egitimsen
BİLİM VE ÜNİVERSİTELERİ TASFİYE EDEN YÖK VE OHAL TASFİYE EDİLMELİDİR
12 Eylül 1980 Asker Darbesinin en kalıcı kurumu, 6 Kasım 1981”de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ve teşkil ettiği idari yapı olan “Yükseköğretim Kurulu (YÖK)” sayılır.
Kuruluşu döneminde YÖK’e atfedilen temel görev, “asayişi sağlamak” gerekçesi altında bir yandan hocaları, öğrencileri, emek hareketlerini baskılamak diğer yandan da bilgi ve teknoloji oluşumunu, resmi ideoloji inşasını ve muhalif hareketleri kontrol ederek üniversitelerde itaat rejimini yaşama geçirmekti.
YÖK düzeni bugün 15 Temmuz darbe girişimi sonrası OHAL-KHK rejimi ile 12 Eylül”deki kuruluş formundan da daha otoriter, muhafazakar, piyasacı ve hukuk dışı bir kurum haline gelmiş bulunuyor.
OHAL döneminde üniversitelerde neler oldu?
• Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı, Türkiye’deki üniversitelerde görev yapan 1577 fakülte dekanın, yani tüm dekanların istifasını istedi.
• 18 Ekim 2016 tarihinde 2016-2017 akademik yıl açılışı sarayda yapılarak, rektörler cübbelerine iktidar iliği açtı. Bu yıl da bu durum tekrarlandı. Üniversitelerin kurumsal özerkliği ayaklar altına alındı.
• Disiplin yönetmeliği yeni suçlar da ihdas edilerek 12 Eylül”dekinden de daha ağırlaştırıldı.
• Bakanlara, YÖK’e, rektörlere istediği kişiyi herhangi bir soruşturma olmaksızın işten atma yetkisi verildi. (667 sayılı KHK 4. Md.)
• Disiplin soruşturmalarındaki süreler kaldırıldı. (669 sayılı KHK 3. Md)
• ÖYP’li araştırma görevlilerinin kadrosu, üniversitelerde güvencesizliğin cisimleş hali olan 50/d kadrosuna dönüştürüldü. (674 sayılı KHK 49. Md.)
• Görevden uzaklaştırma uygulamasındaki 3 aylık süre sınırı kaldırıldı. (675 sayılı KHK 13.Md)
• Rektörlük seçimleri kaldırılarak, rektörlerin doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından atanması sağlandı. (676 sayılı KHK 85. Md)
• 683 sayılı KHK ile hakkında “terör örgütü irtibatı” olduğu iddiasıyla adli soruşturma ya da kovuşturma yürütülen doçent adaylarının, doçentlik başvurusu yargı süresince durduruldu.
• Kamudan ihraç edilen 113 bin 440 kamu görevlisinin 41 bin 5’i (%36) eğitim kurumlarından ihraç edilmiş olup darbeye karışmak iddiasıyla ihraç edilen asker (8 bin) ve polis (23 bin) sayısının toplamından bile fazla olması, asıl darbenin eğitime ve eğitim emekçilerine yapıldığını açıkça göstermektedir.
• Darbe girişiminin hemen ardından üniversitelerden 4 bin 225’i akademisyen, 1117’si ise idari personel olan toplam 5342 kişi hızla görevden uzaklaştırıldı.
• 15 vakıf üniversitesi kapatılarak, bu kurumlarda çalışan 2808’i öğretim elemanı olmak üzere yaklaşık 6 bin kişi ise bir gecede işsiz kaldı.
• 672, 675, 677,679, 686, 688, 689, 692 ve 693 sayılı KHK’lar ile üniversitelerden KESK Eğitim Sen üyesi 329 akademisyen (3”ü iade edildi), 13 idari ve teknik personel ihraç edilmiştir. Üyelerimize yönelik söz konusu ihraçlar, özellikle emek, demokrasi, barış mücadelesinde ön safta yer alan üyelere yönelmektedir.
• Kurulan “Yükseköğretim Kalite Kurulu” ile üniversitelerin şirketleşmesi, öğrencilerin müşterileştirilmesi, akademik ve idari personelin de işçileştirilmesi hızlandırılmış,
• Meslek liselerindeki dönüşüme paralel biçimde gençlerin işçileştirilmesini hızlandırmak amacıyla yükseköğretim alanının ikinci YÖK’ü, Meslek Yüksekokulları Koordinasyon Kurulu kurulmuş,
• Organize sanayi bölgelerinde, organize sanayi bölgesi veya devlet üniversiteleri tarafından kurulan meslek yüksekokullarında öğrenim gören her bir öğrencinin işçileştirilmesi için eğitim desteği adı altında kaynak aktarılmasının önü açılmıştır.
• 18.06.2017 kabul edilen yasayla güvencesiz istihdamın kristalize hali olan 50/d ile istihdam araştırma görevlileri için temel istihdam haline getirilmekte, doktoralı araştırma görevlilerinin sadece %20’si yardımcı doçentliğe yükselebilmekte, “doktora sonrası araştırmacı” adı altında esnek ve güvencesiz istihdamın kapıları ardına kadar açılmakta, performans denetimi akademik yükselmenin temel kriteri olmakta, fen ve mühendislik bilimlerindeki son sınıf lisans öğrencilerinin özel sektörde çalışması zorunlu kılınmaktadır.
• Üniversiteye giriş sisteminde temel sosyal ve fen bilimlerinin ağırlığı azaltılmıştır.
• Son hafta içinde ise doçentliği değersizleştirici bir girişim başlatılmış bulunmaktadır.
YÖK VE OHAL KALDIRILMALI, BİLİM VE ÖZGÜR DÜŞÜNME ESAS OLMALIDIR
Üniversiteler; bilme arzusunun önünde engellerin olmadığı, bilimsel gerçeklik arayışı ile hakikatin çarpıtılmadan herkese karşı ileri sürülebilir ve savunulabilir olduğu, elde edilen bilginin toplumla özgürce paylaşılabildiği yerlerdir.
Öznelerin eşitliği, toplumsal güç dengeleri bakımından azınlıkta olanın çoğunlukla eşit değerliliği olmadan, iş güvencesi ve örgütlenme özgürlüğü olmadan hakikat arayışı güvence altına alınamayacağından üniversite güvenceli çalışmayı ve özgürlükleri esas alan yerlerdir
YÖK ve OHAL düzeni; sermaye, devlet ve üniversitenin kurumsal yapısı içindeki iktidar ilişkileri, üniversitelerin varlık nedeni olan bilme arzusu ve hakikat arayışını sınırlandırmakta, hatta ortadan kaldırmaktadır.
OHAL derhal kaldırılmalı, KHK’lar veya disiplin kurulları ile haksız ve hukuksuz olarak ihraç edilen tüm kamu görevlileri işlerine iade edilmelidir.
YÖK”le ilgili Anayasa’daki ilgili hükümler, 2547 sayılı yasa ve bağlı mevzuatlar tümden kaldırılarak üniversite bileşenlerinin karar verici olacağı, bilimsel özgürlüklere ve demokratik özyönetime dayalı kurucu bir çerçevede yeni bir üniversite modeli oluşturulmalıdır.
Ne darbeler ve YÖK ne de OHAL insanlığın özgürlük ve gerçeklik aşkını yok edemez, aksine biz onları tasfiye edeceğiz.
Darbeler, YÖK, OHAL ve sonuçlarının ortadan kaldırılması; insan, toplum, doğa yararına üniversite, laik eğitim, demokratik bir ülke, eşit ve özgür bir yaşam için direneceğiz ve var gücümüzle mücadele edeceğiz.06.11.2017
AKADEMİ BİAT ETMEYECEK.
Seçil Sönmez
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
Cumhuriyet’in 94. Yılı Kutlu Olsun!
Türkiye’de yaşayan farklı kimlik, kültür ve inançlara sahip halkların emperyalist işgale karşı omuz omuza verdikleri mücadele sonucunda Cumhuriyet’in ilan edilişinin üzerinden 94 yıl geçti.
Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde halkların emperyalizme karşı yürüttükleri ortak mücadele üzerinden yükselen halkçı, eşitlikçi, özgürlükçü ve barıştan yana değerler, tekçi, ayrımcı ve dayatmacı politika ve uygulamalarla yok sayılmaya çalışılmaktadır.
Yıllardır “Yurtta barış, dünyada barış” anlayışına temelden aykırı bir şekilde hareket eden, iç ve dış politikada savaş ve şiddete dayanan anlayışın bugün ülkeyi getirdiği nokta ortadadır. Emek, demokrasi ve barış talepleri karşısına ırkçı-şoven politikalarla çıkanlar, baskıcı ve ayrımcı uygulamalarla halkları birbirine karşı kışkırtarak düşman etmeye çalışmaktadır.
Türkiye’de yaşayan halkların özlemi ve talebi, kimsenin kimliği, dini inancı ve siyasi görüşü nedeniyle baskı ve ayrımcılığa uğramadan eşit haklar temelinde yaşama hakkına saygı gösterilmesidir.
Türkiye’nin ihtiyacı, başkanlık sistemi dayatması üzerinden ülkeyi fiilen OHAL koşullarında yönetmeyi hedefleyen “tek adam yönetimi” değil, halkların gerçek anlamda egemen olduğu, kendi kendini yönetme iradesine ipotek konmayan gerçek anlamda laik ve demokratik bir Cumhuriyet’tir.
Eğitim Sen olarak, sadece takvimde sırası geldiği için değil, halkın gerçek anlamda egemen olduğu, insan hak ve özgürlüklerinin, hukukun üstünlüğünün eksiksiz bir şekilde hayata geçirildiği, tüm bireylerin özgür ve demokratik bir ülkede barış içinde bir arada yaşaması dileğiyle, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı kutluyoruz.
Şube Yürütme Kurulu
Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB), bugüne kadar uyguladığı politikalarla okulları birer ‘ticari şirket’ gibi yönetmek, eğitim emekçilerinin daha fazla çalıştırılmasını sağlamak amacıyla performans değerlendirme formları hazırlanmış ve 12 ilde (Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya, Eskişehir, Malatya, Balıkesir, Kayseri, Erzurum, Trabzon, Samsun, Mardin) pilot uygulaması başlatılmış ve MEBSİS üzerinden performans değerlendirme formları öğretmenlere doldurtulmaya başlanmıştır.
Kamusal bir hizmet olması gereken eğitimin tüm süreçlerinde ‘piyasanın’ kurallarını işletmeye çalışan, eğitimde nitelik değil, mal üretiminde geçerli olan ‘kalite’ için çırpınan tamamen siyasallaşmış kadroların performans değerlendirme uygulaması ile ne kadar ‘bilimsel’ ve ‘objektif’ hareket edeceği, geçmiş uygulamalarına bakıldığında apaçık ortadadır. Eğitim Sen, eğitimde neden performans değerlendirmenin yapılamayacağını defalarca kamuoyu ile paylaşmıştır. Merkez Yürütme Kurulumuz, MEB tarafından pilot uygulaması yapılan performans değerlendirme formlarının;
- Öğretmenlerin birbirine karşı güvensizliği arttırıp iş barışını bozacağı,
- Öğretmenlerin performansının ölçülmesinin objektif kriterlerinin olmaması,
- Öğretmenlerin güvencesiz çalışmasının önünü açacağı ve iş güvencesinin altını fiilen boşaltacağı vb nedenlerle doldurulmaması yönünde karar almıştır.
Öğretmenlere performans değerlendirmesi adı altında puan verilmesi ve bu puanların değerlendirme ölçütü olarak kullanılacak olması, eğitimde yeni çatışmaların ortaya çıkmasına neden olacaktır. MEB’in asıl hedefi, öğretmenlerin performansını ölçmek bahanesiyle, eğitimde güvencesiz istihdam uygulamalarını yaygınlaştırmak, uzun vadede eğitim emekçilerinin sınırlı iş güvencesini tamamen ortadan kaldırmaktır.
Performans değerlendirmesi uygulamasında öğretmenlerin yaptıkları işin niteliğinden çok ‘yüksek performans’ üzerinden bireysel değerlendirmeye tabi tutulması, okullarda herkesin birbirinin ‘rakibi’ olduğunu düşüncesinin gelişmesine ve iş barışının bozulmasına neden olacaktır. Bu uygulamanın okullarda görev yapan eğitim emekçileri ile öğrenci ve veliler başta olmak üzere, okul yönetimi, ilçe milli eğitim müdürlüğü, il milli eğitim müdürlüğü vb ile ilişkilerde mutlak bağımlılık ilişkilerini (yaranma, tabi olma, hoş görünme vb) daha da geliştirmesi kaçınılmazdır.
Eğitimde başarının arttırılması için uygulandığı iddia edilen performans değerlendirme uygulamalarının yüz bine yakın ücretli öğretmenin güvencesiz olarak çalıştırıldığı, OHAL sonrasında mülakata dayalı sözleşmeli öğretmenlik uygulamasının hızla yaygınlaştığı koşullarda yapılıyor olması dikkat çekicidir.
Eğitim Sen olarak “performans değerlendirmesi” bahanesiyle öğretmenleri öğrenciler ve velilerle karşı karşıya getirecek, öğrenciyi memnun edilecek müşteri, öğretmeni ‘satış görevlisi’, öğrencileri ve velileri birer ‘müşteri’ olarak gören piyasacı mantığı eğitim sürecinin her aşamasında meşrulaştıracak böylesi bir uygulamayı kabul etmemiz mümkün değildir.
Milli Eğitim Bakanlığı eğitim emekçilerine performans dayatması yaparak onları daha fazla çalışmaya zorlamak yerine, öncelikle eğitimde yaşanan sorunlar karşısında neden kalıcı çözümler üret(e)mediğini sorgulamalıdır. MEB, okulları şirket gibi yönetme anlayışından vazgeçmeli, eğitim emekçilerine performans dayatması yaparak onları daha kendince hizaya getirmek ve fazla çalıştırmaya kılıf hazırlamaktan vazgeçmeli ve eğitim politikalarındaki başarısızlığı ile yüzleşmelidir.
Derin Sahne İzmir tiyatro grubunun "Yarınlara Geç Kalmadan" adlı oyun 18 Kasım 2017 Saat:19.00'da Murat Göğebakan Kültür Merkezinde sergilenecektir. Katılımınızı bekliyoruz.
Eğitim Sen Ceyhan İlçe Temsilciliği
Güvenceli İş Güvenceli Gelecek konulu paneli Çukurova Belediyesi Orhan Kemal Kültür Merkezinde KESK Eş Başkanı Aysun GEZEN, İHD Genel Başkanı Öztürk TÜRKDOĞAN ve Şahin Kellecinin Döneceğiz konulu belgesel gösterimi ile gerçekleştirildi.
Yeni Yükseköğretim Sınavı Gençlerimiz Üzerindeki Baskıyı Artıracaktır!
Yeni Yükseköğretim Sınavı Gençlerimiz Üzerindeki Baskıyı Artıracaktır!
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katıldığı bir TV programında eğitim sistemine ve sınavlara yönelik eleştirileri ardından sınav sisteminde alelacele değişikliğe gidildiğine tanık oluyoruz.
Her ne kadar YÖK Başkanı Saraç yeni sistem için “Bir aylık değil, bir yıllık hazırlığın ürünü” olduğunu belirtse de bu bir yıl içerisinde kimlerin görüşlerinin alındığı, hangi eleştiri ve önerilerin sunulduğu konusu belirsiz bırakılıyor. Çünkü herkes biliyor ki söz konusu değişiklikler eğitim sisteminin olumsuz yanlarını gidermek yerine günü kurtarmaya dönük hamleler içeriyor.
Bu nedenledir ki YÖK Başkanı Saraç yeni sınavı “Daha kolay yönetilebilir, yalın ve sade” diye tanıtmak dışında bir seçeneği kalmıyor. Bu açıklama dahi daha önce kendi getirdikleri sistemi yönetemediklerinin ilanı oluyor. Söz konusu “yönetemeyenler”, gençlerimizi kobay gibi kullanmaktan geri durmuyor!
Ancak yeni sistemin bu eleştirilerimiz ve tespitlerimizden daha önemli olumsuz yanları olacağını özellikle belirtmek isteriz. Şöyle ki;
Geçen yıla kadar uygulanan YGS ve LYS sistemi getirilirken, sınav stresi nedeniyle artan intihar teşebbüsleri gibi kaygı verici olaylar nedeniyle “Gençlerimizin hayatı bir günlük sınavdan daha kıymetli” denilmişti. Şimdi bu kaygı neden taşınmamaktadır? Değişen ne olmuştur?
Yekta Saraç’ın açıklamasından anlaşıldığı üzere yeni sınav önümüzdeki ilk sınav döneminde uygulanacaktır. Bu durum dahi öğrencilerin üzerindeki baskıyı artıracaktır. Çünkü, daha önce iki sınav bulunmakta ve öğrenciler de bu iki sınav tarihlerine göre hazırlanacakları konuları planlamaktayken, yeni sınavla birlikte sınav gününe kadar tüm konulara, üstelik soru tiplerini bilmedikleri, sınav sürelerinin belli olmadığı bir sınava hazırlanmak zorunda kalacaktır. Bu durumun gençlerimiz üzerinde baskı yaratmayacağını ifade etmek, en naif tabirle onların hayatını ve emeğini ciddiye almamaktır.
Yeni sınav sistemiyle, bir gün içerisinde sabah ve öğleden sonra yapılacak oturumlarla adayların “başarı” göstermesi beklenmektedir. Böylesi bir sınav sistemi, insani olmayan bir nitelik taşımaktadır. Çünkü, aynı gün içerisinde sabah oturumunda 80 soruluk Temel Yeterlilik Sınavı ve ardından üç oturuma birden ya da herhangi birine girerek en az 40 en fazla 160 soru sorulacak olan bir sınav sisteminin sonuçları açısında geçerlilik ve güvenilirlik taşımayacağı ortadadır.
Geçmiş dönemde sınavlarda yaşanan kopya skandallarının sorumluluğunu yetkililer ve hükümet almamıştır. Bu skandalların sorumluluğu adayların omzuna yüklenmiş ve sınavlar olağanüstü güvenlik önlemleri nedeniyle eziyet haline dönüştürülmüştür. Şimdi YÖK Başkanı bir gün içerisinde iki sınavın yapılacağını ifade etmekte, adayların iki sınav arasında zamanın olacağını belirtmektedir. Yanında sınava para dahi götüremeyen insanlara bu yeni bir eziyet olmayacak mıdır? Sınav stresini artırmayacak mıdır?
Yeni sistemde “Temel Yeterlilik Sınavı” olacağı ve bu sınavda ağırlığın Türkçe ve Matematik konularına verileceği belirtiliyor. Halbuki PISA sonuçlarına bakıldığında ülkemizde Türkçe ve Matematik konusunda eğitim sistemi alarm verdiği görülüyor. Açıktır ki bu sınavla bu soruna çözüm üretilmek isteniyor. Ancak unutulmamalı ki söz konusu sorunun çözümü sınav sisteminde değil eğitim sisteminde yapılacak köklü değişikliklerde yatmaktadır. Dolayısıyla söz konusu sınav eğitim sistemini yamalı bohça olmaktan çıkarmayacak, aksine yine sorumluluğu gençlerin omzuna yükleyecektir.
Aynı günde iki sınavın yapılacak olması, bir başka sorunu da gündeme getirmektedir. Adaylar, ilk sınavdan sonra ikinci sınava, alan sınavına da girecektir ve ilk sınavda başarısız olması durumunda girdiği ikinci sınavın hiçbir anlamı kalmayacaktır. Üstelik ÖSYM’nin bugüne kadarki uygulamaları göz önünde bulundurulduğunda her oturum için ayrı ayrı ya da bunların ortalamasının alındığı tek sınav ücreti biçiminde yüksek meblağlar isteneceğine de şüphemiz yoktur. Dolayısıyla ilk sınavda baraj altında kalan bir aday, hem maddi olarak hem de emek ve zaman açısından kayıp yaşayacaktır. Bu sorunun düşünülmemiş olması dahi başlı başına sorundur!
Yeni sınavda önemli bir sorun alanı da Meslek Yüksekokullarına geçişi kolaylaştırma arzusunda yatmaktadır. Çünkü bugün uygulanan 4+4+4 sisteminde yoksul ailelerin çocuklarına açık lise, özel ya da devlet meslek liseleri ve imam hatip liseleri dışında bir seçenek sunulmamaktadır. Dolayısıyla yoksul ailelerin çocukları işçileşmeye, ait olduğu sınıfa mahkum edilmektedir. YÖK Başkanı’nın duyurduğu sistem, bu sorunu sorgulamak ve çözüm üretmek yerine daha istikrarlı biçimde sürdürmeyi odağına almaktadır.
Son yapılan YGS ve LYS sonuçları değerlendirildiğinde tercih yapma hakkı olan adayların yarısının bir sonraki sene puanının düşme ihtimali nedeniyle tercih yapmadığı görülmektedir. Yeni sınavda bu soruna çözüm, sınav puanının iki yıl geçerli kılınmasıyla aranmıştır. Ancak tercih yapılmama nedenlerinin en önemli yanı Türkiye’deki üniversitelerin sunduğu olanaklar açısından eşitsizliğidir. Çünkü AKP her ile bir üniversite açarken bilim seferberliği için değil, öğrencilerin müşteri olarak görüldüğü bir kalkınma gerekçesiyle bu adımları atmıştır. Bu nedenledir ki tercih edilmeyen üniversiteler ve programlar sorunu varlığını sürdürecektir.
Eğitim Sen olarak, sorunun sınav çeşitlerinde olmadığını, aksine sorunun daha köklü biçimde sınavlara odaklanmış olan eğitim sistemi içerisinde olduğunu ve köklü değişikliklere gidilmeden kalıcı çözümlerin üretilemeyeceğini belirtmek isteriz. Çocuklarımızı ve gençlerimizi böylesine yakından ilgilendiren bir konuda alelacele yaşama geçirilen, “Ben yaptım oldu” denilen değişikliklerin daha büyük sorunlara yol açtığını hatırlatmak isteriz. Bu nedenle talebimiz, yeni sisteme geçişin ertelenmesi ve yapılacak değişikliklerin geniş bir uzlaşıyla oluşması için farklı görüş, eleştiri ve önerilerin değerlendirilmesiyle, bu sürecin açıklıkla yönetilmesiyle planlanmasıdır. Unutulmamalıdır ki yap boz haline dönüştürülen sadece eğitim sistemi değil gençlerimizin, çocuklarımızın hayatıdır.
Türkiye tarihinin en acımasız, en vahşi katliamlarından birisi olan 10 Ekim Ankara katliamının üzerinden iki yıl geçti. Türkiye’nin merkezinde, Ankara Garı’nda, binlerce polisin gözü önünde gerçekleştirilen katliamın üzerinden iki yıl geçmiş olmasına rağmen, kalbimizdeki acı, yüreğimizdeki sancı ilk günkü gibi tazeliğini koruyor.
10 Ekim’de Türkiye’nin dört bir yanından sadece barış istemek için, kamu emekçilerinin, işçilerin, halkların barış özlemlerini haykırmak, geleceğe dair umutlarını yaşatmak için, “Savaşa İnat, Barış Hemen Şimdi!” demek için Ankara’daydık.
Ölüme karşı her zaman yaşamı savunanlar, “Artık kimse ölmesin” diye ülkenin dört bir yanından barış umudu taşıyan, türkülerle ve halaylarla yola çıkan barış savunucuları, göz göre göre gelen vahşi bir katliamın kurbanları oldular. Her birimiz annelerimizi, babalarımızı, kardeşlerimizi, arkadaşlarımızı, yoldaşlarımızı kaybettik.
10 Ekim 2015’te canımızdan can gitti, yüreklerimiz dağlandı. Aradan iki yıl geçmiş olmasına rağmen, katliamın yaşanmasında ihmali olan kamu görevlileri yargı önüne çıkarılmadı.
Acımız çok büyük ve tarifsizdir. Aradan geçen süre içinde ne acımızda, ne de öfkemizde en küçük bir azalma söz konusu değildir. Türkiye’nin en kanlı katliamlarından birisi olan 10 Ekim katliamının insani değerlerini yitirmemiş milyonlarca insanın yüreklerini yaktığını, içini acıttığını biliyoruz.
10 Ekim katliamını planlayarak yapanlar da, önceden haber aldıkları halde hiçbir önlem almayıp, katillerin arkasındaki güçlerin ortaya çıkmasını engelleyenler de bellidir. Katiller tespit edilmiş ancak, katliamın yaşanmasında ihmali olanlar, katliamı önleyebilecekken, kılını kıpırdatmayanlar hala görevlerinin başındadır. Siyasi iktidarın 10 Ekim katliamında asıl sorumluların hesap vermesini engellemek için attığı bütün adımlara rağmen emek, barış ve demokrasi mücadelemizden geri adım atmayacağız.
Yoldaşlarımızı kaybetmiş olmamız, onların inandıkları değerleri, uğruna canlarını verdikleri barışı kazanmak için mücadele görevini bizlerin omuzlarına yüklemiştir. Aradan ne kadar süre geçerse geçsin, 10 Ekim katliamının üzerinin örtülmesine, asıl sorumluların korunmasına ve yaşananların üzerinin örtülmesine asla izin vermeyeceğimiz bilinmelidir.
10 Ekim Ankara katliamının yıldönümünde, yoldaşlarımıza verdiğimiz sözü tutacağımıza, darbeci zihniyetin izinden gidenlere inat, emek, barış ve demokrasi mücadelemizi daha da ileri taşıyacağımıza bir kez daha söz veriyoruz.
Savaş, şiddet ve ölüm naralarının atıldığı bugünlerde, emekçilerin, halkların eşit haklar temelinde barış içinde bir arada yaşaması için ölümü değil, yaşamı ve yaşatmayı ısrarla savunmaya demeye devam edeceğiz. Bizleri korkutmaya, yıldırmaya, sindirmeye çalışanlar, ne kadar saldırırlarsa saldırsınlar, korkmayacağız, yılmayacağız, unutmayacağız ve katliamda rolü olanları asla affetmeyeceğiz.
Eğitim Sen olarak 10 Ekim’de kaybettiğimiz barış güvercinlerini özlemle anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyoruz!