2017-2018 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BAŞINDA EĞİTİMİN DURUMU
Değerli Basın ve Kamuoyuna;
Bugün 18 milyon öğrencinin eğitim-öğretime başladığı 2017/2018 eğitim öğretim yılı yine veliler de, öğrenciler de ve öğretmenlerde büyük kaygılarla başlıyor. Öğrenciler tamamen denek olarak kullanılmış, yapılan değişiklikler istikrarsız eğitim ve öğretimi de beraberinde getirmiştir. Sürekli değişen müfredat ve sınav sistemi öğrencilerimiz de, velilerimiz de gelecek kaygıları yaratmaktadır.
Yıllardır öğrencilerin yarışa dayalı yer aldığı eğitim sistemini doğru bulmuyoruz. Çocukların bütün becerilerinin dikkate alınmasını istiyoruz. Ama bugün müfredat ve diğer süreçlerde olduğu gibi hazırlık, ön çalışma yapılmadan açıklama yapılıyor. Açıklamadaki ‘Artık’ kelimesi, eğitim sisteminin artık alarm verdiği, çocuklara zarar verdiğini gösteren kanıtların var olduğu anlamına geliyor. Eğitim yap-boz tahtasına döndü. Sınavların kaldırılmasını biz de destekliyoruz ama bunun koşulları ne olacak? İmam hatip okullarının başarısızlığı ortada. Geçtiğimiz günlerde MEB üst düzey yetkilileri hafızlık programı uygulayan okulların ve imam hatiplerin kalitesinin arttırılması, buradaki öğrencilerin nitelikli okullara gidebilmesi için düzenleme yapılacağını söyledi. Bunların ardından “TEOG kalksın” açıklaması geldi. Çocuklar üzerinden başka bir torpil mi oluşturulacak? İmam hatiplerin başarısızlığı konuşulurken bu açıklama tesadüf mü?
4+4+4, eğitim sisteminde yaşanan ticarileşme, özelleştirme, özel okullara yönlendirme ve eğitimde yaşanan yoğun dinselleştirme uygulamalarına ilişkin en temel göstergeleri resmi verilerle açıkça ortaya koymaktadır. MEB tarafından açıklanan 2016-2017 örgün eğitim yılsonu istatistikleri, sendikamızın yıllardır ısrarla vurguladığı temel sorunların büyük bir bölümünü içermesine rağmen, özellikle eğitimde 4+4+4 dayatmasının kamusal eğitimde yarattığı tahribatın somut sonuçlarının daha net görülebilmesi açısından, eğitim sisteminin nasıl tehlikeli bir uçuruma doğru sürüklediğini göstermektedir. MEB’in resmi verileri kamusal eğitimin adım adım tasfiye edilerek, özel öğretimin teşvik edilmesi, eğitimde yaşanan ticarileşme ve dinselleştirme uygulamalarının ne kadar arttığını ve yaygınlaştığını bütün yönleriyle ortaya koyması açısından önemlidir. Eğitim Sen’in ve bilim insanlarının bütün eleştiri ve itirazlarına rağmen eğitimde 4+4+4 dayatması ile ülkemizde yaşanan ‘piyasa merkezli’ ve yoğun ‘inanç sömürüsüne’ dayanan tehlikeli adımlar, eğitimde yaşanan nitelik kaybını açıkça göstermektedir. 2017/2018 eğitim öğretim yılından itibaren uygulanacak olan yeni müfredatın eğitimde yaşanan nitelik bozulmasını daha da arttırması kaçınılmaz görünmektedir.
Milli Eğitim Bakanı tarafından kamuda öğretmen alımlarının “sözleşmeli istihdam” ve “sözlü sınav” üzerinden yapılması, kamuda temel istihdam biçiminin sözleşmeli, güvencesiz istihdam durumunu yaratmıştır. Yıllardır güvencesiz istihdama karşı mücadele eden, angarya çalışmaya, performans değerlendirmesine karşı çıkan eğitim emekçilerinin tamamen sendikal nedenlerle açığa alınmaları, sürgün edilmelerinin asıl amacının iş güvencesinin kaldırılmasına karşı örgütlü mücadeleyi zayıflatmak olduğu açıktır.
Eğitimde daha önce 2007-2011 yılları arasında başvurulan sözleşmeli öğretmenlik uygulaması eğitim-öğretim ortamında ve eğitimin niteliğinde bozulmaya neden olmuş, eğitim emekçileri arasında statü farkı oluşmuş ve ekonomik ve sosyal hak kayıpları yaşanmıştır. MEB’in darbe girişimi sonrasında çalışma koşullarını daha da ağırlaştırarak sözleşmeli öğretmenliği yeniden gündeme getirmesi, “torpil” kelimesi ile eş anlamlı hale gelen ve yüksek yargı tarafından “objektif olmama”, “taraflılık” gibi gerekçelerle defalarca iptal edilen “sözlü sınav” uygulamasının sözleşmeli öğretmen istihdamında ısrarla uygulanması dikkat çekicidir.
Türkiye’de eğitim sisteminin, özellikle AKP hükümeti döneminde, 15 Temmuzda darbeci olarak ilan edilenlerle işbirliği halinde ve iktidarın siyasal hedefleri doğrultusunda biçimlendirildiği bilinmektedir. Eğitimde 4+4+4 düzenlemesiyle daha da belirginleşen eğitimi ve toplumu “tek din, tek mezhep” anlayışı çerçevesinde dinselleştirme uygulamaları, eğitim biliminin en temel ilkelerine, laik-bilimsel eğitim anlayışına açıkça meydan okuyarak hayata geçirilirken, eğitim sistemi sonu görünmeyen bir karanlığın içine çekilmiştir.
MEB, iktidarın ideolojik yönelimleri doğrultusunda çalışmalar yapan dini vakıflar ile çeşitli protokollere imza atması eğitimi dinselleştirme sürecinde siyasi nüfuzu olan cemaatlere özel görevler vermiştir. 2013 yılına kadar bugün “FETÖ” olarak ifade ettikleri yapı ile iç içe, kol kola yürüyenler, eğitim politikalarının oluşturulmasından uygulanmasına kadar bütün aşamalarda birlikte hareket edenlerin, bugün hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi davranması dikkat çekicidir. Oysa darbelere gerçek anlamda karşı olmak, başta inanç sömürüsü olmak üzere, her türlü sömürüye, darbeci zihniyeti besleyen ve ülkeyi dini cemaatlerin faaliyet alanına çeviren tüm politika ve uygulamalara karşı somut tutum almayı gerektirmektedir.
Geçmişte yaşananlardan gerekli dersler almayan hükümet, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında geçmişte beraber yürüdüğü bir cemaati tasfiye ederken, onların yerine başka cemaatleri ikame ederek yeni darbe girişimlerine zemin hazırlamaktadır. En fazla kontenjan açığı imam hatiplerde olmasına rağmen, darbe girişimi sonrasında el konulan okulların önemli bir bölümünün imam hatibe çevrilmesi, velilerin çocuklarını imam hatiplere göndermesi için kampanyalar yapılması Eğitimde yaşanan dinselleştirme uygulamaları, laik-bilimsel eğitimi savunan eğitimcilerin sendikal eylemleri nedeniyle olduğu belli olmasına rağmen, kara propaganda eşliğinde açığa alınmasın velilerin ekonomik koşullarını zorlayarak çocuklarını özel okullara göndermesine neden olmaktadır. Eğitim Sen olarak bizler her zaman çağdaş, bilimsel, laik, anadilde eğitimin savunucusu olmuşuzdur. Olmaya da devam edeceğiz Bu değerlerimizden asla vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz de.
Türkiye’nin eğitim müfredatı, ülkedeki kültürel ve dilsel çeşitliliği ve zenginliği yok sayan, farklı inanç ve kimlikleri dışlayan, piyasanın ihtiyaçlarına yanıt vermeye çalışan, bireyciliği ve özellikle dini değerleri öne çıkaran bir içeriktedir. Yeni müfredatla birlikte bu durumun daha da belirgin hale getirilerek sürdürülmesi, özellikle ‘dini değerler’ konusunun öne çıkarılması dikkat çekici olmakla birlikte, laik eğitim ve laik yaşam alanlarına müdahaleler söz konusudur.
Bireycilikle, milliyetçilikle, dini değerler ve rekabet ile yoğrulmuş, bilimsel, sanatsal, estetik yönden sığ, büyük ölçüde dini kural ve referanslara dayanan bir dilin kullanıldığı, resmi dil dışındaki yerel dillerin ve kültürlerin yok sayıldığı ya da dışlandığı bir eğitim müfredatının çocuklarımıza, öğrencilerimize verebileceği hiçbir şey yoktur. Laik-bilimsel eğitimin temel işlevi bireylerin kendilerini çocuk yaşlardan itibaren özgürce geliştirebilmelerine yardım etmektir. Dolayısıyla eğitim programları, yaşamı bir bütün olarak kavramayı hedeflemeli, öğrencilerin çok yönlü gelişimlerine hizmet edecek öğrenme yaşantılarını içeren bir içerikte olmak zorundadır.
Bugüne kadar eğitim müfredatına yönelik bilim dışı müdahalelerin belirgin bir şekilde artması, felsefe-bilim ve sanat derslerinin azaltılması, otizmli ve zihinsel engelli çocuklara zorunlu din dersi getirilmesi, okul öncesi ve ilkokul öğrencilerine yönelik ‘dini değerler eğitimi’ çalışmaları, ders kitaplarında dini söylem ve örneklerin belirgin bir şekilde artması vb gibi uygulamalara ek olarak fizik, kimya ve biyoloji gibi derslerde yapılan “güncellemelerin” eğitimde yaşanan dinselleştirme uygulamalarını daha da ileriye taşınması hedeflenmektedir.
Eğitim sisteminin iktidar eliyle adım adım dinselleştirilmesi sürecinde, Milli Eğitim Bakanlığı eliyle eğitimde hayata geçirilmek istenen baskıcı ve dayatmacı politikalarına karşı çıkan eğitim ve bilim emekçileri hükümetin öncelikli hedefi olmuştur. En temel sendikal eylemlerimizden zorlama yorumlarla suç üretilmeye çalışılmış, laik-bilimsel eğitim mücadelesi baskı, soruşturma ve sürgünlerle sindirilmeye çalışılmıştır.
Devleti ve eğitim sistemini kendi siyasal-ideolojik çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırmak isteyenler, halk ve emek düşmanı politikalarını hayata geçirirken karşılarında hiçbir örgütlü güç istemedikleri için on binlerce eğitim emekçisini hukuksuz bir şekilde ihraç ederek ve açığa alarak eğitim-öğretime büyük bir darbe vurmuşlardır. 15 Temmuz sonrasında eğitim alanında yaşananlar, darbecilerle mücadeleden çok, iktidarın kendileri gibi düşünmeyenlere yönelik siyasal bir operasyonudur.
Hükümet kendisine muhalif herkesi “terör suçu” ile ilişkilendirerek kamuoyu desteğini arkasına almaya çalışmakta, yıllarca işbirliği yaptığı darbecilerle birlikte işledikleri suçların üzerini örtmek istemektedir. Ayrıca darbe sonrası farklı cemaatlerle iş birliğine gidilmesi eğitim üzerinde bunların söz sahibi olmaları çocuklarımızın geleceğini psikolojik ve sosyolojik yönden tehdit etmektedir.
Sendikal eylemler nedeniyle sürgün edilen, açığa alınan ve ihraç edilen tüm eğitim emekçileri görevlerine dönene kadar bütün gücümüzle hem hukuksal, hem de örgütsel mücadelemizi sürdüreceğimiz bilinmelidir. Bugüne kadar attıkları her adımda, aldıkları her kararda sadece siyasi tasarruflar üzerinden hareket edenler, hukuk önünde er ya da geç hesap vereceklerini çok iyi bilmelidirler. Eğitim Sen, nereden ya da kimden gelirse gelsin, eğitim emekçilerinin örgütlü mücadelesini hedef alan, iktidarın baskıcı ve anti demokratik uygulamalarına zemin hazırlayan her türlü yasa dışı girişim ve saldırının karşısında hukuksal ve örgütlü mücadelesiyle durmayı sürdürecektir. Hukuksuz bir şekilde açığa alınan tüm eğitim emekçilerinin yanında olduğumuz bilinmelidir.
Eğitim sisteminde yıllardır yaşanan ve katlanarak artan sorunlar, MEB’in yayımladığı örgün eğitim istatistiklerine çeşitli yönleriyle yansımış bulunmaktadır. Açıklanan resmi veriler, eğitimin içler acısı durumunu gözler önüne sererken, MEB’in eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek gibi bir amacının olmadığı açıkça görülmektedir. Okulların eğitim kurumu olmaktan adım adım uzaklaştırılması, öğrencilerin yarış atı gibi sınavdan sınava koşturulması, öğretmenlerin mülakat sınavı ile sözleşmeli istihdam edilerek esnek, güvencesiz ve angarya çalışmaya zorlanması, siyasal kadrolaşmanın arttığı, eğitimde farklı dil ve kimliklerin dışlandığı, eğitimin zaten sorunlu olan niteliğinin daha da kötüleştiği bir eğitim sisteminin ülkemize ve çocuklarımıza olumlu bir katkı yapması mümkün değildir.
Eğitimde siyasal kadrolaşma uygulamalarının yukarıdan aşağıya doğru organize bir şekilde gerçekleştirilmesi, okullarda yaşanan şiddetin artması, eğitim emekçilerine yönelik çeşitli saldırı ve tehditlerin (ihraç, açığa alma, sürgün vb) sürmesi gibi uygulamalar, tıpkı ülke genelinde olduğu gibi, okullarımızın ve üniversitelerin fiilen kışla ya da cezaevi haline getirilmesine neden olmuştur. Yıllardır toplumsal yaşamın her alanında sürekli kamplaşma ve kutuplaştırma politikaları üzerinden siyaset yapanlar, özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında benzer bir bölünmeyi okullarda öğrenciler, öğretmenler ve veliler arasında oluşturmaya çalışmış ve bunda kısmen de olsa başarılı olmuşlardır. MEB, yıllardır yaptığı değişikliklerle eğitim sistemini yap-boz tahtasına çevirmiş, son olarak açıklanan yeni müfredat üzerinden öğrenci ve velilerin kafasını karıştırmak dışında eğitimde somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirememiştir. Okulöncesi eğitimden başlayarak eğitim yatırımlarına, ders kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin belirlenmesine; sınıf mevcutlarından eğitimin laik, bilimsel ilkeler doğrultusunda verilmesine, demokratik ve kamusal yönünün geliştirilmesine özen gösterilmelidir. Derslik, okul, öğretmen açıklarından eğitimin genel bütçe içindeki payına kadar, eğitimin hemen her alanında köklü bir değişime gereksinim vardır. Kamusal, parasız, demokratik, nitelikli, bilimsel ve anadilinde eğitimin önündeki engellerin kaldırılması için somut adımlar atılmalı, eğitimde ticarileştirme ve eğitimi dinselleştirme adımlarına derhal son verilmelidir. Her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, okulöncesinden üniversiteye kadar bilimin değil, dini inanç sömürüsünün referans alındığı bir eğitim sisteminde eğitim ve bilim emekçilerinin, öğrenci ve velilerle birlikte kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkı için mücadelemizi arttırarak sürdüreceğimiz bilinmelidir.
İlimiz genelinde okulların hızlı bir şekilde normal eğitim uygulamasına geçmesi olumlu olmakla birlikte, yetersiz derslik sayısı sınıfların daha da kalabalıklaşmasına, norm kadro fazlası öğretmenlerin oluşmasıyla öğretmenlerin eğitim ve öğretim den uzaklaşmalarına neden olmaktadır. Hızlı bir şekilde ilimiz genelinde derslik ihtiyaçlarının karşılanması çalışmaların yapılması iyi olacaktır. Umarız bu yıl ilimizde geçen yıl olduğu gibi saat uygulamaları sorunu yaşamayız. Çocuklarımızın eğitim ve öğretimi daha sağlıklı yapabilecekleri saat uygulamaları hayata geçirilir.
Şube Yürütme Kurulu Adına
Seçil SÖNMEZ
Şube Başkanı