Ağustos 2017

30 AĞUSTOS
Emperyalizme karşı verilen mücadelenin sonucunda; bağımsız, laik, demokratik ve eşit yurttaşlık üzerine kurulacak cumhuriyetin habercisi olan zaferdi. Sadece bizim için değil, ezilmiş, sömürülmüş tüm dünya halklarının umuduydu 30 Ağustos. 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN.

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve açık hava

Sendikal Faaliyet Nedeniyle Üyelerimizin Sürgün Edilmesi Suçtur!
Milli Eğitim Bakanlığı, okulların açılmasına sayılı günler kala eğitim ve hukukla zayıflayan ilişkisini iyice koparmış ve hükümetin eğitim alanındaki ceza infaz kurumu gibi hareket etmeye başlamıştır.

Görüntünün olası içeriği: yazı

Uzun süredir hukuksuz uygulamalarla sendikal faaliyetimizi suç gibi göstermeye çalışan, sendikal hak ve özgürlükleri ayaklar altına alan, yargı kararlarından dahi ders çıkarmayarak hukuksuz uygulamalarda ısrar edenMEB, bir kez daha üyelerimizi yıldırmak ve sindirmek istemektedir.

Edindiğimiz bilgilere göre Şanlıurfa’da 367, Diyarbakır’da 264, Gaziantep’te ise 51 üyemiz, bayram öncesi ve okulların açılmasına sayılı günler kala il dışına sürgün edilmiştir.

Üstelik benzer sürgün kararlarının hukuksuzluğu defalarca AİHM, yüksek yargı ve mahkemeler tarafından tespit edilmiş ve kimi zaman da üyelerimize tazminat ödenmesine hükmeden kararlar verilmiştir.

Buna rağmen Bakanlık, eğitim sisteminin içine gireceği krizi, öğrencilerin nitelikli eğitim hakkını ve öğretmenlerin emeğini değil, kindar biçimde siyasi hesaplar gözeten bir tavır içine girmiştir.

Belirtmek isteriz ki devlet kurumları kararlarını alırken ve uygularken hukuk ilkelerine bağlı kalmak zorundadır. Ancak Türkiye’de yaşananlar, idarenin kararları ile hukukun nasıl katledildiğini göstermektedir. Artık en temel sendikal hak ve özgürlüklerin kullanılması bile “suç” kapsamına alınmakta ve bunun üzerinden siyasi talimatlarla cezalar verilmesi sağlanmaktadır.

Şüphesiz ki bunun ardında yatan en temel etken, hükümetin yıllardır izlediği eşitsiz, ayrımcı, otoriter, baskıcı ve yasakçı eğitim politikasına karşı kamusal, parasız, laik, bilimsel, nitelikli, demokratik ve anadilinde eğitim mücadelemizin verdiği rahatsızlıktır. Savaşa karşı barışın, her türlü ayrımcılığa ve yok saymaya karşı eşitliğin, özgürlüğün ve demokrasinin sesi olan sendikamızın mücadelesinden rahatsızlık duyanlar, iktidarın politikalarına itiraz eden herkesin hedef haline getirildiği bir dönemde sendikamız Eğitim Sen’i de hedef alarak örgütlü mücadelemizi engellemek istemektedir.

Ancak unutulmamalıdır ki bizleri baskı altına almaya çalışan, haklı mücadelemizden döndürmeyi amaçlayan her türlü hukuk dışı kararın alınmasında ve uygulanmasında rol alanlar, işledikleri suçlar nedeniyle bir gün mutlaka hukuk önünde hesap vereceklerdir. Ve bilinmelidir ki hiçbir üyemiz, bu baskı ve hukuksuzluk karşısında yalnız kalmamış ve kalmayacaktır!

Eğitim Sen olarak, üye ve yöneticilerimize yönelik her türlü baskı, soruşturma ve sürgünlerin durdurulması için, çocuklarımızın ve öğrencilerimizin eğitim hakkı için, tüm gücümüzle örgütsel ve hukuksal mücadelemizi sürdüreceğimiz bilinmelidir!

Basına ve Kamuoyuna 
Ölüm sinırinda olan, sendikamız EGITIM SEN üyeleri Nuriye Gülmen ve Semih Özakça açlik grevi direnişlerinde kritik eşik aşilmiş olup yaşamları büyük bir risk altina girmiştir, Nuriye ve Semih'i kaybetme ile yüz yüzeyiz Bizler yaşamalari ve diğer ihraç edilen tüm kamu emekçileri gibi heriki üyemizin de işlerine geri dönmeleri için mücadele ederken iktidar ve iktidara bir şekilde destek olan kesimler ölüm üzerine politika yapıyorlar.

Görüntünün olası içeriği: 12 kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava
Bu anlamda Avrupa İnsan Haklar Mahkemesi'nin Nuriye Gülmen ve Semih Özakça hakkında "Hayati tehlike doğuracak ciddi ve onarlamaz hasar riski oluşmadığı" kararı ne hukuki,ne de insanidir.
AlHM'in, ihr ilişkin yapılan başvuruları bir iç mekanizma olarak tanımladığı açlara OHAL Işlemleri Inceleme Komisyonunu işaret ederek reddetmesi ne kadar siyasi bir karar ise bu karar da o kadar siyasidir AIHM, kuruluş değerlerine ve amacına gölge düşüren bir karar almıştır.

AHIM olumsuz bir durumun yaşanması halinde suç ortağı olacaktır u süreçte hazırlanan 10 saglik raporunun sekizinde hayati tehlikeye dikkati çekilmesine rağmen AİHM'in sadece Sincan Cezaevi Kampus Hastanesi ve Numune Hastanesi raporlarını esas almasi manidardır!

Görüntünün olası içeriği: 17 kişi, gülümseyen insanlar, ayakta duran insanlar, kalabalık ve açık hava
AlHM kararini gözden geçirmeli, bir süredir iyasi iktidarı rahatlatmaya yönelik tarafgir kararlarından ve tutumundan vazgeçmelidir.
derhal Hükümet, sağlıklı biçimde yaşamlarına devam edebilmeleri için hiç gecikmesizin harekete geçmelidir.Işe iade talebiyle açlik grevine başlayan ve sağlık durumlari telafisi Nuriye Gülmen ve Semih Özakça'nın halleri iade edilmeleri mümkün olmayan sonuçlar ortaya çıkmadan, bir an önce görevlerine sağlanmalıdır.

Giderek içine sürüklendiğimiz bu karanlık girdaptan kurtulmak için oHAL ve KHK rejimine derhal son verilmelidir.
KHK'lar iptal edilmeli, ihraç edilenler ve açığa alınanlar bütün haklarıyla birlikte işlerine iade edilmelidir.

Aksi halde gelişebilecek tüm olumsuzluklardan hukuk dışiliği ve keyfiyeti oHAL/KHK'lar yoluyla bir yönetim biçimi olarak hayata geçiren "yaşamı ve yaşatmayı" değil kendi siyasal amaçlarını öncelleyen AKP iktidar ve ayni doğrultuda hareket edenler sorumlu olacaktır. Bizler;ihraç edilen kamu emekçileri işlerine iade edilinceye kadar mücadelemizi kesintisiz olarak sürdürmeye devam edeceğiz 
KESK ŞUBELER PLATFORMU ADINA 
BES ŞUBE BAŞKANI 
SINAN TUNÇ

GERÇEK TOPLUSÖZLEŞMEYİ GERÇEK SENDİKA YAPAR!

GERÇEK TOPLUSÖZLEŞMEYİ GERÇEK SENDİKA YAPAR!

GERÇEK TOPLUSÖZLEŞMEYİ GERÇEK SENDİKA YAPAR!

KAYIPLARIMIZIN VE TALEPLERİMİZİN KARŞILANDIĞI BİR TOPLUSÖZLEŞME İSTİYORUZ!

Sendikal faaliyetlerin OHAL gerekçesiyle engellendiği ve hukuk dışı bir şekilde suç kapsamına alınmaya çalışıldığı, en demokratik eylemlere bile tahammül edilmediği bir ortamda, 2018-2019 dönemi toplusözleşme görüşmeleri başlayacaktır.

Bugüne kadar yapılan toplusözleşme görüşmelerinde benimsenen hükümet yanlısı tutum ve imzalanan sözleşmelerde kaybeden her zaman biz emekçiler, kazanan ise siyasi iktidar olmuştur. Son toplusözleşmede enflasyon farkının hesaplamaya katılmaması nedeniyle kamu emekçileri yanlış hesaplamadan dolayı mağdur edilmiştir. Bir yıl içinde TL’de yaşanan değer kaybı %18’in üzerindedir. Bu rakamlara yıllık resmi enflasyonun yüzde 11’e dayanmasıyla satın alım gücümüzde yaşanan azalmayı da eklediğimizde, sadece ekonomik anlamda yaşadığımız kaybın büyüklüğü ortaya çıkmaktadır.

Toplusözleşme görüşmelerinin kamu emekçilerinin çoğunun tatilde olduğu, kamu emekçilerinin bir milyondan fazlasını oluşturan eğitim ve bilim hizmet kolunda işyerlerinin kapalı olduğu bir dönemde yapılacak olması emekçiler açısından büyük bir dezavantajdır. Bu durum, iktidarın elini önemli ölçüde güçlendirirken, kamu emekçilerinin elini ciddi anlamda zayıflatmaktadır. Bütün sınırlılıklarına ve eksikliklerine rağmen, kamu emekçilerinin toplusözleşme süreci, başta ağır ekonomik sorunlarımız olmak üzere, çalışma ve yaşam koşullarımıza ilişkin kalıcı çözümler üretilmesi için somut talepler etrafında mücadele edilmesi açısından ayrı bir önem taşımaktadır.

Toplusözleşme Taleplerimizde Israrcıyız!

Eğitim Sen olarak 2018-2019 yıllarını kapsayacak olan toplusözleşme sürecinde temel talebimiz toplumdaki adalet talebinin dikkate alınması, özellikle 15 Temmuz sonrasında kamuda yaşanan cadı avı niteliğindeki ihraçların geri alınması, idari ve siyasi tasarrufların değil, hukukun işletilmesi, adaletin tecelli etmesidir.  Toplusözleşme sürecinde temel taleplerimiz;

  • 2018-2019 toplusözleşme dönemine ilişkin ekonomik kayıplarımız, TL’de yaşanan değer kaybı ve satın alma gücündeki azalma üzerinden net bir şekilde hesaplanarak ödenmeli ve söz konusu fark, kamu emekçileri ve emeklilerin taban aylığına mutlaka yansıtılmalıdır.
  • Yılın ikinci yarısında maaşlarımızda yaşanan erimenin önüne geçilebilmesi için artan oranlı vergi dilimi uygulamasına son verilmeli, ek dersler başta olmak üzere, tüm ek ödemeleri temel ücrete ve emeklilik hesaplamasına dahil edilmeli, bu konuda yaşanan mağduriyetler mutlaka giderilmelidir.
  • Eğitim öğretim tazminatı senede iki kez en az bir maaş tutarında olmalı ve ayrım yapılmaksızın bütün eğitim ve bilim emekçilerine ödenmelidir.
  • Yıllardır talebimiz olan 3600 ek gösterge uygulaması bu toplusözleşme döneminde mutlaka hayata geçirilmelidir.
  • OHAL KHK’ları ile hukuk dışı bir şekilde hayata geçirilen ihraçlar ve açığa almalara son verilmeli, hukuki deliller ve mahkeme kararları olmadan ihraç edilen tüm kamu emekçileri derhal görevlerine iade edilmelidir.
  • İş güvencemizi ortadan kaldırmayı hedefleyen her türlü hazırlık ya da girişim derhal durdurulmalıdır. Sözleşmeli/ücretli öğretmenlik ve mülakat sınavına, performans değerlendirme ve esnek çalışma uygulamalarına son verilmelidir.
  • En az 50 çalışanın bulunduğu işyerlerinde bebek bakım üniteleri ile kreş açılmalı, çalışan sayısı 50’en az olan işyerleri birleştirilerek, ihtiyaç duyan tüm kamu emekçilerinin kreş hizmetinden faydalanmaları sağlanmalıdır.
  • Kamu emekçilerinin grevli toplusözleşme hakkı önündeki yasal ve fiili engeller kaldırılmalı, özgür bir toplusözleşme düzeni yaratılmalıdır.

OKULLARIMIZI VE ÖĞRENCİLERİMİZİ ENSAR’A TESLİM ETMEYECEĞİZ

OKULLARIMIZI VE ÖĞRENCİLERİMİZİ ENSAR’A TESLİM ETMEYECEĞİZ

MEB’in ENSAR Vakfı ile imzaladığı protokole göre; ENSAR, eğitimleri istediği mekânda yapabilecek, öğrencileri okuldan çıkartıp, ENSAR Vakfı’na ya da kendi belirleyeceği mekana götürebilecek, ‘kitap okuma etkinlikleri’ düzenleyecektir. ENSAR’a ‘gezi, kamp düzenleme’ hakkı verilirken, Halk Eğitim Merkezleri ve okulların bu etkinliklere katılımı teşvik etmesi de protokolde yer alıyor. Bu da ENSAR etkinliklerine katılım zorunluluğu anlamına geliyor. Bu protokolle ENSAR aynı zamanda Halk Eğitim Merkezleri’nde eğitim düzenleme hakkına sahip hale getiriliyor. 1000’e yaklaşan Halk Eğitim Merkezleri’ndeki 8 milyonu bulan kursiyer, doğrudan ENSAR’a bağlanıyor. MEB doğrudan ENSAR’a teslim edilmiş durumdadır. Hem kamu okulları hem de Halk Eğitim Merkezleri aracılığıyla okul dışındaki gençler ve kadınlar ENSAR’a mecbur bırakılıyor.

Protokole göre; MEB yaptığı protokolü geçmiş protokollerden farklı olarak tek başına sonlandıramıyor. Ensar’ın yapacağı ‘çalışmalar’ da kamu hakkı, eğitim hakkı ihlali, çocuk istismarı olduğunda dahi protokol devam edecek. Hem örgün hem yaygın eğitim bilgilerini ve programlarını ENSAR istediği gibi kullanabilecek. Protokol ile ilgili tüm etkinliklerin uygulanması konusunda resmi yazılar üzerinden tüm eğitim emekçilerine öğrencilerini bu ideolojik çalışmalara katılma zorunluluğu dayatılacak. MEB yetkilerini protokoller eliyle Ensar, İlim Yayma Cemiyeti, Birlik Vakfı vb. yapılara aşama aşama devrediyor.

Devletin kamusal bir hak olan eğitim hizmetlerini ‘taşeron’lara devretmesi durumu, bu hizmeti alanlarla, bu hizmeti gerçekleştiren eğitim emekçilerine kamusal eğitim hakkına sahip çıkmak için direniş hakkı veriyor.

Okullarla birlikte okul dışına da uzanacak bu ENSAR etkinliği,’Yeni Türkiye’ yeni bir sistem inşası  ve toplumu dinselleştirme programının bir sonucudur. Saray rejimi, devletin din temelinde yeniden yapılandırmakta, özcesi ‘yeni bir sistem’ inşa etmektedir.

Eğitim Sen olarak, okulların ENSAR’a teslim edilmesine, öğrencilerimizi ENSAR karanlığına itilmesine HAYIR diyoruz! Okullarımızda ENSAR istemiyoruz, öğrencilerimizi ENSAR’a teslim etmeyeceğiz! Laik ve bilimsel bir eğitim mücadelesiyle, öğrenciler, veliler, eğitim emekçileri hep birlikte okullarımıza, çocuklarımıza ve geleceğimize sahip çıkalım.