışılma biçimi ders içeriklerinin bilimsel yeterliliğini ve derslerin birbirine katkısını değil, derslerin sınav başarısındaki payını konu edinmektedir.

Eğitim sistemimiz, geleneksel erkek egemen kültür içinde, muhafazakâr ve piyasacı müdahalelerle, eğitimde var olan cinsiyet eşitsizliğini ve cins ayrımcı uygulamaları arttırmakta, çocuk evliliği gibi uygulamaların önüne geçilmeyerek kız çocukları okullardan uzaklaştırılmaktadır. Müfredatın eril mantıkla hazırlanması, bazı okullarda karma eğitim uygulamalarına son verilmekte, karma sosyallik alanları kadın bedeni hedef alınarak düzenlenmektedir.

Eğitim sistemi, toplumsal eşitsizliklerden etkilenen ve bu eşitsizliklerin yeniden üretilmesine katkı sunan bir alandır. Dolayısıyla “sınav başarısı” konusunda bölgesel, sınıfsal eşitsizliklerin yanı sıra cinsiyet farklılıkları gibi çok fazla faktör etkide bulunmaktadır. Hal böyleyken TEOG yerine getirilecek sistem önerilerinde MEB’in temel derdi öğrencilere daha nitelikli bir eğitim hizmeti sunmak değil, eğitim politikalarından anlamayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ikna etmek olmuştur.

TEOG yerine getirilecek sistemle ilgili her gün yeni bir modelin kamuoyuna sunulması, başta öğrenciler olmak üzere toplumda ciddi kafa karışıklıklarına yol açmakta, sorun üzerine etraflıca tartışmayı engellemektedir. Örneğin son olarak MEB’in hazırladığı iddia edilen sistemde, her İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün oluşturulacak havuzdan soru çekerek kendi sınavını yapacağı iddia edilmektedir. Her ilde yapılacak ayrı sınavın çok farklı düzeylerde yaratacağı sorunlar olacağına şüphe yoktur. Böylesi bir uygulamaya gidilmeden önce konunun uzmanları, sendikalar, akademisyenler tarafından etraflıca tartışılma yürütülmesi gerektiği ortadadır. Ancak belli ki AKP bu konuda da “Ben yaptım oldu” tavrını sürdürecektir. Belirtilen nedenlerle MEB ve YÖK’e bu öğretim yılı bu sınavların uygulanmamasını ve konunun tüm paydaşlarla bir araya gelerek yeniden değerlendirilmesini öneriyoruz.

Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, ayakta duran insanlar

OKUL ÖNCESİNDE ‘DİNİ EĞİTİM’ ÇOCUKLARIMIZA BÜYÜK ZARARLAR VERECEKTİR!

Uygulan gerici eğitim uygulamaları çocuklarımızı olumsuz etkilemeye devam etmektedir. MEB’in resmi verilerinde “toplum temelli kurumlar” adını verdiği ve aslında 4-6 yaş arasındaki çocuklara “Kur’an Kursu” olarak hizmet sunan 1.552 sıbyan mektebi bulunmakta, burada 51 bin 327 çocuğa kurs verilmektedir. Belirtmek isteriz ki soyut kavramları idrak etme yeteneği gelişmemiş bu çocuklara MEB ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasında yapılan protokolle verilen bu kurslar, çocuk haklarını yok saymakta ve çocukları AKP’nin ideolojik seferberliğinin nesnesi haline getirmektedir.

Okul öncesinde “dini eğitim” çocukların sağlıklı zihinsel gelişimi ve pedagojik açıdan son derece sakıncalı bir durumdur. Somut ve soyut düşünce evresini tamamlamamış çocuklara, hangi gerekçeyle olursa olsun, dini eğitim verilmesi, çocukların yaşamının sonraki evrelerini olumsuz etkileyecektir. Soyut kavramları idrak etme yeteneği gelişmemiş bu çocuklara MEB ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasında yapılan protokolle verilen bu kurslar çocukların yararına değildir ve çocuk hakları sözleşmesine açıkça aykırıdır.

SÜREKLİ YAZ SAATİ UYGULAMASINDAN DERHAL VAZGEÇİLMELİDİR!

İktidarın toplumsal yaşam ve eğitim alanındaki dayatmacı tavrının öğrenciler ve toplumun sağlığı üzerinde olumsuz etki eden son örneği ise kış saati uygulamasıdır. Türk Tabipler Birliği’nin kamuoyuyla paylaştığı açıklamada da ayrıntılı biçimde ifade edildiği üzere biyolojik saatimizi alt üst eden ve toplum sağlığını olumsuz etkileyen bu uygulamanın, yargı kararıyla hukuksuzluğu tespit edilmesine rağmen sürdürülmesi kabul edilemez. Eğitim Sen olarak siyasi iktidarı sürekli yaz saati uygulamasından vazgeçmeye çağırıyoruz.

Sonuç

AKP, 15 yıllık iktidarı boyunca eğitim politikaları konusunda her dönem başarısız olmuş ve her başarısız olduğunda sistem değişikliği yaparak, kendi başarısızlığının üzerini örtmeye çalışmıştır. Ancak yapılan her sistem değişikliği, öğrenci ve velilerde büyük endişe yaratmaktan başka bir sonuç ortaya çıkarmamaktadır. AKP’ye oy verenler dahil, ülke nüfusunun çok büyük bölümünü genel olarak eğitimde yaşanan olumsuzluklardan ve sürekli sistem değiştirilmesinden son derece rahatsızdır.

Eğitim sistemi neresinden tutsak elimizde kalan bir hale dönüştürülmüştür. Böylesi bir durumda alelacele yapılan her değişiklik sorunun içinden çıkılmasını güçleştirmekte, sonuçların daha ağır olmasına neden olmaktadır. Yapılması gereken hâli hazırdaki toplum mühendisliği mantığının ortadan kaldırılması, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir yönetim aklıyla sorunların ele alınması ve köklü çözümler üretilmesidir.