Mart 2020

YARIN ÇOK GEÇ OLMADAN, 

HALKIN SAĞLIĞINI, 

DAR GELİLİLERİN EKMEĞİNİ,

ÇALIŞANLARIN İŞİNİ KORUYUCU GERÇEK ÖNLEMLER ALINMALIDIR!

Tehlike gittikçe büyüyor. Dünyanın pek çok ülkesine hızla yayılması engellenemeyen,  bugüne kadar dünyada 800 binden fazla insanın yakalandığı, yaklaşık 40 bin insanın yaşamına mal olan  Covid-19 salgını ülkemizi de ciddi boyutlarda tehdit eder noktaya gelmiş bulunuyor.

Her dakika büyüyen, hiçbir şekilde küçümsenemeyecek ciddi bir tehlike ile karşı karşıyayız. 

Dün Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan verilere göre; 10 Mart tarihinde 1 olan Covid-19 testi pozitif çıkan vatandaşların sayısı dün itibari ile 13 bin 531’e, 17 Mart’ta 1 olan ölüm sayısı ise dün hayatını kaybeden 46 kişi ile birlikte toplam 214’e ulaşmış bulunuyor. Ayrıca dün açıklanan verilere göre yoğun bakamında yatan hasta sayısı 847’ye solunum cihazına bağlı hasta sayısı ise 622’ye ulaşmış bulunmaktadır.

Son bir, iki gündür 10 binlerin üzerine çıksa da hala çok yetersiz olan test sayısı sonuçları da tehlikenin her geçen dakika büyüdüğünü göstermektedir. Nitekim bugüne kadar 21 gün içinde yapılan toplam 92 bin 403 testten 13 bin 531’i pozitif çıkmıştır. Yani teste tabi tutulan her yedi kişiden birinin virüse yakalandığı tespit edilmiştir.

KESK olarak en başından beri Covid-19 salgınına karşı etkin bir mücadele için hükümete, kamu idaresine çağrılarda bulunuyoruz.  Gittikçe büyüyen tehdidin önüne geçmenin tek yolunun paliyatif değil, kalıcı-gerçek önlemlerin alınmasından geçtiğini vurguluyoruz.

Sürecin şeffaf ve katılımcı bir şekilde yürütülmesinin, bunun için TBMM ile birlikte başta konunun uzmanı bilim insanlarının,  sağlık meslek örgütlerinin, işçi ve kamu emekçisi sendikalarının-konfederasyonlarının ve yerel yönetimler olmak üzere milyonlarca çalışanı-emekçiyi, halkı temsil eden tüm kesimlerin ortak bir çalışma yürütmesinin şart olduğunun altını çiziyoruz.

  • Ancak ne yazık ki ülkeyi yönetenler çağrılarımıza,  halkı ve emekçileri gerçekten koruyacak önlemelere ilişkin taleplerimize bugüne kadar kulaklarını tıkamıştır.  
  • Sağlık çalışanları ve özel kesim çalışanları başta olmak üzere tüm toplumu tehdit eden salgının iktidar tarafından tek yanlı olarak hazırlanan genelgelerle, yasal düzenlemelerle, paketlerle çözülmesi hedeflenmiştir.  
  • Başta salgın koşullarına rağmen yaşamını sürdürmek için çalışmak zorunda bırakılanlar,  dar gelirliler, koruyucu malzeme eksikliği yaşadığı halde 24 saatlik nöbetlerle ağır çalışma koşularına itilip alkışla yetinmesi beklenen sağlık çalışanları olmak üzere milyonlarca işçinin, emekçinin en temel hakkı olan yaşam hakkını koruyucu etkin, gerçek tedbirlerden mahrum bırakılmıştır. 

Bunlar yetmezmiş gibi halk can derdine iken

  • Milyarlarca dolara mal olacak Kanal İstanbul projesinin 8 milyar TL bedelli ilk ihalesinin yapılması,
  •  Halkın krize karşı önlem paketi beklediği bir dönemde iktidara yakın şirketleri ve mütahitlerini kurtarmak üzere Afrika Yatırım Bankasına 800 milyon doları aktarılmasını, Cumhurbaşkanına bu tutarı 5 kat arttırma yetkisi verilen içeren düzenlemenin apar topar yasalaştırılması,
  • Kadına şiddet suçlularını, tecavüzcüleri, tacizcileri, uyuşturucu kaçakçılarını “af” kapsamına almayı buna karşın siyasi tutukluları, gazetecileri, aydınları, demokratları cezaevlerinde tutmayı hedefleyen bir infaz düzenlemesinin TBMM’ye getirilmesi için düğmeye basılması,
  • Bir hukuk süreci dahi işletilmeden seçilmiş belediye başkanlarının yerine apar topar kayyumların atanması  gibi gelişmeler iktidarın ülkede yaşanan salgını bile politikalarına itiraz eden tüm kesimlere karşı kullandığı bir fırsata çevirdiğini göstermektedir.

Tüm bunlara rağmen önceki gün Cumhurbaşkanı tarafından açıklanan,  merkezine ‘Milli Dayanışma Kampanyası’ adı verilen bağış kampanyasının konulduğu ‘yeni’  tedbirler iktidar cephesinin tüm uyarılara, çağrılara rağmen her dakika büyüyen salgın tehdidine ilişkin ciddiyetten yoksun tutumunu sürdürdüğünü ortaya koymaktadır.  

Kaldı ki Cumhurbaşkanı tarafından başlatılan “Milli Dayanışma Kampanyasına” katkıda bulunanların bu bağış tutarlarını yarın ödeyecekleri vergiden düşmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Nitekim mevcut 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu (89.madde, 10. Bent)  Cumhurbaşkanınca başlatılan yardım kampanyalarına makbuz karşılığı yapılan ayni ve nakdî bağışların tamamının gelir vergisi beyannamesinde bildirilecek gelirlerden düşülmesine imkan tanımaktadır.

Buna karşın kampanya vergi indirimi avantajı sağlanan iş insanları ile sınırlanmamış, ekonomik kriz ve salgın koşullarında emekçilerin, işçilerin elinde kalan son üç beş kuruşa da göz dikilmiştir.

Konfederasyonumuza ulaşan bilgiler BOTAŞ, Orman Genel Müdürlüğü, MEB, Adalet Bakanlığı, Yargıtay gibi pek çok kurumun genel müdürü, başkanı kurumlarına bağlı birimlere, müdürlüklere gönderdikleri yazılarla, mesajlarla  ‘Milli Dayanışma Kampanyası’na kurumsal olarak katılma kararı aldıklarını bildirmiştir. Gönderilen yazı ve mesajlarda kurum personelinin kampanyaya yapacağı bağış tutarı konusunda belli limitler getirildiği, söz konusu limitlerin kamu personelinin maaşlarından kesilerek kampanya hesaplarına aktarılacağı, dekontların kurum merkezine gönderileceği ifade edilmektedir.

Kısacası katılımı gönüllü olması gereken kampanya yüz binlerce kamu personeli için,  limitleri bile yöneticiler tarafından belirlenerek, zorunlu hale getirilmek istenmektedir.

Öte yandan İçişleri Bakanlığı tarafından dün apar topar yayımlanan genelge ile İstanbul, Ankara ve İzmir Büyükşehir belediyelerinin koronavirüs nedeniyle ekonomik güçlük çeken yurttaşlara destek için başlattığı yardım kampanyalarının engellenmeye çalışılması ise siyasal iktidarın  böylesine zor bir dönemde bile yardıma ihtiyaç duyan insanları yok sayma pahasına ayrımcılığı, partizanlığı sürdürdüğünü ortaya koymuştur.

Tekrar, tekrar altını çiziyoruz.  Siyasetin, kısır çekişmelerin dolgu malzemesi haline getirilmeyecek, ciddi bir tablo ile karşı karşıyayız. 

Salgın tehdidinin her geçen dakika büyümesine rağmen fabrikalarda, atölyelerde ve tarlalarda çalışmak zorunda bırakılan milyonlarca işçinin, emekçinin dar gelirlinin görmezden gelindiği koşuklarda: 

  • Sürekli cilalanan  “evde kal” kampanyası
  • Vatandaşa yapılan “kendi OHAL’ini ilan et” çağrıları,  
  • İktidara yakın çevrelerin ve sermayenin, patronların irili ufaklı tüm yapılarının katılımı ile gerçekleştirilen sözde zirveler,  bu zirveler sonucunda sadece patronları koruyan “ekonomik istikrar kalkanı” paketleri, 
  • Pek çok kamu kurumunda dahi hayata dahi geçirilmeyen, takibi yapılmayan genelgeler,  yasal düzenlemeler, 
  • Fabrikalarda, atölyelerde ve tarlalarda çalışmak zorunda bırakılan milyonları görmezden gelen,  “Artık özel sektör de devlet kurumları gibi esnek çalışmaya geçecek”  açıklamaları, 
  • İktidarın politikalarını öven “icraatın içinden” programlarına dönüştürülen basın toplantıları, ulusa sesleniş konuşmaları,
  • Cumhurbaşkanının, bakanların, milletvekillerinin, bürokratların üç beş aylık maaşlarını bağışlayacakları, sermaye kesimlerine vergi indirimleri, vergi ertelemeleri ile süslenen, halktan zekâtını aktarmasının istendiği bağış kampanyaları

ÇÖZÜM DEĞİLDİR.

Konfederasyonumuza sendikalarımızın genel merkezlerinden,  sendikalarımızın şubelerinden ulaştırılan bilgiler de bu durumu teyit etmektedir.  

Önümüzdeki günlerde İl Salgın İzleme Kurullarımızın ve Merkezi Salgın İzleme Kurulumuzun raporları, açıklamaları ile daha detaylı paylaşacağımız bilgiler her gün iktidara yakın televizyonların ekranlarında ballandırılarak anlatılan tedbirlerin başta Hastaneler, PTT, SGK, İŞKUR, Vergi Dairleri gibi vatandaşlarla daha fazla temas halinde bulunulan yerler olmak üzere hemen hemen tün kamu alanında hayata geçirilmesinde ciddi aksaklıklar yaşandığını, dolayısıyla genelgelerle, yasal düzenlemelerle alındığı açıklanan tedbirlerin önemli bir kısmının kağıt üzerinde kaldığını ortaya koymaktadır.

ETKİLİ-AKILCI-GERÇEK ÇÖZÜME GİDEN YOLUN KAPISININ AÇILMASI İÇİN:

  • Öncelikle ülkemizde yapılan test sayısının hala çok yetersiz olduğunu görmezden gelerek diğer ülkelerle, hele de salgının ilk girdiği ülkelerle,   vaka sayısı, ölüm sayısı üzerinden kıyaslama yapılarak “bizim durumuz iyi” tespitlerinden,  “her yıl trafik kazalarında ölen sayısı daha fazla, bir bardak suda fırtına koparılıyor“  benzeri sürecin ciddiyetinden yoksun açıklamalara,
  • Alınan tedbirlerin yetersiz olduğuna dikkat çekenleri hedef haline getiren tehditkâr dile derhal son verilmelidir.
  • Test sayısı hızla artırılmalı, yaygın test uygulamasına geçilmelidir: Ülkemizde son günlerde kısmen artmasına rağmen Covid-19 testi sayısı hala çok yetersizdir. Salgının yayılmasını önlemek için hiç vakit kaybetmeksizin solunum yolları enfeksiyonu belirtisi olan herkesi, tanı testi pozitif olan kişilerin temas ettiklerini, Covid-19 tanısı konmuş hastayla teması ve hastalık şüphesi olan sağlık çalışanlarını kapsayan yaygın test uygulamasına geçilmelidir.
  • Salgın süresince vatandaşların sağlığa erişimi ücretsiz olmalıdır

İşçilerin Temel Talepleri Karşılanmalıdır 

Dün üç işçi konfederasyonu (DİSK, TÜRK-İŞ,  HAK-İŞ) tarafından yapılan ortak açıklama ile salgın sürecinde çalışmak zorunda bırakılan işçilerin temel talepleri kamuoyu ile paylaşılmıştır. Bu talepler iktidarların çizdiği sınırlar içinde kalan bir “memur” örgütü değil, işçi sınıfının bir parçası olan kamu emekçilerinin mücadele örgütü olarak, KESK olarak bizim de altına imzamızı attığımız taleplerdir.

Sadece işçileri değil, tüm toplumu salgına karşı korumayı hedefleyen; işten çıkarmaların yasaklanması, zorunlu ve acil mal ve hizmet üretimi dışındaki bütün işlerin en az 15 gün süreyle durdurulması,  işçilerin bugüne kadar yaşanan işten çıkarmalar ve işlerin durdurulması sonucu yaşayacağı gelir kaybının giderilmesi temel talepleri hiç vakit kaybetmeksizin karşılanmalıdır

Tüm Kamu Kurumlarını Kapsayan Bir Acil Eylem Planı (Aep) Hayata Geçirilmelidir 

Söz konusu AEP kapsamında:

  • Kamuda sürekli ve asli görevler dışında kurumların iş ve işlemleri ve bunları yerine getiren personel sayıları asgari seviyeye çekilmelidir.
  • Sürekli ve asli görevleri yerine getirilmesi haftanın iki çalışma veya saat 10.00-14.00 arası çalışma gibi kısmi çalışma ile sınırlanmalıdır.
  • Risk grubundaki tüm kamu personeli (kronik hastalık, hamile, engelli, organ nakli ve kanser hastaları, 60 yaş üstü, süt izinde olanlar vb) amirlerinin inisiyatifine bırakılmadan idari izinli sayılmalıdır.
  • Sürekli ve asli görevleri yerine getiren asgari seviyedeki tüm personelin dönüşümlü çalışma ve uzaktan çalışma imkanlarından, idari izin hakkından ayrımsız bir şekilde yararlanması sağlanmalıdır.
  • Personele yönelik bilgilendirme ve eğitim konusunda yaşanan aksaklıklar derhal giderilmeli, tüm çalışanların işyerlerinde alınan karar süreçlerine katılımı sağlanmalıdır.
  • Başta ücretli öğretmenler ve kreş çalışanları olmak üzere bu süreçte gelir ve hak kaybı yaşayan, ücretsiz izine çıkarılan, sözleşmesi fesih edilen veya yenilenmeyen tüm kamu çalışanlarının hak kayıpları derhal giderilmelidir.
  • Yurtdışı öyküsü olanlara uygulanan 14 gün kuralı asgari 21 güne çıkarılarak uyulması titizlikle takip edilmelidir.

Sağlık Çalışanlarına Alkış Yetmez. 

Sağlık Çalışanlarının Omuzlarına Yıkılan Yükü Hafifletmek İçin: 

  • Hizmet alanındaki tüm sağlık çalışanlarının koruyucu ekipmanlara ulaşımı sağlanmalı, kontrolleri ve tanı testleri düzenli periyotlarla yapılmalı, bulundukları ortam güvenli hale getirilmelidir.
  • Sağlık çalışanlarının 24 saat nöbet uygulaması, fazla mesai gibi dayatmalarla daha da fazla yıpratılmasından derhal vazgeçilmelidir.
  • Çalışma saatleri sık verilen molalarla kısa tutulmalı,  acil durum ve afet yönetmeliği ve iş sağlığı ve güvenliği mevzuatına uygun koruma önlemleri artırılmalı,  ayrımsız tüm sağlık çalışanlarına ek tazminat verilmelidir.
  • Kamudaki sağlık personeli açığı güvencesiz-sözleşmeli alımlarla değil, güvenceli-kadrolu alımlarla kapatılmalıdır.
  • Salgın boyunca kamu kurumlarının misafirhane, sosyal tesis başta olmak üzere tüm imkanları bu sürecin yükü omuzlarına yüklenen sağlık çalışanlarına seferber edilmelidir.
  • Karantinaya alındığı süre maaşından kesilen, 14 gün idari izinli karşılığında yarım maaş ödenen aile hekimlerinin yaşadığı mağduriyet giderilmeli,  karantina ve izin sürelerinde maaşlarından kesinti yapılmamalıdır.
  • Sağlık çalışanlarına kısıt gün rapor verilmesi uygulamasından vazgeçilmeli, semptom ve belirtilerin görülmesi durumunda çalışanlar 14 gün süre ile idari izinli sayılmalıdır.

Alt Gelir Gruplarını Koruyucu Önlemlere Hızla Hayata Geçirilmelidir. 

Bunun için salgın süresince: 

  • Virüsten koruyucu ürün ve malzemeler (maske, kolonya, sıvı sabun vb.) dar gelirlilere ücretsiz olarak dağıtılmalıdır.
  • Alt gelir gruplarının temel gıda ve hijyen maddelerine erişimi için kamu kaynaklarına başvurulmalıdır.
  • Temel gıda ve ihtiyaç maddelerinde KDV oranları sıfırlanmalı sıkı fiyat denetimi yapılarak karaborsa ve fırsatçılığa izin verilmemelidir.
  • Konutlarda harcanan elektrik, su, doğal gaz ve iletişim ücretsiz hale getirilmelidir
  • Tüketici, konut ve taşıt kredileri ile kredi kartı borçları ertelenmelidir.

Bunlara Ek Olarak:  

  •  Cezaevlerinde öncelikle tutukluların hızla tahliyesi sağlanmalı; yaşam hakkı ve ifade özgürlüğü esas alınarak siyasi tutuklular, gazeteciler, yaşlılar, hasta mahkûmlar, çocuklar tahliye edilmeli, infazlar ertelenmelidir.
  • Mülteci geri gönderme merkezlerinde gerekli tedbirler maksimum düzeyde alınmalı, bu merkezlerde olmayan mülteciler için de alt gelir gruplarıyla benzer şekilde hijyen ve temel gıda malzemesi temini kamu kaynaklarıyla sağlanmalıdır.
  • Salgın sürecinde, özel sağlık kuruluşları kamu kontrolüne geçirilmeli, pandemi hastanesine çevrilen özel hastanelerin vatandaşa vermek zorunda olduğu hizmetleri faturalandırması engellenmelidir.

Yukarıda sıraladığımız tedbirler salgına karşı mücadelede Etkili-Akılcı-Gerçek Çözümü kapısını aralayacak tedbirlerdir. Bütün bu tedbirler için kaynak vardır.  Yeter ki tüm vatandaşların sağlığını, işini, gelirini korumakla yükümlü sosyal devlet olmanın gerekleri yerine getirilsin.

Her geçen gün aramızdan daha fazla can koparan bir salgın karşısında sosyal devlet olmanın gereklerini yerine getirmenin yolu ise kar, zarar, maliyet hesapları yapmaktan, tüm kamu kaynaklarının patronlar ve sermayeye değil halkın sağlığını işini, gelirini korumaya seferber edilmesinden geçmektedir.

Milyonlarca insanı gittikçe büyüyen salgın tehdidine karşı korumaya yetecek gerekli kaynak için;  sermayeden patronlardan alınacak “servet vergisinin” hayata geçirilmesinden,  hasta garantili şehir hastaneleri ve araç garantili köprü ve yol ödemeleri için müteahhitlere-şirketlere hazineden yani halkın cebinden yapılan ödemlerin durdurulmasına, üzerinde toplumsal uzlaşma sağlanmamış, doğanın tahribatına yol açacak Kanal İstanbul gibi çılgın projelere ayrılacak kaynakların sağlık alanına aktarılmasına, bugün salgınla mücadele eden pek çok ülkenin yaptığı gibi Merkez Bankası avanslarına başvurmaya kadar onlarca yol vardır. 

Yeter ki halkın sağlığını, çalışanların işini ve hanelerin gelirini korumak için köklü ve kapsamlı bir sosyal devlet programını açıklamaya ve uygulamaya karar verilsin

Yaşadığımız krizden en az hasarla çıkmanın tek yolunun toplumsal dayanışmayı yükseltmekten, başta sağlık emekçileri olmak üzere tüm çalışanları ve halkı koruyucu önlemlerin hiç vakit kaybetmeksizin hayata geçirilmesinden geçtiğinin altını tekrar çiziyoruz.

KESK olarak korona virüs tehdidine karşı kaderine terk edilen milyonların sesi olmaya devam edeceğimizin bilinmesini istiyoruz.  

Yürütme Kurulu

Salgın, doğal afet veya yaşanan toplumsal kriz anlarında “Sosyal Devletten” beklenen yurttaşın sağlığı ile ilgili gerekli önlemleri alması; toplumsal yaşamın sorunsuz devam etmesini sağlayacak bir yaklaşımla gündelik hayatın yeniden düzenlenmesini sağlaması ve yaşamını devam ettirmekte güçlük çeken sosyal grupları, mağdur olan toplumsal kesimleri desteklemesi, onlarla ilgili gerekli tedbirleri almasıdır.

Yaşadıklarımız bununla da kalmadı. Mağdur kesimlere destek, sorunların çözümü için kaynak beklerken, siyasi iktidar bizlere “iban” numarasını göndererek, bağış yapmamızı istedi.

Başlatılan “Biz Bize Yeteriz Türkiye’m Kampanyası”  kapsamında Okul idarecileri tarafından “Öğretmen ve okul personeline yaptığınız bağış dekontlarını saklayın istendiğimizde göstereceksiniz” mesajı yolladıkları duyumunu aldık.

Ezilenler, emekçiler zor günlerde dayanışmanın ne anlama geldiğini çok iyi bilirler. Dayanışma eşitlerin gönüllü birlikteliğidir, paylaşımdır, gereksinimi olana destektir. Eğitim Sen Adana şube olarak; Bağış kampanyasının zorunlu olmadığını fakat yardım kampanyasına destek verenlerin bilgilerin istenmesi yalnızca fiili durum yaratma çabalarıdır.

Hiç bir üyemiz ve eğitim emekçileri buna katılmaya zorlanamaz. Bunun yasal bir dayanağı yoktur.

Sonuç olarak, yardım kampanyaları yurttaşların gönüllü olarak katılabilecekleri; istemedikleri zaman da kimsenin veya hiçbir makamın onları bağış yapmaya zorlayamayacağı etkinliklerdir. MEB içerisinde, zorlamanın veya elinde bulundurduğu yetkiyi dolaylı zorlama yöntemi olarak kullanmanın çeşitli örneklerine sürekli olarak tanıklık etmekteyiz. Dün akşam başlayan yardım kampanyasının hemen ardından, okul iletişim gruplarına okul müdürlerinin attığı kampanyaya katılıma zorlayıcı mesajlar bu konuda yaşanacakları göstermektedir.

Eğitim Sen olarak, her kademedeki eğitim yöneticilerinin,  çalışanları bağış kampanyasına katılmaya zorlamaması gerektiğini kamuoyunun bilgisine sunar. Kaldı ki açıklanan iki ekonomik pakette biz emekçilere bir vaat yok. Tüm yardımlar iş adamlarına, yani bizim vergilerimizden zenginlere para aktarma operasyonu yapılıyor.

Eğitim Sen Adana Şube Yürütme Kurulu olarak, bir kez daha siyasi iktidarı ve MEB’i yapılan uyarıları ve önerileri dikkate almaya çağırıyoruz..

Eğitim Sen Adana Şube Yürütme Kurulu Adına İrfan DOĞAN

Şube Başkanı

Salgın, doğal afet veya yaşanan toplumsal kriz anlarında “Sosyal Devletten” beklenen yurttaşın sağlığı ile ilgili gerekli önlemleri alması; toplumsal yaşamın sorunsuz devam etmesini sağlayacak bir yaklaşımla gündelik hayatın yeniden düzenlenmesini sağlaması ve yaşamını devam ettirmekte güçlük çeken sosyal grupları, mağdur olan toplumsal kesimleri desteklemesi, onlarla ilgili gerekli tedbirleri almasıdır. Ancak, günlerdir toplumun geniş kesimlerinin yaptığı, yaşamın asgari düzeyde devamını sağlayan işler dışındaki tüm işlerin durdurulması ve emekçilere ücretli izin verilmesi talebi siyasi iktidar tarafından kabul görmemektedir. Siyasi iktidarın tercihinin, salgına rağmen, insanların yaşamları pahasına üretimin devam etmesi olduğunu tarihe not düştük. Emekçilerin, yaşamlarının tehdit altında olduğunu düşündüğünde “çalışmaktan kaçınması” evrensel bir haktır. Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu, DİSK tarafından ortaya konulan çalışmaktan kaçınma hakkının kullanımı kararını doğru, yerinde ve gerekli bir karar olarak yorumlamakta ve desteklemekte, tüm konfederasyonlarında benzer hassasiyetle davranması gerektiğini düşünmektedir.

Yaşadıklarımız bununla da kalmadı. Mağdur kesimlere destek, sorunların çözümü için kaynak beklerken, siyasi iktidar bizlere “iban” numarasını göndererek, bağış yapmamızı istedi. Ezilenler, emekçiler zor günlerde dayanışmanın ne anlama geldiğini çok iyi bilirler. Dayanışma eşitlerin gönüllü birlikteliğidir, paylaşımdır, gereksinimi olana destektir. Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu, siyasi iktidarı bir an önce yapılan uyarıları dikkate almaya ve gerekli önlemleri almaya davet etmektedir. Bugünün gündemi:

  1. Dün 30 Mart 2020 başlatılan bağış kampanyası ile ilgili eleştirilerimizi giriş bölümünde ifade etmiştik. Sonuç olarak, yardım kampanyaları yurttaşların gönüllü olarak katılabilecekleri; istemedikleri zaman da kimsenin veya hiçbir makamın onları bağış yapmaya zorlayamayacağı etkinliklerdir. MEB içerisinde, zorlamanın veya elinde bulundurduğu yetkiyi dolaylı zorlama yöntemi olarak kullanmanın çeşitli örneklerine sürekli olarak tanıklık etmekteyiz. Dün akşam başlayan yardım kampanyasının hemen ardından, okul iletişim gruplarına okul müdürlerinin attığı kampanyaya katılıma zorlayıcı mesajlar bu konuda yaşanacakları göstermektedir. Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu, her kademedeki eğitim yöneticilerinin,  çalışanları bağış kampanyasına katılmaya zorlamaması gerektiğini kamuoyunun bilgisine sunar.
  2. Ücretli öğretmenler ve usta öğreticilerin yaşadığı sıkıntıları ve çözüm önerilerimizi kamuoyu ile sürekli olarak paylaşmaktayız. Son olarak, Milli Eğitim Bakanı’nın, bu konuda çalışmaların sürdüğü ve kısa sürede açıklama yapılacağını belirtmiş olması, sorunun çözüleceğine dair bir umut oluşturdu. Ancak, sürecin uzamadan sorunun çözülmesi gerektiğini ve yaşanan gelişmelerin kamuoyu ile paylaşılmasının, dönemin özelliği gereği zaruri olduğunu düşünmekteyiz. Bu konuda MYK’mız, MEB’i hızla davranmaya ve gelişmeleri paylaşmaya davet etmektedir.
  3. Milli Eğitim Bakanı, katıldığı bir televizyon programında ek öğretmen ataması ile ilgili takvimin yakında açıklanacağını ifade etti. MYK’mız, MEB’e öncelikle Ocak-2020 döneminde ataması yapılan arkadaşlarımızın göreve başlatılması çağrısını yinelemektedir.
  4. İçerisinden geçilen zor günlerde, özellikle çocukların bu dönemden etkilenmemesi için pek çok etkinlik planlanmakta ve uygulanmaktadır. Bu etkinliklerden bir tanesi de çocukların, evde kalanın sadece kendisi olmadığını, yalnız olmadığını düşünmesi için geliştirilen “Gökkuşağı” çizme ve evin penceresine asması etkinliğidir. Bu kadar masum ve iyi niyetli bir etkinliği dahi algılamakta güçlük çeken zihniyet hızlıca devreye girmiş ve okul müdürlerinin okul iletişim gruplarına mesajlar atarak, öğretmenlerden bu etkinliğe engel olunmasının istenmesini sağlamıştır. Yapılanın öncelikle bir nefret suçu ve ayrımcılık olduğunu, toplumun bir kesimini hedef göstermek anlamına geldiğini ve bunu kabullenmemizin mümkün olmadığını belirtmemiz gerekir. Ayrıca, öğretmenlerin bu şekilde baskı ve kontrol altına alınmaya çalışılmasını da doğru bulmadığımızı ve konunun takipçisi olacağımızın bilinmesini kamuoyu ile paylaşırız.
  5. Türkiye’den sadece Eğitim Sen’in üyesi olduğu Eğitim Enternasyonali, salgına karşı gözetilmesi gereken temel ilkeleri yayınladı. Hükümetlere ve karar vericilere, süreci eğitim sendikaları ve örgütleri ile beraber sürdürme çağrısı yapıldı. Toplam 12 ilke ve önerinin bulunduğu metnin Türkçesi Eğitim Sen tarafından kısa bir süre içerisinde kamuoyu ile paylaşılacak.
  6. UNESCO tarafından koordine edilen, MEB’in de dahil olduğu Eğitim Bakanlıklarının, Eğitim Enternasyonali’nin ve pek çok uluslararası eğitim örgütünün üyesi olduğu “Uluslararası Öğretmen Görev Gücü”, salgından etkilenen öğretmenlerin desteklenmesi (#SupportTeachers) için bir kampanya başlattı. Yapılan açıklamada kampanya ile ilgili salgından 1.5 Milyardan fazla öğrenci ve 63 Milyon öğretmenin etkilendiği belirtilerek, Devletlere, resmi ve özel eğitim sağlayıcılara, tüm bileşenlere çağrıda bulunuldu:
  7. İstihdamı ve ücretleri koruyun.
  8. Öğretmenlerin ve öğrenenlerin sağlık, güvenlik ve refahını önceleyin.
  9. Öğretmenleri Covid 19 ile ilgili alınacak eğitim önlemleri kararlarına dahil edin.
  10. Yeterli profesyonel destek ve eğitim sağlayın.
  11. Eğitim alanında alınacak önlemlerin merkezinde “eşitlik” olsun.
  12. Yardım önlemleri ile ilgili kararlara öğretmenleri dahil edin.

Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu olarak, bir kez daha siyasi iktidarı ve MEB’i yapılan uyarıları ve önerileri dikkate almaya çağırıyoruz..

Kamuoyuna saygıyla sunulur.

EĞİTİM SEN MERKEZ YÜRÜTME KURULU

Salgına dönük dün akşam açıklanan sayılar,  salgının boyutunun geldiği aşamayı daha açık görmemizi sağladı. Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu olarak, yaşamını yitiren yurttaşlarımızın yakınlarına başsağlığı ve sabır, tedavi gören yurttaşlarımıza da acil şifalar dileriz. Yaşamını yitiren ve tanı konulan yurttaşlarımızın sayısındaki ciddi artış, alınan tedbirlerin yeterli olup olmadığı ile ilgili tartışmaları da artırmaktadır. Sürekli olarak evde kalınmasına dönük yapılan çağrılar, çalışmak durumunda olan milyonlarca emekçiye dönük tedbir alınmadığı için, söylem düzeyinde kalmayı sürdürmektedir. Konfederasyonumuz KESK,  sendikamız Eğitim Sen’de dahil olmak üzere bağlı sendikalar ve toplumun geniş kesimleri tedbirlerin yetersizliği ile ilgili seslerini duyurmaya, karar vericileri uyarmaya çalışmaktadır. Sağlık çalışanlarının sağlığı, yeterli test yapılması, bilginin şeffaf paylaşımı, çalışanlara ücretli izin verilmesi, borçların ertelenmesi, işten çıkarmaların yasaklanması ve kamu kaynaklarının mağdur olan sosyal kesimler için kullanılması gibi temel talepler siyasi iktidar tarafından dikkate alınmamakta, gereği yapılmamaktadır. Merkez Yürütme Kurulumuz, salgın döneminden sağlıklı çıkabilmek ve bu dönemde kimsenin mağdur olmaması için siyasi iktidarı acil olarak gerçekçi ve geçerli önlemler almaya çağırmaktadır.

Cumartesi yayınlayacağımız “Eğitim Günlüklerinde” bir haftanın kısa bir hatırlatmasının yapılmasını planlamaktayız. Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu,  Eğitim ve bilim emekçilerinin ve kamuoyunun bilinmesi istenen “resmi eğitim haftasını” değil, eğitimde bir önceki haftada gerçekte ne olduğunu öğrenme hakkı olduğunu düşünmektedir.

EĞİTİMDE GEÇTİĞİMİZ HAFTA

  1. 23 Mart 2020 tarihinde uzaktan eğitim başladı. EBA TV aracılığıyla yayınlanan ders çekimleri içerik, kapsam, teknik alt yapı, ders hızı gibi pek çok açıdan tartışmalı olduğu için MEB’e uzaktan eğitimle ilgili yeniden bir değerlendirme çağrısında bulunduk. İlk gün kullanılan kimi içeriklerin, MEB’in, eğitimi yeni bir rejim inşasında kullanma ısrarını bu dönemde dahi sürdürdüğünü gösterdi.
  2. EBA kullanımı için gerekli donanıma pek çok yoksul öğrenci sahip değildir. MEB’e bu öğrencilerin gereksinimini karşılaması çağrısında bulunduk. Ayrıca, MEB’in EBA kullanımını öğretmenlere dönük baskı ve kontrol aracı olarak kullanmaması gerektiğine dikkat çektik.
  3. İl, ilçe Milli Eğitim Müdürleri ve okul yöneticilerinin, öğretmenlere sosyal medyada yapılan bir kampanyayı destekleme baskısının yapılmaması gerektiği ve bunu yapanlarla ilgili yasal haklarımızı kullanacağımızı açıkladık.
  4. Öğretmenlerin istekleri dışında “Vefa Gruplarında” görevlendirilmemesi gerektiğini ifade ettik. Mesleki formasyona ve uzmanlık alanına uygun yapılmayan görevlendirmelerin toplumsal fayda üretmeyeceğine dikkat çektik.
  5. Öğretmen kadrolarında görev yapan öğretmenlerin 25 Nisan 2020 tarihinde yapılması planlanan adaylık kaldırma sınavı 05 Temmuz 2020 tarihine ertelendi.
  6. Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü “Uzaktan Eğitim Döneminde İşletmelerde Mesleki Eğitim” konulu yazısı ile, işletmelerin talebi, velinin onayı ile öğrencilerin ve çırakların salgın döneminde çalışmasının önünü açtı. MYK’mız, tüm öğrencilerin sağlığının önceliğimiz olduğunu ve MEB’in görevinin çocuk işçiliğini önlemek olması gerektiğini ancak mevcut uygulamaların çocuk işçiliğini teşvik ettiğini açıkladı.
  7. Özel öğretim kurumları dernekleri Ankara’da bir araya geldi ve Milli Eğitim Bakanı ile görüşerek taleplerini iletti. MYK’mız kamu kaynaklarının özel okullara aktarılmaması konusunda MEB’e çağrıda bulundu. Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezlerinde çalışan eğitim emekçilerinin aylardır seslerini duyurmaya çalışmasına rağmen, MEB’in bu konuda sessiz kalmasını anlamamızın mümkün olmadığını ve acil adım atılması gerektiğini ifade ettik.
  8. Okulların kapalı kalma süresi 30 Nisan 2020 tarihine kadar uzatıldı. Ücretli öğretmenler, usta öğreticiler ve okullarda taşeron şirketler aracılığı ile çalışan emekçilerin yaşadığı mağduriyeti giderecek hiçbir önlem alınmamış olmasını kabul etmemiz mümkün değil. Bu konuda acil çözüm üretilmesi gerektiğine dikkat çektik.
  9. Üniversitelerde 2020-Bahar dönemi yüz yüze dersler iptal edildi. Sadece uzaktan eğitim yapılması kararı alındı. MYK’mız, üniversitelerin altyapı ve olanak farklılıklarının uzaktan eğitimde eşitsizlik yaratacağı uyarısında bulundu.
  10. Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) 25-26 Temmuz 2020 tarihine ertelendi.
  11. Pamukkale Üniversitesinde yaşanan olayla ilgili YÖK’e inceleme başlatma çağrısında bulunduk.
  12. 26 Mart 2020 tarihinde, MEB tarafından yayınlanan “İdari İzin” başlıklı yazıyla öğretmenlere ödenecek ücretler konusu açıklığa kavuşmuş olmasına rağmen, pek çok il ve ilçede tartışma devam etmektedir. MYK’mız, ilgili mevzuat gereği hafta içine denk gelen DYK, İYEP, Evde Eğitim ve Destek Odası Eğitim ücretlerinin ödenmesi gerektiğini düşünmektedir.
  13. Özel öğretim kurumlarında çalışan eğitim emekçilerinin durumu, kurum kurucusu veya kurucu temsilcisinin kararına bırakılmış durumda. MYK’mız bu konuda MEB’i önlem almaya davet etti.
  14. Ocak 2020, sözleşmeli öğretmenlik döneminde ataması yapılan 20.000 öğretmenin acilen göreve başlatılması konusunda MEB’e çağrı yaptık.

Kamuoyuna Saygıyla Duyururuz.

EĞİTİM SEN MERKEZ YÜRÜTME KURULU

Dünya çok uzun süredir egemenlerin ellerinde ağır bir yıkıma maruz kalıyor. Savaşlar, katliamlar, doğanın talanı, kölelik düzeyine gelen emek sömürüsü, salgınlar artık bu gidişata dur denilmesi gerektiğini, eşitlikçi ve özgürlükçü yeni bir düzenin inşa edilmesinin bir zorunluluk olduğunu bizlere söylüyor.

Bireysel ve fiziksel mesafelerimizin arttığı, fakat daha fazla sosyal dayanışma içerisinde olmamız gereken bir dönemde özgürlüğün, barışın ve kardeşliğin ateşini büyütmemizin ne kadar hayati olduğunu her gün daha fazla deneyimliyoruz.

Farklı dillerde farklı biçimler alan ve zalimlere karşı mazlumların direnişini simgeleyen Newroz/Nevruz ateşi bugün meydanlarda yakılamasa da dünyanın dört yanında mazlumların, emekçilerin, kadınların, gençlerin gösterdiği dayanışmayla sıcaklığını daha fazla hissettiriyor.

Tarihin değirmenleri artık egemenlerin suyuyla dönmeyeceğinin işaretini veriyor. Muktedirlerin diline yer etmiş silahlar, bombalar, emek sömürüsü halkların taleplerinin kıyısından dahi geçmiyor. Egemenlerin iddiaları, yaşadığımız salgın tehdidi karşısında bir bir çöküyor. Akılları kendi iktidarlarını ve kapitalizmin bekasını korumak dışında bir şeye çalışmayanlar karşısında tarihin seyrini değiştirebilecek bir kapı aralanıyor.

Egemenlerin halklar arasına serptiği nefret tohumlarını kurutmanın, halkları ötekileştiren duvarları yıkmanın, yapay sınırları kaldırmanın, eşitsizliklere son vermenin olanakları göz kırpıyor. İşte böylesi bir dönemde barışın, eşitliğin, özgürlüğün sesini çoğaltmak, dayanışma ve umudun verdiği cesareti büyütmekten geçiyor. Zalimlerin ve diktatörlerin zulmüne “hayır” diyerek özgürlüğün ateşini büyütmek, daha fazla kenetlenmekten, daha fazla dayanışma içerisinde olmaktan besleniyor.

Bu inançla, böylesi tarihi bir günde bir kez daha savaşa, emek sömürüsüne, ayrımcılığa, kısaca her türlü zulme “HAYIR” diyoruz. Eğitim ve bilim emekçileri olarak, Türkiye ve Ortadoğu halklarının özgürlük, barış ve kardeşlik bayramını kutluyoruz.

Nevruz kutlu olsun!

Newroz pîroz be!

Շնորհավոր Նովրուզ

Newroz pîroz bo!

عيد النوروز مبارك عليكم

Dünya çok uzun süredir egemenlerin ellerinde ağır bir yıkıma maruz kalıyor. Savaşlar, katliamlar, doğanın talanı, kölelik düzeyine gelen emek sömürüsü, salgınlar artık bu gidişata dur denilmesi gerektiğini, eşitlikçi ve özgürlükçü yeni bir düzenin inşa edilmesinin bir zorunluluk olduğunu bizlere söylüyor.

Bireysel ve fiziksel mesafelerimizin arttığı, fakat daha fazla sosyal dayanışma içerisinde olmamız gereken bir dönemde özgürlüğün, barışın ve kardeşliğin ateşini büyütmemizin ne kadar hayati olduğunu her gün daha fazla deneyimliyoruz.

Farklı dillerde farklı biçimler alan ve zalimlere karşı mazlumların direnişini simgeleyen Newroz/Nevruz ateşi bugün meydanlarda yakılamasa da dünyanın dört yanında mazlumların, emekçilerin, kadınların, gençlerin gösterdiği dayanışmayla sıcaklığını daha fazla hissettiriyor.

Tarihin değirmenleri artık egemenlerin suyuyla dönmeyeceğinin işaretini veriyor. Muktedirlerin diline yer etmiş silahlar, bombalar, emek sömürüsü halkların taleplerinin kıyısından dahi geçmiyor. Egemenlerin iddiaları, yaşadığımız salgın tehdidi karşısında bir bir çöküyor. Akılları kendi iktidarlarını ve kapitalizmin bekasını korumak dışında bir şeye çalışmayanlar karşısında tarihin seyrini değiştirebilecek bir kapı aralanıyor.

Egemenlerin halklar arasına serptiği nefret tohumlarını kurutmanın, halkları ötekileştiren duvarları yıkmanın, yapay sınırları kaldırmanın, eşitsizliklere son vermenin olanakları göz kırpıyor. İşte böylesi bir dönemde barışın, eşitliğin, özgürlüğün sesini çoğaltmak, dayanışma ve umudun verdiği cesareti büyütmekten geçiyor. Zalimlerin ve diktatörlerin zulmüne “hayır” diyerek özgürlüğün ateşini büyütmek, daha fazla kenetlenmekten, daha fazla dayanışma içerisinde olmaktan besleniyor.

Bu inançla, böylesi tarihi bir günde bir kez daha savaşa, emek sömürüsüne, ayrımcılığa, kısaca her türlü zulme “HAYIR” diyoruz. Eğitim ve bilim emekçileri olarak, Türkiye ve Ortadoğu halklarının özgürlük, barış ve kardeşlik bayramını kutluyoruz.

Nevruz kutlu olsun!

Newroz pîroz be!

Շնորհավոր Նովրուզ

Newroz pîroz bo!

عيد النوروز مبارك عليكم

Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu içerisinden geçmekte olduğumuz dönemde başta kamu yöneticileri olmak üzere tüm toplumsal kesimlerin azami özen ve dikkatle davranması gerektiğinin altını çizerek,  kamuoyu ile paylaşılması gerektiğini düşündüğümüz konuları bilginize sunarız.

  1. 23 Mart Pazartesi günü MEB tarafından başlatılacak olan uzaktan eğitim uygulaması, örgün eğitimin yerini alması mümkün olmayan, tamamlayıcı eğitim olarak kabul edilmelidir. Ancak, uzaktan eğitim ve EBA kullanımının bizleri kaygılandıran ve MEB tarafından dikkate alınması gerektiğini düşündüğümüz yanları bulunmaktadır. Bunlardan ilki, özellikle EBA uygulamasının öğrenciler arasında eşitsizlik yaratma olasılığıdır. EBA’nın tamamen teknoloji temelli, çevrimiçi bir sosyal eğitim paylaşım platformu olması ve pek çok ailenin ekonomik sorunlar yaşıyor olması, kaygılarımızın haklılığını ortaya koymaktadır.

Kamusal eğitim tüm öğrencilerin bu hizmetten eşit, ücretsiz yararlanması ve yine bu hizmetin tüm öğrenciler için ulaşılabilir olması önkoşulları üzerine inşa edilmiştir. Bu haliyle kimi öğrenciler için bu dönemde olumlu bir olanak olacak olan uzaktan eğitim uygulamaları, pek çok öğrenci açısından da eşitsizlik yaratacaktır. Bu nedenle MEB, olanağı olmayan öğrencilerin EBA’yı kullanacak donanıma sahip olmaları için adım atmalıdır. MEB hem kendi olanakları ile hem de depolarında, stoklarında öğrencilerin kullanabileceği donanımı olan firmalara çağrı yaparak, bu donanımın öğrencilere ücretsiz ulaştırılmasını sağlamalıdır.

EBA’nın 18 milyon öğrenci, 1 milyon öğretmenin kullanımını kaldırabilecek teknik altyapıya sahip olup olmadığı konusu önümüzdeki günlerde en yoğun tartışılacak başlıklardan biri olacaktır. MEB’in henüz zaman varken EBA altyapısında ihtiyaç olan güçlendirmeyi yapması gerekmektedir

Öğretmenlerin EBA kullanımının sürekli okul yönetimleri tarafından denetlenmesi ve bu konuda öğretmenlere baskı yapması, öğretmen arkadaşlarımızı olumsuz etkilemektedir. Öğretmenlerimiz her koşulda öğrencilerimiz ve gereksinimi olan tüm kesimlerin yanında olmuş ve olmayı da sürdürecektir. Bu nedenle, öğretmenlerimizi denetlemek yerine desteklemek yönetimin bu dönemdeki en önemli görevi olmalıdır.

  1. Yaşanmakta olan salgın tehdidi gündelik yaşamı olumsuz etkilemekte ve buna bağlı olarak da çeşitli sorunlar yaşanmaya devam etmektedir. Ücretli öğretmen arkadaşlarımızın yaşadığı mağduriyeti Eğitim Günlüğü-1 açıklamamızda paylaşmıştık. Mağduriyet yaşayan MEB çalışanlarına şimdi de Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğüne bağlı kurumlarda açılmış olan kurslarda ek ders ücreti karşılığında görevlendirilen usta öğreticiler dahil olmuş durumda. 19 Mart 2020 tarihinde illere gönderilen yazı ile bu durumda olan çalışanlara ek ders ödenmemesi hususu bildirilmiştir. Yaşanan süreçten kimsenin mağdur olmaması için toplumsal dayanışma ve önlem alınması çağrısı yaptığımız bir dönemde, çalışanların bu şekilde mağdur edilmesini kabul etmemiz mümkün değildir. Çağrımız açıktır: MEB ücretli öğretmenler, usta öğreticiler başta olmak üzere eğitim alanında çalışanların okulların kapatılmasından önce aldıkları ücreti alacakları bir düzenlemeyi acilen yapmalıdır.
  2. YÖK, salgın tehdidine karşı üniversiteleri üç hafta tatil etmiş ancak idari ve akademik personelin çalışmaya devam etmesi kararını almış ve bundan dolayı da yoğun olarak eleştirilmişti. YÖK’ün kararından kaynaklı, şimdi de üniversiteler çalışanlarının aldıkları hastalık raporlarının gerçek olup olmadığını belirlemek için hakem hastaneye sevk etme kararı almayı başladı. İlk örnek Ankara Üniversitesinden geldi ve Rektörlük 19 Mart tarihinde yayınladığı yazı ile 5 gün ve daha fazla olan iş göremezlik raporlarının uygun olup olmadığının belirlenmesi ve çalışanın da muayene için hakem hastaneye sevk edileceğini tüm birimlere duyurdu.

Rektörlüğün bu tutumu, çalışanların zan altında kalması ve hasta olsalar dahi rapor almamaya yönlenmelerine neden olacaktır. Dayanışma ve salgın tehdidine karşı birlikte mücadelenin öne çıkarılması gereken bir dönemde, Ankara Üniversitesi Yönetiminin yapmaya çalıştığı uygulamayı anlamak ve kabul etmek mümkün değildir. Çağrımız bu ve benzeri olumsuz örneklerin artmaması için YÖK’ün sendikalarla bir araya gelerek süreci birlikte sürdürmesidir.

  1. ÖSYM tarafından 19 Mart 2020 tarihinde yapılan açıklama ile bazı sınavların ertelendiği duyuruldu. Salgın tehdidinin geldiği aşama ve boyut dikkate alındığında, ÖSYM tarafından alınan kararın olumlu ve yerinde olduğunu belirtmek gerekir. MEB tarafından önümüzdeki aylarda yapılacak olan iki sınavla ilgili henüz bir açıklama yapılmadı. MEB’in yayınladığı takvime göre 25 Nisan 2020 tarihinde “Bursluluk” sınavının ; 7 Haziran 2020 tarihinde de “Merkezi Sınavla Öğrenci Alan Ortaöğretim Kurumları Sınavının” yapılması gerekiyor. Milli Eğitim Bakanı 19 Mart 2020 tarihine katıldığı programda sürecin izleneceği ve duruma göre karar verileceğini belirtti. Bu konuda MEB’e çağrımız kararların geniş bir uzlaşı ile ve tek bir öğrencinin dahi mağdur olmayacağı şekilde alınmasıdır. Eğitim Sen öğrencilerimiz için hayati önemi olan bu konuda MEB’e yapmış olduğu çağrıyı yinelemektedir. Sürecin en az eksikle sürdürülebilmesi için ortak akıl gereklidir ve bu nedenle MEB sendikalarla hızla bir araya gelmelidir. Tüm seçenekler birlikte değerlendirilerek, süreç birlikte sürdürülmelidir.
  2. Avrupa’ya geçmek için sınır bölgelerinde bekleyen çok sayıda göçmen ile ilgili belirsizlik devam etmektedir. Bu sorunun çözümüne dek geçecek olan sürede sınır bölgelerinde bekleyen göçmenlerin barınma, beslenme, temizlik ve sağlık gibi temel gereksinimlerinin karşılaması gerekmektedir. Ayrıca, göçmen ve mülteci ailelerin büyük bir bölümünün okul çağında çocukları bulunmaktadır. Bu sorunun çözümü için acil adım atılması gerektiği de açıktır.

EĞİTİM SEN MERKEZ YÜRÜTME KURULU

YÖK 13 Mart 2020 tarihinde üniversitelere gönderdiği yazıda, içinde bulunduğumuz süreçte ara verilen yükseköğretimi uzaktan öğretim yöntemleri ile sürdürebilmek adına bazı bilgiler istemiş, 18 Mart 2020 tarihine kadar üniversitelerden gelen yanıtlar doğrultusunda bir uzaktan öğretim planlaması oluşturmuştur. Bu planlamaya göre üniversitelerde ara verilen öğretim faaliyetleri 23 Mart 2020 tarihinden itibaren uzaktan öğretim ile devam edecektir.

Üzülerek görmekteyiz ki bu süreç “oldu bitti”ye getirilmektedir. 2 yıl önce başlatılan “Yükseköğretimde Dijital Dönüşüm Projesi” kapsamında yapılanlar ya da 120 üniversitede uzaktan eğitim ve uygulama merkezinin (UZEM) var olması, Türkiye yükseköğretim sistemindeki sayıları 4 milyonu bulan örgün öğretim öğrencisine uzaktan eğitim verilebileceği anlamına gelmemektedir. Aynı şekilde 6 bin öğretim elemanına “dijital çağda yükseköğretimde öğrenme ve öğretme” eğitiminin verilmiş olması da sayıları 170 bini bulan akademisyenin uzaktan öğretim sistemine hazır olduğu anlamına gelmemektedir. Bünyesinde UZEM olan üniversitelerin çoğunda uzaktan eğitim alt yapısı henüz oluşmamıştır, hatta bu üniversitelerin çoğunda UZEM sadece bir tabeladan ibarettir. Sadece bunlar düşünüldüğünde bile 23 Mart 2020 tarihinde başlatılması planlanan uzaktan öğretim sisteminin işlemeyecek olmasını görmek kaçınılmazdır.

Her şeyden önce vurgulanmalıdır ki, “örgün eğitim”, “uzaktan eğitim” ve “açık öğretim” sistemleri birbirinden farklı öğretim yöntemleridir. Birbirlerinden farklı özelliklere ve dinamiklere sahip bu farklı yöntemleri birbirleri yerine ikame etmek doğru değildir.

İçinden geçtiğimiz dönemin kendine has olağanüstülüğü dolayısıyla bu ayrımı göz ardı etsek bile, uygulanmak istenen uzaktan eğitim sistemi işlemeyecek, çoğu yerde ve çoğu bölüm programı için bir fiyasko ile sonuçlanacaktır. Sadece aşağıdaki soruların yanıtlarının olmaması bile bunu görmeye yeterlidir:

– Uygulaması olan dersler için uygulama nasıl yapılacaktır?

– Derslerin değerlendirilmesi nasıl yapılacaktır?

– Üniversitelerimizin alt yapısının yanında uzaktan öğretim alacak olan yaklaşık 4 milyon öğrenci gerekli alt yapıya sahip midir ve uzaktan öğretim araçları ile tanışık mıdır?

– Kendisi devasa bir uzmanlık ve araştırma alanı olan uzaktan öğretim, internet ortamına yüklenen ders notu ya da videolarının öğrenciler tarafından okunması ya da izlenmesi sürecine indirebilir mi?

Ülkemizde uzaktan öğretim ve açık öğretim gibi sistemlerde uzmanlaşmış üniversiteler mevcuttur ve yıllar boyunca sahip oldukları deneyim ve birikimle kimi programlarda uzaktan öğretim ya da açık öğretim hizmeti sunabilmektedir. Ancak kimi programlar için, değil Türkiye’de, dünyada henüz uzaktan öğretim örneği yoktur. İktisadi idari bilimler fakültesinin bir programının uzaktan öğretimle yürütüldüğü şekliyle fen fakültesi fizik bölümü programı nasıl yürütülebilecektir? Aynı şekilde güzel sanatlar fakültesi heykel programı ya da konservatuardaki herhangi bir program nasıl yürütülebilir?

Eğitim ve bilim emekçileri olarak, işte bu ve benzeri sorular YÖK’ün 23 Mart 2020 tarihinde başlayacağını duyurduğu uzaktan öğretim yönteminin uygulanmasını olanaksız kılmaktadır. Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Olağanüstü koşullarda hayatın olağan akışını sürdürmek olağanüstü araçlara sahip olmayı gerektirir ve yazık ki ülke olarak henüz bu araçlara sahip değiliz. Bu nedenle, bu süreçte yükseköğretimin nasıl sürdürülebileceği problemi “Ben yaptım oldu.” mantığı ile değil başta eğitim fakültelerindeki konunun uzmanlarının ve tüm ilgili bileşenlerin görüşü alınarak çözülebilir. YÖK’e bu yanlıştan dönmesini ve süreci sağlıklı bir şekilde işletebilmek için işin öznelerinden görüş alarak yeniden olabilir bir çözüm üretmesi gerektiğini hatırlatıyoruz.

yok-cagri