“ÖZGÜRLEŞME YOLUNDA EĞİTİM” NE YAPMALI? NASIL YAPMALI?

Ders Kitaplarında; Gizli Müfredat, Kültürel / Etnik Ayrımcılık,

Cinsiyetçilik, Militarist Öğeler, İnsan Hakları ve Milliyetçilik.

Türkiye Cumhuriyeti diğer kapitalist-ulus devletler gibi kurulduğu günden bu yana egemenliğini savaş, inkar ve şiddetle inşa etmiş bir devlettir. Cumhuriyetin kurulduğu günden daha da öncesine dayanan ve bugün halen devam etmekte olan ulus inşası sürecinde bütün etnik ve dini farklılıklar tekleştirilmeye çalışılmış ve homojen bir toplum yaratılmaya çalışılmıştır. Devlet yetkilileri bu sayede bir ulus yaratabileceklerini ve devleti ayakta tutabileceklerini düşünmüşlerdir. Ancak yüzyıllardır aidiyetlerini bambaşka dini, etnik ve cemaatsel terimlerle kuran milyonlarca insanı Türk yapma ya da hepsine Türk ve Sünni olduklarını kabul ettirme fikri beraberinde sayısız isyan, mücadele ve katliam getirmiştir. Ulusun inşası ile elele giden devlet ve egemenliğin tesisi egemenlerin kendi kurdukları yasaları askıya alarak, şiddet ve zor yoluyla mümkün olmuştur. Militarizm ve şiddet bu Türkiye ulus-devletinin tarihinden hiç eksik olmamış, kıyımlar, yaratılan ötekiler ve sürekli bir tehdit algısı sayesinde merkezi kimlik de inşa edilmiştir.

İnşa edilen Türk kimliği içerinde dini referanslar taşıyan ve cinsiyetlendirilmiş bir kimliktir, bu kimlik geçmişin inkârına dayanmaktadır ve yine ortak bir ulus-devlet pratiği olan tarihin yeniden yazılmasıyla beraber geri kalan bütün hakikat rejimleri ve bilme biçimlerinin yerini almaya çalışan milliyetçi, devletçi ve modernist bir anlayıştır. Her ne kadar devlet elitlerinin ve yöneticilerinin kafasındaki bu bütünlük ve homojen ulus fantezisi hiçbir zaman toplumsal bağlamda tam olarak sahiplenilemeyecek bir proje olsa da bunun gerek askeri biçimlerle gerek de eğitim yoluyla topluma öğretilmeye çalışılması sancılı bir süreçtir. Devlet yöneticileri belirli materyal pratikler, söylemsel taktikler ve stratejiler aracılığıyla kendi arzuladıkları toplum fikrini yaygınlaştırmaya ve ulus-devlet inşasını hızlandırarak bu değerleri içselleştirmiş vatandaşlar-tebalar yaratmaya çalışırlar. Bu pratiklerin başında askerlik ve ordu, milliyetçi ve cinsiyetçi eğitim politikaları gelir. Unutmamak gerekir ki, bütün bunlar öncelikle zor ve şiddet yoluyla mümkün olur ancak bu kurucu şiddet sayesinde oluşturulan “toplumsal mütabakat” belirli söylemler eşliğinde devlet-vatandaş bütünleşmesine ve milliyetçi-ulusal değerlerin sahiplenilmesine neden olur. Bütün bu pratikler ve söylemlerin merkezinde duran askerlik, militarizasyon, eğitim ve toplumsal cinsiyet bir arada düşünülmesi gereken olgulardır.

İdeolojilerin aktarılmasında kullanılan aygıtlar arasında eğitim kurumu önemli bir yer tutmaktadır. Bu sebeple zorunlu eğitim sistemi içerisinde faaliyet gösteren okullarda okutulan kitapların incelenmesi büyük bir öneme sahiptir.

Şöyle ki gelecek nesiller, sözü edilen kitaplar aracılığıyla eğitilmekte ve egemen söylem çerçevesinde geleceği inşa etmektedirler. Özellikle tarih kitapları bünyesinde oluşturulan “ordu-millet” miti çerçevesinde, askerliğin aslında milletin varlığı ile özdeşleştirildiği ve bu sebeple tartışılamaz konuma getirildiği görülmektedir. Diğer bir anlatımla “kutsal, vatani hizmet olan askerlik” tartışma konusu yapıldığında, bu durum milletin de sorgulanmasına neden olmaktadır. Ayrıca resmi tarih anlatımı içerisinde aktarılan kahramanlar, yöneticiler, askerlik görevini yerine getirenler erkektir.

 

“Erkeklik”- milliyetçilik- militarizm noktalarından inşa edilen üçgeni sorgulamak pek de mümkün olmuyor. Üçgenin kenarlarını oluşturan her nokta günümüzdeki egemen yapının temel taşlarını oluşturuyor. O sebeple birbirlerine sıkı sıkıya bağlı bir halde, adeta tek vücut olmuş bir şekilde, yarattıkları “öteki”ler üzerinde hâkimiyet kuruyorlar. Meydana getirdikleri insan hakları ihlallerine haklı zemin yaratabilmek, “savaş halini” meşrulaştırmak ve kendilerini “kurtarıcı” konumda göstermek için geçmişe dair kahramanlık hikâyeleri aktarıyorlar. Böylece çeşitli söylemler aracılığıyla şiddet/ savaş ve bunların sonuçları olağanlaştırılıyor.

Kitapların incelenmesinde ortaya çıkan gerçeklerden biride “hakları korumanın en etkili aracı olarak ateşli silahların”, savaş alanı görüntülerinin, şehit resimlerinin, milli simgelerin sergilendiğini görüyoruz. Her bir kitabın giriş kısmında yer alan İstiklal Marşı da vatan uğruna ölmeyi kutsayan cümleler içermektedir. Örnek olması için birkaç mısra aktarılabilir : “Siper et gövdeni dursun bu hayâsızca akın”, “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı, Düşün altında binlerce kefensiz yatanı”, “Kim bu cennet vatan uğruna olmaz ki feda, Şüheda( şehitler) fışkıracak toprağı sıksan şüheda”. Savaş sonucunda mağdur olan ( ölen, yaralanan, kaybedilen) kişilere “şehitlik”, “gazilik” sıfatı verilerek, iddia edildiği üzere “kutsal değerler” uğruna ölüm yüceltilmektedir.

Aslında yapılması gereken, mevcut anlatım yerine, insan hakları bağlamında değerlendirme yapıp, yaratılan mağduriyetin “yaşam hakkı” üzerinden aktarılmasıdır. Tüm bunların yanında ders kitapları içerisinde aktarılan “düşman öteki”lerin varlığından ötürü de “savaşların kaçınılmaz” olduğu sürekli vurgulanmaktadır. Buna karşılık barışın var olabileceğine dair inancı ve kararlılığı pekiştiren, “şiddetsiz mücadele yöntemlerine ilişkin örneklere” yer veren saptamalara ise rastlamak pek de mümkün değildir.

Bazı kitaplardan alıntılara devam edelim;  “Temizliğe en fazla önem veren din İslamiyet’tir... Türkler tarih boyunca ordu-millet geleneğini sürdürerek yaşamışlardır. Bu geleneğe göre çocuklar küçük yaştan itibaren askerliğe hazırlanır. Türk devletlerinde her Türk savaşa hazır durumdadır. Askerlik, özel bir meslek değildir. Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay öğrenilebilecek bir dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Din duygusunun zayıflaması, suçların artmasına yol açabilir, toplumda mutluluk, güven ve huzur azalır. Bir yaratanın varlığına inanan insan, sürekli iyi olanı yapıp kötülüklerden kaçınmaya çalışır. Baba, ailenin geçimini sağlayan kişidir; anne, babanın yardımcısı olarak ailenin beslenmesi, çocukların bakımı, aile içinde sevgi ortamını sağlayan kişidir.

Okuduğunuz ifadelerde sizi rahatsız eden bir şeyler oldu mu?

Yanıtınız ‘hayır’sa, o zaman bu araştırmalarımızın ne kadar önemli olduğunu göreceksiniz.

Eğer bu ifadeleri, aşırı muhafazakâr, milliyetçi, militarist ve cinsiyetçi bulduysanız, bir soru daha sormak istiyoruz: Sizce bu kitaplar hangi zaman dilimine ait olabilir? Yanıtınız ‘tozlu raflar’sa, yanıldınız demektir. Çünkü az önce okuduklarınız ve fazlası, bugünün Türkiyesi'nde eğitim gören çocuklarımızın, kardeşlerimizin ders kitaplarından alındı.

Örneğin, yazımızın başındaki birinci cümle lise sağlık bilgisi; ikincisi, altıncı sınıf sosyal bilgiler kitabından alıntı. Türkçenin faziletlerini anlatan üçüncü örnek, beşinci sınıf sosyal bilgiler kitabında var. Ahlakın dindarlığa indirgendiği diğer ifadeyse, dokuzuncu sınıf din kültürü ve ahlak bilgisi dersinde geçiyor. Anne-baba tanımını yapan bölüm lise sağlık bilgisi kitabında.

Kuşkusuz söz konusu cümleler az önce de belirttiğimiz gibi bazılarımızı rahatsız etmiyor olabilir. Fakat en azından Eğitim Sen olarak bizi rahatsız ediyor.

İlk olarak Tarih Vakfı 2002’de Avrupa Birliği Komisyonu’nun da desteğiyle ‘Ders Kitaplarında İnsan Hakları Projesi’ni (DKİH) başlatmış ve iki yıl boyunca 190 ders kitabı taranmış ve dört bin insan hakkı ihlali saptanmıştı.

Ne var ki aradan geçen zamanda müfredat değişti, kitaplar yenilendi. Ancak 2004’te yenilenen ders kitaplarının da milliyetçi, muhafazakâr ve militarist söylemlerle dolu olduğu ve temel felsefede bir değişim gözlemlenmediği saptanınca, 2007’de ‘Ders Kitaplarında İnsan Hakları (DKİH) projesinin ikincisi başlatıldı. 80 gönüllü, yeni kitaplardaki milliyetçi, muhafazakâr ve militarist ögelerin tespiti için bir araya geldi. 139 ders kitabı, öğretmen, veliler, lisans ve lisansüstü öğrencilerince satır satır okundu ve raporlandı. Üstelik raporlama sırasında görüldü ki aslında ders kitapları yalnızca milliyetçi, muhafazakâr ve militarist değil, cinsiyet ayrımcılığı içeren ifadelerle de doluydu. Araştırma bulguları, 29-30 Kasım 2008’de de Bilgi Üniversitesi’nin ev sahipliğinde, ikincisi düzenlenen ‘İnsan Hakları, Eğitim ve Ders Kitapları Araştırmaları Uluslararası Sempozyumu’nda ele alındı.

Değerli basın, değerli eğitim emekçileri, değerli katılımcılar;

Ders kitapları yıllardan beri ülkenin sosyal ve siyasal gündeminden hiç düşmemiş; tersine hayatın hemen bütün alanlarında, ulusal ve uluslararası düzeylerde “sorun” olmaktan çıkamamış konulardır. Her öğretim yılında yeniden (ve yeniden) konuşulan ders kitapları eğitim sistemimizin vazgeçilmez sorunları arasında yerini korumaktadır.

Ders kitaplarında; Gizli müfredat, Kültürel / Etnik Ayrımcılık, Cinsiyetçilik, Militarist Öğeler, İnsan Hakları ve Milliyetçilik konuları İlkokul, Ortaokul ve Lise öğrencileri ile eğitimcilerin gözünden, nasıl görünüyor? Ders kitaplarındaki insan hakları ölçütleriyle bağdaşmayan kimi sorunlar/kusurlar hakkında ne(ler) düşünülüyor? Eğitim ortamında, öğrenciler ve eğitimciler üzerinde yarattıkları etki dereceleri nelerdir? Sorularına yanıt bulmak amacıyla 2002 ve 2008 yıllarında Bilgi Üniversitesinin yaptığı çalışmaların bir benzeri olan ve 2013 yılında ilimizde oluşturduğumuz DEK komisyonunca yeniden güncelleştirilen ve daha kapsamlı ele alınan çalışmaların bir bölümünü bugün sizlerle paylaşacağız. Daha sonra çalışmalarımızı bir rapor haline getirdikten sonra sonuçları kamuoyuyla tekrar paylaşacağız. Bu çalışmalar sırasında yaklaşık değişik illerde ve değişik okullarda 1000 eğitimci ve 1000 öğrenci ile ayrı ayrı anketler yapıldı ve anket sonuçlarının bir bölümünü bugün sizlerle de paylaşacağız. DEK, DERS KİTAPLARI VE MÜFREDAT İNCELEME KOMİSYONU olarak çalışmalarımızın eğitimin demokratikleşmesine bir katkıda bulunacağını umuyoruz.

İki toplumu oluşturan bireylerin birbirlerini sadece “düşman öteki” olarak görmemesi ve tarih içerisinde sürekli bir çatışma içinde olmadıklarının anlaşılmasını fırsat verebilmek amacıyla bu çalışmaları paylaşma gereği duyuyoruz. Ülkemizdeki mevcut durumun bir “ateş kes” hali olduğu ve bunun barışın inşa edildiği anlamına gelmediği söylenebilir. Barış, silahlı çatışmanın olmamasından çok daha farklı bir durumdur. Orduların ve tabi ki temsil ettikleri yapının var olduğu bir yerde barıştan söz etmek pek bir anlam ifade etmiyor. Bu yüzden mevcut duruma has koşulları her daim sorgulamalı, barışı inşa edebileceğimiz şartların yaratılması için çaba sarf etmeliyiz. Bu amaca hizmet edecek tarih kitaplarının eğitim hayatına kazandırılması büyük bir öneme sahiptir.  Saygılarımızla. 09.03.2013

 

EĞİTİM SEN DEMOKRATİK EĞİTİM KURULTAYI

DERS KİTAPLARI VE MÜFREDAT İNCELEME KOMİSYONU

Güven BOĞA- Begüm AVŞAR-Ümit ÖZÇAY- Yılmaz ZENGİN

Okunma 2324 defa