Genel Başkanımızdan Eğitim ve Bilim Emekçilerine Mektup
Sevgili Öğretmen Arkadaşlarım merhaba!
Baharla beraber gelen güzel ve güneşli günlerin sevinciyle mektubuma başlıyorum. Öncelikle Eğitim Sen adına selamlarımı sunuyor, ikinci dönemin son aylarının sağlıklı, umutlu ve üretken geçmesini diliyorum. Düşünüyorum da yaşamak bir öğrenme yolculuğunun içinden geçmek değil midir? Hangi yaşta olursak olalım, doğa ile iç içe kişisel ve toplumsal olarak güçlenerek yaşamayı, mesleki olarak güçlendiren çalışmayı ve son olarak eğitsel gelişimimizi sağlayan öğrenmeyi öğrenme yolculuğunuzun çok uzun ve nitelikli geçmesini diliyorum.
Geçim sorunları, öğretmen mesleğinin ücretli, sözleşmeli, öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olarak ayrıştırılması ve güvencesizlik, yönetimlerin zorlamaları, ifade özgürlüğünün kaybı, mesleki özerkliğin yitimi, merkezi sınavların basıncı ve eğitimdeki eşitsizlikler gibi sorunlardan başınızı kaldıramadığınızın farkındayım. Bu süreç tahammül gücünü zorluyor ve çok yoruyor, hatta bir mektubu okumaya bile zaman bırakmıyor. Ancak gündelik bu rutini kırarak beş dakikanızı alacak mektubumu okursanız ve ayrıca cevap yazarsanız çok mutlu olurum.
Size bu mektubu yazmamın nedeni, öğretmenlik mesleğimizi öğrencilerimiz ve velilerimizle birlikte bütüncül olarak yeniden düşünmek! Öğretmenlerle öğrencilerin hatta velilerin yazgılarının birbirine ne kadar bağlı olduğunu fark etmek! Okul binaları, eğitim programları, eğitim yönetimi, ders kitapları, okul içi karşılaşmalar eğitimin bütün bileşenlerinin yaşamını etkiliyor. Okul ortamı çoğul, demokratik, katılımcı ve sevinçli ise herkes için öyledir. Okul ortamı kederli, otoriter, baskıcı, yıldırıcı ve aynılaştırıcı ise yine eğitimin tüm bileşenleri için öyledir.
Şimdilerde yaşamdan kopuk, öğretmenlerin çocuklara bir şeyleri “ezberletmek”le meşgul olduğu, eğitimin sınav için yapılır hale geldiği, diğer bir deyişle tüm eğitimin “dersaneleştiği”, öğretmenlerin edilginleştirildiği, öğretmen emeğinin değerinin azaldığı, buna paralel olarak da nihayetinde öğrencilerin diplomalarının yüksek işsizlik oranları karşısında ciddi değer kaybına uğradığı bir sürecin içinde çözüm yolları arıyoruz. Sorular soruyoruz, sorularımızı başka sorular izliyor: Bu koşullarda okullarımız bugün kime/kimlere hizmet ediyor? ‘Öteki’ne ve doğaya duyarlı, özenli, nazik, cesur, adil, üretken, kısaca iyi insan yetiştirebiliyor muyuz? Okulların dışında yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar sürerken iyiyi, doğruyu ve güzeli anlatabiliyor muyuz sınıflarımızda? Kutuplaştırılmış Türkiye siyaseti içinde sınıfımızda kendimizi özgür biçimde ifade edebiliyor muyuz? Geçinebiliyor muyuz? Diliyorum, bu sorulara olumlu yanıtlar verebiliyorsunuzdur. Ancak Eğitim Sen olarak, içinde yaşadığımız eğitim koşullarından çok daha iyisini hak ettiğimizi düşünüyoruz. Başka bir yaşam, başka bir emek süreci ve başka eğitim mümkün diyoruz?
Yaşamakta olduğumuz sorunların önemli bir kısmına döneminde çözüm üretebilmiş Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümü bugün. Köy Enstitüleri tarihsel, toplumsal, kültürel bir varlığımız! Aynı zamanda güncelliğini de koruyan önemli derslerle dolu eşsiz bir deneyim!
Mektubumun elinize geçtiği günden tam 82 yıl önce, 17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüleri kurulmuş! Genç Cumhuriyetin düşünce dünyasında, efsane Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in özgürlükçü ve eşitlikçi siyasal ufku, İsmail Hakkı Tonguç’un üretken sevinci, eğitim kuramcılığı ve eylemciliği ve 17 binin üzerinde köy enstitülü kız ve erkek çocukların ve öğretmenlerin zekâsı, duyguları ve devinimleri üzerinde yükselmiş Köy Enstitüleri!
Köy Enstitüleri öylesine güçlü etkiler, etkileşimler, titreşimler, karşılaşmalar yaratmış ki zihnimiz ve yüreğimiz bir romandan, bir öyküden, bir şiirden, bir filmden gelen bu etkilerin izlerini 82 yıl sonra da hala taşıyor. Eğitim Sen’in öncü kurumlarından olan Türkiye Öğretmen Sendikası Genel Başkanı Fakir Baykurt’un romanlarını, öykülerini, otobiyografilerini, eşsiz filmlere, oyunlara konu olan eşsiz yapıtlarını unutmak mümkün mü? Böylesi bir insan nasıl yetişebilir diye sorulduğunda, Köy Enstitüleri gelir akla geliyor çokça. Aklın ve duygunun özgürleştiği, geliştiği ve güçlendirildiği koşullar… Köyün kıyısına yerleşmiş özgürlükçü bir kent olarak tahayyül ediliyor Köy Enstitüleri. Fakir Baykurt yüz binlerce öğretmenin devrimci mücadelesine güç veren çok güçlü bir yazar, öğretmen, devrimci! Ayrıca Mahmut Makal, Dursun Akçam, Talip Apaydın, Ümit Kaftancıoğlu, Emin Özdemir, Adnan Binyazar ve daha niceleri… Hepsi onurumuz olan Köy Enstitülü yazarlar. Tek sesliliğin karşısına çok sesliliği, çok dilliliği ve çoğul anlamı koyabilmiş yazarlar.
Köy Enstitüleri ile köylünün, köy çocuklarının bilincinde pencereler açılmış, dünyanın farkına varması sağlanmış, güç ilişkileri içinde aldıkları konum ve ne olabileceklerine ilişkin zengin bir karşılaşma olmuştur. Köy Enstitüleri bir kalıba sığmamış, sınırlardan taşmış, köyde ve ülkede yaşamakta olan yediden yetmişe her kuşağa ulaşmayı hedeflemiş, hem köy çocuklarının eğitim hakkını, hem köylü nüfusun yaygın eğitimini hem de köye öğretmen yetiştirmeyi başarabilmiş. İsmail Hakkı Tonguç’un ifadesi ile Köy Enstitüleri ile yapılmak istenen ve yapılan tam anlamıyla “köyün canlanması”!
Köy Enstitüleri mezunları bu ülkeye çok şey armağan ettiler. Köy Enstitüsü deneyimini ve Köy Enstitülü yazarların eserlerini onurla ve gururla yeniden ve yeniden okuyacağız ve anlatacağız. Yurttaşların bilim, sanat, siyaset, sevgi ve iş ile özgürleşmesinden, güçlenmesinden gelişmesinden korkan insanların kapattığı Köy Enstitülerinin mekânlarını, yapıtlarını ve düşlerini canla başla koruyacağız ve savunacağız. Ancak bu yetmez diye düşünüyorum. Enstitülerin ilk dersi “yapmadıkça yaşamadıkça” ilkesini kendi hakikatimiz yapmadıkça üretemeyiz. Her yaştan şimdiki kuşaklar olarak sıra bizde! Köy Enstitülerinden aldığımız esin ve itici güç ile bizler, biz öğretmenler, biz eğitim ve bilim emekçileri ne yapabiliriz?
Öğretmenler, eğitim emekçileri betonlaşmış, milyonlarca işsiz ve işten eve evden işe giden adeta sivil ölüme mahkûm edilmiş kentlerimizi, yoksullukların yaşadığı kent çeperlerini, kâğıt üzerinde kentin bir mahallesine dönüştürülmüş olsa bile kentleri, köy-kentleri, köyleri canlandırmak için ne yapabiliriz? Bu sorular biz öğretmenleri, eğitim emekçilerini, bilim insanlarını çağırıyor!
Bir yandan COVID-19 salgınını yaşarken aydın öğretmenler olarak kent yaşamını, iklim krizini, tarım alanındaki tahribatı Köy Enstitüleri gibi bütünsel bir açıdan ele alarak ekoloji ile uyumlu bir toplumun inşasına nasıl katkı sağlayacağız! Tek boyutlu, ezberci, zekâları tepedekilerin, başkalarının zekâsına bağlayan, özgüveni her gün sarsılan çocukları ve gençleri aynı zamanda meslektaşlarımızı çok yönlü eğitim deneyimlerine nasıl açacağız?
Bir yandan düşünürken, bir yandan uygulamaya, deneye yönelerek eğitimde ve yaşamda kuram-uygulama bütünlüğünü yeniden nasıl inşa edeceğiz? Kız ve erkek çocukların karma eğitimine, toplumsal cinsiyet eşitliğine, planlı çalışmalara, her çocuğun ve öğretmenin değerini gören bir geliştirme/yönlendirme anlayışına, üretkenliğe, yerelden evrensele, evrensel yerele etkileşimlere, ürettiklerimizin hakça bölüşümüne, öz yönetime, etkin teknoloji kullanımına, yapıcı ve yaratıcı bir etiğe, yurttaşın, öğrencilerin ve öğretmenlerin yazgı birliğine doğru çalışmaları nasıl yapacağız?
Eğitimde Köy Enstitüleri gibi önceliğimiz eğitime erişemeyen çocuklar olmalı değil mi? Yoksul çocuklar, güçleri toplumsal cinsiyet kalıpları ile engellenmiş kız çocukları, engelli çocuklar, anadili farklı olan çocuklar, farklı inançlara sahip çocuklar, çocuk işçiler, mülteci çocuklar… Bu nedenle nitelikli ve parasız bir eğitim için eğitim hakkı mücadelesinin bir parçası olmayacak mıyız?
Eğitim her gün dinselleştirilirken laik, bilimsel eğitim ve cinsiyet eşitlikçi bir eğitim için ne yapabiliriz? Köy Enstitüleri kültür ve dilin insan yaşamına kattığı zenginliğin farkında kurumlardı, ülkemizde yaşayan anadili farklı olan çocuklar için ne yapacağız? Apartmanlaşan okullarımızda yaşamla bağı nasıl kuracağız?
Sevgili öğretmen arkadaşlarım Eğitim Sen’de bir yandan tüm çocuklar ve gençler için eğitim hakkı mücadelesi verirken, bir yandan da eğitim ve bilim emekçilerinin ekonomik, demokratik ve özlük hakları mücadelesini emek, demokrasi ve barış duyarlılığı ile birleştirmeye çalışıyoruz. İnsan onuruna yaraşır bir yaşam için “Hep birlikte ne yapabiliriz?” sorusuna birlikte yanıt vermek, birlikte eylemek için Eğitim Sen’e çağırıyorum.
Sizleri bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Nejla Kurul
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Genel Başkanı