Adana'nın Aladağ İlçesi Karahan Köyüne giden Eğitim Sen heyeti gözlemlerini Evrensel'e yazdı.
Eğitim Sen heyeti
Adana
Adana'nın Aladağ İlçesi’nde bir katliamın hazırlığı diyebileceğimiz ihmaller zinciri sonucu yanarak hayatını kaybeden 11 kız çocuğu ve bir görevli önceki gün toprağa verildi. Çocuklar anne babalarının, kardeşlerinin, arkadaşlarının gözyaşları içerisinde defnedildi. Aynı gün Eğitim Sen Genel Başkanı Kamuran Karaca, Genel Eğitim Sekreteri Murat Kahraman, Adana Şube Başkanı Ahmet Karagöz, Şube Hukuk sekreteri Mehmet Akarsubaşı’dan oluşan Eğitim Sen heyeti olarak yaşananlar hakkında bilgi almak ve ailelerin acısını paylaşmak için Aladağ ilçesi Karahan köyüne gittik.
KÖYDE NE OKUL VAR, NE YOL
Aladağ’ın Karahan köyü, dağların arasında kuş uçmaz kervan geçmez sarp yollardan gidilen bir köy. Aladağ’dan kuş uçuşu 11 km olan mesafede olan köye, kıvrımlı, sarp yolları aşıp dağın etrafından bir 8 çizerek yaklaşık 2 saatte ulaşabiliyorsunuz. Okulu kapatılan, çocuklar için servis dahi verilmeyen Karahan köyü devlet tarafından unutulmuş gibi. Enerji SA’nın doğayı yok ederek yaptığı HES olmasa hiç yol yapılmayacakmış. Baraja kadar iyi kötü bir yol var. Ondan sonraki yaklaşık 15 km’lik mesafeye yol bile diyemiyoruz. Bir arabanın bile zor sığdığı toprak bir patika daha doğru bir tanım olur. Köy içerisinde bir dönümlük düz bir arazi dahi yok. Öyle sarp yamaçlar ki keçiden başka beslenen hayvan yok gibi. İsmail Bağır, bu köyde taştan yapılmış bir evde yaşayan dört çocuk babası bir emekçi. Aile yoksul, yine de kızlarını okutmak istiyorlar. Yoksulluktan, yokluktan kurtulmanın yolunu kız çocuklarını okutmaktan arıyorlar. Köyde yol da yok, okul da yok… Yolsuz, ekmeksiz, işsiz, topraksız köyden -yoklar köyünden- daha iyi üç öğün yemek yesin, üstünü başını daha iyi giyinsin, okusun diye dinci cemaatlerin yurtlarına gitmek, yanarak can vermek…
BİR KIZI YANARAK HAYATINI KAYBETTİ
8’inci sınıfa giden Gülcan Bağır, üçüncü kattan atlayarak kırıklarla kurtulmuş. Kardeşi Gamze Bağır belki atlamaya cesaret edemedi; yangında yanarak can vermiş. Baba perişan halde anlatıyor, “Burada okul olsa kızlarımı yurda vermezdim. Doğru dürüst işim olsa, param olsa kızlarımı yine yurda vermezdim. Hangi baba hangi ana çocuk yaştaki evladından ayrı kalmak ister.” Baba, şikayetçi olduğunu ve asla şikayetinden vazgeçmeyeceğini söylüyor.
DEVLETİN BU ÇOCUKLARI OKUTACAK GÜCÜ YOK MU?
Kendimize “Dünya Devleti” deyip avunurken devlet olarak çocuklarımızı okutmaktan, barındırmaktan aciz miyiz? Yoksul ve çaresiz insanların dünyadan habersiz çocukları neden hep cemaatlerin kucağına itiliyor? Her dönem “makbul” bir cemaatimiz ya da cemaatlerimiz olmak zorunda mı? Dün başka bir cemaatin imkânlarına ve insafına terkedilen memleketin okumaya hevesli, zeki fakat çaresiz çocuklarını bugün “emniyet imamı”, “ordu imamı”, “üniversite imamı”, “bilmem nere abisi” olarak toplamıyor muyuz? Bu yapıların bu çocuklarla “babalarının hayrına” ilgilenmediklerini en safımız dahi bilmiyor mu?
Tekrar soruyoruz devletin bu çocukları okutacak gücümü gerçekten yok mu? Sadece bu sabileri değil, üniversiteye giden çocukları dahi barındırıp önüne helalinden 2 kap yemek koyacak kadar gücü gerçekten mi yok? Olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu cemaatlere aktarılan paralarla dahi bunlar karşılanabilir. Yüreklerimizi yakan olayda sorulması gereken soru “kapı neden kilitliydi”, “denetim yok muydu” değil, “o çocukların orada ne işi vardı?” olmalı.