Mart 2020

Dünyanın neredeyse tüm ülkelerine etkisi altına alan oldukça ciddi bir salgın tehdidi bugün artık dünden çok daha yakın ve gerçekçi. Ne olacağını, neler yaşayacağımız ve bu salgın tehdidinin ortadan nasıl kalkacağını bilememenin verdiği korku ve kaygı her geçen gün artmakta; bilinmezliğin yarattığı karanlık, adeta bir karabasan gibi gündelik yaşamlarımızı esir almakta; dünya uzun sürecek bir korku girdabının içerisine sürüklenmektedir.

Kapitalizmin bitmek tükenmek bilmez kar hırsının, daha fazla kazanmak için sömürünün yaşamımızın her alanını kuşatmasının, doğanın tahrip edilmesinin acı sonuçlarına birlikte tanıklık ediyoruz.

Bilimin insan, doğa ve toplum yararına değil de muktedir olanın emrinde bir avuç kapitalistin bitmek tükenmek bilmeyen kar isteğini karşılamak için kullanılmasının sonuçlarını artık tüm dünya rahatlıkla görebilmektedir.

Değerli eğitim ve bilim emekçileri, sevgili öğrencilerimiz, ülkemizin güzel insanları;

Eğitim ve bilim emekçilerinin bu topraklarda 112 yıldır aralıksız devam eden mücadelesini bugün sürdüren Eğitim Sen olarak sizlere sesleniyoruz. Biliniz ki yaşadığımız gerçeklik ne olursa olsun, çaresiz değiliz, yalnız değiliz, umutsuz hiç değiliz. Henüz hiç bir şey için geç değil. Bu kaygı ve korku dönemini birlikte aşacak, aydınlığa birlikte ulaşacağız. Yine birlikte halay çekip, türkülerimizi birlikte söyleyecek, güneşin sofrasına hep birlikte oturacağız.

Bu karanlık günlerden aydınlığa bilim, dayanışma ve sorumluluk ile ulaşacağız. Bilimin söylediği ve önerdiği ne varsa eksiksiz yaşama geçirecek ve kısa sürede yaşamımızın normalleşmesi için üzerimize düşen sorumluluklarımızı yerine getireceğiz. Yöneticileri sürekli olarak uyarmak bizlerin kamusal sorumluluğudur. Alınan tedbirleri de yönetimin tüm uygulamalarını da yakından takip edecek; yanlışlık ve eksikliklerin giderilmesi için adım atacağız. Eğitim Sen olarak, bu sorumluluğumuzu hem merkezi hem de tüm illerde titizlikle yerine getireceğimizin tüm kamuoyu tarafından bilinmesini isteriz.

Dayanışma bu zor günleri aşabilmenin en önemli aracı olacaktır. Kimsenin yalnız, çaresiz ve umutsuz kalmasına izin vermemek bizleri bugünden yarına taşıyacaktır. Eğitim Sen Genel Merkezi, şubeleri, temsilcilikleri, üyeleri kimin ihtiyacı varsa onun omuz başında; nerede gereksinim oluşursa tereddütsüz orada olacaktır. Omuz omuza, el ele yürüdük, yürümeyi sürdüreceğiz.

Eğitim Sen için öncelik insanlarımızın sağlığıdır. İnsan sağlığını tehlikeye atacak hiçbir adımı doğru ve kabul edilebilir bulmayız. O nedenle de, salgın tehdidinin oluşmasının hemen ardından MEB’e okulları tatil etme ve öğrencilerin, çalışanların sağlığını tehlikeye atmama çağrısında bulunduk. Eğitim Sen tarihsel sorumluluğunu yerine getirmek için bir adım daha attı ve tüm çalışanlarına 30 Mart 2020 tarihine kadar ücretli mazeret izni verdi. Çalışanlarımıza verilen ücretli izin yıllık izinlerine dahil edilmeyecek. Bu adım ne sendikanın kapatılması anlamına geliyor ne de sendikal faaliyetlerin tatil edilmesi. Çalışanlarımızın sağlığı da hakları da Eğitim Sen olarak sürekli gözeteceğimiz en önemli unsurlar oldu, olmayı da sürdürecek. Tüm emekçilerin bu zor günlerde aynı hakları kullanması gerektiğine olan inancımız tamdır.

Eğitim Sen Genel Merkezi, şubelerimiz ve temsilciliklerimiz bulundukları bölgelerde bu dönemde yaşananları yakından izleyecektir. İhtiyaç olması halinde ve gerekli durumlarda Eğitim Sen sorumluluk almaktan kaçınmayarak, üzerine düşeni yerine getirecektir. MEB ve YÖK gibi faaliyet alanımızda bulunan kamu kurumlarının, bu zor süreci sendikalar ve diğer örgütlü kesimlerle koordine ederek sürdürmesi çağrımız bugüne kadar yanıtsız kalsa da ısrarla bu çağrıyı yineleyeceğiz. Bu zor dönemi dayanışma ve yan yana durarak aşacağımıza olan inancımızla, kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Türkiye’de öğretmen yetiştirme alanında önemli ve kalıcı bir yeri olan öğretmen okullarının kuruluşunun 172. yılı kutlanıyor. 1838 yılında, II. Mahmut döneminde çocukların “rüşt” (erginlik) yaşına kadar okuyabilmeleri için Ortaokul düzeyinde Rüştiyeler açılmış, çocuklar ergenlik yaşına kadar bu okullarda öğrenim görmüşlerdir. 16 Mart 1848 tarihinde Rüştiyelere öğretmen yetiştirmek üzere üç yıl süreli Darül Muallimin-i Rüşdi adını taşıyan okullar kurulmuştur. Bu tarih, öğretmen okullarının ilk kuruluş tarihi olarak kabul edilmekte ve bugüne kadar her yıl 16 Mart tarihi öğretmen okullarının kuruluş yıldönümü olarak kutlanmaktadır.

1973 yılında yürürlüğe giren 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu öğretmenlerin yükseköğrenim görmeleri zorunluluğunu getirilmiştir. İlkokullara sınıf öğretmeni yetiştirilmesi için 1974-1975 öğretim yılından itibaren İlköğretmen Okullarının bir kısmında iki yıllık Eğitim Enstitüleri açılmıştır. 1982 yılında yürürlüğe giren 41 Sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile iki yıllık Eğitim Enstitüleri Eğitim Yüksek Okuluna dönüştürülerek Eğitim Fakültelerine bağlanmıştır.

Eğitim Yüksek Okullarının süresi 1989-1990 öğretim yılından itibaren dört yıla çıkarılmış ve Eğitim Yüksek Okullarının bazıları Eğitim Fakülteleriyle birleştirilerek bu kurumlar “Sınıf Öğretmenliği Bölümüne” dönüştürülmüştür. Günümüzde öğretmen yetiştirme konusundaki yetersizlikler, her geçen gün artan sorunlar, geçmişte öğretmen yetiştirme konusunda uygulanmış başarılı modelleri anımsamaya, zaman zaman o modellere özlem duyulmasına neden olduğundan, öğretmen okullarının kuruluş yıl dönümü her yıl hatırlanmakta ve düzenli olarak kutlanmaktadır.

Medreselere alternatif olarak kurulan Rüştiye mekteplerine Batılı anlamda öğretmen yetiştirmek için açılan Darülmuallimin’in, aradan 169 yıl geçmiş olmasına karşın, öğretmen okullarının Türkiye eğitim sistemi içindeki yerinin doldurulabilmesi mümkün olmamıştır. AKP hükümeti döneminde artan eğitimde ticarileştirme ve eğitimi dinselleştirme adımları, kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim anlayışı ile temelden çelişen politika ve uygulamalar, siyasi iktidarın “sıbyan mektepleri” ve “medrese eğitimi”ne dönmenin hesaplarını yaptığını göstermektedir.

Öğretmenlik mesleği ülkemizde uzun yıllar cazip ve saygı duyulan bir meslek olarak kabul edilmesinde 172 yıl önce kurulan öğretmen okullarının ve bu okullardaki eğitim felsefesinin payı büyüktür. Eğitime, çocuklarımıza çok daha fazla önem vermek gerektiğinin sürekli vurgulandığı son 18 yıl içinde, öğretmenlik mesleği ve eğitim emekçilerinin emeği tarihte hiç olmadığı kadar değersizleştirilmiş, eğitimciler sık sık baskıya ve şiddete maruz bırakılmıştır.

Eğitim sisteminin, Öğretmen Okulları deneyiminin yarattığı değerler sayesinde yaşanan sorunlara rağmen bugünlere kadar gelebilmesi bile başlı başına bir başarı olarak görülmelidir. Türkiye’de eğitim sistemi her geçen gün artan bir şekilde dini vakıflar ve cemaatlerin faaliyet alanı haline getirilirken, siyasi iktidarın yoğun siyasal-ideolojik kuşatması sürmektedir.

15 Temmuz sonrasında ilan edilen OHAL kapsamında çıkarılan KHK’ler ile eğitim emekçilerinin iş güvencesi fiilen yok edilmiş, on binlerce öğretmen kendilerini savunma hakkı bile tanınmadan ihraç edilmiş, tamamen idari tasarruflarla okullarından ve öğrencilerinden koparılmıştır. 15 Temmuz sonrasında tüm öğretmen atamaları sözleşmeli yapılarak öğretmen güvencesiz çalışmak durumunda kalmıştır. Öğretmen alımlarının mülakatla yapılmaya başlanması ve güvenlik soruşturmaları nedeniyle yarım milyonu aşan ataması yapılmayan öğretmen sorunu sürmektedir. Öğretmen alımında, istihdamında ve idareci görevlendirmesinde liyakatin ortadan kaldırılması,  kayırmacılığın ve siyasi kadrolaşmanın önünü açmıştır. Dünyanın hiçbir ülkesinde öğretmenin ve öğretmenlik mesleğinin değerinin Türkiye’deki kadar düşmesine neden olan, öğretmenlerin emeğini yok sayan bir iktidar ve eğitim yönetimi görmek mümkün değildir.

Türkiye’de eğitimin ve öğretmen yetiştirme sisteminin yaratılmasında ve sürdürülmesinde önemli yerleri olan Öğretmen Okulları ve Köy Enstitüleri gibi deneyimlerin yarattığı değerleri savunmak, yaşadığımız tüm olumsuzluklara, haksızlıklara, hukuksuzluklara, ihraçlara, baskı, sürgün ve tehditlere rağmen “Nitelikli eğitim için, nitelikli öğretmen” anlayışını hayata geçirmek, Eğitim Sen’in ve yüz binlerce eğitim ve bilim emekçisinin öncelikli görevleri arasındadır.

Eğitim Sen olarak, öğretmen okulları geleneğinin yarattığı değerleri savunmaktan asla vazgeçmeyeceğiz. Başta eğitim sistemi olmak üzere tüm toplumsal yaşamı kuşatan ve kendi ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirmek isteyenlere karşı yürüttüğümüz mücadeleyi sürdürme kararlılığımızı sürdürmeye devam edeceğimizin bilinmesini istiyoruz.

 8 Mart Kadınların Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü kapsamında ilimizde düzenlenecek olan mitinge tüm kadın üyelerimizi destek olmaya davet ediyoruz.

Eş Genel Başkanımız Aysun Gezen, sendikamız EĞİTİM SEN Genel Başkanı Feray Aytekin Aydoğan ve MYK üyesi Özgür Bozdoğan, sendikamız BTS Genel Başkanı Hasan Bektaş, sendikamız TÜM BEL-SEN MYK üyesi Satı Burunucu, Sendikamız SES MYK üyesi Fikret Çalağan, Sendikamız BES MYK üyesi Özlem Yılmaz Yeşer ve İstanbul Şubeler Platformu üyelerinden oluşan KESK heyeti bugün (06.03.2020) mültecilerin yaşadığı insanlık dramını yerinde incelemek ve dayanışmak amacıyla Edirne’ye gittiler.

Heyetimiz tüm çaba, ısrar ve girişimlere rağmen mültecilerin sınırı geçmek üzere yoğun olarak bulundukları Pazarkule sınır kapısına ve boşaltılan Doyran Köyü gibi yerlere bırakılmamıştır.
Heyetimiz, engellemeler yüzünden sınırlı bir bölgeyi inceleyebilmesine rağmen sorunun gerçek boyutunun basına yansıyandan çok daha büyük olduğuna dikkat çekmiştir.

KESK heyetinin incelemelerine ilişkin hazırlayacağı rapor en kısa sürede kamuoyunun bilgisine sunulacaktır. Eş Genel Başkanımız ziyaret bitiminde aşağıdaki basın açıklamasını yapmıştır.

Sınırsız, Sömürüsüz, Sürgünsüz Bir Dünya İstiyoruz!

Öncelikle belirtmek gerekir ki burada yaşananlar basına yansıyanlardan çok daha vahim, çok daha üzücü ve dehşet verici düzeyde. Konu üzerine yazan çizen basın emekçilerinin niçin baskıya maruz kaldığı, niçin gözaltına alındıkları da daha iyi anlaşılmaktadır.

Ortadoğu ve Suriye’de çatışmaları, savaşı kışkırtan, derinleştiren politikası iflas eden siyasal iktidar bugüne kadar izlediği yanlış politikaların bedelini mültecilere yıkmayı hedeflemektedir.  Mültecileri siyasi koz olarak kullanan iktidar, krizi mülteciler üzerinden Avrupa’ya yaymak için sınır kapılarını açmış bulunmaktadır. Suriye ile sınırını kapalı tutmaya devam ederken kendi topraklarındaki mültecileri ise Avrupa’nın kapılarına, belirsizliğe, muhtemel bir ölüme doğru iteklemekte bir mahzur görmemektedir.

Edirne sınır kapısına otobüslerle ve iktidarın bilgisi dâhilinde, yönlendirmesi ve kimi görüntülerden de anlaşılacağı üzere zorlamasıyla taşınan yüz binlerce mültecinin, insani ihtiyaçlarını dahi karşılamaktan uzak olduğuna bizler de şahit olduk. Bununla birlikte iktidarın sınırı tek taraflı açması ve bunu bir şantaj unsuru olarak kullanmasına karşın mülteciler bu ağır koşullarda sınırı aşmalarına engel olan Yunanistan kolluk kuvvetlerinin müdahalesi ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Çocuk, yaşlı, kadın demeden yüz binlerce mülteci göz göre göre iktidarın politikasından cesaret alan insan kaçakçılarının kucağına itilerek ölüme terk edilmiştir. Dünyanın gözü önünde, canlı yayınlar aracılığıyla kadınlar, çocuklar, bebekler karşıdan atılan gaz bombalarına, gerçek mermilere, hücum botlarının saldırılarına maruz kalmış, karada ve denizde ölümle burun buruna gelmekte, kimi zaman da ölmektedirler.

Sizlerin de her gün gördüğü üzere on binlerce mülteci iki devletin sınırı arasındaki bölgede yağmurun, çamurun, soğuk hava koşulları altında, herhangi bir gıdaya erişimi olmadan bekliyor. İnsanlar burada bebekleriyle, çocuklarıyla yaşam mücadelesi verirken Avrupa Birliği ve Türkiye insan yaşamı üzerinden kirli pazarlıklar yapmaktadırlar. Her iki taraf özel kuvvetlerini sınıra yığarak adeta on binlerce insana ara bölgeyi toplu mezar yapmaktadırlar. Nitekim daha şimdiden en az iki insan açılan ateşle yaşamını yitirmiş, onlarcası yaralanmıştır.

İnsan yaşamının araçsallaştırılması ve pazarlık konusu yapılması insanlık suçudur, ahlaksızlıktır, onursuzluktur.

Hangi ülkede olursa olsun siyasi partilerin mülteciler üzerinden yabancı düşmanlığı ve ırkçılığı yaymaları, nefret söylemleri geliştirmeleri ve buradan oy devşirmeye çalışmaları da hakeza asgari düzeyde dahi insanlık değerlerinden nasibini almamaktır.

Buradaki insanlar ülkelerin savaş kışkırtıcılığı ve savaş politikaları ya da ekonomik nedenlerden dolayı evlerini, barklarını, topraklarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Yaşananların sorumlusu mülteciler ya da göçmenler değil savaşta ısrar edenler, savaş kışkırtıcılığı yapanlar, silahlı çetelerin hamiliğine soyunanlar ve neo liberal politikaları uygulayanlardır. Daha çok kar, daha çok sermaye, daha fazla sömürü diyenlerdir.

Dolayısıyla göçmenlerin, sığınmacıların ve mültecilerin hayatlarının bir tehdit ya da pazarlık unsuru haline getirilmesine, devletlerin seçim kampanyalarında ya da Türkiye ile AB arasındaki ilişkide bir koz olarak kullanılmalarına derhal son verilmelidir. Ortaya çıkan bu sonuçlardan Avrupa Birliği ülkeleri ve politikaları azade değildir. Adına “ulusal çıkar”, “devlet çıkarı” dedikleri şey insani değerleri ve insanının yaşamını dışlayan kirli politikalardır.

Başta ülkemiz olmak üzere dünyanın neresinde olursa olsun Konfederasyonumuz ırkçılığa, yabancı düşmanlığına ve bunların normalleştirilmesine karşıdır, karşı çıkmaya devam edecektir.  Yerlerinden edilmiş on binlerce kişinin hayatı güvenlik politikaları ve şiddet döngüsüne hapsedilemez. “Önce yurttaş sonra insan” yaklaşımını ret ediyoruz. Her insanın temel hak ve özgürlükleri bizlerin öncelikli talebi ve mücadele gerekçesidir.

Buradan bir kez daha sesleniyoruz;  Sınırlar öldürüyor, sınırları açın! Savaşı değil barış politikalarını büyütün. Göçmenlere ve mültecilere savaş aşmaktan, onları bir politik koz olarak kullanmaktan vaz geçin.

Irkçılık, milliyetçilik ve nefret söylemi öldürüyor, ayrıştırıyor, her türlü ayrımcı söylemi terk edin.

AB ve Türkiye’deki siyasi iktidarlar “mülteci krizi” adı altında topu birbirine atmaktan vazgeçmeli, temel insan hak ve özgürlükleri çerçevesinde üzerlerine düşen yükümlülüklerin gereğini yapmalıdırlar.

İnsanlar bunca zorluğa, ölümle burun buruna kalmaya daha iyi bir yaşam, çocukları için daha iyi bir gelecek sağlama umuduyla katlanmaktadırlar. İnsanların umuduyla oynamayın. İnsan onuruna yakışır ve barış içinde bir yaşam herkesin en temel hakkıdır.

Bu vesileyle; sınırsız, sömürüsüz, sürgünsüz bir dünya için tüm emekçileri, ezilenleri dayanışmaya, mücadeleye ve mültecilere sahip çıkmaya çağırıyoruz. KESK olarak, bu konuda gerek insani dayanışma boyutuyla ve gerekse de yaşananlara son verilmesi için üzerimize ne düşerse yapacağımıza dair kararlılığımızı belirtiyoruz.

YÜRÜTME KURULU