Eğitim Sen Adana Şube 10. Olağan Genel Kurulu Gerçekleştirildi. Özel

Eğitim Sen Adana Şube 10. Olağan Genel Kurulu Gerçekleştirildi.

Eğitim Sen Adana: KHK ve ihraçlara karşı mücadele edeceğiz

“Her sabah kalktığım zaman kendi kendime şöyle söz veririm: Dünya üzerinde vicdanımdan başka kimseden korkmayacağım. Kimsenin haksızlığına boyun eğmeyeceğim. Adaletsizliği adaletle yıkacağım ve mukavemet etmekte ısrar ederse onu, bütün mevcudiyetimle karşılayacağım.”

Eğitim Sen Adana Şubesi 10. Olağan Genel Kurulunu bugün gerçekleştiriyor. Şube Yürütme Kurulu adına tüm konukları ve delegasyonu saygı ve sevgi ile selamlayarak hoş geldiniz diyorum.  10. Olağan Genel Kurulumuzda bugün yapılacak konuşmalar, öneriler, eleştiriler ve verilecek önergeler önümüzdeki döneme ışık tutacağı ve mücadelemizi güçlendireceği konusunda hiç kuşkum yoktur.

Eğitim ve bilim emekçilerinin gür sesi, kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitimin Türkiye'deki tek temsilcisi olan Eğitim Sen'in tarihi, Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS), Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER), Eğit-Der, Eğitim-İş, Eğit-Sen, öğretim Elemanları Sendikası (ÖES) sürecinden aldığı gelenek üzerinden inşa edilmiştir.

Otomatik alternatif metin yok.

23 Ocak 1995'te kurulan, ancak kökleri 1900'lü yılların başına kadar uzanan örgütlenme ve mücadele tarihimiz boyunca her alanda İnsanca yaşam, güvenli gelecek ve demokratik Türkiye mücadelesi verdik vermeye de devam edeceğiz.

Eğitim ve bilim emekçilerinin gerçek anlamda birlik, dayanışma ve mücadele örgütü olarak, eğitimi ve toplumsal yaşamı kendi siyasal çıkarları ve hedefleri doğrultusunda şekillendirmek İsteyenlerin karşısında durarak, fiili-meşru mücadele anlayışıyla okullarda, üniversitelerde, yükseköğretimin diğer alanlarında ve eğitim kurumlarında emekle ve mücadeleyle işyerlerinde yürüttüğümüz fiili-meşru mücadele ile kurulmuştur.

Eğitim Sen, ülkemizde yaşanan her türlü haksızlık ve hukuksuzluğa karşı adaletin, karanlığa karşı aydınlığın, yasaklara karşı demokrasinin, cinsiyet ayrımcılığına karşı kadınların, emperyalizme karşı özgürlük ve bağımsızlığın, savaşa ve şiddete karşı her zaman barışın savunucusu oldu ve olmaya da devam edecektir.

Ülkemizde evrensel anlamda, üniversiteler bir kurum kültürü hiçbir zaman olamamıştır. Üniversiteler üzerindeki baskı ve zulme akademi üyelerinin büyük çoğunluğu genelde kayıtsız kalmıştır. Ancak her zaman sayıları azda olsa bilime, entelektüel yaratıcılığa, özgür ve eleştirel düşünceye, sanata, mücadeleye, toplumsal sorunlara duyarlı ve bunları savunmak için bedel ödeyen onurlu akademisyenler hep olmuştur ve olacaklardır da. Bu onurlu akademisyenlerden biri olan ve sadece barış imzacısı olduğu için üniversitelere kabul edilmeyen Mehmet Fatih TRAŞ bu zulme isyan ederek yaşamına son vermiştir. Sevgili kardeşim, sana ve tüm emek, barış, demokrasi mücadelemizde kaybettiğimiz kardeşlerimize, Ece AYHAN’ın dediği gibi, “devlet dersinde öldürülmüş tabiattan tahtaya kalkacak tüm çocuklara, bayramlarda zarfsız kuşlar göndereceğiz” sizi asla unutmayacağız.

2014 Mart’ında gerçekleştirdiğimiz 9. Olağan Genel Kurulunda günümüze her günümüzü emek, barış, demokrasi mücadelesi vererek geçirdik. Karşılığında patlayan bombalarla yüzlerce yoldaşımız, arkadaşımız, kardeşimiz katledildi, on binlerce yoldaşımız açığa alınarak, sürgün edilerek, ihraç edilerek geri çekilmemiz korkmamız istendi. Korkmadık, sinmedik, geri çekilmedik ve çekilmeyeceğiz. Savaşa karşı barışı, ölümlere karşı yaşamı savunduk savunmaya da devam edeceğiz.

2014 YILINDA Soma ve Ermenek’te 319 maden emekçisi göz göre göre katledildi, Başbakanlık korumaları tarafından yüreği yaralı insanlar tekmelenirken diğer yanda göçük altında kalan oğlu için “Oğlum yüzmede bilmezdi, şuan ne yapıyor acaba” diyen annenin dramına ve isyanına yeteri kadar cevap olamadık, hesap soramadık.

Kamusal, nitelikli, ulaşılabilir, parasız, laik, bilimsel, anadilinde eğitim için yeteri kadar mücadele yürütemedik. Köy okullarımız kapatılarak çocuklarımız çaresizce cemaat ve tarikat yurtlarında eğitim almak zorunda bırakıldılar. Başta Ensar Vakfı olmak üzere çocuklarımızın küçük bedenleri o kirli zihniyetin tacizine, tecavüzüne, şiddetine maruz kaldılar. Denetimsiz olan bu yurtlarda yine bir dizi ihmalin sonucu çıkan yangınlarda tıpkı Aladağ ilçemizde olduğu gibi onlarca çocuğumuz yanarak yaşamlarını yetirdiler. Yanan bedenlerin, tacizlerin, tecavüzlerin sorumlularını bulup yargılamasını sağlamak yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı utanmadan “Bir kereden bir şey olmaz” diyebilmiştir. Bunların bu aymazlığının nedeni bizim sessizliğimizden kaynaklandığını da bilmek zorundayız.

Suruç’a beraberinde götürdükleri oyuncakları Savaş mağduru çocuklara dağıtarak; çocukları rehabilite etmek, onlarla zaman geçirmek ve kamuoyunu duyarlı hale getirmek üzere basın açıklaması yaptıkları esnada, üniversite öğrencisi olan sosyalist gençlerimiz haince ve kalleşçe katledildiler. Katledilenler sadece gençlerimizin bedenleri değil ülkenin geleceği ve katliamların devam edeceği masajı idi. Suruç’a cevap olamadık. Hesap soramadık. Bu nedenle üzüntülerimi ve özrümü ifade etmek isterim.

Bombalar patlıyor insan ve insanlık ölüyordu. Çocuk bedenleri sahile vuruyor ya da toprağa vermek yerine günlerce buzdolaplarında bekletiliyordu. Doğu ve Güney Doğu illerinde MEB’in gönderdiği bir SMS ile eğitimcilerin bulundukları illeri terk etmeleri sağlanarak, okullar karakollara dönüştürülüyordu.

Günlerce süren bu acımasız savaşta ölenler kadınlarımız ve çocuklarımız oldu.  Yaşanan bu olumsuzlukları yerinde görmek üzere Eğitim Sen MYK’sının çağrısı üzerine 101 şube başkanı ve MYK üyeleri Mardin ilinde toplanarak sıkıyönetim koşulları kaldırılmasını ve okullarda eğitim ve öğretimin başlatılması talebi ile; Nusaybin ilçesine gitmek istedik Nusaybin girişine vardığımızda devlet; tankı, topu, tüfeğiyle ne kadar güçlü olduğunu, sadece ellerinde kalem, dillerinde yaşam ve barış olan bizlerin ilçeye girişini engelleyerek geri göndermişlerdir.

Görüntünün olası içeriği: 7 kişi, oturan insanlar

Yeteri kadar direnemedik ve eğitimde fırsat eşitliğini bölge illerindeki çocuklarımız için sağlayamadık. Üzgünüm ve özür diliyorum.

 “Bir şey yapmalı” diye düşünürken onurumuz olan DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin örgütlediği ancak bağımsız birey ve yurttaşlarımızın, emek ve demokraside yana tutum alan siyasi partilerimizin, demokratik kitle örgütlerinin, inanç örgütlerimizin de bayrak ve flamaları ile katılacağı “emek, barış demokrasi” isimli 10 EKİM 2015 tarihinde merkezi bir Ankara Mitingi kararı alınmıştı. Bu karar tüm illerde coşku ile karşılanmış içinde; emek, içinde barış, içinde demokrasi olan bu miting kararı kendi içerisinde hızla örgütlenerek ve toplumsal muhalefeti birleştirerek yüzbinlerin barış diye, emek diye, demokrasi diye haykıracağı bir toplumsal uzlaşı şöleni olmaya adaydı. Bu miting.

Hepimiz, hepiniz bu duygu ve düşüncelerle halaylarla ve türkülerle uğurlanmıştık Ankara’ya.  Bugün ev sahipliğimizi yapan Seyhan Belediyemizin Devrimci Belediye Başkanı Zeydan KARALAR’ın maddi ve manevi desteğiyle 26 obüs ile 1272 arkadaşımızla gitmiştik Ankara Gar meydanına.

Türkiye’nin dört bir yanında on binler akıyordu Gar Meydanına. Rengârenk flamalar dalgalanıyor, halaylar çekiliyor, barış türküleri ve sloganları ile miting alanına ilerliyorduk ki saat 10.04’de beşer saniye arayla haince, alçakça, alçakların patlattıkları bombalarla 101 yoldaşımızı, kardeşimizi, arkadaşımız, annemizi, eşimizi, çocuğumuzu aldılar aramızdan. Unutabilir miyiz Dilan’ı, Gülhan’ı, Şebnem’i Unutabilir miyiz Rıdvan’ı, Yılmaz’ı ve 101 yoldaşımızı. Elbette hayır.

 Barış Şehidi Felsefe öğretmeni Hakan Dursun Akalın, mitinge katılmak için Amasya'dan yola çıkmadan önce yazdığı Facebook iletisinde, "Ankara'daymış barış, alıp getirmek gerek. Ben gidiyorum kalanlara selam olsun. Getirebilirsem barışı kızama sefa olsun" ifadelerini kullanmıştı.

10 Ekim Emek-Barış-Demokrasi mitingimizi kana bulayan canlı bombaların ismini, yerini, yurdunu bilip patlayana kadar yakalamadıklarını itiraf edenlerden ve katillerin, polisin kontrol noktalarını da geçerek Ankara’nın göbeğine kadar gelişlerine seyirci kalanlardan henüz hesap soramadığımız için üzgünüm. Gözü yaşlı annelerimizden özür diliyorum.

10 Ekim Ankara katliamı ile Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamını hep birlikte yaşadık. O gün için devletin bir günlük ulusal yas ilanı ve üç gün sora Başbakanın bu katliamla birlikte oylarımız artmıştır şeklindeki yaklaşımı ve 12-13 Ekim 2015 tarihinde yoldaşlarımızın parçalanmış bedenlerini toprağa vermek için iki günlük iş bırakma eylemine katılan üyelerimize yeni soruşturmaların açılması iktidarın örgütümüze olan bakış açısını açıkça gözler önüne sermektedir.

 

 Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, ayakta duran insanlar ve iç mekan

Ankara katliamı yaşadığımız son acı olur dediğimiz bir süreçte;

“tarihi değer ve eserlerimize insanlığın bin yıllık emeğine birikimine bu kadim şehre sahip çıkalım. Biz buradan çağrı yapmak istiyoruz. Biz bu tarihi bölgede birçok medeniyete beşiklik etmiş ev sahipliği yapmış bu kadim bölgede insanlığın bu ortak mekânında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsun diyoruz." Diyen ve katledilmeden birkaç saniye önce Diyarbakır’ın Sur İlçesinde bu mesajı veren Diyarbakır Baro Başkanı ve aynı zamanda insan hakları savunucusu, Barış Elçisi Tahir ELÇİ’yi koruyamadık. Barış elçisinin faili meçhul cinayete kurban olmasını içime sindiremiyorum ve üzüntülerimi ifade ediyorum.

İktidar olma hırsıyla patlatılmasına göz yumulan onlarca bomba ve yaşamını yitiren binlerce masum insan. Soruyoruz kimdir bu acıların sorumlusu? Vatandaşın mal ve can güvenliğini sağlamak devletin ve siyasal iktidarın görevi değil midir? Oysa vatandaşın mal ve can güvenliğini emanet ettiklerimizin 15 Temmuz akşamında gerçek niyetlerini açıkça gördük. Devletin o zor aygıtlarını eline geçirenler, ahlaksız ve pervasızca neler yaptıklarını ve yapacaklarını gördük. Ancak darbenin bastırılması ile birlikte OHAL ilan edilerek, çıkarılan KHK’lerle 100 binin üzerinde kamu çalışanı ihraç edilmiş, 40 bine yakın kamu çalışanı açığa alınmış, on binlerce kamu çalışanı sürgün edilmiş ve on binlerce kamu çalışanı tutuklanmıştır. Haklarında hiçbir ön inceleme, soruşturma yapmadan ve savunma hakkı tanımadan muhalif kamu çalışanlarını mağdur ettiler. Bu yaşananların toplamdaki adı faşizmdir. Faşizmin panzehri ise mücadele ve dayanışmadır.

İlimizde Eğitim Sen üyesi olan 44 öğretmen, 3 Akademisyen arkadaşımız ihraç, 5 öğretmen arkadaşımız açıkta, 40 öğretmen arkadaşımız başta Saimbeyli, Fekke, Aladağ, Pozantı, Yumurtalık gibi uzak ilçelere sürgün edilmiş ve yüzlerce üyemiz ise en ağır disiplin cezalarıyla cezalandırılmıştır.  Türkiye’nin genelinde ise toplamda 1490 Eğitim Sen üyesi ihraç edilmiştir.

15 Temmuz’dan buyana Eğitim Sen ve KESK’in yürüttüğü örgütsel ve hukuksal mücadelenin, yürüttüğü diplomasinin, yürüttüğü fiili meşru mücadelenin ve siz dostlarımızın dayanışmasıyla; açığa alınan 10 bin 400 eğitim sen üyesi görevlerine iade edilmiştir. Bu nedenle Yaşasın KESK, Yaşasın Eğitim Sen diyorum.

Ne İşimizden, Ekmeğimizden Ne de İnsanca Yaşam Talebimizden Vazgeçmeyeceğiz! Ülkenin işçileri, emekçileri, yoksullaştırılmış halkı olarak çok zor bir süreçten geçiyoruz. 20 Temmuz’da üç aylığına ilan edilen ve iki defa uzatılan OHAL düzeni ile yarına, geleceğe ilişkin umutlarımızı daha da karartan gelişmelere her gün bir yenisi ekleniyor. Geldiğimiz noktada başbakanın “OHAL’i vatandaşa değil, kendimize ilan ediyoruz” sözlerinin gerçekle uzaktan yakından hiçbir ilgisinin olmadığı bir tablo ile karşı karşıyayız.

İşsizlik, yoksulluk, savaş, baskı ve şiddet ortamının fırsata çevrildiği bu süreçte emeği, barışı ve demokrasiyi hedef alan saldırıların ardı arkası kesilmiyor. OHAL: Astığım Astık, Kestiğim Kestik Düzeni Tüm toplumsal kesimler gibi kamu emekçileri olarak bizler de OHAL düzeninden payımıza düşeni alıyoruz. Siyasal iktidarın kendisine biat etmeyen kesimlere karşı kullandığı bir silaha dönüşen OHAL yıllardır sınırlanan iş güvencemizin tamamen ortadan kaldırılmasında dayanak olarak kullanılıyor.

 Kamu emekçileri olarak görevden uzaklaştırılabilmemiz, memuriyetten çıkarılabilmemiz için hakkımızda soruşturma açılması, savunma hakkımızı kullanmamız, hakkımızda verilen karara karşı itiraz için idare mahkemelerine başvurma hakkımız esas iken “astığım astık, kestiğim kestik” OHAL düzeninde hukuk ayaklar altına alınıyor. Neyle suçlandığını dahi bilmeyen on binlerce kamu emekçisi sorgusuz, sualsiz işten çıkarılıyor, açığa alınıyor.

15 Temmuz darbe girişiminin siyasal ayağına ilişkin olarak en küçük bir adım dahi atılmazken savunma ve itiraz hakkı dahi tanınmayan, sadece hakkındaki ihbar ve fişlemeleri temel alarak ihraç edilen, açığa alınan kamu emekçilerine kolayca “darbeci, terörist” damgası vuruluyor.

 İşi elinden alınan, kamuda işe girmesi bir yana, kamu ile dolaylı da olsa iş yapan bir firmada çalışması dahi yasaklanan on binler göz göre göre açlığa hatta intihara sürükleniyor. Öte yandan kamu görevinin temeli olan kariyer ve liyakat ilkeleri ayaklar altına alınıyor. Güvencesiz-sözleşmeli istihdam temel istihdam haline getiriliyor. Üstelik kamu görevine girmede mülakatın- sözlü sınavın ağırlığı artırılarak torpilin kapısı sonuna kadar açılıyor. Kısacası tüm hakları elinden alınan, sadece hükümete biat eden, kapı kulları yaratma hedefine ulaşmak için her yol mübah görülüyor.

Bize Ölümü Gösterip, Sıtmaya Razı Etmek İstiyorlar! Bugün geldiğimiz noktada güne “acaba bugün bir KHK çıkacak mı, beni de açığa alacaklar mı, ya da ihraç edecekler mi” tedirginliği ile başlar hale getirildik. İhraçları, açığa almaları tehdit olarak kullanan siyasal iktidar bize ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyor.

Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, sahnedeki insanlar

Çalışma hakkımız, sınırlı iş güvencemiz başta olmak üzere sendikal haklarımızın birer birer yok edilmesine, her geçen gün daha fazla yoksulluğa itildiğimiz koşullara sessiz kalmamız isteniyor. Üzerimize çöken ihraç ve açığa almaların gölgesinde rahatça at koşturan siyasal iktidar ise gerçekleri çarpıtmaya devam ediyor. Satın alma gücümüz her geçen gün düşerken, bizi enflasyona ezdirmediği nutukları atıyor. Satın alma gücümüzü-reel maaşlarımızı sağlıklı değerlendirmekten uzak bu nutuklarda ülkede yaşanan gerçek enflasyonun, açlık ve yoksulluk sınırının, maaşımızdan peşin peşin kesilen gelir vergisinin, tüketimde ödediğimiz dolaylı vergilerin ulaştığı nokta bilerek görmezden geliniyor.

 Tüm bunlar yetmezmiş gibi 45 yaş altında olan tüm çalışanları aşamalı olarak kapsamayı hedefleyen Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) yerel yönetimler ve KİT’ler hariç tüm kamu kurum ve kuruluşlarında Nisan ayında başlayacak Maaşlarımızı artırmayarak tasarruf yapmamızı imkânsız hale getiren, yıllardır ek ödemelerimizi emekli aylığımıza aktarmamak için ayak direyen hükümet BES’e girmeyi zorunlu kılıyor. Tüm bunlara rağmen sendikal haklarımızı ortadan kaldıran OHAL düzenine, bu düzenin kalıcı hale getirilmek istendiği tek adam diktasına dayalı anayasa değişikliklerine sessiz kalmamız bekleniyor.

Görüntünün olası içeriği: 4 kişi

Maaşlarımızı her geçen gün daha fazla eriten enflasyonu, omuzlarımıza yıkılan vergi yükünü görmezden gelmemiz, yandaş konfederasyon yönetimi ve hükümetin mutabık kaldığı sefalet oranlarındaki maaş artışları ile yetinmemiz isteniyor. Hep altını çizdiğimiz üzere, bir ülkede emeğin haklarını korumanın, kazanımlarını kalıcı hale getirmenin tek yolu o ülkede demokrasinin, barışın, adaletin, hukukun üstünlüğünün tesis edilmesinden geçmektedir. Bugün önümüzdeki en büyük engel sendikal hak ve özgürlüklerimizi kullanmaz hale getiren OHAL-KHK rejimidir. Bunun için sendikalı, sendikasız tüm kamu emekçilerine çağrıda bulunuyoruz. Gelin OHAL-KHK rejimine, emeğimizi, alın terimizi gasp etmek isteyenlere karşı omuz omuza birlikte olalım. “İnsanca yaşam ve insanca çalışma” için Maaşlarımızın gerçek enflasyon oranında artırarak kayıplarımızın telafi edilmesi, Gelir vergisi dilimlerindeki adaletsizliğin ortadan kaldırılması, Ek ödemlerin emekli aylığımıza dahil edilmesi temel taleplerine birlikte sahip çıkalım.

Görüntünün olası içeriği: 10 kişi, iç mekan

Demokraside uzaklaşan Türkiye’de halk bir sınav arifesindedir. 16 Nisan referandumu; OHAL’e tek adam yönetimine, kuvvetler birliğine, toplumun her alanda ayrışmasına, sendikaların, meslek ve demokratik kitle örgütlerin boşa çıkarılmasına ve katı merkezci bir devlet yapılanmasına” HAYIR” diyerek itiraz etmektir. İtiraz ne kadar kuvvetli olursa yeni bir hayatın kapıları aralanabilecek ve aydınlığa uzanmak mümkün olacaktır. Şimdi görevimiz nettir, berraktır, açıktır. İyi bir çalışmayla her itirazı aynı barajı dolduran nehirlere dönüştürmek ve “HAYIR’ı” çıkarmak olmalıdır. 

10. Olağan genel kurulumuzun taleplerimize umut olması dileğiyle, tüm yol ve mücadele arkadaşlarımı ve konuklarımızı saygı ve sevgi ile selamlıyorum.

 

 

Ahmet KARAGÖZ

Şube Başkanı

Okunma 1501 defa