egitimsen
Eğitim Emekçileri Olarak Her Türlü Baskı ve Angaryayı Reddediyoruz! Emeğimize ve Mesleğimize Sahip Çıkıyoruz!
Angarya çalışma, Anayasanın 18. maddesinde; “Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır” ifadesiyle yasaklanmıştır. Anayasada açıkça belirtilmesine rağmen, son yıllarda tüm kamu kurumlarında olduğu gibi, eğitim alanında çeşitli adlar altında gündeme getirilen ve eğitim emekçilerinin asli görevleri dışında yer alan pek çok iş, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından ‘angarya çalışma’ haline getirilmiş ve özellikle sendikalı eğitim emekçileri üzerindeki baskılar belirgin bir şekilde artmıştır.
MEB’in pilot illerde başlattığı İlkokullarda Yetiştirme Programı (İYEP) kapsamında yapılan re’sen görevlendirmeler, çeşitli kurs, proje ve protokol etkinliklerine bağlı çalışmalara zorunlu katılım, ev ziyaretleri, eğitim koçluğu, birden fazla nöbet tutmaya zorlama, öğrenci servis araçlarının kontrolü ve öğrencilere nezaret edilmesi vb. gibi doğrudan öğretmenlik mesleğinin icrası ile ilgili olmayan çok sayıda angarya iş, öğretmenlerin sınıf içindeki asli görevlerini yapmalarını engeller hale gelmiş durumdadır.
MEB’in uyguladığı projeler ve imzaladığı protokoller üzerinden öğretmenlere yönelik angarya görevler çıkarılması, esnek çalışma uygulamalarının giderek artmasını beraberinde getirmekte, eğitim emekçilerinin ‘aldıkları nefesi bile sayarak almaya başladıkları’ despotik karakterli yeni çalışma düzeni karşısında emeğimize ve mesleğimize sahip çıkacak, MEB’in baskıcı ve dayatmacı uygulamalarına karşı örgütlü gücümüzle karşı durmayı sürdüreceğiz.
DİLEKÇE ÖRNEKLERİ (Sekiz ayrı dilekçe için)
dilekce-26-subat-2018-tarihli-myk-karariyla-ilgili-ikinci-nobet
dilekce-26-subat-2018-tarihli-myk-karariyla-ilgili-istek-disi-hizmetici-egitim
dilekce-26-subat-2018-tarihli-myk-karariyla-ilgili-iyep-resen-gorevlendirme
dilekce-26-subat-2018-tarihli-myk-karariyla-ilgili-iyep-resen-gorevlendirme
dilekce-26-subat-2018-tarihli-myk-karariyla-ilgili-ogle-tatili-nobet-gorevi
dilekce-26-subat-2018-tarihli-myk-karariyla-ilgili-pansiyon-nobetleri
dilekce-26-subat-2018-tarihli-myk-karariyla-ilgili-rehber-ogretmen
dilekce-26-subat-2018-tarihli-myk-karariyla-ilgili-servis-araclari
Psikolojik danışman ve rehber öğretmenler görev tanımına uygun olmayan işleri yapmaya zorlanamaz!
Servis denetiminden öğretmenler sorumlu TUTULAMAZ!
Adana Kadın Platformu, 8 Mart dolasıyla Uğur Mumcu Meydanında miting düzenlendi.
8 Mart, 1857 yılında Amerika’nın New York kentinde başta on altı saatlik çalışma süresi ve düşük ücretler olmak üzere, çalışma şartlarının iyileştirilmesi için kadınların verdikleri mücadelenin yıldönümüdür. O gün yürüyüşe geçen kadın işçilere yapılan saldırı sonucu kadınlar yaralanmış, tutuklanmış ve katledilmiştir.
Bugün ülkemizde kadın katliamları yaşanıyor, birçok kadın cezaevlerinde rehin tutuluyor, şiddet durmadan artıyor, emeğimiz sömürülüyor. Hükümetin yanlış politikaları kadınları daha fazla sömürüyor, kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz artarken çocuk istismarı da her geçen gün artıyor.
Kimliğimiz ve bedenimize saldırılar bitmiyor, yaşamımız kıskaç altına alınmak isteniyor.
Kadın olmamız, cinsel yönelimimiz şiddetin hedefinde olmamız için yeterli oluyor. LGBTİ’lere dönük her türlü şiddet, bir de trans cezaevi gibi yeni uygulamaya çalıştıkları yöntemlerle artırılmak isteniyor.
Kadın ve çocuk bedenleri üzerinden fetva vermeyi iş edinmiş olan, taciz ve istismarı sıradanlaştıran söylemleri ile bugün çocukların aile içerisinde, yurtlarda ve okullarda uğradıkları cinsel saldırıları meşrulaştırma merkezi olan Diyanet, hayatımızdan çıkana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz.
Bulunduğumuz her yerde; sözleşmeli, ücretli, güvencesiz çalışan, özlük hakları her geçen gün gasp edilen, performans düşüklüğü gibi gerekçelerle işten çıkarılan, KHK’lerle işlerinden edilen, OHAL bahanesiyle demokratik hakları engellenen bütün kadınlar olarak emeğimiz ve özgürlüğümüz için mücadele etmeye devam edeceğiz.
Bizler bugünü birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak görüyor ve yıllardır bunun için alanlarda sesimizi duyurmaya ve kadına yönelik her türlü şiddetle mücadeleye devam ediyoruz.
Biz kadınlar iktidarın eşitsiz, cinsiyetçi politikalarına karşı mücadelemizi yükseltme kararlılığındayız.
Eğitim emekçisi kadınlar olarak, 8 Mart’ın 161. yıl dönümünde kadın mücadelesinin tarihsel mirasından güç alarak, öğrenerek mücadeleyi güçlendiriyoruz. Dünyanın dört bir yanında alanlara çıkan ve üretimden gelen gücünü kullanarak greve giden kız kardeşlerimizi selamlıyoruz. Yılın sadece bir günü değil, yaşamın her alanını 8 Mart’a çevirmek için mücadele ettik, ediyoruz, edeceğiz.
Yaşasın 8 Mart!
Jin Jîyan Azadî!
Emek, Eşitlik ve Barış Hakkımızın Peşindeyiz!
İş güvencemize ve itibarımıza sahip çıkmak için imza kampanyamız başlamıştır.
Değerli Eğitim Emekçileri;
Bilindiği üzere MEB geçen yıl 12 ilde yaptığı pilot uygulamadan sonra “Öğretmen Performans Değerlendirme ve Aday Öğretmenlik İş ve İşlemleri Yönetmeliği” ne dair taslağını kamuoyunda tartışmaya açtı.
Öğretmenlerin statüsünü değiştirecek, giderek güvencesizleştirecek, iş barışını bozacak, rekabeti arttırıp dayanışmayı ortadan kaldıracak, mesleki olarak itibarsızlaştırmayı hızlandırma vb. sonuçlar doğuracak bu saldırıya karşı işyerlerinden örgütlenerek, birlikte bir mücadele inisiyatifini ortaya çıkarmamız gerekmektedir. Bunun başlangıcı da bu konuda MEB’in argümanlarının gerçekte neye tekabül ettiğine dair geniş bir aydınlatma ve teşhir çalışmasının bütün işyerlerine nüfuz etmesidir. Konu ile ilgili Genel Merkezimiz tarafından hazırlanan ve kamuoyuna sunulan “10 Soruda Eğitimde Performans Değerlendirme Sistemine Neden Karşıyız” açıklamamızın bütün işyerlerinde gündem yapılması, Ekte gönderdiğimiz imza metni de işyerlerinin iradesinin ortaya çıkarılması ve aydınlatma çalışması açısından önemlidir.
İşyerlerimizde bu dönemi; hem bu saldırıları karşılama, eğitim ve bilim emekçilerini aydınlatma hem de bir örgütlenme seferberliği çerçevesinde değerlendirmelidirler.
Ekte gönderdiğimiz imza metninin işyerlerinde tüm eğitim emekçilerine ulaştırılması, tartışılması ve toplanan imzaların 24 Mart 2018 tarihine kadar şubemize ulaştırılması önemlidir.
İmza Metnini İndirmek İçin Tıklayınız
10 SORUDA EĞİTİMDE PERFORMANS DEĞERLENDİRME SİSTEMİNE NEDEN KARŞIYIZ?
- Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ‘Eğitimde Performans Değerlendirme Sistemi’ ile ne amaçlıyor?
Kamuda performans değerlendirmesine dayalı, esnek ve güvencesiz bir istihdam sistemi oluşturmak, iktidarın uzun süredir gündemini oluşturuyor. 6 Temmuz 2012 tarihli resmi gazetede yayımlanan 10. Kalkınma Planı (2014-2018) içinde kamu istihdam rejimi ile ilgili olarak belirlenen iki hedeften (esnek çalışma ve işlevsel performans değerlendirmesi) biri olan performans değerlendirme uygulamasının Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde bütün öğretmenlere yönelik olarak uygulanması için hazırlıklar büyük ölçüde tamamlandı ve MEB Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan ‘Öğretmen Performans Değerlendirme ve Aday Öğretmenlik İş ve İşlemleri Yönetmeliği’ taslağı hazırlandı.
9 Haziran 2017 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren “Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi 2017-2023”, hedefleri arasında yer alan 15-19 arası eylem hedefleri, eğitimde performans değerlendirme uygulamasının amaçlarını açıklıyor. Bu eylem planları:
- Öğretmen yeterliliklerinin ihtiyaçlar doğrultusunda güncellenmesi.
- Bütün öğretmenler için zorunlu bir performans sisteminin geliştirilmesi.
- Bütün öğretmenlerin her dört yılda bir öğretmen yeterlilikleri çerçevesinde yapılacak olan bir sınava tabi tutulması.
- Öğretmenlerin mesleki gelişimini izleme ve destekleme faaliyetlerinde görev alacak kişilere gerekli eğitimlerin verilmesi.
- Okul Temelli Mesleki Gelişim Modelinin (OTMG) güncellenerek uygulamaya geçirilmesi.
Öğretmen yeterliliklerinde bilimsel, objektif ve evrensel standartlar yerine, öğretmenleri her açıdan baskı altına alacak olan ‘Performans değerlendirme’ uygulamalarının benimsenmesindeki ısrar, MEB’in asıl amacının ne olduğunu açıkça göstermektedir. Öğretmenlerin mesleki yeterliliklerini arttırmak için piyasacı yöntemleri hayata geçirmek, onları objektifliği tartışılır sınavlar, değerlendirmeler ve testlere tabi tutmak, ağır performans baskısı altında angarya çalışmaya yönlendirmektir.
- Eğitimde performans değerlendirme sistemi nasıl uygulanacak?
MEB’in hayata geçirmeye çalıştığı performans değerlendirme sisteminde öğretmenler, her yıl öğrenci, veli ve eğitim yöneticilerinin değerlendirmesi ile karşı karşıya kalacak. Bakanlık 4 yılda bir düzenleyeceği sınavla öğretmenlerin ‘mesleki yeterliliklerini’ ölçecek.
Öğretmenlere verilecek performans puanının, yüzde 25’ini müdür notu, yüzde 15’ini veli notu, yüzde 15’ini öğrenci notu, yüzde 20’sini zümre öğretmenlerinin notu, yüzde 15’ini diğer öğretmenler ve yüzde 10’unu da öz değerlendirme puanı oluşturacak. Öğretmenlerin sınava girdikleri yıl performans puanlarının yüzde 30’unu sınav notu oluşturacak.
Güvencesiz olarak istihdam edilen sözleşmeli öğretmenlerin sözleşmelerinin yenilenmesinde, eğitim yöneticileri atanmalarında, ek hizmet puanı verilmesinde, yurt dışı görevlerde, başarı belgesi alımında ve öğretmenlikte kariyer basamaklarında yükselmede performans değerlendirme sistemi kullanılacak. Performans değerlendirmesinden düşük not alan öğretmenler hizmet içi eğitimlere katılıp, her yıl yapılacak olan sınava girecekler.
- MEB’in gerçek hedefi ‘öğretmenlerin niteliğini arttırmak’ mı?
Eğitim ve öğrenme sürecinin etkin oluşturucusu olan öğretmenlerin, donanımlı bir eğitim ortamında çalışabilmesi için gerekli eğitsel altyapıyı hem tutum hem bilgi düzeyinde edinebilmesi, öncelikle öğretmenlerin, dolayısıyla eğitimin niteliğinin arttırılması ile doğru orantılıdır. Eğitim sisteminde yaşanan çok yönlü sorunlar, eğitim sisteminin niteliğinin sorgulanır hale gelmesine neden olmuş; eğitimin niteliğinde yaşanan bozulmasının sorumlusu olarak öğretmenler sürekli olarak hedef gösterilmiştir.
Öğretmen yetiştirme ve atama sistemini ‘Performans’, ‘Rekabet’, ‘Verimlilik’, ‘Kariyer’, ‘Kalite’ vb gibi piyasacı kavramlar üzerinden oluşturmak isteyen MEB’in piyasada faaliyet yürüten bir ticari işletme gibi hareket ederek ‘İnsan Kaynakları Yönetimi’ anlayışını referans alan mevcut zihniyetiyle ne öğretmenlerin, ne de eğitimin niteliğini yükseltmesi mümkün değildir.
- Performans değerlendirme sistemi ile öğretmenlerin mesleki yeterlilikleri arasında somut bir ilişki var mı?
MEB, her ne kadar öğretmenlerin ‘yalnızca eğitim ve öğretim işini gerçekleştiren teknik elemanlar’ değil, ‘öğrencilere ve topluma rol model olacak insanlar olarak görüldüğünü’ ifade etse de, bakanlığın öğretmen yeterliklerini belirlerken tıpkı bir ‘şirket yönetimi’ gibi davrandığını, öğretmenlik mesleğinin tamamen piyasacı ve rekabetçi bir mantıkla ele aldığını görmek mümkündür. Bu nedenle MEB’in hayata geçirmek istediği performans değerlendirme sistemi ile öğretmenlerin mesleki yeterlilikleri arasında somut bir ilişki ya da bağ kurmak mümkün değildir.
Öğretmenlerin gelişimi ve mesleki yeterliliklerinin sağlanmasının temel koşulu, onların yaptıkları işi anlamlı bulmalarına, mesleki özerkliğe sahip olmalarına, okul ikliminin sağlıklı, özgür ve demokratik olmasına bağlıdır. Bu temel özelliklerin olmadığı bir ortamda, eğitime ilişkin her soruna eğitim biliminin değil, iktidarın siyasal ideolojik ihtiyaçları doğrultusunda yaklaşan bir anlayışla öğretmenlerin ve eğitimin niteliğinin artmasını beklemek mümkün değildir.
- Öğretmenlere performans değerlendirme ve dört yılda bir sınav uygulamasının yasal dayanağı var mı?
MEB tarafından hayata geçirilmeye çalışılan performans değerlendirme sisteminin ve dört yılda bir yapılması planlanan sınavın dayandırıldığı herhangi bir yasal dayanak söz konusu değildir. Öne sürülen tek dayanak ‘Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi’dir.
- Neden merkezi sınav, neden bütün öğretmenler?
MEB gerçekten öğretmenlerin mesleki yeterliliklerini gözleyerek gereksinim duyulan gelişim alanlarını tespit etmek ve buna bağlı hizmet içi eğitim faaliyetleri planlamak istiyorsa tüm öğretmenleri sınava almasına gerek yoktur. Çok daha az sayıda öğretmenden oluşacak bir örneklem grubu ile aynı hedefe ulaşılabilir. Tüm öğretmenlerin yapılması planlanan merkezi sınava alınacak olmasının dolaysıyla ardında yatan asıl gerçeklik sınav ve buna bağlı olarak oluşacak performans notunun çeşitli alanlarda kullanılarak istenen rollere ve davranışlara sahip “öğretmenin” oluşturulması.
MEB’in iddia ettiği gibi ‘öğretmenlerin niteliğini arttırmak’ ve ‘mesleki yeterliliklerini ölçmek’ hedefi ile bütün öğretmenlerin dört yılda bir merkezi sınava tabi tutulması uygulamasını bağdaştırmak mümkün değildir. Böylesi bir uygulama ile ne öğretmenlerin niteliğini arttırılması, ne de mesleki yeterliliklerin objektif olarak değerlendirilmesi söz konusudur.
- MEB’in uygulamaya çalıştığı performans değerlendirme uygulamasının dünyada örneği var mı?
Kimlerin değerlendirici olarak süreçte yer alacağı dikkate alındığında, değerlendiriciler olarak süreçte yer alacak kesimlerin genişliği dikkat çekmektedir. MEB’in mevcut haliyle uygulamayı düşündüğü, öğretmen, öğrenci ve velilerin hepsinin değerlendirme sürecine dahil edildiği şekliyle bir performans değerlendirme uygulaması dünyanın hiçbir ülkesinde bulunmamaktadır.
Performans ve Sınav değerlendirmesinin sonuçlarının kullanımı açısından da MEB’in öngördüğü işlevlere bırakın benzer yakın bir örnek dahi her hangi bir ülkede mevcut değildir.
- Performans değerlendirme sistemi öğretmenleri ve mesleklerini nasıl etkileyecek?
MEB’in performans değerlendirme sisteminde öğretmenlerin yaptıkları işin niteliğinden çok ‘yüksek performans’ üzerinden bireysel değerlendirmeye tabi tutulması, okullarda herkesin birbirinin ‘rakibi’ olduğunu düşüncesinin gelişmesine ve iş barışının bozulmasına neden olacaktır. Bu uygulamanın okullarda görev yapan eğitim emekçileri ile diğer öğretmenlerin, okul yöneticilerinin, ilçe milli eğitim müdürlüğü, il milli eğitim müdürlüğü vb ile ilişkilerde mutlak bağımlılık ilişkilerini (yaranma, tabi olma, hoş görünme vb) daha da geliştirmesi kaçınılmazdır.
Böylesi bir uygulama öğretmenin iktidara, işverene olan bağımlılığını artıracak; iş güvencesinin sürekli tehdit altında olmasından dolayı da istenilen ve belirlenen rolleri oynamak zorunda bırakılacaktır. Amaçlanan kamusal bir hizmet olarak eğitimi üreten, kamu emekçisi kimliğine sahip öğretmen yerine iktidarın hedeflerine ulaşmasında araç haline getirilen eğitimin, edilgen unsurlarından biri olma rolünü sıkışan ve bunu kabullenen öğretmenler üzerinden ‘makbul öğretmen’ kimliğinin yaygınlaştırılmasıdır. Bu anlamda atılan her adım, öğretmenlerin halkın değil, iktidarın çıkarlarına göre çalıştırılmasını gündeme getirecektir.
- Performans değerlendirme sistemi öğretmenlerin öğrenci ve velilerle ilişkilerini nasıl etkileyecek?
Eğitimde performans değerlendirme uygulamasının pek çok yönden öğretmenleri öğrenciler ve velilerle karşı karşıya getirmesi gündeme gelecektir. Öğrencileri ve velileri birer ‘müşteri’ olarak gören piyasacı mantığı eğitim sürecinin her aşamasında gündeme gelmesi, okullarda yaşanan kutuplaşma ve ayrışmaları daha da derinleştirecektir.
- Performans değerlendirme sistemi ile mesleğimizin itibarsızlaştırılmasına karşı ne yapmalıyız?
Siyasi iktidarların bir bütün olarak sorumluluklarını göz ardı etmesi; eğitimdeki nitelik sorunlarını öğretmenler üzerinden tanımlaması; adeta faturayı onlara çıkarması da öğretmenlik mesleğini itibarsızlaştırarak özenilecek bir meslek olmaktan uzaklaştırmıştır. Öğretmenlik mesleğini özenilen itibarlı bir meslek haline getirmek; nitelikli öğrencileri eğitim fakültelerini tercih etmeye yönlendirmek için mezun öğretmen adaylarının kadrolu atanmasına; çalışma koşullarının iyileştirilmesine; iş güvencesi kaygılarının giderilmesine ve ihtiyaca uygun mesleki gelişim desteği sağlanmasına bağlıdır.
Öğretmenlere performans değerlendirmesi adı altında puan verilmesi ve bu puanların değerlendirme ölçütü olarak kullanılacak olması, eğitimde yeni çatışmaların ortaya çıkmasına neden olacaktır. MEB’in asıl hedefi, öğretmenlerin performansını ölçmek bahanesiyle, eğitimde ücretli, sözleşmeli ve güvencesiz istihdamı yaygınlaştırmak, uzun vadede eğitim emekçilerinin sınırlı iş güvencesini ortadan kaldırmaktır.
Eğitimde başarının arttırılması için uygulandığı iddia edilen performans değerlendirme uygulamalarının mülakata dayalı sözleşmeli öğretmenlik uygulamasının hızla yaygınlaştığı, on binlerce ücretli öğretmenin güvencesiz olarak çalıştırıldığı, siyasi-ideolojik müdahalelerle sürekli değiştirilen eğitim sistemine en küçük bir katkı sunması mümkün değildir.
Öğretmenlik mesleği eğitim süreçleri, atanma sorunları, çalışma koşulları, iş güvencesi açısından yaşanan kaygılar, yetersiz maaşlar nedeniyle giderek değersizleştirilmiştir. Öğretmenlik mesleğini daha da itibarsızlaştırması kaçınılmaz olan eğitimde performans değerlendirme uygulamasına karşı ayrım gözetmeksizin bütün eğitim emekçileri ve örgütlü oldukları sendikalar ortak mücadele etmelidir.
MEB’in 2017 Faaliyet Raporu Eğitimin İçler Acısı Durumunu Göstermektedir!
Milli Eğitim Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı tarafından hazırlanan “2017 Yılı Faaliyet Raporu” yayınlanmış ve eğitim sisteminin içinde bulunduğu içler acısı durum resmi olarak bir kez daha ortaya konulmuştur.
MEB’in eğitim alanına ilişkin faaliyetlerinin çok yönlü olarak değerlendirildiği raporda eğitimde önceden belirlenen hedeflerle ulaşılan sonuçlar arasında beklentilerin gerisinde kalan bir dengesizlik olduğu dikkat çekmektedir.
MEB 2017 Faaliyet Raporu’na ilişkin olarak dikkat çeken başlıklar şu şekildedir:
- 2017 yılında MEB tarafından yapılan inceleme ve soruşturma sayısının 17 bin 113 kişi olması dikkat çekicidir. 2017 yılı içinde 133 kişiye uyarma, 374 kişiye kınama, 7298 kişiye aylıktan kesme, 680 kişiye kademe ilerlemesinin durdurulması, 47 kişiye devlet memurluğundan çıkarma, 51 kişiye adli teklif, 8530 kişiye disiplin yönünden idari ceza teklifi getirilmiştir.
- Mali denetim sonuçları içinde en dikkat çekici gelişme bazı il ve ilçe milli eğitim müdürlüklerinin Avrupa Birliği projeleri kapsamındaki kaynaklar ile yapılan projelerde gelir ve giderleri muhasebeleştirmemesi, dolayısıyla usulsüzlük yapıldığı tespitidir. Sayıştay tarafından da tespit edilen bu durum hakkında MEB’in tutumu merakla beklenmektedir.
- Özel okullarda okuyan öğrencilere verilen eğitim ve öğretim desteğine ilişkin mevzuattan kaynaklanan eksiklikler ile uygulamadan kaynaklanan hata ve noksanlıklar tespit edilmiştir.
- MEB 2015-2019 Stratejik Planı göstergelerinin gerçekleşme durumları açısından bakıldığında 4+4+4 sonrasında zorunlu eğitim süresinin 12 yıla çıktığı iddia edilmesine rağmen, ortalama eğitim süresi 8,5 yıl olarak hedeflenmiş, ancak 7,5 yılda kalmıştır.
- Eğitim öğretimden erken ayrılma oranı yüzde 34,81 olarak hedeflenmiş, ancak bu oran yüzde 36,40 ile hedefin üzerinde gerçekleşmiştir.
- 2016-2017 eğitim öğretim yılı itibariyle örgün eğitim dışına çıkan öğrencilerin sayısı 239 bin 233 olmuştur.
- Öğrencilerin okul devamsızlığına ilişkin hedeflere ulaşılmamıştır. İlkokulda 20 gün ve üzeri devamsız öğrenci oranı hedefi yüzde 4,5 iken gerçekleşme yüzde 6,21; ortaokulda 20 gün ve üzeri devamsız öğrenci oranı hedefi yüzde 9,90 iken gerçekleşme yüzde 10,64; genel ortaöğrenimde 20 gün ve üzeri devamsız öğrenci oranı hedefi yüzde 25iken, gerçekleşme oranı yüzde 29,95 olarak gerçekleşmiştir.
- MEB, kamusal eğitim ile ilgili hedeflerine büyük ölçüde ulaşamazken, kurumun özel öğretimin payını arttırmak adına hedeflerine ulaştığı, bazı alanlarda hedeflerini aştığı görülmektedir. Özel öğretimin payının artırılması kapsamında okul öncesi eğitimde 164, ilkokulda 271.321, ortaokulda 321.313 ve ortaöğretimde 547.445 öğrenci eğitim ve öğretimine devam etmektedir.
- MEB’in açıkça başarısız olduğu bir diğer alan da öğrencilere yönelik disiplin cezası/yaptırım hedefleridir. Bu hedefler de belirgin bir şekilde artmıştır. Ortaokulda disiplin cezası/yaptırım uygulanan öğrenci oranı hedefi yüzde 0,12 iken, gerçekleşme yüzde 0,29 (2,5 kat); imam hatip ortaokullarında disiplin cezası/yaptırım uygulanan öğrenci oranı hedefi yüzde 0,13 iken, gerçekleşme 0,76 (6 kat); genel ortaöğretimde disiplin cezası/yaptırım uygulanan öğrenci oranı hedefi yüzde 2,60 iken, gerçekleşme yüzde 3,26; mesleki ve teknik ortaöğretimde disiplin cezası/yaptırım uygulanan öğrenci oranı hedefi yüzde 3 iken gerçekleşme 3 kattan fazla artarak yüzde 9,81; Anadolu imam hatip liselerinde disiplin cezası/yaptırım uygulanan öğrenci oranı hedefi 1,07 iken yaklaşık üç kat artışla yüzde 2,99 olarak gerçekleşmiştir.
- Ücretli çalıştırılan öğretmen oranı hedefin üzerinde çıkmıştır. Yılsonu hedefi yüzde 6,5iken, gerçekleşme yüzde 8,64 olmuş, başka bir ifade ile 2017 yılında 78 bin 106 kişiücretli öğretmen olarak çalıştırılmıştır.
- Okul öncesi ve yaygın eğitim kurumları hariç ülke genelinde 54 bin 434 okul bulunmaktadır. İkili eğitim yapılan okul oranı 25,71 olduğuna göre her 4 okuldan birinde ikili eğitim yapıldığı sonucu ortaya çıkmaktadır.
- Organize sanayi bölgelerinde bulunan özel mesleki ve teknik okul sayısında hedef yüzde 26 iken, gerçekleşme oranı yüzde 35 olmuştur. Benzer bir şekilde bu okullara giden öğrenci sayısındaki artış hedefi 19 bin 500 öğrenci iken, gerçekleşen artış 29 bin 622 öğrenci olmuştur.
- Türkiye’de spor salonu bulunan okul oranı sadece yüzde 13’tür ve okulların yüzde 87’sinde spor salonu yoktur. Kütüphanesi olmayan okul oranı yüzde 61; çok amaçlı salonu olmayan okulların oranı yüzde 62’dir.
Sonuç
Eğitim sisteminde yıllardır yaşanan ve katlanarak artan sorunlar, MEB’in yayımladığı 2017 Faaliyet Raporu’na çeşitli yönleriyle yansımış, eğitimde önceden belirlenen hedeflerle ulaşılan sonuçlar arasında pek çok alanda ciddi uyumsuzluk ve dengesizlik olduğu görülmüştür. Açıklanan veriler, eğitimin içinde bulunduğu içler acısı durumu gözler önüne sererken, MEB’in eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek gibi bir amacının olmadığı, eğitim sürecine kamusal bir yaklaşımdan çok, tamamen piyasacı bir mantıkla baktığı açıkça görülmektedir.
Okul öncesi eğitimden başlayarak eğitim yatırımlarına, ders kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin belirlenmesine, sınıf mevcutlarından laik, bilimsel ilkeler doğrultusunda eğitim verilmesine kadar, eğitimin demokratik ve kamusal yönünün geliştirilmesine özen gösterilmelidir. Derslik, okul, öğretmen açıklarından eğitimin genel bütçe içindeki payına kadar, eğitimin hemen her alanında köklü bir değişime gereksinim olduğu açıktır.
21 Şubat Dünya Anadili Günü Kutlu Olsun!
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Genel Kurulu, 1999 yılında aldığı bir kararla 21 Şubat gününü, “Uluslararası Anadili Günü” olarak kabul etmiş ve ilk kez 2000 yılında, dünya çapında kültürel çeşitliliği ve çok dilliliği desteklemek amacıyla “Dünya Anadili Günü” kutlanmaya başlamıştır.
UNESCO verilerine göre dünya üzerinde 2 bin 500 dil yok olma tehlikesiyle karşı karşıyayken, Türkiye’de tehlikede olan anadili sayısı 18’i bulmaktadır. UNESCO tarafından yüz yıl içinde bir dili konuşacak çocuk kalmayacak durumda ise o dil tehlikede, bir dili konuşan hiç çocuk kalmamışsa o dil ölü kabul edilmektedir.
Etnik ve ulus düzeyinde toplulukların bütün ilişki ve etkinliklerinde kullandıkları ve anlaştıkları dil, o topluluğun anadilidir. Daha geniş bir tanımla, bir insanın hiçbir eğitime tabi tutulmaksızın ailesi, çevresi ve toplumu aracılığı ile öğrendiği dil, anadili olarak tanımlanmaktadır.
Bireylerin anadilleri dışında sonradan öğrenilen ikinci, üçüncü diller o dillerle iletişim kurmayı sağlasa bile, asla insanın kendi anadili gibi olamamaktadır. Bundan dolayı Çocuk Hakları Sözleşmesinde de açıkça belirtildiği gibi bireyin anadilinde eğitim alması en temel insan haklarından birisi olduğu kadar, bireylerin kendi anadillerinde eğitim almasının engellenmesi de en büyük insan hakkı ihlallerinden birisi olarak kabul edilmektedir.
Tarih boyunca sayısız uygarlığa beşiklik etmiş, diller ve kültürler zengini Anadolu ve Mezopotamya toprakları yıllardır uygulanan ‘tekçi’ politikalar sonucunda resmen bir çöle dönmüş durumdadır. Diller, kültürler, inançlar karşısında yıllardır süregelen yasakçı zihniyet, bugün AKP iktidarı tarafından devam ettirilmektedir. 12 Eylül zihniyetinden gelen “Türk-İslam Sentezci” politikalar, bu topraklarda yaşayan halkların tarihi, kültür, dil ve inanç farklılığını yok saymaktadır.
Tarih boyunca egemen sınıflar, bu anlamda bir toplumsal değişim ve ilerlemeyi engelleyebilmek için dünyanın birçok yerinde öncelikle eğitim konusuna el atmış, kültürel zenginlikleri talan etmiş, “resmi dil”in dışında kalan dillerle eğitimi yasaklayarak, farklı dil ve kültürlere yönelik asimilasyon politikalarını hayata geçirmiştir. Bunun altında yatan amaç ise ekonomik sömürü ve ulusal baskının gizlenmesi ve süreklileştirilmesidir.
Anadilin kullanımının engellenmesi ilgili toplumun bütün bireylerini değişik boyutta etkilese de, tartışmasız en fazla çevresi ile iletişimini anadili ile sağlayan çocukları etkilemektedir. Bu yıl dünya çapında 18. kez kutlanan Dünya Anadili Gününü, ülkemizde anadili Türkçeden farklı (Kürtçe, Arapça, Lazca, Hemşince, Çerkezce vb) olan milyonlarca çocuğun kendi anadillerinden koparılmadığı bir ortamda öğrenmeleri en temel haklarıdır.
Eğitim biliminin temel ilkesini oluşturan “Anadilinde eğitim” taleplerinin her dönem ırkçı-şoven duygu ve tepkilerle karşılandığı bir ortamda, Türkçe dışındaki anadillerinin varlığına ve öğrenilmesine karşı çıkmak, bir yönüyle eğitim biliminin en temel ilkesine karşı çıkmak anlamına gelmektedir. Anadilinin önemi ve gerekliliğinin yanı sıra, sosyal, toplumsal, pedagojik ve insanı boyutu yeterince tartışılmadığı ve bilince çıkmadığı sürece Dünya Anadili Günü’nün anlamını ve önemini anlamak mümkün olmayacaktır.
Türkiye dünyada çocuklarına bayram armağan eden tek ülke olmakla övünürken, milyonlarca çocuğun kendi anadili ile eğitim görmesine “ülke bölünür” paranoyası ile yaklaşacak kadar “çağ dışı” düşünceler ileri sürülebilmekte ve anadilinde eğitim talepleri “suç” olarak kabul edilmektedir.
Eğitim Sen, eğitim-öğretim alanında örgütlü bir sendika olmanın doğal bir sonucu olarak anadilinde eğitimi savunduğu için 2004 yılında kapatılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Türkiye’yi Eğitim hakkında vermiş olduğu “kapatma kararı” nedeniyle mahkum etmiş ve sendikamızın haklı mücadelesi AİHM tarafından da onaylanmıştır. Eğitim biliminin en temel ilkesi olan anadilinde eğitimi savunmanın bizler açısından soruşturma, sürgün, baskı ve tehdit nedeni sayılmış olması düşündürücüdür.
Dünya Anadili Gününde milyonlarca çocuk anadilini kullanamadığı, anadilinde eğitim göremediği için mağduriyet yaşamayı sürdürmektedir. Bilimsel, laik ve demokratik eğitimin ayrılmaz bir parçası olan farklı anadiller üzerindeki sınırlamalara son verilmeli, her bireyin kendi anadilini öğrenmesi ve eğitim almasının önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır.
Eğitim Sen olarak, tüm dünya ve Türkiye halklarının 21 Şubat Dünya Anadili Günü’nü kutluyor, faklı anadili ve kültürlerin özgürce yaşaması ve gelişmesinin önündeki bütün yasal ve fiili engellerin kaldırılmasını talep ediyoruz.
Ahmet Sapmaz Ortaokulunda öğretmen arkadaşa yapılan bıçaklı saldırıyı protesto etmek için Okul önünde Eğitim Sen Türk Eğitim Sen Eğitim iş ortak basın açıklaması gerçekleştirdik.
BASINA VE KAMUOYUNA
9 Şubat 2018 Cuma günü Adana'nın Seyhan ilçesinde Ahmet Sapmaz Ortaokulu'nda Görsel Sanatlar öğret men, olarak görev yapan ayn, zaman da okulda sendika temsilcimiz olan Yıldırım DURUR öğretmenimiz veli tarafından bıçaklı, saldırıya uğramıştır. Yıldırım öğretmenimiz kaldırıldığı, hastanede iki
Olayı haber aldığımız andan itibaren sendika yönetimi olarak okula intikal ettik; okuldaki tüm öğretmen arkadaşların büyük bir dayanışma içerisinde öğretmenimize karşı yapılan saldırıya ortak tavır geliştirdiklerini gördük; soruşturma kapsamında alınan ifadelerin, tutanakların ve öğretmenimizin sağlık durumunun takipçisi olduk. Yıldırım Öğretmenimize geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor, çirkin saldırıyı şiddetle kınıyoruz.
AKP iktidarının, öğretmenleri itibarsızlaştırma politikalarının bir sonucu olarak ne yazık ki eğitimcilere yönelik şiddet eylemleri son yıllarda giderek artmaktadır. Bugüne kadar okullarda yeterli güvenlik önlemleri almadığı gibi öğretmenlere uygulanan şiddete seyirci kalan Milli Eğitim Bakanlığı, her fırsatta öğretmeni değersizleştiren ve hedef gösteren uygulama ve açıklamalar yapmakta, bu tür şiddet olayları karşısında kayıtsız kalmakta, öğretmenlerimizin ve çocuklarımızın can güvenliğini sağlayamamaktadır. Ne yazık ki bilim yuvası olması gereken okullarımız, hem eğitim çalışanları hem de öğrencilerimiz için güvenli alanlar olmaktan çıkmıştır.
Öğretmenlerin çalışma huzurunun bozulmasına, mağduriyetine neden oluşturan ve bir baskı aracı olan Alo 147 hattının, BİMER'in hizmete girmesiyle öğretmene yönelik şiddetin ve baskının arttığı gözlenmektedir. Milli Eğitim Bakanlığının "Üç ay yatıyorlar", Eminönü Cami avlusunda bekleyen güvercinler", "Sizin yarı fiyatınıza çalıştıracaklarımız var." Söylemleri itibarsızlaştırma politikasının somut gerçekleridir.
ARTIK YETER, BU SON OLSUN!
Şiddet konusunda gerekli mevzuat düzenlemeleri yapılmaz ise, bundan sonra yaşanabilecek şiddet vakalarının sorumlusu olarak bu tedbirleri almayan Milli Eğitim Bakanlığını göreceğiz!
Milli Eğitim Bakanlığı'na hatırlatıyoruz, eğitim çalışanlarının ve öğrencilerin güvenliğini sağlamak sizin oturduğunuz makamların asli görevlerindendir. Yaşanan bu şiddet olaylarının kendi yanlış politikalarının sonucu olduğunu görmeyen, bu utanç olayları münferit sayan, kendi sorumluluğundaki kamu görevlilerinin ve öğrencilerin güvenliğini sağlamaktan aciz bir Bakanlık, hükümsüz olacaktır!
Öğretmene uygulanan şiddet olayları vuku bulduğunda, sorumluluk makamlarını işgal edenlerin de kınama mesajlarını tabii ki olumlu buluyoruz. Ancak, yetki sahibi olanların, sadece kınamakla yetinmesini bir zafiyet olarak gördüğümüzü ve kendilerinden daha somut adımlar atmalarını da beklediğimizin bilinmesini istiyoruz. Bu kapsamda il Milli Eğitim Müdürlüğü, Adana Valiliği ile İl Emniyet Müdürlüğü'nün bu olay ile ilgili incelemesi sonrasında şahıs ya da şahıslar hakkında en ağır şekilde cezalandırılması için gerekli iş ve işlemleri yapmasını talep ediyoruz, Eğitim-iş Adana 1 No'lu Şube olarak bu olayın takipçisi olacağımızı bildiriyoruz.
Yaşanan bu çirkin olaya başından itibaren tepki koyan, bizlerle ortak bir tavır geliştiren Adana Eğitim-İş 2 No'lu Şubemize, Türk Eğitim-Sen Adana Şubelerine, Eğitim-Sen Adana Şubesine, Ahmet Sapmaz Ortaokulu öğretmenlerine, siz değerli basın emekçilerine göstermiş olduğunuz bu dayanışma ve duyarlılıktan ötürü teşekkür ederiz.
Aladağ’da Yanan Canlar Adalet Bekliyor
Adana’nın Aladağ ilçesinde Süleymancılar cemaatine ait kız öğrenci yurdunda 29 Kasım 2016 tarihinde çıkan yangında 11’i çocuk olmak üzere 12 kişinin yanarak yaşamını yitirmesi ile ilgili açılan davada tutuklu 4 sanık tahliye edildi. Mahkeme heyetinin değişmesiyle Kozan Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen ara karar, Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yazılan talimata istinaden düzenlenen 22.01.2018 tarihli bilirkişi raporuna dayandırıldı.
26 Şubat tarihinde yapılacak olan duruşmayı bile beklemeden tutuklu 4 sanığı bilirkişi raporuna dayandırılan bir ara kararla tahliye etmek kabul edilebilir bir durum değildir. Kaybettiğimiz canların acısı hala içimizdeyken; hala denetimsiz yurtlarda canlarımızı kaybetmeye, istismar edilen, tacize maruz kalan küçücük bedenler çaresizlik içerisinde beklemeye devam ederken verilen bu kararın vicdanları yaraladığının bilinmesi gerekir.
Sosyal bir devletin yapması gereken; görev ve sorumluluklarını tarikatlara ve cemaatlere devretmenin yarattığı olumsuz sonuçlara her geçen gün yenilerini eklemek değildir. Ayrıca sorumluluk makamında olanların da yaşanan sorunları çözmek yerine sorun yokmuş gibi davranması kabul edilebilir bir durum hiç değildir.
Öğrencilerin sağlıklı ortamlarda, güvenilir şekilde barınması devletin asli görevidir. Yapılması gereken bu denetimsiz yurtların kapatılarak; sağlıklı, güvenilir ve yeteri kadar kamusal yurt açmak, böylece öğrencilerimizi tarikat ve cemaatlere mahkum etmeden kamuya ait yurtlarda barınmasını sağlamaktır.
Aladağ başta olmak üzere yurtlarda yaşanan tüm sorunların takipçisi olacağız. Acılı ailelerin ve mağdur öğrencilerin yanında olmaya da devam edeceğiz.10.02.2018
Cemil ÖZEN
Eğitim Sen Adana Şube Sekreteri