egitimsen
Ortaöğretime geçiş sisteminde yapılan değişiklik ve öğrencilerimizin karşı karşıya olduğu durumun kabul edilebilir hiçbir yönü yoktur. Pek çok gerekçe ile kaldırılan TEOG yerine getirilen bu yeni sistem vaat edilen hiçbir hususu gerçekleştirememiş, aksine çocuklarımızın hayallerini, beklentilerini, geleceklerini olumsuz şekilde etkileyerek, derin bir belirsizliğe sürüklemiştir. 30 Temmuz 2018 tarihinde açıklanan yerleştirme sonuçları ise tüm öğrenci ve velilerde kaygı, hoşnutsuzluk, belirsizlik oluşturmuştur. Açıklanan sonuçlar öğrencilerde ve velilerde tam bir hayal kırıklığı yaratmıştır.
Eğitim Sen olarak bizlerin de sık sık vurguladığı ve yerleştirme sonuçlarının açığa çıkardığı en önemli husus, öğrencilerin tercihlerinin ve yönelimlerinin akademik eğitim almaktan yana olduğudur. Yerel yerleştirme sonuçlarına göre Anadolu liselerinin doluluk oranı % 95,1; mesleki ve teknik Anadolu liselerinin doluluk oranı % 55,5, Anadolu imam hatip liselerinin doluluk oranı % 52,3 olmuştur. Bu veriler dahi MEB’in okullaşma politikasının neden şu an olduğu gibi olmaması gerektiğini açığa çıkarmaktadır. Bakanlığın yapması gereken öğrencilerin ilgi, istek, gereksinim ve tercihlerine dayalı bir okullaşma politikası oluşturmaktır. Bunu yapmak yerine, okullaşmayı siyasi iktidarın kendini yeniden üretebilmesinin aracı olarak kurgularsanız işte bugünkü tablo karşınıza çıkar.
Yukarıda ifade edilen duruma bir de “Yerleştirme Kılavuzu” aracılığı ile aynı okul türünden en fazla üç tercih yapma sınırı eklendiğinde durum daha da vahimleşmektir. Yerel yerleştirme sonucunda yerleşmeyen öğrenci sayısı 91.687’dir. Bu sayıya 4. ve 5. tercihine yerleşen 92.010 öğrenci de eklendiğinde öncelikle tercih ettiği lisede okuma şansını baştan kaybetmiş 183.697 öğrenciden bahsetmek mümkündür. Bunların 21.070 tanesi boş kalan Anadolu liselerine yerleşse dahi geriye 162.627 öğrenci kalmaktadır. Öncelikle hiç yerleşemeyen 91.687 öğrenci “Nakil ve Yerleştirme Komisyonu” tarafından, tercihleri dahi alınmadan boş kontenjanlara yerleştirilecektir. Öğrencilerin iradesini yok sayarak yapılacak olan bu yerleştirme çocuk haklarına da insan haklarına da aykırıdır.
Yerleştirme sonuçları dikkatle incelendiğinde ortaya çıkan bir diğer sonuç ise “merkezi yerleştirme” ile yerleşen 127.480 öğrencinin toplam merkezi yerleştirme tercihi yapan 437.070 öğrenciye olan oranının % 29,1 olmasıdır. Diğer bir ifade ile merkezi olarak yerleşmek isteyen öğrencilerin %70,9’u tercihlerinden birine yerleşememiştir. Bunlardan kaçı yerel yerleştirmede istediği bir okula yerleşmiş veya hiç yerleşememiştir? Bu konu ile ilgili MEB bir bilgi açıklamamıştır. Bu durumda bulunan 309.590 öğrencinin zorunlu olarak yerel yerleştirme tercihinde bulunduğu dikkate alındığında, rakamların ne kadar yanıltıcı olabileceği gerçeği ile karşılaşmaktayız.
2017-2018 eğitim-öğretim yılında 8. sınıfta okuyan toplam öğrenci sayısının MEB eski Bakanı İsmet Yılmaz tarafından ortalama 1.180.000 olarak açıklandığı ve yerel yerleştirmeye toplam 1.017.891 öğrenci başvurduğu dikkate alındığında, başvuru yapmayan 162.109 öğrencinin büyük bir bölümünün tercihinin baştan özel okullar olduğu ortaya çıkmaktadır. Ortaöğretime geçiş sisteminde değişiklik tartışmalarının başından bu yana yapılan uyarılar maalesef doğru çıkmış, yaratılan kaygı ve belirsizlik ortamı özel okulların kontenjanlarının dolmasına hizmet etmiştir.
MEB yaşanan bunca soruna seyirci kalmamalı ve hızla adım atmalıdır. Öncelikle öğrencilerin tercihlerinin akademik eğitim almaktan yana olduğu gerçeğinden hareketle okulların kontenjanlarının artırılması sağlanmalıdır. ”Yerleştirme Kılavuzu” ile tercihe getirilen sayı ve okul türü sınırlandırılması kaldırılarak, öğrencilere yeniden tercih hakkı verilmelidir. Tek bir öğrencinin bile istemediği bir okul türüne gitmesine izin verilmemelidir.
Yerleşemeyen veya yerleştiği okuldan başka bir okula geçmek isteyen öğrencilerin tercihlerini sağlıklı şekilde yapabilmeleri için okulların açık olan kontenjanları ilan edilmelidir. Ayrıca “Öğrenci Nakil Ve Yerleştirme Komisyonu” tarafından 10-14 Eylül 2018 tarihleri arasında hiçbir ortaöğretim kurumuna yerleşememiş öğrencilerin başvuruları alınacaktır. Yayınlanan takvime göre bu başvuruların sonucunda yerleştirme işlemlerinin 16 Eylül 2018 tarihine kadar sonlandırılması gerekmektedir. “Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği” başvuru ve yerleştirme işlemlerinin öğrencilerin tercihlerine göre yapılmasını düzenlerken, “Ortaöğretime Geçiş, Tercih ve Yerleştirme Kılavuzu” öğrencilerin tercih hakkını yok saymaktadır. Yönetmelik ile tanınan bir hakkın kılavuz ile sınırlandırılması hukuken mümkün değildir. Aksi durumda öğrenciler kendilerinin değil, komisyonun tercih ettiği okullara yerleşmek zorunda kalacaklardır. Bu durum eğitim hakkının engellenmesi anlamına gelir.
En önemlisi ise öğrencilerin ilgi, istek, tercih ve gereksinimlerini yok sayan bu “Ortaöğretime Geçiş Sistemi Uygulamasının ” derhal sonlandırılması ve her öğrencinin istediği okul türünde ve okulda eğitim almasına olanak sağlayacak bir sistemin inşası için tartışma başlatılmasıdır.
Ancak bu ağır sorunların altından MEB’e yapılan çağrılarla kalkılamayacağı da ortadadır. Yaşanan bu vahim durum ve öğrencilerimizin mağduriyeti biz eğitim emekçilerine, öğrenci velilerine, eğitim alanında çalışma yürüten tüm kitle örgütlerine, derneklere, vakıflara ve diğer kesimlere ağır sorumluluklar yüklemektedir. Öncelikle yapılması gereken yaşanan mağduriyetleri kayıt altına almak ve kamuoyunun bilgilendirilmesini sağlamaktır. Bu nedenle tanık olduğunuz, sizlere iletilen tüm soru ve sorunları bizlere iletin. Emin olun ki Eğitim Sen sonuna dek bunların takipçisi olacaktır.
Yapılması gereken tüm mağdurların ve yaşananlardan hoşnut olmayanların, itirazı olanların, başka bir dünya mümkün diyenlerin yan yana gelerek bu olumsuzluğa dur demesi ve çocuklarımızın çıkaramadığı ses olmasıdır. Çocuklarımızın düşleri ve umutları için sorumluluk bizdedir, hepimizdedir.
*Açıklamada kullanılan tüm sayısal veriler MEB tarafından 30.07.2018 tarihinde yapılan basın açıklamasından alınmıştır.
http://www.meb.gov.tr/basin-aciklamasi/haber/16884/tr
AĞITLARIMIZ, GÖZYAŞIMIZ, ACILARIMIZ VE ÖFKEMİZLE YOĞRULAN ADALET MÜCADELEMİZ HİÇ BİTMEYECEK!
10 Ekim Ankara katliamının karar duruşması 31 Temmuz-2 Ağustos 2018 tarihleri arasında Sincan Cezaevi Kampüsü Mahkeme Salonunda gerçekleştirilecek. Öncelikle kaybettiğimiz güzel insanları, mücadele arkadaşlarımızı, hasretle ve saygıyla anıyoruz.
DİSK-KESK-TMMOB ve TTB tarafından 10 Ekim 2015’te düzenlenen “Emek, Barış Ve Demokrasi Mitingi”ne yönelik saldırıda 103 arkadaşımız hayatını yitirdi. 500’e yakın arkadaşımız ise yaralandı, çok sayıda arkadaşımız farklı organ kayıplarına uğrayarak hayatlarını devam ettiriyor.
Katliamın milyonların ruhunda, yüreğinde yarattığı yaralar ise hala geçmedi.
Evet acımız tarifsiz, hasretimiz derin. Öte yandan öfkemiz de büyük.
Öfkemiz büyük çünkü, 2012 yılından beri emniyet tarafında izlenen ve kimlikleri bilinen katiller itiraf edildiği gibi “kendilerini patlatmadan” yakalanmamıştır”.
Öfkemiz büyük çünkü, emniyet canlı bomba saldırısı istihbaratı nedeniyle polisin kendini korumasını istemiş ancak bu istihbaratı mitingin tertip komitesinden, mitinge katılan on binlerden gizlemiştir.
Öfkemiz büyük çünkü, pimi çekenler (diğer mitinglerimizin aksine) polisin yol uygulamasına ara verdiği saatlerde Ankara’ya giren adı, sanı, eşgali bilinen kişilerdir.
Öfkemiz büyük çünkü, bombaların patlatılmasının ardından yüzlerce yaralının olduğu alana ambulanslardan önce gelen TOMA’lar ve zırhlı araçlar gaz bombası atarak yaralı arkadaşlarımızın nefeslerini kesmiş, sağlık ekiplerinin müdahalesini zorlaştırmış, ölü sayısının artmasına neden olmuştur.
Öfkemiz büyük çünkü, katliamın ardından yapılan cenaze törenleri, anma törenleri de hedef alınmış, acımız ve öfkemiz plastik mermilerle, gaz bombalarıyla, soruşturmalarla bastırılmak istenmiştir.
Öfkemiz büyük çünkü, Bizim acımız ve öfkemiz şiddetle bastırılmak istenirken, dönemin başbakanı “Saldırının ardından oylarımız yükseliyor” diyerek bu saldırıdan siyasi kazançla çıktıklarını ifade edebilmiştir.
Öfkemiz büyük çünkü, devlet en tepesinden alelacele yapılan açıklamalarda katliamın bir çok örgüt tarafından ortak gerçekleştirilen “kokteyl terör” eylemi olduğunu iddia edilmiş, ancak soruşturma ve mahkeme sürecinde bu konuda hiçbir bulgu olmadığı açığa çıkmış, bu açıklamanın devletin soruşturmayı saptırma/bulandırma amacı taşıdığı netleşmiştir.
Öfkeliyiz çünkü, katliama göz yuman, soruşturmayı bulandıran, sorumluluğu bulunan hiçbir kamu görevlisi yargılamaya dahil edilmeyerek devletin sorumluluğunun üstü örtülmüştür. Müfettiş raporlarına ve Ankara Bölge İdare Mahkemesi’nin kararına rağmen sorumluluğu bulunan kamu görevlileri hukuksuz biçimde korunmuştur. Aynı devlet 10 Ekim katliamına ilişkin haber yapan gazeteciler, katliamı protesto eden yurttaşlar ve avukatların ifadelerini almış, haklarında ceza istemiyle davalar açmıştır. Duruşmalarda “katliam” tanımını bile duymak istememişlerdir.
Öfkeliyiz çünkü, tüm delillere, dosyaya sunulan bilimsel görüşlere rağmen sanıkların insanlığa karşı suç yönünden cezalandırma talebimiz göz ardı edilmiştir. Katliamla ilişkili, yöneticilik konumunda olan sanıkların bir kısmı için sadece üyelikten ceza talep edilmiştir.
Öfkeliyiz çünkü, 23 ay 50 celse Sıhhiye Adliyesinde görülen dava, karar duruşması olması beklenen duruşma için Sincan’a kaçırılmıştır. Soma katliamı davasının karar duruşmasının siyasi hesaplarla ertelenmesinin ardından, işçileri göz göre göre ölüme gönderenlere verilen ödül gibi cezalar henüz hafızalardayken, 1o Ekim katliamının karar duruşmasının Sincan’a kaçırılması manidardır.
Bu davayı savcılığın oldukça eksik ve kabul edilemez mütalaasındaki bu haliyle kapatmaya çalışanlar bilsinler ki, ağıtlarımız, gözyaşımız, acılarımız ve öfkemizle yoğrulan adalet mücadelemiz hiç bitmeyecek! Katliamın tüm sorumluları yargılanana ve hak ettikleri cezayı alana kadar bu dava sürecek!
Yitirdiğimiz arkadaşlarımızın bizlere bıraktığı en değerli emanet olan emek, barış, demokrasi mücadelesini de hep beraber, kol kola omuz omuza büyütmeye kararlıyız. Er ya da geç, katiller kaybedecek; emek kazanacak, demokrasi kazanacak, barış kazanacak!
KESK Adana Şubeler Platformu
Seçil SÖNMEZ
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
Çocuklarımızın Düşleri İçin Çocuk Katillerinin Peşindeyiz!
Ülkemizde 16 yıldır artarak devam eden Şiddet vakalarının devam etmesi toplumsal bir sorun haline gelmiştir. Bu sorunların ana sebebi ülkemizdeki eğitim sisteminin yozlaştırılmasıdır. Eğitimsiz ve dar gelirli toplumların yaşadıkları sıkıntılar kendisini taciz ve şiddet vakaları olarak göstermektedir.
Çocuklarımız geleceğimizdir ve bizler geleceğimize sahip çıkmak zorundayız.
Türkiye’de günde 32 çocuğun kaybolduğunu, TÜİK verilerine göre 2008-2016 yılları arasında kaybolan çocuk sayısının 104 bin 531’dir. Kadına ve çocuğa yönelik cinsel istismar ve şiddet vakaları son 16 yılda artarak devam eden toplumsal bir sorun haline gelmiştir. Bu suçlar cinsel edim değil şiddet eylemleridir.
Ülkemizde yaşanan şiddet olaylarının ve artan istismar vakalarının tesadüf olmadığı ortadadır; Bu süreçte Çocuk yaşta evliliklere izin verildi. 4+4+4 eğitim sistemine geçildi. ‘Bir kereden bir şey olmaz’ denildi. Diyanetin ve iktidar tarafından itibar gösterilen dini vakıf yöneticilerinin çocuğu ve kadını meta gören anlayışların uzantısıdır.
Sevgili mücadele arkadaşlarım bugün burada çocuklarımızın düşleri için toplandık, bugün burada çocuklarımız öldürülmesin diye toplandık, çocuklarımız büyüyebilsin diye toplandık. Ancak bunlardan sonra çocuklarımıza iyi bir gelecek kurma mücadelesini verebileceğiz. Ancak bundan sonra çocuklarımızın gönencine, çocuklarımızın üstün yararını odağına alan çocukların kendilerini gerçekleştirebilecekleri özgür bireyler olarak büyümesini sağlayabilen politikaları konuşabileceğiz çünkü çocuklarımız kaçırılıyor, çocuklarımızı öldürüyor, tacize ve tecavüze maruz bırakılıyor.
Son 10 yılda cinsel istismarda yüzde 700 artış var AKP iktidarında. Açılabilen 40 bin davanın sadece 13 bininde mahkûmiyet kararı çıkmış ve bu mahkûmiyet kararları çoğunlukla kravat taktı diye iyi hal indirimiyle sonuçlanıyor. Düşünebiliyor musunuz cezasızlık ve sorumsuzluk, hükümetin politikaları çocuklarımızın hayatlarını çalmaya devam ediyor.
Ensar’da 41 çocuğa tecavüz edildiğinde bir kadın bakan çıkıp ne dedi? Bir kereden bir şey olmaz, bir kerelik bir şey o kurumu karalamaya yetmez dedi. Arkasından Adıyaman geldi, Kilis geldi, Dikili geldi. Her yerde çocuklarımız tacize, tecavüze uğramaya devam ediyor. Kanuni Sultan Süleyman Hastanesi’ndeki olay hala hafızamızda. O olayda istismarcıları bulmak, cezalandırmak yerine istismarı ortaya çıkaran çalışan cezalandırıldı. Pozantı Cezaevi’nde istismara uğrayan çocuğu haber yaptı diye bir gazeteciye dava açıldı. İstismarı gerçekleştirenler değil istismarı ortaya çıkaran, önlenmesini talep eden ve istismara karşı mücadele edenler cezalandırılıyor.
Ensar Vakfı ile ilgili verilen soru önergesi red edildiğinde yüzlerindeki o pişkin gülümseme hepimizin hafızasında. Çocuk istismarının önlenmesi için verilen araştırma önergeleri, araştırma komisyonu kurulması önergeleri, soru önergeleri, kimin oylarıyla red edildi? AKP milletvekillerinin oylarıyla.
9 yaşındaki kız çocukları evlendirilebilir diyen Diyanet yetkilileri fetvalarıyla hala çocukların, kadınların hayatlarını karartmaya devam ediyor. Birkaç ay önceki bütün bu olayları üst üste koyduğunuzda bunun tesadüf olmadığını zaten biliyoruz ama sizi biraz geriye götürmek istiyorum, 2009 yılında milli eğitimin orta öğretim kurumlarıyla ilgili yapılan bir yönetmelik değişikliği ile çocuk yaşta evliliklere izin verildi. 2012’de yapılan bir değişiklikle evlenen çocukların, zorla evlendirilen çocukların açık liselere yönlendirilmesi değişikliği getirildi, yine 2012 yılında 4+4+4 sistemine geçildi, çocuk evlilikleri arttı, kız çocukları okuldan çekildi. Kız çocukları artık okula gidemez duruma getirildi, zorla evlendirildi.
İşte bu tam da AKP’nin yaslandığı çocuğu meta gören, kadını sadece toplumun ve onları yeniden üretilmesini sağlayacak bir meta anlayışın uzantısıdır. Biz bu anlayışı red ediyoruz.
Çocuklar bireydir, çocuklar hakları olan bireydir, 18 yaş altı her birey çocuktur. Fakat AKP ne yaptı? Cinsel ilişki rıza yaşını 15’e çektiği yetmedi, Anayasa Mahkemesi kararı ile onu da 12’ye indirmenin yolunu açtı. 12 yaşındaki çocukların altında cinsel istismara uğrayanların daha ağır cezalandırılması demek 12 yaşın rıza yaşı kabul edilmesi demektir. Biz bu politikaların hepsine karşıyız. Fetvalarıyla, yasalarıyla, söylemleriyle bütün bu durumları meşrulaştıran çocuk istismarını arttıran hükümet yetmedi bizim müftülük yasası olarak adlandırdığımız yasayı meclisten geçirdi. Bundan sonraki her çocuk istismarını meşrulaştırdı. Hükümetin bundaki payı çok açıktır.
Gelelim hadım tartışmasına, gelelim idam tartışmasına. Yaşam hakkı devredilemez, vazgeçilemez en temel insan hakkıdır ve bir cezalandırma konusu asla ve asla olamaz, gündemden derhal düşürülmelidir.
Asıl olan ideolojik, politik, kültürel sosyo-ekonomik koşulları ortadan kaldırmaktır istismara yol açan, bu koşullar neler? Ataerkil, erkek egemen zihniyet ve kapitalizm. Bizim mücadelemiz de öncelikle ataerkile, erkek egemen zihniyete, kapitalizme karşı olmalıdır. Önleyici tedbirler alınmalıdır. 18 yaş altındaki her birey çocuk kabul edilmeli, bütün mevzuat buna uygun düzenlenmelidir. Ve önleyici tedbirler, çocuk haklarının ihlalini izleme merkezleri oluşturulduğu gibi her şekilde sivil toplum kuruluşlarıyla, sendikalarla, çocuk dernekleriyle, ortak bir çalışma yürütülmelidir. KHK’lerle çocuk haklarını gündem yapan kurumlar kapatılmamalıdır. KHK’lerle toplum susturulmamalıdır, demokratik tepkilerimizi dile getirmeye devam etmek durumundayız. Eğitimdeki gerici uygulamalar derhal son verilmelidir. Hastanelerde, eğitim kurumlarında haremlik-selamlık uygulamaları ortadan kaldırılmalıdır. Çocuklarımızın mutluluğunu, hayallerini, gönencini, kendini gerçekleştirebilecekleri koşulları odağına alan politikalar geliştirilmelidir.
Sınavlarla çocuklarımızın geleceğini imam-hatipleştirmeye, imam-hatiplere teslim etmeye çalışıyorlar, yetmiyor protokollerle dinci-gerici vakıf-cemaatler eliyle, TÜRGEV’i, ENSAR’ıyla çocuklarımızın üzerinde zorbaca dinci-gerici bir iktidar kurmaya çalışıyorlar. Buna karşı mücadelemizi sonuna kadar devam ettireceğiz. Önleyici politikalar hayata geçirilene, çocuk istismarına, tacize, tecavüze, kadın cinayetlerine, kadına yönelik şiddete yol açan bütün koşullar ortadan kaldırılıncaya kadar ataerkine, erkek egemen sisteme ve kapitalizme karşı mücadelemizi yılmadan sürdüreceğiz.
KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü
Seçil SÖNMEZ
Eğitim Sen Şube Başkanı
Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçen Sivas Katliamı’nın üzerinden 25 yıl geçti. 25 yıldır hiç durmadan kanayan yaramız olan Sivas Katliamı’nı bugün bir kez daha lanetliyoruz. Sivas Katliamı, 25 yıldır temel insani değerlerini yitirmemiş herkesin yüreğini acıtmaya devam etmektedir.
Geçmişte Çorum’da, Maraş’ta yaşanan vahşetlerin bir devamı olarak gerçekleşen Sivas Katliamı, ülkemizin ve halklarımızın umudu ve aydınlık geleceği aydın, yazar ve sanatçıların da içinde olduğu 35 insanın ırkçı-gerici ve derin güçlerce katledilişiyle sonuçlanmıştı. Sivas Katliamı, tıpkı Malatya, Maraş, Çorum, 1 Mayıs 77, Beyazıt, Gazi katliamları gibi karanlıkta bırakılmış, arkasındaki güçler kasıtlı olarak ortaya çıkarılmamıştır. Sivas’ta saldırganların engellenmemesi, katliamın üstünün örtülmesi ve sadece birkaç kişinin göstermelik cezalar alması, geçmişte yaşanan benzer katliamların ortak özelliği olarak dikkat çekmektedir.
Türkiye’de, 12 Eylül darbeci hukukunun ve onun yarattığı tekçi-otoriter kültürün ana unsurlarından biri olan ve topluma dayatılan Türk-İslam sentezi anlayışı sonucunda ırkçılık ve gericiliğin gelişmesine zemin hazırlanmış ve Sivas Katliamı bu zeminde gerçekleştirilmiştir. Sivas Katliamı’nın hedefi başta Aleviler olmak üzere, resmi ideolojinin dışında kalan kimlik, inanç ve mezhepler, yıllarca ezilen, sömürülen ve yok sayılanlar olmuştur. Sivas katliamı sonrasında da Alevilere yönelik ayrımcı ve hedef gösteren uygulamalar sürmüştür. Eğitim müfredatı mezhepçi bir içerikte oluşturulmuş, çeşitli illerde Alevilerin evleri işaretlenerek yeni saldırı ve katliamlara zemin yaratılmak istenmiştir.
2 Temmuz 1993 tarihi, insanlık tarihine büyük bir utanç, yüreğimizi yakan bir ateş olarak düşmüş ve yüreğimizdeki yangın hiçbir zaman sönmemiştir. 2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nin kuşatılıp ateşe verilmesinde seyirci kalan devletin ‘güvenlik güçleri’ ve bu güçlerin sorumlusu olan makamlarda oturanlar hakkında bugüne kadar hiç bir soruşturma açılmamıştır. Baskının, ayrımcılığın ve sömürünün devam etmesinden yana olan güçler, işlenen katliamların üzerindeki karanlık perdeyi kaldırmadıkları gibi, bugün de halkları birbirine karşı kışkırtıp, bu durumdan faydalanmayı kendilerine görev edinmişlerdir.
Yıllarca katillerin ceza almaması için adeta seferber olan siyasi iktidarlar, Sivas Katliamı davasının zamanaşımına uğratılması için elinden geleni yaparak, katillerin cezasız kalmasını sağlamıştır. Sivas Katliamı her ne kadar zamanaşımı üzerinden unutturulmak istense de, insanlığa karşı işlenen suçlarda zamanaşımı yoktur. Ne yaşadığımız katliamları, ne de iktidarın bu katliamlar karşısında takındığı siyasi tavrı unutmamız elbette mümkün değildir.
Toplumsal barışı tehdit eden her türlü girişim ve katliamlar, Anadolu’nun farklı renklerinin birlikte yaşama isteğini asla kıramamıştır ve buna güçleri yetmeyecektir. İnsanlık, kendisine karşı işlenmiş suçları asla unutmamıştır ve unutmayacaktır.
Türkiye’de geçmişte halkları birbirine karşı kışkırtarak, kitlesel katliamlara ve cinayetlere zemin hazırlayanlar, bugün ısrarla ayrımcı, tekçi, otoriter, ırkçı ve gerici politikalarını sürdürmekte, halkların barış içinde bir arada yaşama iradesini engellemek adına tehlikeli adımlar atmaya devam etmektedir.
İnsan hak ve özgürlüklerinden, eşitlikten, barıştan ve kardeşlikten yana olan herkesi, demokratik kitle örgütlerini ve siyasi partileri, bugün Sivas Madımak Oteli önünde ve ülkenin dört bir yanında Sivas katliamı başta olmak üzere, yaşadığımız tüm katliamları lanetlemeye ve gerici-ırkçı saldırılar karşısında dimdik ayakta olduğumuzu göstermeye davet ediyoruz.
Sivas Katliamı’ nda hayatını kaybedenlerin direnci, bilinci ve inancının hepimize ışık olacağına inanıyor, katliamda yaşamını yitiren canlarımızı bir kez daha saygıyla anıyoruz.
Milli Eğitim Bakanlığı Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü öz değerlendirme uygulaması temelli Kalite İzleme ve Değerlendirme Sisteminin Genel Müdürlüğe bağlı tüm mesleki ve teknik ortaöğretim okullarında uygulanmasını istemektedir. Söz konusu uygulamanın eğitim-öğretim faaliyetlerinin doğal bir parçası olmaması; eğitimin piyasalaşmasının aracı olan kalite uygulamalarını yaygınlaştırmasından dolayı, üyelerimizin bu faaliyetlere katılımının doğru olamayacağı açıktır. Bu faaliyet kapsamında, Mesleki ve Teknik Anadolu Liselerinde görev yapmakta olan öğretmenlerden doldurmaları istenen öz değerlendirme formlarının doldurulmaması ve ekte gönderilen dilekçenin okul müdürlüklerine verilmesi gerekmektedir.
....OKULU MÜDÜRLÜĞÜ'NE
..../...
Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğü'nün 2018 yılı Haziran Dönemi Çalışma Programında öğretmenlere getirilen Öğretmenlik Mesleği Genel Yeterlilikleri"nin göstergeleri doğrultusunda öz değerlendirme faaliyetleri yapılması, bu faaliyetler kapsamında form ve anket doldurulması yükümlüğünün yasal dayanağı olmadığından, öğretmen performans değerlendirmesinin bir benzeri olduğundan, kalite geliştirme amaçlı olduğu ileri sürülen bir uygulamaya böylesi zorunlulukların hiçbir yarar sağlamayacağından sendika üyesi öğretmenlerin bu faaliyetler kapsamında anket, form vb belgelerin doldurmaması kararı alınmıştır. Bu nedenle üyesi olduğum Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Merkez Yürütme Kurulu'nun ... gün ve ... sayılı kararı uyarınca öz değerlendirme faaliyetiyle ilgili anket, form vb. belgeleri doldurmayacağımı arz ederim. Tarih
Ad-soyad
Adres:
2017-2018 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SONUNDA EĞİTİMİN DURUMU
2017-2018 eğitim-öğretim yılı 8 Haziran Cuma günü sona erecektir. 18 milyona yakın öğrenci, 904 bini 679 öğretmen olmak üzere, 1 milyonu aşkın eğitim emekçisi açısından zorlu bir eğitim öğretim yılı daha tamamlanmıştır. 16 yıllık AKP iktidarı süresince Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ilk kez bu yıl, 2017/18 eğitim öğretim yılına ilişkin örgün eğitim istatistiklerini yayınlamamıştır. Bu durum, 24 Haziran seçimleri öncesinde eğitimin güncel durumuna ilişkin olarak resmi istatistikler üzerinden sağlıklı bir karşılaştırma ve değerlendirme yapmayı engellediği gibi, AKP’nin yıllar içinde eğitimin kamusal niteliğini nasıl adım adım tasfiye ettiğinin 24 Haziran seçimlerine giderken tartışılmak istenmediğini göstermektedir.
MEB’in 2017/18 eğitim öğretim yılına ait örgün eğitim istatistiklerini kasıtlı olarak yayınlamamış olmasına rağmen MEB’in 2017 İdari Faaliyet Raporu, 2018 Performans Programı, OECD’nin Bir Bakışta Eğitim 2017 Raporu ve Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ın ‘2018 Eğitim Bütçesi Sunuşu’ vb. gibi kaynaklar, geçtiğimiz eğitim öğretim yılına ilişkin sayısal değerlendirme ve karşılaştırma yapılması için yeterince veri sunmaktadır.
Türkiye’nin eğitim sistemi, yıllardır benimsenen piyasa merkezli, rekabetçi ve sınav merkezli eğitim politikaları sonucunda tam bir sorun yumağı haline gelmiş, okul öncesi eğitimden üniversiteye kadar eğitimin bütün kademeleri, en temel işlevlerini yerine getiremez hale getirilmiştir.
2017/18 eğitim öğretim yılında MEB, eğitimde dinselleştirmeyi temel alan politikalarını daha da yoğunlaştırmıştır. Yıllardır özellikle eğitim sistemi üzerinden hayata geçirilen, bilim ve pedagoji düşmanı politika, uygulama ve dayatmalar geçtiğimiz dönem belirgin bir artış göstermiştir. Okul öncesi eğitimde pedagojik olarak sakıncalı olmasına rağmen ‘dini eğitim’ uygulamalarının sürmesi ve sıbyan mektepleri sayısının artması, MEB’in Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, dini vakıf ve derneklerle yapılan protokolleri sürdürmesi, özellikle kurum açma ve kapatma yönetmeliğinde yapılan değişikliklerle ‘bütün yolların imam hatiplere’ çıkmasını sağlayacak düzenlemeler yapılmıştır.
2017/18 eğitim öğretim yılı, eğitim sisteminde yaşanan ticarileştirme ve eğitimi dinselleştirme adına hayata geçirilen politikaların daha da belirgin hale geldiği bir dönem olmuştur. Siyasi iktidarın eğitim alanında, büyük ölçüde kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda yaptığı değişiklikler, başta öğrencilerimiz, öğretmenler, eğitim emekçileri ve veliler olmak üzere, toplumun geniş kesimlerini her zamankinden daha çok etkilemiştir. Eğitim sisteminin hem içerik, hem de biçimsel olarak dini kural ve referanslara göre düzenlenmesi uygulamalarının artması ile eğitimde yaşanan ticarileşme ve öğrencileri özel okullara yönlendirme uygulamaları arasındaki somut ilişkiler 2017/2018 eğitim öğretim yılında daha belirgin hale gelmiştir.
2017/18 eğitim öğretim yılı başından itibaren uygulanmaya başlanan yeni müfredatın bilimsel değerlendirme ve pilot uygulama yapılmadan uygulanmaya başlanması ve yıllar içinde yapboz tahtasına çevrilerek sürekli değiştirilen sınav sistemleri nedeniyle öğrenci ve velilerin kafası hiç olmadığı kadar karıştırılmıştır. Geçtiğimiz 15 yıl içinde sınav sistemini altı kez değiştiren MEB, eğitimde somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek yerine, eğitimde yaşanan kaosu derinleştirecek adımlar atmayı tercih etmiş ve aldığı her karar toplumun geniş kesimlerince tepkiyle karşılanmıştır. Yükseköğretime, özellikle üniversitelere yönelik siyasi baskı, müdahale ve son olarak üniversiteleri bölme uygulamalarına kadar geniş bir alanda yaşanan gelişmeler yaşanmıştır.
İkili öğretim, niteliksiz eğitim hizmeti, eğitimin özelleştirilmesi, kalabalık sınıflar, karma eğitim karşıtı uygulamalar, çocukların örgün eğitim sistemi dışına itilmesi, çocukların barınmak zorunda bırakıldıkları yerlerde taciz ve istismara uğraması, taşımalı eğitim, altyapısı bozuk okullar, okullarda öğretmenlere yönelik olarak yaşanan şiddetin artması, yine çocukların dini cemaat ve vakıfların kreşlerine ve yurtlarına yönlendirilmesi, Öğretmen Strateji Belgesi ile öğretmenlerin mesleki gelişimine yönelik piyasacı müdahaleler, mülakata dayalı sözleşmeli öğretmenlik, ataması yapılmayan öğretmenler vb. gibi devasa sorunlar 2017-2018 eğitim öğretim yılında öne çıkan temel başlıklar olmuştur.
2017-2018 eğitim öğretim yılında okul öncesi ve yaygın eğitim kurumları hariç, ülke genelinde 54 bin 434 resmi devlet okulu bulunmaktadır. 4+4+4 sonrasında zorunlu eğitim süresinin 12 yıla çıktığı iddia edilmesine rağmen, ortalama eğitim süresi 7,5 yılda kalmıştır. MEB verilerine göre ikili eğitim yapılan okul oranı yüzde 25,71’dir ve her dört okuldan birinde ikili eğitim yapılmaktadır. Türkiye’de spor salonu bulunan okul oranı sadece yüzde 13’tür ve okulların yüzde 87’sinde spor salonu yoktur. Kütüphanesi olmayan okul oranı yüzde 61; çok amaçlı salonu olmayan okulların oranı yüzde 62’dir.
Eğitimde yaşanan ve yapısal hale gelen sorunlar her ne kadar görmezden gelinmeye çalışılsa da, eğitim sorunu halkın en temel gündemini oluşturmayı sürdürmektedir. Çocuklarımız eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanamamış, çocuk yaşta evlenmeyi özendiren düzenlemeler yapılmış, çocuk işçiler sorunu büyümüş, okullarda, yurtlarda, kurslarda çocuklara yönelik cinsel istismar ve şiddet vakaları artmıştır. Eğitimde ve toplumsal yaşamda yaşanan çocuk istismarının üzerini örtme çabalarına rağmen, geçtiğimiz dönemde cinsel istismar ve cinsel saldırıların artmasına yol açacak yasal düzenlemeler gündeme gelirken, kadına ve çocuğa yönelik çok sayıda taciz ve tecavüz olayı yaşanmıştır.
Yoksul, emekçi ailelerin çocukları başta olmak üzere, kız çocukları, kırsal kesimde yaşayan çocuklar; eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanamamış, önemli bir bölümü dini vakıf ve derneklerin kucağına itilmiştir. Bölgesel, cinsel, sınıfsal vb. eşitsizlikler, anadilinde eğitim gibi en temel sorunlar iktidarın çözmek bir yana daha da derinleştirdiği temel sorunlar olarak eğitim sisteminin öncelikli gündem maddesi olmayı sürdürmüştür.
Türkiye’deki bütün eğitim kurumları, iktidarın ırkçı, mezhepçi, ayrımcı ve otoriter uygulamaları nedeniyle gerçek işlevlerinden hızla uzaklaştırılmıştır. İktidarın eğitim başta olmak üzere, toplumsal yaşamın bütün alanlarında uyguladığı baskı, şiddet ve dayatmacı uygulamaların daha önce hiç olmadığı kadar arttığı bir dönem yaşanmaktadır.
Sınav Sisteminde Yaşanan Değişiklikleri Yeni Mağduriyetler Yaratmıştır
AKP, 16 yıllık iktidarı boyunca eğitim politikaları konusunda her dönem başarısız olmuş, her başarısız olduğunda da sistem değişikliği yaparak, kendi başarısızlığının üzerini örtmeye çalışmıştır. Ancak yapılan her sistem değişikliği, öğrenci ve velilerde büyük endişe yaratmaktan başka bir sonuç ortaya çıkarmamıştır. AKP’ye oy verenler dâhil, ülke nüfusunun büyük bölümünü genel olarak eğitimde yaşanan olumsuzluklardan ve sürekli sistem değiştirilmesinden son derece rahatsızdır.
TEOG yerine getirilen yeni ortaöğretime geçiş sistemi, öğrenci ve veliler açısından ciddi sorunları gündeme getirmiş, yeni sisteme yönelik tüm uyarı ve itirazlarımız görmezden gelinmiştir. TEOG yerine getirilen sistemin, üniversiteye giriş sınavı gibi olmadığını, dolayısıyla öğrencilerimizin ikinci bir şansının bulunmadığı, bu nedenle öğrencilerin telafisinin mümkün olmayan bir dayatmaya mahkûm edildiği açıktır.
AKP ve MEB tarafından yaratılan sınav kaosunun sonucunun çocuklarımızda nasıl bir travmaya neden olduğunu 2 Haziran’da yapılan sınav günü okul bahçelerinde, soru kitapçıklarının başında ağlayan yüz binlerce çocuğun gözyaşları ailelerinin öfkesi göstermiştir. MEB’in ‘sınavı kaldıracağız’ söylemiyle başlayan ve devamında gelen çelişkili açıklamalar, yerleştirme kılavuzunun açıklanmamasıyla öğrencilerin ve velilerin ne ile karşılaşacaklarını bilmedikleri bir liseye geçiş sistemi ortaya çıkmıştır. Sınav yerleştirme kılavuzunun seçim sonrasına, 25 Haziran’a ertelenmesi, öğrenci ve veliler açısından yaratılan kaosun devam edeceğini göstermiştir.
MEB tarafından yapılan açıklamaya göre, 2 Haziran’da sınava giren 1 milyon 200 bin öğrencinin sadece %10’u, yani 126 bin 536 öğrenci, ‘nitelikli’ olarak tarif edilen 1367 okula yerleşecekken, bu okulların yarısından fazlasının imam hatip ve meslek liselerinden oluşması, MEB’in asıl amacının ne olduğunu açıkça göstermiştir. Velilere açıkça ya çocuklarını imam hatip ya meslek liselerine göndermeleri ya da doğrudan özel liseleri tercih etmeleri istenmektedir. Sorun sadece 8. sınıf öğrencileri ve velilerinin değil, tüm toplumun sorunudur ve siyasi iktidarın çocuklarımız üzerinden kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda adımlar atmaktadır.
Eğitimde kademeler arası geçişte öğrencilerin seçme, yetiştirme ve yerleştirme süreçleri iktidarın yeniden düzenleme ihtiyacı hissettiği hiyerarşik toplumsal yapıya uygun olarak hayata geçirilmektedir. Eğitim sistemi toplumdaki sınıfsal farklılıklara göre yeniden düzenlenirken, eğitim üzerinden kimi zaman sınav sistemleri, kimi zaman başka yöntemlerle sürekli beslenen ‘bireysel rekabet’in sadece okulda değil, toplumsal yaşamın her alanında işler hale getirilmesi hedeflenmektedir.
Kamusal Eğitim Tasfiye Edilirken, Özel Öğretim Kamu Kaynaklarıyla Desteklenmiştir
OECD’nin Eğitime Bir Bakış 2017 Raporu’na göre ilkokuldan üniversiteye kadar öğrenci başına gerçekleştirilen yıllık eğitim harcamaları Türkiye’de kişi başına düşen milli gelirin yüzde 18’ine, OECD ülkeleri ortalamasında ise yüzde 27’sine denk gelmektedir. Öğrenci başına yapılan yıllık ortalama kamusal eğitim harcamaları eğitim kademelerine göre karşılaştırıldığında Türkiye ve OECD ortalaması arasındaki fark daha da belirginleşmektedir.
OECD ülkeleri ortalamasına göre ilkokuldan üniversiteye kadar geçen eğitim süresinde öğrenci başına yapılan yıllık harcama 10.759 dolardır. Türkiye, ilkokuldan üniversiteye kadar öğrenci başına yaptığı yıllık ortalama 4.259 dolarlık eğitim harcamasıyla Meksika (3.703 dolar) ile birlikte öğrenci başına yapılan yıllık eğitim harcamasının en düşük olduğu iki ülkeden biridir. OECD ortalamasında bir ortaokul öğrencisi için gerçekleştirilen yıllık eğitim harcaması Türkiye’deki harcamanın 3,5 katıdır. OECD ortalaması ve Türkiye için öğrenci başına yapılan yıllık ortalama harcama arasında yaklaşık 2 kat fark bulunmaktadır.
MEB’in her yıl açıkladığı, ancak bu yıl açıklamaktan kaçındığı örgün eğitim istatistikleri, devlete ait ilkokul ve ortaokul sayısının özellikle eğitimde 4+4+4 düzenlemesi sonrasında belirgin bir şekilde azaldığını; buna karşın özel okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise sayısının ve bu okullara yönlendirilen öğrenci sayısının dikkat çekici bir şekilde arttığını göstermektedir.
AKP ve MEB’in üstün çabaları sonucunda 2017/2018 eğitim öğretim yılında özel öğretimin payı tüm zamanların rekorunu kırmıştır. MEB’in 2017 Yılı Performans Programı’na göre; okul öncesi eğitimde özel öğretimin payı yüzde 16,5; ilkokulda özel öğretimin payı yüzde 4,7; ortaokulda özel öğretimin payı yüzde 5,8; ortaöğretimde ise özel öğretimin payı yüzde 12,2’ye ulaşmıştır.
Özel Okul öncesi, Özel İlkokul, Özel Ortaokul ve Özel Liselerde Öğrenci Sayıları
MEB’in İdare Faaliyet Raporu’na göre, kamusal eğitim ile ilgili hedeflerine büyük ölçüde ulaşamazken, özel öğretimin payını arttırmak adına hedeflerini aştığı görülmektedir. Özel öğretimin payının artırılması kapsamında 2017/2018 eğitim öğretim yılı itibariyle özel ilkokullarda okuyan öğrenci sayısı 4+4+4 düzenlemesiyle birlikte ilkokulda öğrenci sayısı yüzde 62 artışla 271.321’e; özel ortaokulda öğrenci sayısı yüzde 96 artışla 321.313’e ve özel liselerde ise yüzde 249 artışla 547.445 sayısına ulaşarak, özel öğretimde tüm zamanların rekoru kırılmıştır. OECD Bir Bakışta Eğitim 2017’ye göre, Türkiye Kolombiya’dan sonra ilkokuldan ortaöğretim sonrası-yükseköğretim öncesi kademeye kadar eğitime en fazla özel harcamanın yapıldığı ülkedir. OECD ortalaması yüzde 9, AB ortalaması yüzde 7 iken, Türkiye’de bu oranın yüzde 20 olması büyük bir çelişkidir.
2017/2018 eğitim öğretim yılında organize sanayi bölgelerinde (OSB) bulunan özel mesleki ve teknik okul sayısında önemli artışlar olmuştur. Özel mesleki ve teknik okul sayısında MEB’in hedefi yüzde 26 iken, gerçekleşme oranı yüzde 35 olmuş, bu okullara giden öğrenci sayısındaki artış hedefi 19 bin 500 öğrenciyken, gerçekleşen artış 29 bin 622 öğrenci olmuştur. MEB verilerine göre özel okullara giden öğrencilere destek ödemesi adı altında yapılan harcamalar toplamda 2 milyar 512 milyon 745 bin 221 TL’ye ulaşmış, özel mesleki ve teknik liselere ise 234 milyon 33 bin 451 TL ödeme yapılmıştır.
2017-2018 eğitim öğretim yılında kamu kaynakları üzerinden özel okullarda okuyacak öğrenci başına özel okullara ödenen destek tutarları okul öncesi için 3.060 TL, ilkokul için 3.680 TL, ortaokul için 4.280 TL, ortaöğretim için 4.280 TL ve temel lise için 3.680 TL olmuş, özel meslek liselerine giden öğrenci başına yapılan destek ödemeleri 4 bin 270 ile 6 bin 900 TL arasında değişmiştir.
İmam Hatip Okullarına Yönelik Ayrımcı Uygulamalar Sürmektedir
Eğitim sistemini dini kurallar ve referanslara göre biçimlendirme süreci, eğitimde 4+4+4 dayatması sonrasında belirgin bir şekilde artmış, yıllarca dini eğitim kurumları olarak bilinen imam hatip okulları tartışması yeniden alevlenmiştir.
İmam Hatip Liseleri (İHL) ve Öğrenci Sayısı
4+4+4 öncesinde 2011-2012 eğitim-öğretim yılında 537 imam hatip lisesinde (İHL) 268 bin 245 öğrenci varken 2015-2016 eğitim-öğretim yılına kadar okul ve öğrenci sayısı artmış, son iki yılda ise okul sayısı 336 artmasına rağmen öğrenci sayısının yüzde 10 azaldığı görülmüştür. Yeni liselere geçiş sistemi üzerinden öğrencilerin imam hatip liselerine yönlendirilmeye çalışılması ile öğrenci sayısındaki azalış arasında somut bir ilişki olduğu anlaşılmaktadır.
Anadolu imam hatip lisesi bünyesindeki imam hatip ortaokullarında okul başına 181 öğrenci düşerken, normal ortaokullarda okul başına 309 öğrenci düşmektedir. Normal ortaokulların Anadolu imam hatip lisesi bünyesindeki imam hatip ortaokullarından yüzde 70 daha kalabalık olduğu ortaya çıkmaktadır. Benzer bir şekilde Anadolu liseleri, Anadolu imam hatip liselerinden yüzde 51 oranında daha kalabalıktır.
Yıllardır siyasal istismar konusu olan imam hatip okulları her açıdan desteklenerek, tüm masrafları devlet tarafından karşılanarak, özellikle yoksul ailelerin çocuklarını bu okullara göndermeleri yönünde çalışmalar yapıldığı bilinmektedir. MEB, devlet okullara ihtiyacı kadar ödenek ayırmayıp, eğitimin finansmanı için elini velilerin cebinden çıkarmazken, imam hatip okulları söz konusu olunca öğrenci başına yapılan harcama diğer okul türlerine göre belirgin bir şekilde artmaktadır. MEB’in 2017/2018 eğitim öğretim yılında okul türlerine göre öğrenci başına yapılan harcama miktarı, AKP’nin yıllardır arka bahçesi olarak gördüğü imam hatiplere yönelik ayrımcılığı bütün yönleriyle gözler önüne sermektedir.
MEB’in 92 milyar TL’lik bütçesinden eğitim yatırımları için ayrılan kısmının üçte biri (yüzde 35) ‘din öğretimi’ne ayrılmış, böylece Din Öğretimi Genel Müdürlüğü'nün MEB bütçesi içindeki payı, 2017’ye göre yüzde 68 artırılmıştır. Dini eğitimde payı 7,7 milyar TL’ye çıkaran bakanlık, bütçesinin yüzde 7’sine denk gelen bu kaynağın neredeyse tamamının (yüzde 96) imam hatip liseleri için kullanılmasına karar vermiştir. Bu durumun en somut sonucunu 2018 bütçesi içinde okul türlerine göre öğrenci başına yapılan harcamalara bakarak görmek mümkündür.
2017/2018 eğitim öğretim yılında okul öncesi eğitimde öğrenci başına 1.673 TL; ilköğretime (ilkokul+ortaokul) öğrenci başına 4 bin 326 TL; genel ortaöğretimde öğrenci başına 6 bin 153 TL; mesleki ve teknik ortaöğretimde öğrenci başına 7 bin 504 TL ayrılırken, imam hatip liselerinde okuyan öğrenci başına 12 bin 707 TL ayrılmış olması, diğer okul türlerinde okuyan öğrencilere karşı büyük bir haksızlık olduğu kadar, eğitimde devlet eliyle nasıl göstere göstere ayrımcılık yapıldığının kanıtıdır.
MEB, kamu okulları karşısında özel okullara her fırsatta ayrıcalık tanırken, benzer bir durum imam hatip ortaokulları ve liseleri için de geçerlidir. Fiziki altyapı sorunları en az olan, teknik olarak en donanımlı okullar imam hatibe dönüştürülmüş; yıllardır çok sayıda devlet okulu ödenek yetersizliği nedeniyle sorunlarla baş başa bırakılırken, imam hatip okullarının ödenek talepleri anında yerine getirilmiştir. Geçtiğimiz eğitim öğretim yılında çok sayıda devlet okulu ödenek yetersizliği ile karşı karşıya kalırken, bugüne kadar hiçbir imam hatip okulunun kaynak sıkıntısı çekmemiş ve talepleri anında yerine getirilmiştir.
Türkiye’de her konuda ve her alanda yaşanan ayrımcı uygulamaların toplumun geleceğinin şekillendiği okullarda bizzat MEB eliyle yapılıyor olması dikkat çekicidir. Türkiye’de hiçbir okul türü diğerlerine göre ayrıcalıklı olmamalı, MEB politika geliştirirken ve bu politikaları uygularken bütün eğitim kurumlarına eşit mesafede yaklaşmalıdır.
Açıköğretim Lisesine Kayıt Yaptıran Öğrenci Sayısı 6 Kat Artmış, Taşımalı Eğitimde Rekor Kırılmıştır
Eğitim sisteminin temel sorunlarından birisi olan öğrencilerin çeşitli nedenlerle örgün eğitim dışına itilmesi uygulamaları artarak devam etmektedir. 2003-2004 eğitim öğretim yılında açık öğretim lisesi bünyesinde sadece 267 bin 235 öğrenci bulunuyorken, 2017-2018 eğitim öğretim yılında bu rakam 6 kata yakın artışla 1 milyon 554 bin 938 kişiye çıkmıştır.
Türkiye’de ilk kez 1989-1990 eğitim-öğretim yılında sadece 2 ilde 305 ilkokul öğrencisi ile başlayan taşımalı eğitim uygulaması, Türkiye’nin çağ atladığı, ekonomik olarak geliştiği iddialarına rağmen bütün illerde uygulanır hale gelmiştir. 2017-2018 eğitim öğretim yılında 91 bin 262 özel eğitim öğrencisi, 757 bin 714 ilkokul ve ortaokul öğrencisi, 472 bin 262 ortaöğretim öğrencisi olmak üzere toplamda 1 milyon 321 bin 238 öğrenci taşımalı eğitim kapsamında taşınarak ‘taşımalı eğitim’de tüm zamanların rekoru kırılmıştır. Taşımalı eğitim ile yaklaşık 17 bin köy okulu kapatılmıştır.
Her ne kadar öğrencilerin yerleşim birimlerinden alınıp, diğer ilçelerdeki okullara kadar götürülmesi ve okulda yemek ve benzeri ihtiyaçlarının karşılanması cazip olarak görülen bir durum olsa da, genellikle uzun yollar kat eden öğrencilerin yorgun olması, yollarda trafik kazası riskinin bulunması ve taşınan merkezlerdeki sınıfların bu sistem ile daha da kalabalık hale gelmesi söz konusudur. Bu yönleriyle taşımalı eğitim sistemi yanlış bir tercihtir.
Eğitimde Performans, Sınav ve Angarya Çalışma Dayatması Sürüyor
Bir taraftan eğitimde ve yükseköğretim alanında son zamanların en kapsamlı dayatmaları yaşanırken, diğer taraftan MEB tarafından ‘eğitimde performans değerlendirme’ adı altında, eğitimde esnek, güvencesiz ve angarya çalıştırmayı hedefleyen adımlar atılmak istenmektedir.
Kamusal bir hizmet olarak eğitimin hızla özelleştirildiği ve ticarileştiği bir dönemde öğretmenlik mesleği, siyasi iktidar ve MEB tarafından açıkça hedef alınmakta, ‘rekabet’, ‘verimlilik’, ‘kalite’ ve ‘müşteri memnuniyeti’ gibi piyasacı kavramlar üzerinden yeniden tanımlanmak istenmektedir. MEB tarafından gündeme getirilen ‘performans sistemi’ ve ‘sınav’ dayatması, uzun bir süredir eğitim alanında yaşanan piyasacı dönüşümün önemli ayaklarından birisi olarak hayata geçirilmek istenmektedir.
Öğretmenlik mesleği eğitim süreçleri, atanma sorunları, çalışma koşulları, iş güvencesi açısından yaşanan kaygılar, yetersiz maaşlar nedeniyle yeterince itibarsızlaştırılmış ve değersizleştirilmiştir. Öğretmen yeterliliklerinde bilimsel, objektif ve evrensel standartlar yerine, öğretmenleri her açıdan baskı altına alacak olan 'Performans değerlendirme' ve ‘sınav’ dayatmasındaki ısrar, MEB’in asıl niyetinin ‘üzüm yemek’ değil, ‘bağcıyı dövmek’ olduğunu göstermektedir.
Eğitimde başarının arttırılması için uygulandığı iddia edilen performans değerlendirme uygulamalarının on binlerce ücretli öğretmenin güvencesiz olarak çalıştırıldığı, sözleşmeli öğretmenlik uygulamasının hızla yaygınlaştığı ve siyasi-ideolojik müdahalelerle sürekli değiştirilen eğitim sistemine en küçük bir katkı sunması mümkün değildir.
Eğitim sistemi içinde öğretmenin her taraftan kuşatılarak tamamen edilgen hale getirildiği, itiraz edenin, farklı olanın çalışma koşulunun kalmayacağı, rekabete dayalı, acımasız bir istihdam rejimi oluşturulmak istendiği açıktır. Öğretmenlik mesleğinin ilkelerine, işlevine ve doğasına tamamen aykırı olan böylesi bir girişimin, öğretmenlerin tamamına yakını tarafından reddedilmesi önemli ve dikkate alınması gereken bir durumdur. Nitekim MEB, 81 il milli eğitim müdürlüğüne resmi yazı göndererek, öğretmenlere yönelik performans değerlendirme çalışmalarının bu yıl uygulanmayacağını duyurmuştur. ‘Öğretmen performans sistemi’nin uygulanmasının ertelenmesi 24 Haziran seçimlerine yönelik bir karardır ve tamamen geri çekilmesi için mücadelemiz kararlılıkla sürecektir.
Anayasa’nın 18. maddesinde angarya çalışma “Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır” ifadesiyle yasaklanmıştır. Anayasa’da açıkça belirtilmesine rağmen, son yıllarda tüm kamu kurumlarında olduğu gibi, eğitim alanında çeşitli adlar altında gündeme getirilen ‘angarya çalışma’ uygulamaları özellikle sendikalı eğitim emekçileri üzerindeki baskıların artmasına neden olmuştur.
MEB’in pilot illerde başlattığı İlkokullarda Yetiştirme Programı (İYEP) kapsamında yapılan re’sen görevlendirmeler, çeşitli kurs, proje ve protokol etkinliklerine bağlı çalışmalara zorunlu katılım, ev ziyaretleri, eğitim koçluğu, birden fazla nöbet tutmaya zorlama, öğrenci servis araçlarının kontrolü ve öğrencilere nezaret edilmesi vb. gibi doğrudan öğretmenlik mesleğinin icrası ile ilgili olmayan çok sayıda angarya iş, öğretmenlerin sınıf içindeki asli görevlerini yapmalarını engeller hale gelmiştir.
MEB’in uyguladığı projeler ve imzaladığı protokoller üzerinden öğretmenlere yönelik angarya görevler çıkarılması, eğitim emekçilerinin ‘aldıkları nefesi bile sayarak almaya başladıkları’ despotik karakterli yeni çalışma düzeninin oluşturulmak istendiğini göstermektedir.
Eğitimde Güvencesiz İstihdam ve Ataması Yapılmayan Öğretmenler Sorunu
15 Temmuz sonrasında öğretmen atamalarında mülakat sınavının benimsenmesi ve son olarak Milli Eğitim Bakanı’nın bundan sonra öğretmen istihdamının sözleşmeli olarak yapılacağını açıklaması, öğretmen atamaları ve istihdamının açık bir şekilde ‘politik güvencesizleştirme’ye dönüştüğünün kanıtıdır. Ataması yapılmayan öğretmenlerin etnik kimliği, inancı ve mezhebi dolayısıyla ya da iktidara eleştirel ve muhalif yaklaşımı nedeniyle sözlü sınav ya da güvenlik soruşturması aşamasında ‘fiilen’ elenmesi, öğretmenlerin ‘hükümet memuru’ olarak istihdam edilmesinin önünü açmıştır.
Öğretmen atamalarında temel sorun, toplumun hemen her kesimi tarafından ‘siyasi torpil’ ve ‘kayırmacılık’ olarak algılanan mülakat sınavı ile sınırlı değildir. Siyasi iktidarın bir süredir kamu istihdamında benimsemiş olduğu güvencesiz/sözleşmeli istihdam uygulamalarının yaygınlaşması, ‘güvenlik soruşturması’ adı altında yapılan siyasi fişlemeler, özellikle farklı kimlik ve mezheplere yönelik olarak benimsenen ayrımcı tutumların sürdürülmesi halinde yapılacak atamaların liyakate göre değil, iktidara ‘sadakat’e göre yapılması yaşanan haksızlıkların artarak süreceğini göstermektedir.
2017 verilerine göre ücretli çalıştırılan öğretmen sayısı; 81 ilde 63 bin 829’dur. Ücretli öğretmenlerin 27 bin 409’u eğitim fakültesi mezunu, 27 bin 936’sı lisans mezunu (eğitim fakültesi hariç), 8 bin 484’ü ön lisans mezunudur. Ataması yapılmayan yarım milyona ulaşan eğitim fakültesi mezunu varken, 2017 yılında da, hayvan yetiştiriciliği, bağcılık, ziraat vb. bölüm mezunu kişiler öğretmen olarak atanmıştır. Öğretmenler snav, mülakat ve güvenlik soruşturması kuşatması ile karşı karşıyadır.
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ataması yapılmayan öğretmen sayısını 438 bin, resmi öğretmen açığını ise 109 bin olarak açıklamıştır. Eğitimde ciddi anlamda öğretmen açığı olmasına rağmen, yeterince atama yapılmaması nedeniyle 2003-2017 yılları arasında KPSS’ye giren her 100 öğretmenden ortalama 17’sinin ataması yapılmış, geriye kalan 83 işsiz öğretmen ya tekrar sınava girmek ya da başka alanlarda çalışmak zorunda bırakılmıştır.
Son 16 yıl içinde atanan öğretmenlerin yüzde 64’ü AKP hükümetleri döneminde göreve başlamış olmakla birlikte, aynı dönemde emekli olan öğretmen sayısı 213 bin 286’dır. Öğretmenlerin emeklilik oranları 2008 yılına kadar yüksek seyrederken, 2008 yılında sosyal güvenlik sisteminde yapılan değişiklik sonrasında emekli aylıklarındaki ‘aylık bağlama oranı’nın düşürülmesinin ardından emeklilik sayılarında belirgin azalma yaşanmıştır. Bu durumun temel nedeni öğretmenlerin çalışırken aldıkları maaşın, emekli olduklarında yarı yarıya azalıyor olmasıdır.
Ataması yapılmayan öğretmenlerin sayısının yarım milyona ulaşması bir yandan intiharlar ve iş cinayetleriyle hayatını kaybeden öğretmen gerçekliği haline gelmiş, aynı zamanda ataması yapılmayan öğretmenler sermaye tarafından ucuz işgücü haline getirilmiştir.
15 Temmuz darbe girişimi öncesinde emeklilik dilekçesi vermiş olan öğretmen sayısı 9 bin 943 olmasına rağmen, darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL ve peş peşe çıkarılan KHK’lerin de etkisiyle, 2017 yılında yüzde 68 gibi yüksek bir oranda artarak 14 bin 548’e çıkmıştır. Gerek ülkenin içinde bulunduğu koşullar ve giderek ağırlaşan sorunlar, gerekse sürekli değiştirilen ve adeta yap-boz tahtasına döndürülen eğitim sistemi nedeniyle mutsuz olan ve mesleklerini icra etmekte zorlanan öğretmenlerin gelirlerinde yarı yarıya azalmayı göze alarak emekli olmayı tercih ettiklerini göstermektedir.
Sözleşmeli Öğretmenlik OHAL ile Olağanlaştırılmıştır
Geçtiğimiz yıllar içinde özellikle eğitim alanında güvencesiz, esnek ve performansa dayalı istihdam politikalarını adım adım hayata geçiren siyasi iktidar, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında tartışmalı mülakat sınavları ile birlikte yeniden düzenlediği öğretmen atama sistemi ile öğretmenleri ‘iktidara sadakat’ ilkesi ile çalıştırmak istediğini açıkça göstermiştir.
Geçtiğimiz yıllarda siyasal kadrolaşma amacıyla gündeme getirilen ve Danıştay tarafından “objektif olmama” gerekçesiyle iptal edilen “mülakat sınavı” uygulamasının öğretmen atamalarında belirleyici olması ve sözleşmeli öğretmenlik uygulamasıyla birlikte hayata geçirilmesi, Türkiye’de en yaygın kamu hizmeti olan sözleşmeli/güvencesiz öğretmen istihdamının temel istihdam politikası olarak benimsendiğini göstermektedir. Türkiye’de mülakat sınavına dayalı tüm uygulamaların ‘siyasal kadrolaşma’nın önünü açarak sayısız haksızlığa neden olduğu, aldıkları puanlara bakılmaksızın iktidarın dünya görüşüne yakın olmayanların taraflı ve kasıtlı değerlendirmeler üzerinden elendiği ya da ‘saf dışı’ bırakıldığı çok iyi bilinmektedir.
15 Temmuz sonrasında yapılan 38 bin öğretmen atamasının tamamı mülakata dayalı sözleşmeli öğretmenlik şeklinde gerçekleşmiştir. Bugüne kadar sözleşmeli olarak atanan ve göreve başlayan 540 öğretmenin sözleşmesi ‘güvenlik soruşturması’ gerekçe gösterilerek iptal edilmiştir. Mevcut uygulamanın devam etmesi halinde farklı kimlik, inanç ve siyasi düşünceye sahip olan, ‘yerli’ ve ‘milli’ olmadıkları düşünülen, iktidara eleştirel ve muhalif yaklaşan, öğretmenlerin ‘mülakat sınavı’ ve ‘güvenlik soruşturması’ üzerinden elenmesi, atanacak öğretmenlerin büyük ölçüde iktidarın istek ve beklentileri doğrultusunda istihdam edilmesi kaçınılmazdır.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın 15 yılda ortaya koyduğu pratik, kurumun en güvenilmez bakanlık haline gelmesini sağlamış, eğitim sistemine yönelik olarak yapılmak istenen değişiklikler başta olmak üzere, yapılan her türlü sınav, değerlendirme ve atamaların ve sürekli eleştirilmesine ve tartışılmasına neden olmuştur.
Eğitim hizmetlerinin niteliği, sürekliliği ve düzenli olması gerektiği açıktır. Bu nedenle eğitimde objektiflikten uzak değerlendirmelerle yapılacak atamalardan ve sözleşmeli öğretmenlik uygulamalarından derhal vazgeçilmeli, herkese kadrolu ve güvenceli istihdam sağlanmalıdır.
Kamusal, Bilimsel, Laik, Demokratik ve Anadilinde Eğitim Hakkı Mücadelemiz Sürecektir!
Eğitim sisteminde yıllardır yaşanan ve katlanarak artan sorunlar, MEB’in eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek gibi bir amacının olmadığını açıkça göstermektedir. Okullarda yaşanan yoğun dinselleşme ve eğitimi ticarileştirme uygulamaları okullarımızı eğitim yuvası olmaktan uzaklaştırmıştır.
Eğitimde siyasal kadrolaşma uygulamalarının yukarıdan aşağıya doğru organize bir şekilde gerçekleştirilmesi, okullarda yaşanan şiddetin artması, eğitim emekçilerine yönelik çeşitli saldırı ve tehditlerin (ihraç, açığa alma, sürgün vb.) sürmesi gibi uygulamalar, okulların fiilen kışla düzeniyle yönetilmesini beraberinde getirmiştir.
2017-2018 eğitim öğretim yılında eğitimde yaşanan gelişmeler, MEB’in eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek gibi bir derdinin olmadığını göstermektedir. Okulların eğitim kurumu olmaktan adım adım uzaklaştığı, öğrencilerin yarış atı gibi sınavdan sınava koştuğu, öğretmenlerin düşük ücretle, esnek, güvencesiz ve angarya çalışmaya zorlandığı, siyasal kadrolaşmanın zirve yaptığı, farklı dil ve kimliklerin dışlandığı, eğitimin zaten sorunlu olan niteliğinin daha da kötüleştiği bir eğitim sisteminin sağlıklı nesiller yetiştirmesi mümkün değildir.
Milli Eğitim Bakanlığı’na çağrımız tüm toplumun ve öğrencilerin geleceğini doğrudan olumsuz etkileyecek politika ve uygulamalara derhal son verilmesidir. Bunun için öncelikle hiçbir öğrencinin not ya da sınav baskısı altında kalmadan, kendi ilgi ve yetenekleri doğrultusunda, hangi alanda okuyacağına kendisinin karar vereceği bir eğitim sistemi oluşturulmalıdır.
Her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, okulöncesinden üniversiteye kadar bilimin değil, dini inanç sömürüsünün temel alındığı bir eğitim sisteminde eğitim ve bilim emekçilerinin, öğrenci ve velilerle birlikte kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkı için mücadelemizi tüm emek ve demokrasi güçleri ile birlikte omuz omuza sürdüreceğimiz bilinmelidir.
EĞİTİM SEN OLARAK TALEPLERİMİZ;
Toplumun bütün bireylerinin kamusal, laik, bilimsel, anadilinde, eşit, ücretsiz ve cins ayrımcı olmayan bir şekilde eğitim hakkından yararlanması sağlanmalıdır.
Cinsiyetçi, gerici ve piyasacı öğretim programlarına son verilerek, tüm öğrenciler için çağdaş ve bilimsel öğretim programları uygulanmalı, toplumsal cinsiyet eğitimi zorunlu olmalıdır.
4+4+4 kesintili temel ve zorunlu eğitim uygulaması sonucunda, eğitimine ara vermek durumunda kalan, çocuk işçi veya çocuk yaşta evli olma ikilemine sıkıştırılan tüm çocukların yeniden eğitim sistemi içine çekilmesi sağlanmalıdır.
16 yılda 6 Milli Eğitim Bakanı ve 5 defa sistem değiştirerek, öğrencileri mağdur eden bir yaklaşımın oluşturduğu hasarı onarmak için acil ve somut adımlar atılmasını talep ediyoruz.
Okulların nitelikli-niteliksiz olarak ayrılmadığı, tüm öğrencilerin eğitim hakkından eşit yararlandığı bir eğitim sistemi talep ediyoruz.
Öğretmen ve öğrencilerin kullandığı ders araçlarının içeriği bilim dışı hurafelerden ve dogmalardan arındırılmalıdır.
Okulları ticarethane, öğrencileri müşteri haline getiren piyasa merkezli eğitim politikaları derhal terk edilmelidir.
Kamu kaynaklarının özel okullara teşvik adı altında aktarılmasına son verilmeli, tüm okullara bütçe ve ihtiyacı kadar ödenek ayrılmalıdır.
MEB’in Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, her türlü dini vakıf ve derneklerle yapılan işbirlikleri sona erdirilmeli, okullarımız bilimin, özgürlüklerin ve eleştirel düşüncenin mekanları haline getirilmelidir.
Okullar, öğretmenler ve öğrenciler kimsenin projesi olmamalı, proje okullarından öğretmenler sürgün edilmemeli ve bu okullarda siyasal kadrolaşmaya son verilmelidir.
OHAL KHK’leri ile haksız ve hukuksuz şekilde kamu görevinden ihraç edilen eğitim ve bilim emekçileri görevlerine iade edilmelidir.
Her tür baskıcı ve antidemokratik uygulamanın gerekçesi haline getirilen OHAL uygulaması derhal kaldırılmalıdır.
Eğitimde ve toplumsal yaşamda ciddi bir sorun olan çocuk istismarına karşı etkin ve sonuç alıcı adımlar atılmalıdır.
Sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik uygulamasına son verilmeli, tüm öğretmenlerin kadrolu istihdamı esas olmalı, ataması yapılmayan öğretmenlerin atama sorunları derhal çözülmelidir.
Kamu emekçilerinin uzunca bir süredir beklediği 3600 ek gösterge sadece seçim vaadi olarak kalmamalı, mümkün olan en kısa sürede herkesi kapsayacak şekilde hayata geçirilmelidir.
Çalışma yaşamında sürekli ayrımcı uygulamalarla karşı karşıya olan kadın eğitim emekçileri açısından başta görevde yükselme ve unvan değişiklikleri olmak üzere, çalışma yaşamında uygulanan ayrımcılığa, mobbing ve şiddete son verilmelidir.
Eğitim kurumlarında tüm ebeveynlerin en temel hakkı olan “kreş hakkı” için gerekli adımlar atılmalıdır.
Genelde tüm kamuda uygulanması planlanan, özelde de öğretmenlere yönelik olarak hayata geçirilmek istenen zorunlu performans taslağı derhal geri çekilmeli, öğretmenlerin statüsünün geliştirilmesi için gerekli adımlar atılmalıdır.
Eğitimin her kademesinde eğitim yöneticisi, ilk ataması yapılan veya proje okuluna öğretmen belirlenirken liyakat yerine mülakatın bir yöntem olarak kullanılmaması; yöneticilerin, öğretmenlerin ve tüm personelin liyakat ilkesi temel alınarak, bilimsel ve adil ölçülere göre atanması sağlanmalıdır.
Bütçeden eğitime ayrılan pay başlangıç olarak en az iki kat arttırılmalı, kamu okullarının tüm gereksinimleri velilerden toplanan paralarla değil, genel bütçeden karşılanmalıdır.
Kapatılan köy okullarının yeniden açılması ve tüm köy çocuklarının okula erişimi sağlanmalıdır.
Hepimizi derinden etkileyen yeni Aladağ vakaları yaşanmaması için tüm öğrencilerimizin kamusal eğitim ve barınma hakkından ayrımsız yararlanması sağlanmalıdır.
Ebeveyn izinleri artırılmalı, doğum izninde bir yıl dönüşümsüz, ücretli ebeveyn izni uygulaması hayata geçirilmelidir.
Evinden, ülkesinden ayrılmak zorunda kalan mülteci ve göçmen çocukların eğitime erişimleri sağlanmalıdır.
Okulların ve üniversitelerin özgürce bilim üretilen, özgürlük alanlarına dönüşmesi için gerekli adımlar atılmalıdır.
Seçil SÖNMEZ
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
08.06.2018
Ceyhan Mehmetçik İlkokulunda üyemiz Murat BALTALI vefat etmiştir. Başta ailesi, dostları olmak üzere tüm eğitim ve bilim emekçilerine başsağlığı diliyoruz.
Şube Yürütme Kurulu
EĞİTİM SEN BİLGİ İSTATİSTİK MERKEZİ (EBİM)
OKUL BİLGİ SİSTEMİ
(www.adnangumus.net/egitimsen adresinde web ortamında doldurulacak)
Sayın Eğitim Emekçisi;
Eğitim Sen olarak okullarımızın durumunu sürekli izlemeye, analiz etmeye ve çözüm önerileri geliştirmeye temel oluşturmak üzere Bilgi-İstatistik Merkezi oluşturuyoruz. Bu merkezimizde okulöncesinden yükseköğretime kadar hem okul ve öğrencilerin hem de eğitim emekçilerinin durum, sorun ve görüşleri düzenli aralıklarla toplanıp kamuoyuyla paylaşılacaktır.
Verdiğiniz bilgiler okullarımızın ve eğitim emekçilerinin durumunu analiz etmek ve çözüm önerileri geliştirmek için çok önemli bulunuyor. Okullarla ilgili önemli bütün bilgileri bir veri tabanında toplamak amaçlanmış olup soru sayısı fazladır. İLK GİRİŞ birkaç saatinizi alabilir. Ancak ilerideki güncelleştirmeler çok daha kolay olacaktır.
Formu doldururken sadece kendi okulunuzu dikkate alarak her soruda ilgili kısmı işaretleyiniz veya doldurunuz. Hiç yoksa karşısına (0) sıfır yazınız.
Bilgiler anonim olup, isim veya okul adı verilerek kullanılmayacaktır.
Formu doldururken herhangi bir soru veya öneriniz olursa, bize aşağıdaki telefonlardan veya e-posta üzerinden ulaşabilirsiniz.
İlgi ve duyarlılığınız için şimdiden ÇOK TEŞEKKÜR ederiz.
Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu Üyeleri ve Bilgi-İstatistik Merkezi Koordinatörleri
Eğitim Sen Adana Şube Yön. Kur. Üyeleri E-Posta: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Prof. Dr. Adnan Gümüş Tel: 0505-544 43 03 E-Posta: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Bilg. Öğr. Uzm. Erkan Tiyekli Tel: 0505-243 42 61 E-Posta: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Formları doldurmak üzere EBİM web adresi: