Mart 2017

ADANA - Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) Adana Şube Başkanı Ahmet Karagöz, şehrin kuzeyi ve güneyi arasında eğitim yönünden ciddi makas oluştuğuna dikkat çekerek, bunun TEOG sınavları ile kendini gösterdiğini söyledi. Karagöz, “Güneydeki yoksul, emekçi halkın, işsiz ailelerin çocukları okullarda eğitimde kullanılacak materyallerin büyük bölümünden yoksun bir eğitim alıyor. Bu nedenle TEOG sınavlarında, güneydeki okullarımız başarısız, kuzeydeki okullar başarılı. Biz aynı şehrin iki bölümü arasındaki bu makasın daraltılmasını istiyoruz” dedi.

 

 

ŞAŞALI BİNALAR VAR FAKAT

Karagöz, EGEMEN’e eğitimde yaşanan sıkıntılar, eğitim politikaları ile bu yönde atılması gereken adımlara ilişkin dikkat çekici değerlendirmelerde bulundu. Eğitimde Adana’nın tümüyle kaderine terk edildiğini anlatan Karagöz, burada kullanılan materyallerin  velilere havale edildiğini kaydetti. Karagöz, “Devlet bir takım masraflar yapıp şaşalı binalar yapmıştır. Ancak öğrencilerin ihtiyacını karşılayabilecek donanımda, yeterlikte okullarımızın olmadığını söylemek isterim. Burada ciddi sıkıntılar var. Fiziki olarak binalarımız mevcut, öğretmenler var ama ne öğretmen, ne okul idaresi, ne öğrenci, ne veliler huzurlu. Yaşananlar hem siyasal süreçten kaynaklı, hem de ülkede gerçekten cevap olabilecek bir eğitim modeli, alternatif eğitim modeli, çocuklarımıza, velilerimize, öğrencilerimize sunamıyoruz.” diye konuştu.

Görüntünün olası içeriği: 3 kişi, gülümseyen insanlar

 

HER BAKAN BİRBİRİNE TAPAN ÇEKTİ!

Eğitimin modelinin, bir siyasal partinin ideolojik ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik oluşturulduğuna vurgu yapan Karagöz, şöyle devam etti: “Eğitim, çocuğun, ailenin günlük yaşamını karşılayabilecek bir akademik eğitim değil. Sadece siyasal partinin siyasal ve ideolojik ihtiyaçlarını karşılamaya dönük bir eğitim modelidir. Bu sebeple toplumun tamamı tarafından kabul görmeyen bir eğitim modeli ile karşı karşıyayız. Özellikle 14 yıllık AKP iktidarı döneminde değerlendirecek olursak; AKP iktidarı döneminde görev almış 5 milli eğitim bakanı, 5 ayrı eğitim modelini getirip çocuklarımıza dayatmıştır. Her Milli eğitim bakanı bir sonraki gün yaptıklarına tapan çekmiştir.”

 

EĞİTİM, TOPLUMUN TÜM RENKLERİNİ İÇİNE ALMALI

“Adana’da ve Türkiye’nin genelinde eğitimin piyasalaştırıldığını, cinsiyetçi bir eğitime yöneldiğini, eğitimin gerilediğini görüyoruz. Bu da bizi üzülerek söylüyorum, rahatsız ediyor. Öğrencilerin tekçi bir eğitim modeli üzerinde yetiştirildiğini görüyoruz. Biz buna özellikle itiraz ediyor, doğru bulmuyoruz. Toplumun tüm renklerini içine alacak, bir kesimi ötekileştirmeyecek bilimsel, laik, demokratik, parasız, kamusal, anadilde eğitim modelini talep ediyoruz. Burada konuştuğumuz binada bile Alevi kurumları, alevi çocukları var. Ancak Alevi çocuklar, Sünni ideolojiye göre yetiştiriliyor. Yani onların kendi ritüellerini öğrenme hakkı müfredatta kendilerine tanınmıyor.”

 

EĞİTİMDE MAKAS DARALTILMALI

Eğitim Sen Şube Başkanı Ahmet Karagöz, şehrin içinde ‘Kuzey Adana ile Güney Adana’ arasında bile alınan eğitimde ciddi bir makas açısı olduğuna dikkat çekti. Karagöz, şunları dile getirdi: “Biz bu makas açısının daraltılmasını talep ediyoruz. Kuzeydeki okullarda velilerin öğrencilere sağladığı imkanlar olanaklar var. Mali olanaklarla eğitimde kullanılacak bir çok materyal alınıyor. Ama güneydeki yoksul, emekçi halkın, işsiz ailelerin çocukları eğitimde kullanılacak o materyallerin büyük bir bölümünden yoksun bir eğitim alıyor. Bu nedenle TEOG sınavlarında, güneydeki okullarımız başarısız, kuzeydeki okullar başarılı. Bu, kuzeydeki öğretmenler daha başarılı, daha çalışkan olduğu anlamına gelmiyor. Güneyde görev yapan arkadaşlarımız başarısız olduğu anlamında değil. Eğitimin veliye fatura edilmesinden kaynaklı bir fark olarak karşımıza çıkıyor. Kuzey Adana’da oturanlar çocuklarını özel etüt merkezine gönderebiliyor. Ya da velinin almış olduğu eğitimden kaynaklı kendi çocuğunu yetiştirme şansı var. Eğitimle ilgili istediği kaynağı çocuğuna alma şansı var. Ama güneydeki ailelerimizin böyle bir imkanı yok. Eğitimde ciddi anlamda, bir fırsat eşitliği açısından uygulama olmadığını görüyoruz. Bunun oturması için eğitimin tümüyle parasız, bilimsel, laik, anadilde olmasından geçeceğine inanıyoruz. Mücadelemiz de bu temelde sürdürüyoruz.”

 

KÖY OKULLARI AÇIK OLSAYDI!

Karagöz, şöyle devam etti: “Ulaşılabilir bir eğitim istiyoruz. Aladağ’da acısını yüreğimizde htik. Okulları kapatılan köylerdeki öğrenciler, taşıma yoluyla ya da Milli eğitimin önerisiyle cemaat okullarına gönderildi. Buralarda bazen tacize, tecavüze maruz kaldı. Bir dizi ihmal ya da bir dizi tasarruf tedbirleri sonucu çocukların yandığını gördük. Diyoruz ki eğitim ulaşılabilir olmalı, bilimsel olmalı, laik olmalı, anadilde olmalı. Köy okulları açık tutulmuş olsaydı ilkokul çocuklarının bedenleri Aladağ’daki o yurtta yanmayacaktı. Bugün o çocuklar aramızda yaşıyor olacaktı. Adana’da eğitimdeki tablo bu. Kuzeydeki okullarımızda sınıf mevcutları 20-25 arasında normal standartlarda. Güneyde, okullar ayrıştırılmasına rağmen ilkokul - ortaokul çocukları aynı fiziki mekânda eğitim, öğretim görüyor. Merdiven basamağından, lavabolara kadar ortaokul çocuğuna göre dizayn edilmiş okulda, ilkokul çocuğu eğitim öğretim görmeye mahkum ediliyor. Şehrin merkezinde okullar devasa duvarlar, ucu sivri demirler ve jiletli tellerle çevrili. Bu uygulamalar kimi zaman çocukların dünyasını karartabiliyor. Sorun güvenlik güçleriyle aşılabilir, çocuğun ders saatlerinde okulda olması lazım ama duvardan atlamak isterken bileklerinin kesilmesini, demirlerin bileklerine saplanmasını da kimse istemez. Çocuklarımız bunu hak etmiyor. Eğitimciler, idareciler bunu hak etmiyor. Bu sorunların giderilmesini istiyoruz.” (EGEMEN) 

Hayır, Deyip İşimize Geri Döneceğiz, 
Hayır, Deyip Yaşanabilir Bir Türkiye’yi Kuracağız!

OHAL koşullarında referanduma gidilmesi yetmezmiş gibi, siyasi iktidar OHAL’i de aşan her türlü baskı araçlarını kullanarak “HAYIR” diyenleri sindirmeye, susturmaya, korkutmaya, sokaklara çıkamaz hale getirmeye çalışmaktadır.

En son, 22 Mart 2017 Çarşamba günü TMMOB önünde örgütlendirilmiş ve yönlendirilmiş bir grubun gerçekleştirdiği provokasyonun tamamen bu politikaların ürünü olarak geliştirildiğini düşünmekteyiz.

Bu tür provokasyonların artık kurumlarımızın kapısına kadar dayandırılmış olması 16 Nisan’a yaklaştıkça daha tehlikeli girişimlerin de habercisidir. Bu benzer provakasyonların bizzat kurum idare amirleri tarafından teşvik edildiği bilgisi ve duyumları vahimdir.

Görüntünün olası içeriği: 5 kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava

Devletin olanaklarının referandumda AKP lehine sonuna kadar kullanılması açıkça anayasal bir suçtur. Bu suçu işleyenler hakkında derhal gerekli işlemler başlatılmalıdır.
TMMOB’a yönelik provokasyonu kınıyor, dayanışma içerisinde olduğumuzu belirtiyoruz.

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL ve peş peşe çıkarılan KHK’larla birlikte hukukun en temel ilkeleri ayaklar altına alınmıştır. Örgütlü mücadelemize yönelik olarak başlatılan hukuk dışı uygulamalar, yüksek yargı ve AİHM kararları ile uluslararası sözleşmelere rağmen en temel sendikal faaliyetlerin zorlama yorumlarla suç kapsamına alınmaya çalışıldığı bir süreci yaşıyoruz.

Çerçevesi Anayasa, yasalar ve uluslararası sözleşmelerle çizilmiş bulunan sendikal eylem ve faaliyetler ile sosyal medya paylaşımları, sırf hükümet politikalarına ters düştüğü için soruşturma konusu yapılamaz. Sendikal eylemlerin siyasi baskı ve yönlendirmelerle suç kapsamına alınmak istenmesi, gücünü yasalardan alması gerekenlerin hukuku ayaklar altına alarak göz göre göre suç işlemesi anlamına gelmektedir. Bu kapsamda ilimizde de 64 üyemiz ihraç, 20 üyemiz açıkta, 66 üyemiz sürgün, yüzlerce üye ve yöneticimiz ise en ağır disiplin cezalarıyla cezalandırıldıkları bir süreci yaşıyoruz.

Siyasal iktidar, Türkiye’nin altına imza attığı ILO sözleşmelerine uymak, adımlarını hukuk ilkeleri çerçevesinde atmak zorundadır. Ancak özellikle 15 Temmuz sonrasında yaşanan ihraçlar, açığa almalar, soruşturma ve sürgünler konusunda hukukun en temel ilkelerini çiğneyerek hareket etmenizi doğru bulmadığımızı ifade ediyor, sizleri bir kez daha hukuka ve yargı kararlarına saygılı olmaya davet ediyoruz.

AKP, OHAL-KHK uygulamaları ile temel hak ve özgürlükleri rafa kaldırmış olup, ülkeyi neredeyse yarı açık cezaevine dönüştürmüştür. Bu süreçte yüz binin üstünde kamu emekçisi işinden atılmıştır. Binlerce dava açılmış, aydınlar, gazeteciler tutuklanmış olup, yandaş/havuz medyası dışında neredeyse bütün medya susturulmuştur.

Kamuya ait olan ne varsa el konularak varlık fonuna devredilmiştir. Çıkarılan KHK’ler ile hem sendika yöneticileri hem akademinin pek çok hocası görevden alınmıştır. Öğrencilerin eğitim hakkı ve geleceğimiz gasp edilmiştir. Tüm bu yönelimlerin ana nedeninin referanduma götürülecek anayasa değişikliğinin hayata geçirilmesi olduğu bugün tartışma götürmez biçimde netleşmiştir. Adım adım bugünlerin alt yapısı örülmüştür. Şimdi bu anayasa paketi ve referandum dayatmasıyla karşı karşıyayız.

Ama bizler diyoruz ki, Anayasalar toplumun değişmez taleplerine, ülkenin birikmiş ve yakıcı sorunlarına cevap ürettikleri mümkün olan en geniş rıza ve mutabakata dayandırıldığı ölçüde ‘Toplumsal sözleşme’ karakteri taşıyabilirler. Bugün karşı karşıya kaldığımız durum ise tam bir toplumsal ayrıştırma halidir. Mevcut değişiklik paketi toplumun hiçbir kesiminin taleplerini içermeyen, tam tersine bir tek adam sultası yaratma ve cumhuriyet tarihinde ilk kez usul ve esas yönünden bir Anayasasızlaşma, bir diktatörlük dayatmasıdır. Bu dayatmalara razı olmayıp, hep birlikte ülkemizin geleceği için ‘Hayır’ diyelim. Herkes kazansın.

Demokratik bir tartışma ortamının bulunmadığı, her türlü muhalefetin ağır bir baskı altına alındığı, ifade ve toplanma özgürlüğünün yok edildiği, sendikal hakların, örgütlenme özgürlüğünün ortadan kaldırıldığı ve yandaş olmayan medyanın büyük ölçüde susturulduğu bir iklimde anayasa yapım koşullarından söz edilemez.

Bu teklif, halkın serbest ve özgür bir tartışma ortamında kanaat ve tercihte bulunma hakkının gasp edilmesidir. Anayasa değişiklik paketi, temel hak ve özgürlüklerimizin KHK’ler ile ortadan kaldırılmasının önünü açma, kim olursak olalım, hangi partiye oy verirsek verelim, süreklileştirilecek bir OHAL ve KHK’ler rejimini onaylatma paketidir.

Temel hak ve özgürlüklerimizden tek bir kişinin bekası için vazgeçemeyiz. Hayır diyelim. Herkes kazansın. Yıllardır ülkeyi yönetenlerin bu ülkenin her alanında toplumu kutuplaştırarak kavgaya, çatışmalara neden oldukları, kendi iktidarlarını kalıcı kılmak istedikleri, yoksunluk ve yoksulluğu artırdıkları gün gibi ortadadır. Geldiğimiz noktada toplumsal uzlaşma kaygısı baştan güdülmediği için toplumun bilgisinden uzak tutulmuş, mecliste tartışılması engellenmiş bir anayasa değişikliği ile karşı karşıyayız.

Görüntünün olası içeriği: 8 kişi, gülümseyen insanlar, ayakta duran insanlar, takım elbise ve açık hava

Anayasa değişikliği teklifinin kabul edilmesiyle, evrensel hukukun ve demokratik ilkelerin temel yaklaşımı olan kuvvetler ayrılığı ilkesi ortadan kaldırılıp yerine kuvvetler birliği geçirilecek, tüm yetkiler elde, tek partide, tek siyasal görüşte toplanacak. Denetlenmeyen, eleştirilemeyen tekçi bir sistem oluşturulacak.

Herkese sesleniyoruz. Mevcut paket iç tüzük ihlal edilerek, gizli oylama kuralı alenen çiğnenerek parlamentodan geçirildi. “Size mi soracağız” denildi Sınırsız yetkilerle donatılmış, denetim mekanizmaları yok denecek kadar az olan bir gücün, tek bir kişide toplanmasını sağlayacak bir tekliftir önümüze getirilen. Onayımıza sunulacak olan süreklileştirilmiş OHAL/KHK’ler rejimidir.
Bizler bu ülkede yılın 365 günü alın teri dökenleriz, üretenleriz. Biliyoruz ki hayır dersek, bu referandum kendi yaşamımızı ve ülkemizin geleceğini yeniden kurma yönünde karar hakkımızı kullandığımız önemli bir fırsat olacaktır. Kamu emekçileri, kadınlar, gençler ve tüm ötekiler için bir cehenneme dönüştürülmesine, tek bir kişiye, tek bir imzayla sendikaları kapatma, grevleri yasaklama, kıdem tazminatı kaldırma, toplu iş sözleşmelerini askıya alma, gerektiğinde ücretleri dondurma yetkisi veren anayasa değişiklik teklifine hep beraber ‘Hayır’ diyelim.

Görüntünün olası içeriği: 12 kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava

Şimdi işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler, bütün ötekiler olarak önümüzde bir fırsat var. Referandum son yüz yıllık tarihimizde yapılan sayısı anayasal değişikliğin çok ötesinde, ülkemizi ve geleceğimizi çağdışına itecek bir rejim değişikliğinin onaylanıp onaylanmaması olarak geçecek. Toplum olarak bu fırsatı iyi değerlendirmeliyiz. Bunun için geleceğimiz hakkında kararı biz veririz, ‘Hayır’ diyoruz. Herkesi ‘Hayır’da birleşmeye çağırıyoruz. ‘Hayır’ de herkes kazansın.

 

KESK Adana Şubeler Platformu Adına
Ahmet KARAGÖZ
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

Eşitliğin, Özgürlüğün, Kardeşliğin ve Barışın Bayramı Newroz Kutlu Olsun!

Eşitliğin, Özgürlüğün, Kardeşliğin ve Barışın Bayramı Newroz Kutlu Olsun!

Newroz, M.Ö. 612 tarihinde zalim Dehak’ın zulmüne balyozuyla son veren Demirci Kawa’nın önderliğinde başlayan isyanın simgesi olmuştur. O günden beri de sadece Ortadoğu haklarının değil, zulme başkaldıran tüm halkların bayramı olmuştur.

Newroz, halklar arasındaki barış ve kardeşlik duygularının gelişmesi ve güçlendirilmesi için bir fırsat olarak değerlendirilebilecek iken, her konuda olduğu gibi egemenlerce ayrımcılık ve halkları birbirine karşı kışkırtmak amacıyla kullanılmak istenmiştir. Bununla da kalınmamış devlet törenleriyle içi boşaltılmaya, mücadeleye ve özgürleşmeye çağrı anlamı çarpıtılmaya çalışılmıştır.

Türk-İslam sentezinden beslenen halkın dil, ırk, din, mezhep çeşitliliği görmezden gelinerek sürdürülen baskı ve şiddete dayalı otoriter uygulamalar, her fırsatta milliyetçiliği yükselterek, kutuplaştırma siyaseti bizzat iktidar eliyle sürdürülmektedir.

Unutulmamalıdır ki eşit, özgür, demokratik Türkiye ve insanca yaşam mücadelemizin ilerleyebilmesi, ırkçı hezeyanlara kapılarak içeride ve dışarıda savaş çığlıkları atmakla değil, emekçiler arasındaki birlik ve halklar arasındaki kardeşlik duygularının güçlenmesi ile mümkündür.

Türkiye ve Ortadoğu halkları, bölge halklarının karşı karşıya olduğu çatışma, savaş ortamının sona erdirilmesi ve barış tohumlarının yeşermesini talep etmektedir.

Şüphesiz ki bu yıl kutlanacak olan Newroz Bayramı da gerek Türkiye’de, gerekse dünyada yükselen savaş ve yıkım politikalarına karşı halkların eşitlik, barış ve demokrasi talebinin sesi olacaktır. Çünkü kendi çıkarlarını korumak uğruna bu toprakları ölümlerin ve savaş politikalarının zemini haline getiren egemenlere ve onların emperyalist amaçlarına dur demenin vakti gelmiştir. Artık coğrafyamızın, barışın filizlendiği, demokrasinin temel değerlerinin yaşam bulduğu, farklılıklarımızla birlikte eşitçe yaşayabileceğimiz bir yere dönüşmesi tüm halklar için hayati önem taşımaktadır.

Silahların ve bombaların konuştuğu, gencecik fidanlarımızın savaş politikalarına kurban edilerek birer birer toprağa düştüğü bir ülkede ne barış, ne kardeşlik, ne de özgürlükten söz edilebilir. Bu gerçeği çok iyi bilen eğitim ve bilim emekçileri olarak, yürüttüğümüz emek, barış ve demokrasi mücadelesiyle hiç kimsenin kimliği, inancı, cinsiyeti, dünya görüşü nedeniyle ötekileştirilmediği bir yaşama dair umudumuzu canlı tuttuğumuzun bilinmesini istiyoruz. Binlerce yıllık köklü tarihi ve kültürel değerleriyle Anadolu ve Mezopotamya topraklarında yaşayan bütün halklar için barış ve kardeşlik tutumunda ısrar edilmesinin, bu topraklarda yaşayan halklara verilecek en büyük hediye olacağını da çok iyi biliyoruz.

Eğitim ve bilim emekçileri olarak Newroz bayramının, emekçiler arasındaki özgürlük, barış ve kardeşlik duygularının güçlenmesine katkı sunmasını; savaşlar karşısında barışın, halklar arasında yaratılmak istenen düşmanlık duyguları karşısında gerçek anlamda eşitlik ve özgürlüğün hakim olmasını dileriz.

NEWROZ KUTLU OLSUN!

NEWROZ PİROZ BE!  

Hayır de! Herkes Kazansın!
Değerli Basın ve Kamuoyuna;
7 Haziran 2015 seçiminden bu yana darbe üstüne darbeler ile karşı karşıya kaldık. “Ya biz ya kaos” sopası sürekli başımızda sallandırıldı. Temel hak ve özgürlükler rafa kaldırıldı, cezaevleri Cumhuriyet tarihinin doluluk oranlarını kat be kat aşacak sayıda muhaliflerle dolduruldu. Yandaş/havuz medyası dışında kalan tüm basın yayın organları kapatıldı, onlarca basın emekçisi, aydın tutuklandı. Düşünce ve ifade özgürlüğünün kullanımı terör propagandası kapsamına alınarak binlerce dava açıldı. On binlerce çalışanın sorgusuz sualsiz işine son verilerek açlıkla, sefaletle karşı karşıya bırakıldı. Üniversiteler 12 Eylül’de bile karşılaşılmayan bir saldırıya uğradı, binlerce akademisyenin görevine son verildi.

Görüntünün olası içeriği: 14 kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava

Hayır de! Herkes Kazansın!
Değerli Basın ve Kamuoyuna;
7 Haziran 2015 seçiminden bu yana darbe üstüne darbeler ile karşı karşıya kaldık. “Ya biz ya kaos” sopası sürekli başımızda sallandırıldı. Temel hak ve özgürlükler rafa kaldırıldı, cezaevleri Cumhuriyet tarihinin doluluk oranlarını kat be kat aşacak sayıda muhaliflerle dolduruldu. Yandaş/havuz medyası dışında kalan tüm basın yayın organları kapatıldı, onlarca basın emekçisi, aydın tutuklandı. Düşünce ve ifade özgürlüğünün kullanımı terör propagandası kapsamına alınarak binlerce dava açıldı. On binlerce çalışanın sorgusuz sualsiz işine son verilerek açlıkla, sefaletle karşı karşıya bırakıldı. Üniversiteler 12 Eylül’de bile karşılaşılmayan bir saldırıya uğradı, binlerce akademisyenin görevine son verildi.

Tüm bu yönelimlerin ana nedeninin referanduma götürülecek anayasa değişikliğinin hayata geçirilmesi olduğu bugün tartışma götürmez şekilde netleşmiştir. Anayasalar, toplumsal değişim taleplerine cevap verdikleri, ülkenin birikmiş ve yakıcı sorunlarına cevap ürettikleri, mümkün olan en geniş rıza ve mutabakata dayandırıldıkları ölçüde “Toplumsal Sözleşme” karakteri taşıyabilirler.

Toplumsal sözleşme kaygısı baştan beri güdülmediği gibi, kuvvetler ayrılığı tümden ortadan kaldırılmakta, tüm yetkiler tek elde, tek partide, tek siyasal görüşte toplanmaktadır. Emekçilerin, demokrasi güçlerinin yüzyıllarca süren mücadelesi ile elde edilen ve hiçbir gerekçe ile ortadan kaldırılmaması gereken temel hak ve özgürlüklerin KHK’larla askıya alınmasının, ortadan kaldırılmasının önü açılmaktadır.

AKP iktidarının 14 yıllık yönetim şekline, politikalarına baktığımızda örgütlü muhalif emek hareketini yok etme ve ezmenin temel yönelimlerinden bir tanesi olduğu net görülmektedir. Bunun sayısız örneğine tanık olduk. Bağımsız emek hareketinin varlığını, varoluş koşullarını ve örgütlülüğünü savunmak amacıyla, mevcut paketi reddediyor, REFERANDUMDA HAYIR DİYORUZ!

Neden Hayır Diyoruz!
 4+4+4 gerici piyasacı ve cinsiyetçi eğitim sistemine HAYIR!
 Basın ve ifade özgürlüğü üzerindeki anti demokratik uygulamalara HAYIR!
 Cumhuriyet ve demokrasi düşmanlığına HAYIR!
 Milli iradeyi sadece AKP ve yandaşlarıyla sınırlayanlara HAYIR!
 Asgari ücretin açlık sınırının altında tutulmasına HAYIR!
 Güvencesiz, sözleşmeli, esnek ve taşeron çalıştırmaya HAYIR!
 Kamu kaynaklarının yoksul emekçi halka değil, sermayeye aktarılmasına HAYIR!
 Gizli tanık ifadelerine ve iftira hukukuna HAYIR!
 Çocuk istismarına, taciz ve tecavüzlere HAYIR!
 Çocuk evliliklerini meşrulaştıran anlayışa HAYIR!
 Hakikat peşinde koşan gazetecileri hapse atanlara HAYIR!
 Bilim, sanat ve kültür düşmanlığına HAYIR!
 Ekolojik yaşamı tehdit eden Nükleer santrallere HAYIR!
 Etnik ve mezhepsel ayrımcılığa HAYIR!
 Türkiye’yi bir şirket, yurttaşları müşteri gibi gören anlayışa HAYIR!
 OHAL’e HAYIR!
 Eğitimde fırsat eşitliğini ortadan kaldıran uygulama ve yaptırımlara HAYIR!
 Haksız ve hukuksuz disiplin cezalarına, sürgünlere ve ihraçlara HAYIR! 
 Kamu emekçilerinin iş güvencelerini KHK’lar ile ortadan kaldıran uygulamalara HAYIR!
 Evrensel hukuk ilkelerini askıya alan keyfi uygulamalara HAYIR!
 Kamu emekçilerinin ekonomik, demokratik ve özlük haklarının Grevli ve Toplu Sözleşmeli sendikal hakla belirlenmesi engellendiği için HAYIR!
 Kamusal, bilimsel, laik, anadilinde ve parasız eğitim hakkını ortadan kaldıran uygulamalara HAYIR!
 Parlamenter sistem yerine, tek adam diktatörlüğünün dayatılmasına HAYIR!
 Derelerin, ormanların, kıyıların yani doğal ve ekolojik yaşam alanlarının sermayeye peşkeş çekilmesine HAYIR!
 Atama ve yer değiştirmelerin liyakate göre değil, sendikal ve siyasal kimlikler üzerinden yapılmasına HAYIR!
 Türkiye halklarının eşitlik ve özgürlük içinde birlikte yaşamalarına imkân bırakmayan uygulamalara HAYIR!
 Halk iradesi ile seçilmişlerin yerine kayyumların atanmasına HAYIR! 
 Demokratik halk egemenliğinin tek adamda toplanmasına HAYIR!
 Yasama, yürütme ve yargı güçler ayrılığının ortada kaldırılmasına HAYIR!

Referandum yolu ile tüm vatandaşlarımıza, emekçilere dayatılan “Biat et Rahat Et”tir. Biat etmeyeceğiz, direnmeye devam edeceğiz.
Sadece üyelerimizi değil tüm emekçileri, kula kulluk etmeyi kabul etmeyenleri, farklılıklarımızla birlikte eşit, özgür, demokratik ve barışçıl bir ortamda birlikte yaşamı savunan herkesi, her bir bireyi referandumda mevcut DEĞİŞİKLİĞİ REDDETMEYE VE TERCİHİNİ HAYIR’DAN YANA KULLANMAYA ÇAĞIRIYORUZ.

 

KESK Adana Şubeler Platformu Adına
Ahmet KARAGÖZ
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

Eğitim Sen Adana Şube 10. Olağan Genel Kurulu Gerçekleştirildi.

Eğitim Sen Adana: KHK ve ihraçlara karşı mücadele edeceğiz

“Her sabah kalktığım zaman kendi kendime şöyle söz veririm: Dünya üzerinde vicdanımdan başka kimseden korkmayacağım. Kimsenin haksızlığına boyun eğmeyeceğim. Adaletsizliği adaletle yıkacağım ve mukavemet etmekte ısrar ederse onu, bütün mevcudiyetimle karşılayacağım.”

Eğitim Sen Adana Şubesi 10. Olağan Genel Kurulunu bugün gerçekleştiriyor. Şube Yürütme Kurulu adına tüm konukları ve delegasyonu saygı ve sevgi ile selamlayarak hoş geldiniz diyorum.  10. Olağan Genel Kurulumuzda bugün yapılacak konuşmalar, öneriler, eleştiriler ve verilecek önergeler önümüzdeki döneme ışık tutacağı ve mücadelemizi güçlendireceği konusunda hiç kuşkum yoktur.

Eğitim ve bilim emekçilerinin gür sesi, kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitimin Türkiye'deki tek temsilcisi olan Eğitim Sen'in tarihi, Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS), Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER), Eğit-Der, Eğitim-İş, Eğit-Sen, öğretim Elemanları Sendikası (ÖES) sürecinden aldığı gelenek üzerinden inşa edilmiştir.

Otomatik alternatif metin yok.

23 Ocak 1995'te kurulan, ancak kökleri 1900'lü yılların başına kadar uzanan örgütlenme ve mücadele tarihimiz boyunca her alanda İnsanca yaşam, güvenli gelecek ve demokratik Türkiye mücadelesi verdik vermeye de devam edeceğiz.

Eğitim ve bilim emekçilerinin gerçek anlamda birlik, dayanışma ve mücadele örgütü olarak, eğitimi ve toplumsal yaşamı kendi siyasal çıkarları ve hedefleri doğrultusunda şekillendirmek İsteyenlerin karşısında durarak, fiili-meşru mücadele anlayışıyla okullarda, üniversitelerde, yükseköğretimin diğer alanlarında ve eğitim kurumlarında emekle ve mücadeleyle işyerlerinde yürüttüğümüz fiili-meşru mücadele ile kurulmuştur.

Eğitim Sen, ülkemizde yaşanan her türlü haksızlık ve hukuksuzluğa karşı adaletin, karanlığa karşı aydınlığın, yasaklara karşı demokrasinin, cinsiyet ayrımcılığına karşı kadınların, emperyalizme karşı özgürlük ve bağımsızlığın, savaşa ve şiddete karşı her zaman barışın savunucusu oldu ve olmaya da devam edecektir.

Ülkemizde evrensel anlamda, üniversiteler bir kurum kültürü hiçbir zaman olamamıştır. Üniversiteler üzerindeki baskı ve zulme akademi üyelerinin büyük çoğunluğu genelde kayıtsız kalmıştır. Ancak her zaman sayıları azda olsa bilime, entelektüel yaratıcılığa, özgür ve eleştirel düşünceye, sanata, mücadeleye, toplumsal sorunlara duyarlı ve bunları savunmak için bedel ödeyen onurlu akademisyenler hep olmuştur ve olacaklardır da. Bu onurlu akademisyenlerden biri olan ve sadece barış imzacısı olduğu için üniversitelere kabul edilmeyen Mehmet Fatih TRAŞ bu zulme isyan ederek yaşamına son vermiştir. Sevgili kardeşim, sana ve tüm emek, barış, demokrasi mücadelemizde kaybettiğimiz kardeşlerimize, Ece AYHAN’ın dediği gibi, “devlet dersinde öldürülmüş tabiattan tahtaya kalkacak tüm çocuklara, bayramlarda zarfsız kuşlar göndereceğiz” sizi asla unutmayacağız.

2014 Mart’ında gerçekleştirdiğimiz 9. Olağan Genel Kurulunda günümüze her günümüzü emek, barış, demokrasi mücadelesi vererek geçirdik. Karşılığında patlayan bombalarla yüzlerce yoldaşımız, arkadaşımız, kardeşimiz katledildi, on binlerce yoldaşımız açığa alınarak, sürgün edilerek, ihraç edilerek geri çekilmemiz korkmamız istendi. Korkmadık, sinmedik, geri çekilmedik ve çekilmeyeceğiz. Savaşa karşı barışı, ölümlere karşı yaşamı savunduk savunmaya da devam edeceğiz.

2014 YILINDA Soma ve Ermenek’te 319 maden emekçisi göz göre göre katledildi, Başbakanlık korumaları tarafından yüreği yaralı insanlar tekmelenirken diğer yanda göçük altında kalan oğlu için “Oğlum yüzmede bilmezdi, şuan ne yapıyor acaba” diyen annenin dramına ve isyanına yeteri kadar cevap olamadık, hesap soramadık.

Kamusal, nitelikli, ulaşılabilir, parasız, laik, bilimsel, anadilinde eğitim için yeteri kadar mücadele yürütemedik. Köy okullarımız kapatılarak çocuklarımız çaresizce cemaat ve tarikat yurtlarında eğitim almak zorunda bırakıldılar. Başta Ensar Vakfı olmak üzere çocuklarımızın küçük bedenleri o kirli zihniyetin tacizine, tecavüzüne, şiddetine maruz kaldılar. Denetimsiz olan bu yurtlarda yine bir dizi ihmalin sonucu çıkan yangınlarda tıpkı Aladağ ilçemizde olduğu gibi onlarca çocuğumuz yanarak yaşamlarını yetirdiler. Yanan bedenlerin, tacizlerin, tecavüzlerin sorumlularını bulup yargılamasını sağlamak yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı utanmadan “Bir kereden bir şey olmaz” diyebilmiştir. Bunların bu aymazlığının nedeni bizim sessizliğimizden kaynaklandığını da bilmek zorundayız.

Suruç’a beraberinde götürdükleri oyuncakları Savaş mağduru çocuklara dağıtarak; çocukları rehabilite etmek, onlarla zaman geçirmek ve kamuoyunu duyarlı hale getirmek üzere basın açıklaması yaptıkları esnada, üniversite öğrencisi olan sosyalist gençlerimiz haince ve kalleşçe katledildiler. Katledilenler sadece gençlerimizin bedenleri değil ülkenin geleceği ve katliamların devam edeceği masajı idi. Suruç’a cevap olamadık. Hesap soramadık. Bu nedenle üzüntülerimi ve özrümü ifade etmek isterim.

Bombalar patlıyor insan ve insanlık ölüyordu. Çocuk bedenleri sahile vuruyor ya da toprağa vermek yerine günlerce buzdolaplarında bekletiliyordu. Doğu ve Güney Doğu illerinde MEB’in gönderdiği bir SMS ile eğitimcilerin bulundukları illeri terk etmeleri sağlanarak, okullar karakollara dönüştürülüyordu.

Günlerce süren bu acımasız savaşta ölenler kadınlarımız ve çocuklarımız oldu.  Yaşanan bu olumsuzlukları yerinde görmek üzere Eğitim Sen MYK’sının çağrısı üzerine 101 şube başkanı ve MYK üyeleri Mardin ilinde toplanarak sıkıyönetim koşulları kaldırılmasını ve okullarda eğitim ve öğretimin başlatılması talebi ile; Nusaybin ilçesine gitmek istedik Nusaybin girişine vardığımızda devlet; tankı, topu, tüfeğiyle ne kadar güçlü olduğunu, sadece ellerinde kalem, dillerinde yaşam ve barış olan bizlerin ilçeye girişini engelleyerek geri göndermişlerdir.

Görüntünün olası içeriği: 7 kişi, oturan insanlar

Yeteri kadar direnemedik ve eğitimde fırsat eşitliğini bölge illerindeki çocuklarımız için sağlayamadık. Üzgünüm ve özür diliyorum.

 “Bir şey yapmalı” diye düşünürken onurumuz olan DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin örgütlediği ancak bağımsız birey ve yurttaşlarımızın, emek ve demokraside yana tutum alan siyasi partilerimizin, demokratik kitle örgütlerinin, inanç örgütlerimizin de bayrak ve flamaları ile katılacağı “emek, barış demokrasi” isimli 10 EKİM 2015 tarihinde merkezi bir Ankara Mitingi kararı alınmıştı. Bu karar tüm illerde coşku ile karşılanmış içinde; emek, içinde barış, içinde demokrasi olan bu miting kararı kendi içerisinde hızla örgütlenerek ve toplumsal muhalefeti birleştirerek yüzbinlerin barış diye, emek diye, demokrasi diye haykıracağı bir toplumsal uzlaşı şöleni olmaya adaydı. Bu miting.

Hepimiz, hepiniz bu duygu ve düşüncelerle halaylarla ve türkülerle uğurlanmıştık Ankara’ya.  Bugün ev sahipliğimizi yapan Seyhan Belediyemizin Devrimci Belediye Başkanı Zeydan KARALAR’ın maddi ve manevi desteğiyle 26 obüs ile 1272 arkadaşımızla gitmiştik Ankara Gar meydanına.

Türkiye’nin dört bir yanında on binler akıyordu Gar Meydanına. Rengârenk flamalar dalgalanıyor, halaylar çekiliyor, barış türküleri ve sloganları ile miting alanına ilerliyorduk ki saat 10.04’de beşer saniye arayla haince, alçakça, alçakların patlattıkları bombalarla 101 yoldaşımızı, kardeşimizi, arkadaşımız, annemizi, eşimizi, çocuğumuzu aldılar aramızdan. Unutabilir miyiz Dilan’ı, Gülhan’ı, Şebnem’i Unutabilir miyiz Rıdvan’ı, Yılmaz’ı ve 101 yoldaşımızı. Elbette hayır.

 Barış Şehidi Felsefe öğretmeni Hakan Dursun Akalın, mitinge katılmak için Amasya'dan yola çıkmadan önce yazdığı Facebook iletisinde, "Ankara'daymış barış, alıp getirmek gerek. Ben gidiyorum kalanlara selam olsun. Getirebilirsem barışı kızama sefa olsun" ifadelerini kullanmıştı.

10 Ekim Emek-Barış-Demokrasi mitingimizi kana bulayan canlı bombaların ismini, yerini, yurdunu bilip patlayana kadar yakalamadıklarını itiraf edenlerden ve katillerin, polisin kontrol noktalarını da geçerek Ankara’nın göbeğine kadar gelişlerine seyirci kalanlardan henüz hesap soramadığımız için üzgünüm. Gözü yaşlı annelerimizden özür diliyorum.

10 Ekim Ankara katliamı ile Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamını hep birlikte yaşadık. O gün için devletin bir günlük ulusal yas ilanı ve üç gün sora Başbakanın bu katliamla birlikte oylarımız artmıştır şeklindeki yaklaşımı ve 12-13 Ekim 2015 tarihinde yoldaşlarımızın parçalanmış bedenlerini toprağa vermek için iki günlük iş bırakma eylemine katılan üyelerimize yeni soruşturmaların açılması iktidarın örgütümüze olan bakış açısını açıkça gözler önüne sermektedir.

 

 Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, ayakta duran insanlar ve iç mekan

Ankara katliamı yaşadığımız son acı olur dediğimiz bir süreçte;

“tarihi değer ve eserlerimize insanlığın bin yıllık emeğine birikimine bu kadim şehre sahip çıkalım. Biz buradan çağrı yapmak istiyoruz. Biz bu tarihi bölgede birçok medeniyete beşiklik etmiş ev sahipliği yapmış bu kadim bölgede insanlığın bu ortak mekânında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsun diyoruz." Diyen ve katledilmeden birkaç saniye önce Diyarbakır’ın Sur İlçesinde bu mesajı veren Diyarbakır Baro Başkanı ve aynı zamanda insan hakları savunucusu, Barış Elçisi Tahir ELÇİ’yi koruyamadık. Barış elçisinin faili meçhul cinayete kurban olmasını içime sindiremiyorum ve üzüntülerimi ifade ediyorum.

İktidar olma hırsıyla patlatılmasına göz yumulan onlarca bomba ve yaşamını yitiren binlerce masum insan. Soruyoruz kimdir bu acıların sorumlusu? Vatandaşın mal ve can güvenliğini sağlamak devletin ve siyasal iktidarın görevi değil midir? Oysa vatandaşın mal ve can güvenliğini emanet ettiklerimizin 15 Temmuz akşamında gerçek niyetlerini açıkça gördük. Devletin o zor aygıtlarını eline geçirenler, ahlaksız ve pervasızca neler yaptıklarını ve yapacaklarını gördük. Ancak darbenin bastırılması ile birlikte OHAL ilan edilerek, çıkarılan KHK’lerle 100 binin üzerinde kamu çalışanı ihraç edilmiş, 40 bine yakın kamu çalışanı açığa alınmış, on binlerce kamu çalışanı sürgün edilmiş ve on binlerce kamu çalışanı tutuklanmıştır. Haklarında hiçbir ön inceleme, soruşturma yapmadan ve savunma hakkı tanımadan muhalif kamu çalışanlarını mağdur ettiler. Bu yaşananların toplamdaki adı faşizmdir. Faşizmin panzehri ise mücadele ve dayanışmadır.

İlimizde Eğitim Sen üyesi olan 44 öğretmen, 3 Akademisyen arkadaşımız ihraç, 5 öğretmen arkadaşımız açıkta, 40 öğretmen arkadaşımız başta Saimbeyli, Fekke, Aladağ, Pozantı, Yumurtalık gibi uzak ilçelere sürgün edilmiş ve yüzlerce üyemiz ise en ağır disiplin cezalarıyla cezalandırılmıştır.  Türkiye’nin genelinde ise toplamda 1490 Eğitim Sen üyesi ihraç edilmiştir.

15 Temmuz’dan buyana Eğitim Sen ve KESK’in yürüttüğü örgütsel ve hukuksal mücadelenin, yürüttüğü diplomasinin, yürüttüğü fiili meşru mücadelenin ve siz dostlarımızın dayanışmasıyla; açığa alınan 10 bin 400 eğitim sen üyesi görevlerine iade edilmiştir. Bu nedenle Yaşasın KESK, Yaşasın Eğitim Sen diyorum.

Ne İşimizden, Ekmeğimizden Ne de İnsanca Yaşam Talebimizden Vazgeçmeyeceğiz! Ülkenin işçileri, emekçileri, yoksullaştırılmış halkı olarak çok zor bir süreçten geçiyoruz. 20 Temmuz’da üç aylığına ilan edilen ve iki defa uzatılan OHAL düzeni ile yarına, geleceğe ilişkin umutlarımızı daha da karartan gelişmelere her gün bir yenisi ekleniyor. Geldiğimiz noktada başbakanın “OHAL’i vatandaşa değil, kendimize ilan ediyoruz” sözlerinin gerçekle uzaktan yakından hiçbir ilgisinin olmadığı bir tablo ile karşı karşıyayız.

İşsizlik, yoksulluk, savaş, baskı ve şiddet ortamının fırsata çevrildiği bu süreçte emeği, barışı ve demokrasiyi hedef alan saldırıların ardı arkası kesilmiyor. OHAL: Astığım Astık, Kestiğim Kestik Düzeni Tüm toplumsal kesimler gibi kamu emekçileri olarak bizler de OHAL düzeninden payımıza düşeni alıyoruz. Siyasal iktidarın kendisine biat etmeyen kesimlere karşı kullandığı bir silaha dönüşen OHAL yıllardır sınırlanan iş güvencemizin tamamen ortadan kaldırılmasında dayanak olarak kullanılıyor.

 Kamu emekçileri olarak görevden uzaklaştırılabilmemiz, memuriyetten çıkarılabilmemiz için hakkımızda soruşturma açılması, savunma hakkımızı kullanmamız, hakkımızda verilen karara karşı itiraz için idare mahkemelerine başvurma hakkımız esas iken “astığım astık, kestiğim kestik” OHAL düzeninde hukuk ayaklar altına alınıyor. Neyle suçlandığını dahi bilmeyen on binlerce kamu emekçisi sorgusuz, sualsiz işten çıkarılıyor, açığa alınıyor.

15 Temmuz darbe girişiminin siyasal ayağına ilişkin olarak en küçük bir adım dahi atılmazken savunma ve itiraz hakkı dahi tanınmayan, sadece hakkındaki ihbar ve fişlemeleri temel alarak ihraç edilen, açığa alınan kamu emekçilerine kolayca “darbeci, terörist” damgası vuruluyor.

 İşi elinden alınan, kamuda işe girmesi bir yana, kamu ile dolaylı da olsa iş yapan bir firmada çalışması dahi yasaklanan on binler göz göre göre açlığa hatta intihara sürükleniyor. Öte yandan kamu görevinin temeli olan kariyer ve liyakat ilkeleri ayaklar altına alınıyor. Güvencesiz-sözleşmeli istihdam temel istihdam haline getiriliyor. Üstelik kamu görevine girmede mülakatın- sözlü sınavın ağırlığı artırılarak torpilin kapısı sonuna kadar açılıyor. Kısacası tüm hakları elinden alınan, sadece hükümete biat eden, kapı kulları yaratma hedefine ulaşmak için her yol mübah görülüyor.

Bize Ölümü Gösterip, Sıtmaya Razı Etmek İstiyorlar! Bugün geldiğimiz noktada güne “acaba bugün bir KHK çıkacak mı, beni de açığa alacaklar mı, ya da ihraç edecekler mi” tedirginliği ile başlar hale getirildik. İhraçları, açığa almaları tehdit olarak kullanan siyasal iktidar bize ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyor.

Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, sahnedeki insanlar

Çalışma hakkımız, sınırlı iş güvencemiz başta olmak üzere sendikal haklarımızın birer birer yok edilmesine, her geçen gün daha fazla yoksulluğa itildiğimiz koşullara sessiz kalmamız isteniyor. Üzerimize çöken ihraç ve açığa almaların gölgesinde rahatça at koşturan siyasal iktidar ise gerçekleri çarpıtmaya devam ediyor. Satın alma gücümüz her geçen gün düşerken, bizi enflasyona ezdirmediği nutukları atıyor. Satın alma gücümüzü-reel maaşlarımızı sağlıklı değerlendirmekten uzak bu nutuklarda ülkede yaşanan gerçek enflasyonun, açlık ve yoksulluk sınırının, maaşımızdan peşin peşin kesilen gelir vergisinin, tüketimde ödediğimiz dolaylı vergilerin ulaştığı nokta bilerek görmezden geliniyor.

 Tüm bunlar yetmezmiş gibi 45 yaş altında olan tüm çalışanları aşamalı olarak kapsamayı hedefleyen Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) yerel yönetimler ve KİT’ler hariç tüm kamu kurum ve kuruluşlarında Nisan ayında başlayacak Maaşlarımızı artırmayarak tasarruf yapmamızı imkânsız hale getiren, yıllardır ek ödemelerimizi emekli aylığımıza aktarmamak için ayak direyen hükümet BES’e girmeyi zorunlu kılıyor. Tüm bunlara rağmen sendikal haklarımızı ortadan kaldıran OHAL düzenine, bu düzenin kalıcı hale getirilmek istendiği tek adam diktasına dayalı anayasa değişikliklerine sessiz kalmamız bekleniyor.

Görüntünün olası içeriği: 4 kişi

Maaşlarımızı her geçen gün daha fazla eriten enflasyonu, omuzlarımıza yıkılan vergi yükünü görmezden gelmemiz, yandaş konfederasyon yönetimi ve hükümetin mutabık kaldığı sefalet oranlarındaki maaş artışları ile yetinmemiz isteniyor. Hep altını çizdiğimiz üzere, bir ülkede emeğin haklarını korumanın, kazanımlarını kalıcı hale getirmenin tek yolu o ülkede demokrasinin, barışın, adaletin, hukukun üstünlüğünün tesis edilmesinden geçmektedir. Bugün önümüzdeki en büyük engel sendikal hak ve özgürlüklerimizi kullanmaz hale getiren OHAL-KHK rejimidir. Bunun için sendikalı, sendikasız tüm kamu emekçilerine çağrıda bulunuyoruz. Gelin OHAL-KHK rejimine, emeğimizi, alın terimizi gasp etmek isteyenlere karşı omuz omuza birlikte olalım. “İnsanca yaşam ve insanca çalışma” için Maaşlarımızın gerçek enflasyon oranında artırarak kayıplarımızın telafi edilmesi, Gelir vergisi dilimlerindeki adaletsizliğin ortadan kaldırılması, Ek ödemlerin emekli aylığımıza dahil edilmesi temel taleplerine birlikte sahip çıkalım.

Görüntünün olası içeriği: 10 kişi, iç mekan

Demokraside uzaklaşan Türkiye’de halk bir sınav arifesindedir. 16 Nisan referandumu; OHAL’e tek adam yönetimine, kuvvetler birliğine, toplumun her alanda ayrışmasına, sendikaların, meslek ve demokratik kitle örgütlerin boşa çıkarılmasına ve katı merkezci bir devlet yapılanmasına” HAYIR” diyerek itiraz etmektir. İtiraz ne kadar kuvvetli olursa yeni bir hayatın kapıları aralanabilecek ve aydınlığa uzanmak mümkün olacaktır. Şimdi görevimiz nettir, berraktır, açıktır. İyi bir çalışmayla her itirazı aynı barajı dolduran nehirlere dönüştürmek ve “HAYIR’ı” çıkarmak olmalıdır. 

10. Olağan genel kurulumuzun taleplerimize umut olması dileğiyle, tüm yol ve mücadele arkadaşlarımı ve konuklarımızı saygı ve sevgi ile selamlıyorum.

 

 

Ahmet KARAGÖZ

Şube Başkanı

8 Mart Etkinliklerimiz
6 Mart 2017 Pazartesi Saat:20.00-22.00 saatleri arasında sosyal medya etkinliği yapılacaktır.
#hayırdeKadınlarKazansın

 

06 - 10 Mart arasında Bir hafta boyunca kokart takma eylemi gerçekleştirecektir. Kokartları şube sitemizden temin edebilirsiniz.

 

 

KOKARTTI İNDİRMEK İÇİN TIKLAYIN

Otomatik alternatif metin yok.

Görüntünün olası içeriği: yazı