Barış özleminin, özellikle son yıllarda Ortadoğu merkezli savaşın ve emperyalist işgallerin, Türkiye içinde ve dışında çatışmaların artmasıyla birlikte daha da artığı bir dönemden geçiyoruz. Bu yıl 1 Eylül Dünya Barış Günü, Ortadoğu’da şiddetlenen çatışma ve katliamların, Türkiye’de yeniden kışkırtılan çatışma ortamı sonrasında yaşanan ölümlerin, baskı, şiddet ve fiili sıkıyönetim uygulamalarının yaşandığı bir döneme denk geldi.
Kamu emekçilerinin başta iş güvencesi olmak üzere, mevcut olan birçok kazanılmış hakkının ortadan kaldırılması için gece gündüz demeden çalışanlar, bir taraftan işçi ve emekçilerin sofrasındaki ekmeği daha da küçültmek için peş peşe adımlar atarken, diğer taraftan içeride ve dışarıda benimsediği savaş politikaları ile bizleri ve ülkemizi sonu görünmeyen bir karanlığın içine doğru bütün gücüyle itiyor.
Türkiye’de savaştan, silahlanmadan rant uman kesimler, barışı savunmak yerine sürekli çatışma ve savaş çığırtkanlığı yapıyor. Yıllardır şiddet ve baskı politikalarında ısrar edenlerin, “yurtta barış, dünyada barış” için mücadele etmek yerine, “içeride savaş, dışarıda savaş” politikasının benimsenmesinin bedelini, bu ülkenin gençleri, AKP’nin seçim hesaplarına kurban edilerek, yaşamlarının baharında ölüme gönderilerek ödüyor.
Türkiye’nin belli il ve ilçelerinde fiilen sıkıyönetim ilan edilmiş, toplumsal yaşamın bir bütün olarak güvenlik güçlerince kuşatılmasıyla sivillere yönelik infazlar yaşanmaya başlanmıştır. Son iki ay içinde öldürülen çocukların, hayatının baharında toprağa düşen gençlerin aileleri, yakınları başta olmak üzere, Türkiye’de yaşayan bütün halkların “acil barış” talepleri dikkate alınmalıdır.
Devletin görevi çocukları ve gençleri ölüme göndermek değil, onları her ne pahasına olursa olsun yaşatmaktır. Demokratik, insan hak ve özgürlüklerine saygılı bir devlet, içeride ve dışarıda barışçıl bir siyaset izleyen Türkiye özlemi ve mücadelesi güncelliğini hala korumaktadır.
Sendikalarımız ve emek mücadelesi yürüten biz eğitim ve bilim emekçileri açısından barış mücadelesini, tüm diğer alanlarda yürütülen mücadelelerden ayrı değerlendirmek mümkün değildir. Barışın, kardeşliğin ve demokrasinin hayat bulmadığı ülkelerde, emekçilerin var olan haklarını koruması ve yeni haklar kazanması söz konusu olamaz.
Savaşların, işgallerin yoğunlaştığı, farklı milliyetlerden ve mezheplerden halkların birbirine karşı kışkırtılmaya çalışıldığı bugünlerde biz eğitim ve bilim emekçilerine düşen görev, bugünümüzü ve geleceğimizi yakından ilgilendiren bu gelişmelere seyirci kalmak değil, emek, barış ve demokrasi mücadelesini güçlendirmek, baskılara ve zorba yönetim anlayışına karşı çıkmak olmalıdır.
Demokrasi, yalnızca siyasi ve ekonomik hak ve çıkarlarımızın gelişmesi değildir. Emek mücadelesinin güçlenmesi, sorunlarımızın kalıcı olarak çözülmesi, kadınlar üzerindeki her türlü baskının engellemesi, çalışma yaşamında, eğitimde, sağlıkta, tüm ekonomik ve sosyal sorunlara yönelik halkçı çözümlerin yaratılması için mücadele, savaş ve şiddet politikalarına karşı yürütülen mücadeleden ayrı değildir.
Eğitim ve bilim emekçileri olarak savaşa karşı demokrasi ve barış için birleşmek dışında bir seçeneğimiz yoktur. Çünkü demokrasiyi kazanmak, Kürt sorununun barışçıl temelde ve eşit haklar temelinde çözüme kavuşması, tüm inançların özgürce yaşanabilmesi, emekçilerin hak arayışlarının önündeki tüm engellerin kaldırılması, “gündüzleri işsiz gezilmeyen, geceleri aç yatılmayan” bir Türkiye yaratılması hedefine bir adım daha yaklaşılması demektir.
Türkiye’nin içine itildiği şiddet sarmalından bir an önce çıkabilmesi için savaş çığırtkanlarına karşı barış mücadelesini güçlendirmenin önemi ortadadır. Çünkü barışı kazanmak, eşitliği ve demokrasiyi kazanmanın ön koşuludur.
Türkiye halklarının yıllardır özlem duyduğu, silahların tamamen susup siyaset konuşulduğu, gerçek anlamıyla halklar arasındaki barış ve kardeşlik duygularının güçlendiği bir ortamın yaratılması gerekmektedir. Bugün silahların susması ve şiddetin sona ermesi, savaştan beklentileri olan barış düşmanları dışında toplumun tüm kesimlerinin ortak beklentisidir.
Silahların ve savaşın konuştuğu yerde ne barış, ne demokrasi, ne ekmek, ne de özgürlükten söz edilebilir. Bu nedenle eğitim ve bilim emekçileri olarak, herkesi savaşa ve ölümlere karşı sesimizi yükseltmeye, demokrasi ve barış için birleşmeye ve birlikte mücadele etmeye çağırıyor, Türkiye ve dünya halklarının 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü kutluyoruz.